Az kalsın bütün Beyoğlu elden gidiyormuş! (Barış Terkoğlu)
Borges, geçmişin bilgeliyle günümüzün cehaleti arasındaki uçurumu böyle anlatıyor:
"Sör Walter Raleigh, Londra Kulesi’nde tutsakmış. Celladın baltasını beklerken bir dünya tarihi yazmaya koyulmuş. Bu esnada sokaktan bir şamata sesi işitmiş. Ne olduğunu sormuş. Birbiriyle çelişen birkaç farklı ihtimal öne sürmüşler. Şöyle düşünmüş: Fakat bu nasıl olur? Ben burada üzerinden yıllar geçen Pön Savaşları’ndan bahsediyorum. Ama tutsak edildiğim bu kulenin dibinde tam olarak ne yaşandığını bilemiyorum. Kalemi elinden bırakmış ve hikaye yarım kalmış."
Erdoğan kuyuya bir taş attı, 40 profesör zor çıkardı. Ecdad yadigarı dedi, kışla hikayeleri anlattı, önüne polis dizdi… Meğer hepsi boşmuş!
Anlatayım…
PROFESÖRLERİN GEZİ RAPORU
3 yıl önce bir oldubitti yaptı. “Taksim Gezi Parkı’nın mülkiyeti ‘Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na geçti” ifadeleriyle bulunan yeni formül duyuruldu. Parkın mülkiyeti bir imzayla değişmişti.
Aslında ortada böyle bir vakıf kalmamıştı. “Mazbut vakıf” denilen kaybolmuşlardandı. Adını Vakıflar Genel Müdürlüğü temsil ediyordu. İBB, AKP’nin elindeyken aslında hiç sorun yoktu. Belediye el değiştirince, "Gezi’yi ellerinden alalım" denilerek vakıf formülü bulunmuştu.
Aradan 3 yıl geçti. Basında okudunuz, mahkeme, Gezi Parkı’nı İBB’ye geri verdi.
İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, o kararın gerekçeli halini geçen günlerde yayınladı.
Peki bu karar nasıl çıkmış derseniz…
Vakıflar Kanunu’nun 30. maddesi şöyle: “Vakıf yoluyla meydana gelip de her ne suretle olursa olsun Hazine, belediye, özel idarelerin veya köy tüzelkişiliğinin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları mazbut vakfına devrolunur.”
Mahkeme şu sorunun yanıtını aramış: Gezi Parkı, vakıf yoluyla meydana gelmiş bir eser midir, ya da Gezi Parkı’nda vakıf yoluyla meydana gelmiş bir eser var mıdır?
Elbette yanıtını bulmak için uzmanlara, yani üniversitelerdeki tarihçilere, arkeologlara, vakıf araştırmacılarına, sanat tarihçilerine vs. sormuş. Ortaya Gezi Parkı’nın da vakfın da tarihi çıkmış. Mahkeme, bir dizi profesörün yazdığı raporları okuduktan sonra kararını vermiş.
İSLAMCILARIN UYDURMA TARİHİ
Önce Gezi Parkı’nda, el koymaya dayanak olan Topçu Kışlası’nın kalıntısının olup olmadığına bakılmış, bulunamamış.
Parkın tarihi araştırılmış: "Topçu Kışlası'nın Sultan Beyazıd Han Vakfına ait arazi üzerinde Sultan III. Selim'in fermanı doğrultusunda 1805 yılında inşasına başlandığı ve 1808 yılında tamamlanarak hizmete açıldığı, ardından Sultan Abdülaziz devrinde kapsamlı onarım ve yenilemeden geçirildiği ve bu işlem sırasında ilk yapıldığı dönem mimari özelliklerini yitirerek yeni bir mimari vasıf kazandığı, ardından üzerine bina edildiği arazi ve civarının şehir yerleşimi içinde kalması nedeniyle 20.yy başlarında metruk hale geldiği, bunun üzerine askeri kışla olarak kullanımının son bulup, 1913 yılında Sanayi ve Ticaret Şirketi Milliye-i Osmaniye Şirketi'ne para karşılığı tapuda devredildiği ve 20.yy başında yıkılarak yerine bir gezi alanı yapılması düşünüldüğü ancak bunun yerine doğan ihtiyaç gereğince futbol stadı (Taksim Stadı) olarak kullanıldığı ve Cumhuriyetin ilanından sonra da bu amaçla kullanıldığı, bu yeni kullanım nedeniyle büyük ölçüde yıprandığı ve bir kısım müştemilatının 1928 yılında yıkılarak yerine Taksim Cumhuriyet Anıtı ve Meydanı'nın yapıldığı…"
Sonuçta Topçu Kışlası’nın, yasada belirtildiği gibi "vakıf yoluyla meydana gelen eser" olmadığı anlaşılmış. Kışla’nın Cumhuriyet kurulmadan niteliğini çoktan kaybettiği görülmüş. Bizzat Osmanlı sisteminin şehrin merkezindeki kışlayı dönüştürdüğü hatırlanmış. Öte yandan zamanında Sultan Beyazıd Vakfı’na verilmiş olanın sadece boş bir arazi olduğu, bunun da bir kültür mirası olmadığı kayıtlarla ortaya çıkmış..
Yani bizim İslamcılar’ın ecdad ve tarih konusunda anlattıkları tamamen uydurmaymış!
BİR ZAMANLAR BEYOĞLU DA VAKFINMIŞ
Fakat asıl sürpriz başka bir detayda…
Mahkeme, tapu kayıtlarından çıkan şu detaya tam iki kez atıf yapmış:
"Sultan Beyazıt Vakfı'nın 1505 M tarihli Vakfiyesi incelendiğinde geniş alanları kapsayan iki yüzün üzerinde pek çok yer ile birlikte Beyoğlu ilçesinin tamamının da vakfın akarları arasında sayıldığı…"
Yani sadece Gezi Parkı değil, zamanında bütün Beyoğlu ilçesi de aynı vakfın üzerinde görünüyormuş. Haliyle mahkeme, Gezi Parkı’nı vakfa verirse, bütün Beyoğlu’nu da vatandaşlardan alıp aynı şekilde vakfa vermenin yolunu açacağını fark etmiş. Hatta Osmanlı’daki diğer vakıflar düşünüldüğünde, belki de koca şehirlerin tapuları bir kararla değişebilecek hale gelecekti. Erdoğan’ın attığı taş bizi nerelere götürecekti!
Sonuçta mahkeme, Topçu Kışlası’nın vakıf eliyle değil devlet eliyle meydana gelmiş bir bina olduğuna, öte yandan Topçu Kışlası’nın da bir tuğlasının bile kalmadığına, Kışla’nın bitişinin de çok eskiye dayandığına karar vermiş.
Yetmemiş, şunu da not düşmüş: "60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış ve geçen su¨rede dönemin şehircilik anlayışına uygun bir kararla İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş Taksim Gezi Parkı…"
Sonuç olarak mahkeme Gezi Parkı’nın mirası Gezi Parkı’dır, halka ait olan da şehrin belediyesinindir demiş. Bu haliyle sadece mülkiyet değişimini değil, parkın kışlaya çevrilmesi fikrini de boşa çıkarmış!
Öyleyse çok basit bir soru: Hukuka, vicdana ve akla uygun olan Gezi Parkı’nın korunması eylemiyle suçlanan Can Atalay, Osman Kavala, Tayfun Kahraman Çiğdem Mater, Mine Özerden bir bayramı daha neden ailelerinden ayrı geçiriyor? Cevabı, 28 Şubat davasının hastalıklarla boğuşan asker sanıklarının içerde olma gerekçesiyle aynı: Erdoğan’ın canı öyle istediği için!
Bugünü geçmiş kadar anlayabilirsek aramızdaki duvarlar eriyip gidecek…
AKP’de travma...(Ergin Yıldızoğlu)
Yerel seçimlerin sonuçları, siyasal İslamın entelijansiyasını sarstı, bir “travma” yarattı.
“Travma” diyorum çünkü sonuçları açıklayamıyorlar, daha tehlikelisi kabullenemiyorlar. Paranoya ve histeri el ele...
Siyasal İslamın entelijansiyasının kültürünün tarihsel derinliğinden hiç kuşku duymadım. Yeri geldiğinde, “yararlı salakların” (“A takımı” filan...) yönlendirme heveslerinin küstahlığa varan bir cehalet olduğunu da vurguladım. Ancak o entelijansiyanın onulmaz bir zaafı vardı: Toplumsal gerçeklik, anlıklarında kurguladıkları sanal gerçeklik içindeki beklentilere uymadığında, oluşan “çatlakları” türlü fantezilerle kapatmaya çalışıyorlardı. 31 Mart seçimlerinin ertesinde yine öyle bir momentteyiz.
TEK BİR ‘DÜNYA’ VAR
O entelijansiya içinde yaşadığı gerçekliğin en belirleyici özelliğini kavrayamıyor: Bir hegemonya altında şekillenmiş uluslararası bir kapitalizm, doğası gereği karşılaştığı, mekânları, duyarlılıkları, kültürleri (kodları) yıkıyor, parçalıyor, yeniden yapıyor tüm diğer “dünyaları” (uygarlıkları) dönüştürerek kendine benzetiyor, egemenliği altına alıyor. Gerçeklik, uygarlıkların çatışması değil, tek bir kapitalist uygarlığın egemenliği altında oluşuyor.
Tabii ki başka bir “dünya” kurulabilir. Ancak bu “başka dünya”, kapitalist uygarlığın doğarken yıkmaya dönüştürmeye başladığı, ekonomik, teknolojik ve kültürel olarak aştığı biçimlere (özellikle “dinci hakikat rejimlerine”, hatta öncesine) geri dönülerek kurulamaz. 20. yüzyılın başında, Avrupa’da kimi entelektüeller bunu arzuladılar, sonra da gidip faşizme yamandılar. Gerisi tarih...
Oluşan, “çatlakları” fantezilerle yamama çabasının son örneğini siyasal İslamın önde gelen yazarlarından birinin “Mücahit olarak yola çıktık. Sonra sırasıyla evvela müteahhit..., ardından da her şeye müsait...” yakınmasında görebiliyoruz. Yazar devam ediyor, “Sistemi dönüştürmek değil, yıkmamız gerekiyordu. Putları değiştirmek değil, yıkmaya soyunmalıydık. Müslümanlar, ekonomiye yön vermeyi, ekonomiyi büyütmeyi hedefleri haline getirdikleri zaman, asla sistemi dönüştüremezler, sistem tarafından dönüştürülürler”. Kısacası: Kapitalizm bizi dönüştürdü, kendine benzetti, onun, ekonomik, kültürel siyasi dinamiklerine tabi olduk.
Belli ki yazar anlığındaki resmin içinde açılan “çatlakların” farkında, doğru bir saptama yapıyor (Kapitalizmin dünyasıyla uyuşamazdık önce yıkmalıydık!) ama imkânsız bir yöne doğru. Ve hemen fanteziler üretmeye başlıyor.
Birinci fantezi: Nerede, hangi dünyanın içinde “yola” çıktınız? Kapitalizmle, onun dışından gelerek mi karşılaştınız? Siz kapitalizmle, 19. yüzyılın sonundan bu yana gittikçe artan bir yakınlığın ürünü olarak şekillendiniz. 21. yüzyılda, kapitalizmle, ekonomik kriz içinde egemen sermayenin tercihlerinden biri olarak karşılaştınız.
İkinci fantezi: Kapitalizm “putlar” olarak tanımlanacak bir “inanç” sistemi değil tüm inançları “organlarıyla” yakalayıp kodlarını çözüp yeniden şekillendiren dönüştüren bir “kâr makinesi”, maddi bir ilişkidir.
Üçüncü fantezi: “Önce insan yeşerteceğiz...” Peki ekonomiyi (kapitalist birikimi) büyütmeyi hedeflemeyecekseniz, “insanı yeşertmek” için gerekli mali, kurumsal, teknolojik hatta kültürel kaynakları nereden bulacaksınız? İkincisi siz “sistemi” yıkmaya hazırlanıyorsanız “sistem” sizi kendi halinize mi bırakacak? 28 Şubat’ın “sistemin” sizi, iktidara taşımak üzere dönüştürdüğü bir “an” olduğunu hâlâ anlayamadınız mı?
Bir yazarınız soruyor “AK Parti İslamcılardan kurtulmalı mı?” ve devam ediyor: “Bu soruya, AK Parti Genel Merkezi’nde çok güçlü olduğunu düşünen bir ekip (çete mi demeliydim?) ile onların beslediği trol, ajans hesapları, köşe yazarları ve benzerlerinden oluşan bir toplam ‘evet’ diye cevap veriyor uzun süredir”. Belli ki yazar o “toplamın”, diğer bir deyişle kültür üretimi alanında değerlenen sermayenin, “İslamcılardan” kurtulmak istediğine inanıyor. Aynı sayfalarda, bir başka yazar da (Sakın o “çeteden” biri olmasın?) “AKP’nin başa, kurulduğu ana, muhafazakâr demokrat kimliğine” (o fanteziyi satın alacak salak kaldı mı?) dönmesi gerektiğini savunuyor.
Korku derinleşiyor: “Ya esas özne biz değilsek?” Ya o “sistem” şimdi başka bir şey denemeye hazırlanıyorsa?
Korku şiddete yol açabilir!
/././
Bahçeli’nin siyasi ajandası (Mehmet Ali Güller)
Devlet Bahçeli, MHP’nin genel başkanı seçildiği 1997 yılından bu yana, Türk siyasetinin en önemli aktörlerinin başında geliyor.
2002 yılında başbakan yardımcılığını yaptığı Bülent Ecevit hükümetinin yıkılmasındaki rolünden Tayyip Erdoğan’a başkanlık yolu açmasına kadar 27 yılda pek çok kritik hamleye imza attı.
Hamleleri Türkiye’ye kaybettirdiyse de kendisine ve desteklediklerine kazandırdı. Bu özel kayıpkazanç tablosunu sadece Bahçeli’nin mi, yoksa yola Soğuk Savaş partisi olarak çıkan MHP’nin hanesine mi yazmak gerekir, siz takdir edin...
BAHÇELİ’NİN ERDOĞAN VE AKŞENER MESAJLARI
Bahçeli, 31 Mart öncesinde Erdoğan’a ve 31 Mart sonrasında Meral Akşener’e yaptığı çağrı ile yine Türk siyasetinde iz bırakacak hamleler yapıyor. 31 Mart’tan önce “yasanın verdiği yetkiyle bu son seçimim” diyen Erdoğan’a adeta “bizi bırakma” diye yalvaran Bahçeli, 31 Mart’ta ortaya çıkan siyasal tablo nedeniyle partisinin başından ayrılma kararı alan Akşener’e çağrı yaptı bu kez: “Sayın Meral Akşener ayrışma kararından vazgeçmeli. Partinin başında kalmalıdır.”
Peki ne oldu da Bahçeli daha düne kadar çok sert tepki gösterdiği Akşener’e böyle siyasi jest yapar oldu? Ne oldu da Bahçeli MHP’den kopmuş, MHP’ye muhalefet etmiş Akşener’den partisinin başında kalmasını istedi?
"PLANA SADIK KAL"
Geçen yılki cumhurbaşkanı seçim sürecine dönelim...
Sadece Akşener değil, Sinan Oğan da Bahçeli’ye muhalefet ederek MHP’den kopan isimdi. Mayıs 2023 seçiminde ilk turda cumhurbaşkanı adayıydı. Önemli bir tabana dayanıyordu. Arkasında, yine Bahçeli’ye muhalefet ederek MHP’den kopmuş Ümit Özdağ’ın liderlik ettiği Zafer Partisi vardı. Yani MHP’den kopmuş iki tane yaklaşık MHP büyüklüğünde parti vardı.
Akşener’in liderlik ettiği İYİP altılı masada Kemal Kılıçdaroğlu’nun cephesindeydi. Ümit Özdağ ve Sinan Oğan ittifakı ise üçüncü bir yol açmaya çalışıyordu. Ama ilk turun ardından ilginç bir durum yaşandı. Sinan Oğan AKP-MHP’nin Cumhur İttifakı’nı destekledi, asla dediği siyasetçilerle kol kola girip aynı cephede mevzilendi; Ümit Özdağ ise bir protokol imzalayarak Millet İttifakı’nı destekledi.
Asıl ilginci de şuydu: Sinan Oğan bu ani dönüşünü gece yarısı “plana sadık kal” mesajıyla yaptı. Ortada nasıl bir plan vardı, açık değil. Ama neticede Erdoğan, anayasanın 101. maddesine aykırı olarak üçüncü kez seçildi.
ALTILI MASA SÜRECİ
Geçen yılki cumhurbaşkanı seçim sürecine yeniden dönelim...
Akşener, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatmasına tepki göstererek altılı masadan kalkmıştı. Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş çağrısıyla aday olmayınca da tekrar masaya dönmüştü. (O sürecin ayrıntıları için bkz. Aytunç Erkin, Masa, Kırmızı Kedi, 2023).
O süreçte Erdoğan da Bahçeli de masadan kalkan Akşener’e sıcak mesajlar vermişti. Bahçeli, altılı masa kurulmasından önce de Akşener’e “evine dön” çağrısı yapmıştı.
Ya bugünkü “Partinin başında kal” mesajı?
AKŞENER’İN RAFA KALDIRILAN DAVETİYESİ
Akşener altılı masayı dağıttı, seçime “hür ve müstakil” olarak girdi. Muhalefet partisi olarak da iktidardan çok ana muhalefet partisini hedef alan bir seçim kampanyası yürüttü. Erdoğan ve Bahçeli çok memnundu ama daha önce İYİP’e oy vermiş seçmen memnun değildi; oyu yüzde 3.7’de kaldı. Seçmen böylece Akşener’e emeklilik bileti kesmiş oldu.
İYİP daha çok oy alarak CHP’ye kaybettirse ve seçimden AKP-MHP ortaklığı zaferle çıksa, Akşener’i Cumhur İttifakı’na davet edip yeni anayasa sürecinde kullanacaklardı.
Seçim kaybedildiği için şimdi partisinin başında, muhalefete muhalefet görevinde daha yararlı görüyorlar.
Çünkü CHP’nin birinci, AKP’nin ikinci parti durumunda olduğu siyasi tablo sürprizlere açık...
Bayram bayram yine mi siyaset (Orhan Bursalı)
Hayır yok; ama var tabii kıyısından köşesinden; yaşadığımız hemen her şey siyasetle dirsek teması içinde. Şeker Bayramı’nız mutlu ve sağlıklı geçsin... Kendi çocukluğuma bakıyorum da öyle para yok pul yok, kırmızı pabuç yok; temiz giysiler var, yakın tanıdıklardan el öperek alacağımız beş on kuruş harçlıklar olursa küçük maddi sevinç var.
Ama bunların ötesindeydi bayram anımsamalarıma gelince, mahallelerde küçük meydanlarda kurulan eğlenceli gösterilerin hepsini anımsıyorum. En basiti, su dolu bir kova dibine yerleştirilmiş küçük çay bardağının içine yukarıdan atacağımız beş kuruşu sokabilme becerisi... At ile dolaştırılırdınız. Süslenmiş at arabalarından düzenlenmiş minik turları hatırlıyorum. Uzun tahta bacaklar üzerinde yürüyenler, daha bir sürü şey.
Ama bunların hiçbiri yok. Mahallede sokakta oyun da yok alan da yok. Bizler yok olan bir sokak kültürünün son temsilcileriyiz.
Düşünüyorum da bugünün çocukları bayram deyince ne anımsayacaklar? Ailelerin rutin tatillerini mi?
Bence bayramlar çocuklar düşünülerek yeniden tasarlanmalı. Bu da günümüz belediyelerine bir görev olabilir mi, bilmiyorum. Hayır, devir değişti.
Yazıyı önemli gördüğüm iki notla bitireyim.
MÜZE GAZHANE’YE DAMGA VURANLAR
Müze Gazhane yazımla ilgili eksik bıraktığım bir noktayı okurum anımsattı. Gerçekten de dikkat ettiğim ayrıntılar ve Gazhane’nin bütünsel tasarımındaki yüksek estetik, benim için çok dikkat çekiciydi. Okurum şöyle yazdı: “7 Nisan 2024 tarihli yazınızda Müze Gazhane’yi anlatmanıza çok mutlu oldum. Avrupa’da olduğu gibi ülkemizde de çok başarılı KORUMA projeleri gerçekleştirilmekte (bilmez olur muyum, hepsi en üst düzey ve gurur verici, OB). Müze Gazhane de bunlardan biridir. Çok önemli bir MİMARLIK ürünü olan bu çalışmanın proje müellifi İTÜ Öğretim Üyesi Dr. Gülsün Tanyeli ve ekibidir. Böyle önemli projelerin proje çalışmaları müellifleri ile birlikte anılırsa yöneticilerimize de örnek olur diye umuyorum.”
Saadet Sayın
Restorasyon Uzmanı Yüksek Mimar
2024 CHP OY ORANI
Bazı izleyicilerim salı günkü yazımda AKP’nin oyunu yüzde 28 olarak hesap eden Serdar Karsu’nun CHP oyuna bakalım ne diyecek gibi mesajlar gönderdiler. İşte yanıtı:
“Medyada (belediye başkanı seçimleri esas alınarak) CHP’nin oyu yüzde 37.76 olarak verilmektedir. CHP’nin parti oyu olarak göz önüne alınması gereken yerel meclis seçimlerindeki oyu ise yüzde 34.47’dir. (Bu oran içerisinde, belediye meclislerinde çoğunluk sağlanması için, diğer parti seçmenlerinin stratejik oyları da bulunmaktadır.) Küskün AKP seçmeninin sandığa gitmemesi de CHP’nin oy artışına etkendir. Umarız CHP yönetimi, hesaplamalarını / plan programlarını buna göre doğru yapar.”
Karsu AKP oylarının yıllar içinde gelişim çizgisini de şöyle açıklıyor: AKP’nin son 10 yıldaki seçimlerde oy oranları:
2014: yüzde 43.4
2015 Haziran: yüzde 40.9
2015 Kasım: yüzde 49.5
2018: yüzde 42.56
2019: yüzde 36 (ittifak içindeki oyu hesaplanarak)
2023 Mayıs: yüzde 35.61
2024 Mart : yüzde 28 (ittifak içindeki oyu hesaplanarak)
Not: Grafik çizgisi 2015 Kasım’dan itibaren yıllar içinde aşağı doğru... Ancak son 10 ayda eğim, parabolik olarak aşağı doğru pike yapmış...
***
Yeniden iyi bayramlar, kazasız belasız!
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder