Kılıçdaroğlu ve Dündar sosyal medyada kapıştı. İkisi de fiilen sağcı hamleleri savundu, ikisi de lafta solculuğu bırakmak istemedi. Sonuçta kafaların ne kadar karışık olduğu bir kez daha görüldü.
Tarık Akan’ın “Anne Kafamda Bit Var” kitabında anlattığı anısı:
“Müdür T. masada oturuyordu, tam karşısında Uğur Dündar duruyordu. Onu Bakırköy'den tanıyordum. (…) Aramızda bir dostluk olmadığı gibi gençliğimizde yumruk yumruğa kavga etmişliğimiz bile vardı. Soğuk bir hava ve yapmacık jestler aramızda dolandı. ‘Ben TRT genel müdürü olacağım, nezaket ziyaretine geldim. Dışarıda herhangi birisine söylemek istediğin bir şey varsa yardımcı olabilirim.’ ‘Yok, teşekkür ederim.’”
Katıldığı bir televizyon programında yerel seçim sonuçlarını değerlendiren Uğur Dündar, Kemal Kılıçdaroğlu'nun aday olmasıyla muhalefetin "tarihi bir fırsatı" kaçırdığını söylemişti. Dündar, "Tarih onu asla affetmeyecek" sözleriyle yüklenmişti Kılıçdaroğlu’na. CHP Genel Başkanlığı'nı kongrede kaybetmesinin ardından siyasetten düşmediğini CHP içindeki azınlık hiziplerinden birinin liderliğini hâlâ sürdürerek hissettiren Kılıçdaroğlu, Dündar'a X hesabından yanıt verdi. Kılıçdaroğlu, yanıtında "‘Bizim Uğur’lar sizin olsun, Tarıklar bizimdir…" dedi.
Uğur Dündar, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı köşe yazısında Kılıçdaroğlu'na yönelik eleştirilerini sürdürmüştü. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın aday gösterilmesi gerektiğini savunan Dündar, "CHP'nin ve 'Altılı Masa'nın lideri Kemal Kılıçdaroğlu resti görmek yerine, kendi adaylığını dayattı ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetti" demişti.
Dündar yazısında şu ifadeleri kullanmıştı: "Son yerel seçim sonuçları gösterdi ki; Kılıçdaroğlu, kendisi yerine Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'tan birini aday gösterseymiş, o seçim kolayca kazanılacakmış!. Üstelik "Altılı Masa"daki çoğu partiye, bol keseden milletvekili dağıtmaya da gerek kalmayacakmış!.. Böylece siyaset tarihimizde dönüm noktası olacak büyük bir fırsat kaçmış. Ne diyelim? Tarihten ibret alınmasını ve böylesine vahim yanlışların bir daha tekerrür etmemesini dileyelim..."
Kılıçdaroğlu'na göre 12 Eylül'de sağcılar da mağdur olmuş
Bugün ikili X platformu üzerinden tartıştı.
Kılıçdaroğlu, Dündar'a yanıtında, Uğur Dündar'ın 1980 darbesinde "Bizim Uğur" diye anıldığını ve toplumsal mücadeleler boyunca "ayağına taş değmediğini" söyledi. 28 Şubat sürecinde başörtülülere karşı ayrımcılığa hizmet ettiğini ima etti, "toplumdaki kutuplaşmanın her daim ekmeğini yiyen, fildişi kulelerinin tepesindeki konforlu alanını inşa edebilmek için büyük ‘fedakarlıklar’ yapan, andıçların Uğur Dündar’ı..." dedi.
Ardından, Kılıçdaroğlu, CHP'nin Türkiye'deki muhafazakar kesimle helalleştiğini belirtti.
CHP'nin eski liderinin mektubunun kalanı, bu noktayı açıkça yansıtır biçimde, 12 Eylül'ün devrimcilere karşı yapılmış bir darbe değil, "kardeş kavgasını bitirirken her kesimden insanı mağdur eden" bir darbe olduğu algısıyla paralel olarak şöyleydi: "1960’lardan kalma sağ sol kavgasının kötü mirasıyla yüzleştik. Bizlere inançsız ve din düşmanı gözüyle bakan sağcı kardeşlerimizle de helalleştik… Berkin Elvan’a da ağladık, Eren Bülbül’e de… Sinan Ateş ile de vurulduk, Tahir Elçi ile de… Deniz Gezmiş’le de sehpaya çıktık, Mustafa Pehlivanoğlu ile de…"
Dündar haksızlık ediyor: CHP'de Kılıçdaroğlu sonrası süreklilik var
Uğur Dündar'ın dile getirdiği "Kılıçdaroğlu yerine İmamoğlu veya Yavaş aday olsaydı kazanılırdı" düşüncesi yalnızca Dündar'a mahsus değil, kamuoyunda sıkça dile getiriliyor. Argüman, meseleyi tamamen kişiler üzerinden okuyup, siyasi pozisyon ve ilkeleri hiçe saymaya yatkın günümüz düşüncesinin bir yansıması.
Oysa Uğur Dündar'ın bu düşünceyi dile getirdiği televizyon programında, karşısındaki DP'li Cemal Enginyurt "Bugünü Kılıçdaroğlu'na borçluyuz" derken haklıydı. Bir ANAP'lı ve bir MHP'linin CHP'de en temel figürler haline gelmesi, Kılıçdaroğlu'nun yıllarca CHP'yi merkez sağ bir parti haline getirme çabalarının sonucuydu. Kongre sonrası Özel-İmamoğlu döneminde de bu eğilimde herhangi bir değişiklik olmadı.
Kafalar çok karışık: Dündar, meğer CHP'nin sağcılaşmasına karşıymış
Ardından Uğur Dündar, Kılıçdaroğlu’na X hesabından yanıt verdi. "Mektubunuzun iftira ve yalanlarla dolu içeriğini okuyunca ‘Acaba Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun X hesabı kötü niyetli birilerince ele geçirilmiş olabilir mi?’ diye düşünmekten kendimi alamadım" diyen Dündar, "Kemal Bey, Size karşı hiçbir kötü düşünce ve davranışta bulunmadığım gibi Sayın Ekmelettin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı gösterme gafletinizde bile, AKP’ye karşı sizi destekledim. Ama CHP’yi kuruluş felsefesinden, Atatürk’ün çizdiği rotadan uzaklaştırma ve sağcılaştırma çabalarınızı da eleştirdim" diye ekledi.
Oysa Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Yavaş üçlüsü arasında, tümü düzen siyasetçileri olmakla birlikte, bir şekilde solculuk iddiasında bulunma isteği olan tek kişi Kılıçdaroğlu'ydu.
Dündar, mektubunun devamında "Tarık Akan'la çok yakın arkadaş olduklarını" vurgulamayı da atlamadı.
soL yazarı Gökdemir "Önce sütler bozuldu" yazısında anlatmıştı
"Sütler bozulmasın diye elde balta, bekliyoruz" satırlarıyla sonlandırdığı yazısında soL yazarı Orhan Gökdemir, Uğur Dündar'ı anlatmıştı.
Gökdemir şunları yazmıştı:
“12 Eylül 1980 darbesini takip eden yıllar. Cunta başı Kenan Evren elde Kuran il il dolaşıp halka nutuk atıyor. Din tamam ama halkı inandırmak için biraz da ahlak lazım. Gözlerini Hatay’ın Soğukoluk mahallesine çeviriyor generaller. Soğukoluk o tarihte kadın ticareti yapıldığı iddia edilen pek çok otele ev sahipliği yapıyor. Cunta bu ünlü “fuhuş üssü”ne bir huruç hareketi düzenliyor tez zamanda. Jandarma mahalleyi basıyor, etrafta kuş uçurtmuyor. Otellerin bodrum katlarında kilitli kadınlar bir bir kurtarılıyor seyretmek için toplananların alkışları arasında. Uğur Dündar o dönemde TRT'de. Jandarma ile birlikte fuhuş operasyonuna çıkıyor, baskın yapıyor, mikrofonunu ve kamerasını polis copu gibi kullanıyor. Yeni bir gazetecilik türü bu. Seyirci şaşırıyor, gazetecimiz de çok ünleniyor haliyle.
Sonra “sahi, ne oldu o kadınlara” diye sorarsınız diye not edelim; Soğukoluk’tan ite kaka çıkarılan kadınlar el altından Lübnan, Mısır, Tunus gibi Arap ülkelerine pazarlandı. Soğukoluk mahallesi kurtuldu, orada köle gibi çalıştırılan kadınlar köleliğe devam etti. Zaten maksat kadıları kurtarmak değildi. Nasıl olabilir başka türlü? Fuhuş kadınların alınıp satılabildiği bir düzeni varsayar. Sözde kadınları kurtarma harekâtı düzenleyen cunta bizzat o düzeni korumaya gelmişti.
E memlekette her gün basacak Soğukoluk bulmak mümkün değildi tabii. O da mikrofon elde-kamera yedekte küçük esnaf denetimine çıktı. Her hafta zabıtalar eşliğinde başka bir lokantayı veya fırını basıyordu. O dükkâna girer girmez, hayatını sessiz sakin sürdüren hamamböcekleri çil yavrusu gibi etrafa dağılıyordu. Böceklerin kaçışını büyük metanetle izleyen Dündar mikrofonu zabıta kuşatması nedeniyle kaçamayan esnafın veya varsa emekçi garibanların burnuna dayıyordu. Soruları polis sorgusundan halliceydi. O sırada 12 Eylül işkencehanelerinde akla hayale gelmez işkenceler kesintisiz devam ediyordu. Biz parya gazeteciler dehşetle izliyorduk olup biteni. Aramızda “küçük esnaf canavarı” diye kodlamıştık adını. Her hafta bir esnafı sorgusuz sualsiz yutuveriyordu canavar.
Bir gün hızını alamayıp aynısını ABD’de yapmaya kalkıştı. Kaçak patron Halil Bezmen’in kapısını çaldı, açılmayınca zorladı. İtiş kakışta yaralananlar oldu. Derhal gözaltına aldılar bizim elemanı. Kefaletle serbest bıraktılar sonra. Yargı süreci başlamadan araya Ahmet Ertegün girdi, olay tatlıya bağlandı. Son yurtdışı gazetecilik serüvenidir.
12 Eylül cuntasının ektikleri filizlenip karşı devrim ete kemiğe bürününce endişeli halkımızı arasında Kenan Evren usulü “Atatürkçülük” moda oldu yeniden. Bunun alıcıları çoktu, vatan-millet-hamaset yetiyordu o alıcıları “kafalamak” için. Uğur Dündar biçilmiş kaftandı bu role. Sonra “Jak Şırrak” yaratıcılığı ile Yılmaz Özdil de katıldı aralarına. Laik halkımıza gereken afyon bulunmuştu.
Geçen yıl araları fena halde bozuldu. Çünkü Yılmaz Özdil ABD’de kara para aklama davasında yargılanan Sezgin Baran Korkmaz’ın, Türkiye’de bazı gazetecilere TV kurdurduğunu iddia etmişti. Korkmaz bu girişimini adamı Ekim Alptekin aracılığı yürütmüştü. Alptekin de TV’nin kuruluşu için Altan Ertürk’ü görevlendirmişti. Uğur Dündar bu karanlık girişimin ürünü olduğu iddia edilen “Artı 1” adlı TV kanalının kurucuları arasındaydı. Bunun üzerine Dündar, Özdil’e çok sert tepki gösterdi, “Sen benim ne kadar namuslu olduğumu bilen bu ülkedeki iki üç insandan birisin. Sana 'kardeşim' dedim. Sen nasıl olur da ‘değerli ağabeyim’ dediğin, yere göğe sığdıramadığın bir insana ima yollu dahi olsa çamur atmaya yeltenirsin” dedi. Gerçek patronun kim olduğunu bilmiyorlardı dediğine göre. Haziran Direnişi günlerinde Yayın Yönetmeni Tuncay Mollaveisoğlu'nun odasına eli cebinde biri girmiş, ben buranın patronuyum demiş, patronun kimliği öyle öğrenilmişti. Sonra bu gizli patron, Ekim Alptekin, kanalın kapatılmasını isteyip, herkesin acısına son verdi. Kahramanımız ise atının üzerinde yeni maceraları için batıya doğru ilerledi…”
(soL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder