Yukarıdan aşağıya yayılan kibir (Gözde Bedeloğlu)
2023 seçimlerinden sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğuna oturan Mehmet Şimşek kamu idarelerinde tasarruf tedbirleri alınmasını istemişti. Harcama kalemleri içinde taşıt kiralama ve temsil-tanıtma-ağırlama giderlerinin fazlalığı özellikle dikkat çekiyordu. Ancak yıl sonunda ortaya çıkan rakamlar bütçede tasarruf yapmak bir yana harcamaların daha da arttığını göstermişti. Rekor, temsil ağırlama giderlerindeydi. Erdoğan’ın, 2021 yılında yayınladığı, kamu kaynaklarının ekonomik ve verimli kullanımına ilişkin tasarruf genelgesinde kamu hizmetlerinin bütçe içinde kalınarak azami tasarruf anlayışı içinde yerine getirileceği, bütçeye ilave yük oluşturacak faaliyet genişlemesine gidilmeyeceği, faaliyet alanları ile ilgili olmayan herhangi bir harcama ve taahhütte bulunulmayacağı belirtilmişti. Ne Erdoğan’ın ne de Şimşek’in tasarruf tedbir taleplerine uyuldu. Bunu hem geçmişte yapılan harcamalardan hem de bugünkü devasa borç yükünden görüyoruz. Zaten adı üzerinde bu bir talepti ve uyulmaması durumunda herhangi bir cezai yaptırımı da yoktu.
Arşivi biraz karıştıralım. BirGün muhabiri İsmail Arı’nın AKP’li Bursa Osmangazi Belediyesi’yle ilgili yaptığı bir dizi haber, iktidar yönetimindeki pek çok belediyenin son beş yıllık özeti gibi. Osmangazi Belediyesi 2019’da TRT’de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisinin sekiz ayrı bölümüne toplam 32 saniyelik verdiği reklam karşılığında yapım şirketine 427 bin lira ödemiş. 2019 yerel seçim öncesi belediye başkanı Mustafa Dündar seçim kampanyası için belediye kasasından yaklaşık 2 milyon lira harcamış. 2020 yılı Denetim Raporu’nu hazırlayan Sayıştay denetçileri, belediyenin mülkiyetinde olan tarihi Abdal Kültür Evi’ni bedelsiz olarak 10 yıl süreyle İnsan Vakfı’na tahsis edildiğini tespit etmiş. UNESCO tarafından Başkan Mustafa Dündar’a verildiği izlenimi yaratılan ancak sonrasında UNESCO’nun “biz vermedik” diye açıklama yaptığı ödülün tanıtımı için belediye kasasından 100 bin lira harcanmış. İkramlık şeker, çikolata, hediyelik kalem havlu, bez çanta için 1 milyon liralık alım yapılmış. Belediyeye ait Hisar Gazetesi’nin dağıtımı için aralarında Yeni Şafak ve Yeni Akit’in de bulunduğu 11 gazeteye toplam 600 bin lira ödenmiş. 2024 yerel seçiminde yeniden aday olan AKP’li Mustafa Dündar koltuğunu yüzde 46 oy alan CHP’li Erkan Aydın’a bıraktı.
Bütün bunlar, kamuya hizmet sunmakla görevli sadece bir ilçe belediyesinin, kamunun parasıyla yaptığı satın alım tercihleri. Muhalefetin yüklü borçlarla devraldığı tıpkı diğer il ve ilçe yönetimlerinin hesap defterlerinden görüldüğü gibi hiçbirinin tasarrufla yakından uzaktan alakası yok. Sayısız habere konu olmuş, Sayıştay raporlarıyla belgelenmiş, yargıya taşınmış pek çok usulsüz, kişiye özel, fuzuli harcama iktidar tarafından bilinmekle birlikte, birtakım tedbir açıklamalarıyla açlık sınırında yaşama sürüklenen halkın tepkisi yumuşatılmaya çalışıldı. Seçim öncesi iktidar kanadında yüksek sesle dillendirilmeyen kibir ve halktan kopma tespitleri, seçim sonrasında sanki yeni keşfedilmiş gibi, iktidar içinde kavga ve suçlamalara sebep oldu. Ankara’ya 600 ev sahibi bir aday, İstanbul’a da yoksula hizmeti küçümseyen bir aday gösterildiğinde, kibir iktidar medyasında bugünkü gibi popüler bir eleştiri konusu değildi. Vaktiyle, boynunda binlerce liralık atkısıyla gezinen AKP’li, bugün, yediği ıstakozun fotoğrafını paylaşan diğer bir AKP’liyi partiden kovuyor. Köşelerden, ‘halkçı’ AKP’ye dönüş çağrıları yapılıyor. Ve AKP yönetimi, harita kırmızıya boyandıktan sonra, kamu kurumlarında tasarrufun kendileri için öncelikli olduğunu söyleyerek konuyu “biraz tedbirli olalım”dan “yasal düzenlemeye ihtiyaç var” seviyesine çıkarmaya karar veriyor.
Ama hem seçim öncesi hem seçim sonrası sözü geçen tasarruf tedbirlerinin uygulanmasının akıldan geçmeyeceği, teklif dahi edilemeyeceği, en ufak bir imada bulunamayacağı bir yer var, Beştepe. 2024’de Cumhurbaşkanlığı için ayrılan bütçe, önceki yıla göre yüzde 93 oranında artırılarak 12,3 milyar lira olarak öngörüldü. Mal ve hizmet alımları için ayrılan ödenek ise yaklaşık 7 milyar lira. Bu, TBMM’nin mal ve hizmet alım bütçesinden 6 kat fazla. Cumhurbaşkanlığı’na bağlı kurumlar içinde ise rekor 98,8 milyar lirayla Diyanet İşleri Başkanlığı’nda. BirGün’den Mustafa Bildircin’in Diyanet kaynaklarından edindiği bilgiye göre şubat ayında, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın yurt dışı gezileriyle ilgili tasarruf tedbirlerine rağmen, Diyanet’in kalabalık bir heyetle ve kurum bütçesiyle İskandinav ülkelerine gizli tutulan bir gezi düzenlediği iddia edildi.
Yoksulluk giderek derinleşirken karınca gibi sıralanan lüks makam araçları, üçer beşer maaşlar, şatafatlı ağırlamalar, pahalı yurt içi ve yurt dışı gezileri halkın gözüne daha da batar olmuştu. Bir atasözümüz der ki, “bal tutan parmağını yalar.” Yani atalarımıza göre imkanları geniş bir işin başında bulunan kimseler bunlardan az da olsa yararlanır, normaldir. AKP içindeki kim daha kibirli kavgasının nedeni işte o parmakların artık tutacak bal bulamaması. Derdimiz keşke tabaktaki ıstakoz olsa. Asıl sorun kibri yukarıdan aşağıya yayan düzende. Bu süreçte, “halkı enflasyonun düşeceğine ikna etmemiz gerekiyor” diyen Mehmet Şimşek’e kolaylıklar dilerim.
/././
Yoksullaşmaya ikna olacak mısınız? (Yalçın Karatepe)
Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek “enflasyonun düşeceği konusunda halkı ikna etmemiz gerekiyor” demiş. Bu açıklamayı tek başına ele alırsanız Şimşek’in “beklenti yönetimine” atıfta bulunduğunu düşünebilirsiniz. Ancak iktidarın diğer üyelerinden gelen açıklamalarla birlikte okursanız, aslında sizi neye ikna etmeye çalıştıklarını daha iyi anlayabilirsiniz.
Çalışma Bakanı, bu hafta yaptığı açıklamada asgari ücrete “ara zam” yapılmayacağını söylemiş. Emekli aylıklarına ise sadece enflasyon farkı kadar bir artış yapılacağı, bunun da kök aylıklar üzerinden olacağını ifade etmiş.
İki bakanın söylediklerini birlikte değerlendirince; aslında, sizi yoksulluğa razı olmaya ikna etmeye çalıştıkları net bir biçimde ortaya çıkıyor.
∗∗∗
Ekonomi yönetimi enflasyona “güçlü iç talebin” yol açtığını düşünüyor ve bunu da sürekli olarak ifade ediyor. Uyguladıkları politikanın özünde de vatandaşın eline geçen ya da erişme imkânı olan para miktarını kısıtlama çabası yatıyor. Emekli aylıklarını işte bu yüzden artırmadılar.
Şimdi size şunu söylüyorlar: enflasyonun düşmesini istiyorsanız bunun bedeline razı olun, sesinizi çıkarmayın, bizim yaptıklarımıza da itiraz etmeyen. İkna olmanızı istedikleri şey bu.
Daha açık yazmak gerekirse: yoksulluğun bir zorunluluk olduğuna ikna olmanızı bekliyorlar.
Aslında diyor ki, sizi yoksullaştırıyoruz ama bir sorun niye yoksullaştırıyoruz? Çünkü enflasyonun düşmesi için sizin yoksullaşmanız gerekir. Başka türlü bu mümkün olmayacak. O nedenle eğer enflasyonun düşmesini istiyorsanız asgari ücrete artış istemeyin, emekli aylıklarına artış istemeyin.
Sadece bunla da sınırlı değil. Mesela, atanmayan öğretmenler atama bekliyor. İktidar ne diyor: bütçe dengesi(!) Meali şu: öğretmen atarsak bu bütçeye yük olur bu nedenle enflasyon düşmez. O zaman ne yapmalı? Atanmayan öğrenmeler enflasyonun düşeceğine ikna olup atanma taleplerinden vazgeçsin diyorlar. Atanmayan öğretmenler işsiz kalmaya devam etmeye razı olsun ki enflasyon düşsün.
∗∗∗
Ekonomi yönetimi 2024 yılı sonunda enflasyonun yüzde 36 olmasını bekliyor. Bütün raporlarında bu tahmin var. Ben bunun bile iyimser bir beklenti olduğunu düşünüyorum. Ama yine de bunu esas alalım. 2024 yılı başında 17 bin lira olarak belirlenen asgari ücretin satın alma gücü bu oranda düşecek, reel olarak daha fazla yoksullaşacaksınız ama enflasyon düşsün diye buna razı olacaksınız. 17 bin liranın satın alma gücü 12 bin 500 liraya düşecek ama siz sesinizi çıkarmadan bu durumu kabulleneceksiniz çünkü enflasyon başka türlü düşmez. Ki enflasyonun yüzde 36’dan çok daha yüksek olacağını hepimiz biliyoruz. Varın gerçek yoksullaşmayı siz hesap edin.
∗∗∗
Emekliler için de durum farklı değil. En düşük emekli aylığı olarak adlandırılan 10 bin lirayı artıracaklarına ilişkin bir taahhütleri yok. Enflasyon farkını kök aylıklar üzerinden hesaplayacaklar. Mesela, emekli kök aylığınız 8 bin lira olabilir ama bu, yasal düzenleme nedeniyle 10 bin liraya tamamlanıyor. Şimdi kök aylık üzerinden yüzde 15 artış yapsa, 8 bin lira olan aylık 9 bin 200 liraya çıkar. 10 bin lira en düşük aylık değişmezse, siz aylığınıza artış yapılmış olsa bile elinize geçen paranın değişmediğini göreceksiniz. İşte buna razı olmanız isteniyor.
Demem o ki ikna olmanızı istedikleri şey daha derin yoksulluğu kabullenmek.
/././
Erdoğan’ı taşıyan araç teklemeye başladı: Rölantide değil, vitesi boşa attı (Yaşar Aydın)
Yerel seçimin hemen ardından başlatılan “mesaj alındı ve normalleşme” tartışmaları yaşanan büyük yenilgi ve ardından başlayan dağılma sürecini örtmeye yönelik hamle olduğu bugün aradan geçen 20 gün içinde daha net bir şekilde görülüyor.
AKP beklenmedik ölçüde büyük bir yenilgi yaşadı. O kadar beklenmedik ki bazı belediye başkanları kaybetmeyi asla aklına getirmeden 1 Nisan’da mesaiye devam edecekmiş gibi yaşadı. Hem partide hem Meclis’te kadrolar kendine gelmiş değil. Hem Erdoğan hem Bahçeli bu dağınıklığın farkında. O kadar farkındalar ki ikisi de almış kalemi kağıdı, hesap yapmaya başladı. Bahçeli MHP’yi yüzde 16’ya taşırken Erdoğan Cumhur İttifakı’nın seçimi kazandığını ilan etti. Kürsüden “Biz bitti demeden bitmez” gibi hamasi sözlerle cesaret vermeye çalıştı ama nafile. Yenilginin yarattığı korku zehri partinin kılcal damarlarına kadar işlemiş durumda.
HASAR TESPİTİ YAPIYOR
31 Mart gecesi ortaya çıkan Türkiye haritası AKP-MHP bloku için sonun başlangıcının fotoğrafıydı. Devasa makine istop etti. Cumhur’un iki lideri şimdilik ortak bir toplantı yapmadı. Ama ayrı ayrı seçim değerlendirmesi yapmakta sorun görmediler. Üstelik seçim değerlendirmesinde ciddi bir şekilde makas açıldığını söyleyelim. Erdoğan kendisi ve partisinin 2028 dahil her şeyi kaybetme riskini gördü ve zaman kazanmak için rölantide ilerlemeyi tercih etti. Bahçeli’nin ise ayağını pedaldan çekmeye niyeti yoktu. Ama ikisinin de fark etmediği bir şey var ki o da motorun teklediği.
Erdoğan’ın seçim sonrası Gazze’den ekonomiye, Van’dan yeni anayasaya kadar yaptığı her açıklamayı da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Hiçbir şey demeden çok şey söyler haliyle durumu idare etme talaşında. Tepesinde Bahçeli ve onun Saray’daki uzantısı Mehmet Uçum olmasa en azından kendi tabanın bir bölümünün yüreğine su serpebilirdi. Ama parti içinden ve dışından öyle tazyikler geldi ki Erdoğan’a en bağlı olanın bile içine kurt düşmüş durumda.
İlk adım olarak kabinede kısmi değişiklik yapacağı açık. İkinci adımla birlikte örgütlerden “görevden affımı istiyorum” sözlerini işitmeye başlayacağız. Buna 9 Mayıs’ta yapılacağı duyurulan ABD Başkanı Biden görüşmesiyle birlikte yeniden dış politika hamlelerine tanık olacağız. Tabi yanına bir de Dünya Bankası’ndan koşullu kredi gelirse tadından yenmez.
Şu ana kadar Erdoğan’ın elindeki tek ve daha önce belli oranda işe yaramış olan formül bu. Tüm gücüyle bunu hayata geçirmeye çalışacak.
ERDOĞAN TARTIŞILSIN YETER
Tüm kamuoyu yoklamaları ülkenin içinde bulunduğu ve yurttaşın reaksiyonunun ortaya koyduğu tek somut gerçeklik var: Ekonomik kriz bunalım noktasına geldi ve bunun suçlusu da Saray rejiminden başkası değil. Sadece kamuoyu yoklamaları değil seçim sonuçları da yurttaşın tavrını net bir şekilde ortaya koydu. Erdoğan’ın en büyük korkusu da “halkın mesajı” olarak anlatmaya çalıştığı seçim sonuçlarının kalıcı hale gelmesi. Bu nedenle iktidar ülkenin süratle bu gündemden uzaklaşmasını istiyor. Ekonomi düzelmediği hatta daha kötüye gittiğine göre gerçek anlamda bir uzaklaşma mümkün olmayacak. İktidar bunun farkında ve yeni gündem yaratmak için canla başla çalışıyor.
Gündem değişikliği için ileri sürülecek başlıklar arasında Özgür Özel görüşmesi, İYİP’e çağrı, yeni anayasa, kabine değişikliği ile birlikte verilecek “özeleştiri” hatta MHP ile yapılan polemik bile olabilir. Yeter ki ekonomiden uzak durulsun. Erdoğan bu süreçte her şeyi tamir edebileceğini düşünüyor. Hem 7 Haziran 2015 hem 31 Mart 2019 seçiminden sonra ayağa kalkmayı başaran Erdoğan aynı sonucu bir kez daha alabileceğini düşünüyor. Bu çok mümkün değil. Ne AKP ne MHP ne de Cumhur İttifakı eski gücünde değil. Rejim ve Erdoğan yoruldu. İnandırıcılığını yitirdi. Halka mesafesi arttı.
Muhalefetin şu ana kadar izlediği çizgiden ne kadar ders aldığını çıkarmak mümkün değil. Ama 31 Mart 2024 seçimi de gösterdi ki partileri aşan bir muhalefet gücü var ve Erdoğan için en büyük engel bu. Açık ki Cumhur’un iktidar aracının trafikten men edilme zamanı geldi ve muhalefet partileri çok büyük hata yapmazsa çok uzak olmayan bir tarihte araç mezarlığındaki yerini alacak.
/././
Faturayı reddediyor (Zafer Arapkirli)
Rejimin Başı, seçim sonrası yaptığı kapsamlı iki değerlendirmesinde, 31 Mart’ı nasıl yorumladığını, ne ders çıkarıp çıkarmadığını, kendisine seçmen yani vatandaşlar tarafından kesilen faturayı ödemeye ne kadar yanaşıp yanaşmadığını açıkça ortaya koymuştur.
Artık hiçbir kuşkumuz kalmamıştır. Gazetemiz BirGün de rejimin başının meramını son derece iyi analiz ettiği dünkü manşetinde “Halk mesajı aldı” cümlesini kurmuştu. Üst başlık olarak da “Erdoğan’ın niyeti, hesabı yoksula kesmek” şeklinde bir ifade kullanmıştık.
AKP Genel Başkanı yerel seçimlerde halkın; hem ağır yükü altında ezim ezim ezildiği feci boyutlardaki ekonomik buhrana, hem de hayatın her alanında sesinin kısılmasına, en temel demokratik haklarını dahi kullanamamasına, eğitim ve sağlık başta olmak üzere devletten alamadığı en temel hizmetlerdeki gerilemeye, AKP’li belediyelerdeki israfın yarattığı hizmet yoksunluğuna isyanını anlamazdan gelmektedir.
Hem, hafta başında kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, hem de Çarşamba günü, partisinin TBMM grubuna hitabında, bunun tüm işaretlerini veren ifadeler kullanmıştır.
Bir kere, “Zaten katılım düşüktü” diyerek ve yüzde 78 katılımı küçümseyerek “Seçimin sonuçları ciddi bir şey ifade etmiyor” demeye getirerek vatandaşın iradesini hor görmeye çalışmıştır. Genel seçimde yüzde 15, yerel seçimde yüzde 22 civarında seçmenin sandıktan uzak durmasının sorumlusu, geri kalan yüzde 85 ve 78’lik çoğunluk olabilir mi? Bunun sorumlusu, halkı siyasete ve sandığa küstüren ciddi ve fahiş boyuttaki yönetim hatalarıdır.
Yönetim de, bizzat “Rejimin Başı” olarak şahsından ibaret olduğuna göre, (bir benzetme yapmak gerekirse) hesap faturasını elinin tersiyle masadan aşağı itmeye yeltenmektedir.
“Şahsım”ın yaptığı ikinci hatalı tespit ise, “Yerel iktidar diye bir şey yoktur” ifadesidir.
Kafasında, “Her şey bana bağlı olmalı, benden bağımsız hiçbir yönetim ve otorite olamaz. Yasama organı üyelerini ben seçiyorum. Yürütme organı zaten tek başıma benim. Yargı mensuplarını ben tayin ediyorum. Eh zaten medyanın da önemli bir ekseriyetini kendime bağladım. Bağımsız iş yapacak yerel yönetim diye bir şey tanımam...” düşüncesi vardır.
O yüzden de yerel yönetimlerin halk tarafından “Halkın istediği ellere teslim edilmesi” ve kendi partisinden olmayan başkanların oralarda “iktidar” olması fikri, uykularını kaçırmaktadır.
Yani 2019’dan beri geçen 5 yıl boyunca tam 11 büyükşehir belediyesinin “Halk Partililer”de olmasını zaten hazmedememişken, bir de bu seçimde 14 büyükşehir 21 il ve 337 ilçe kazanmaları, uykunun da ötesinde “kâbus” etkisi yapmıştır, Erdoğan’a.
Seçmenin; nüfus itibarıyla yüzde 64’üne, GSYH’ya katkı anlamında yüzde 85’ine tekabül eden bölümünün CHP’ye “teveccüh gösterdiği” bu ağır yenilgiyi asla kabul etmeyeceğini gösteren bir başka ifade de, Cumhurbaşkanı’nın “Biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” sözleridir.
Bu da, “Seçimi bir kazanmamışsak, kimse kazanmış sayılamaz” gibi son derece demokrasiden uzak bir ruh halini temsil etmektedir.
Ancak, bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere...
Rejimin Başı’nın kullandığı bir söz var ki, hepsinin ötesinde irdelenmeyi fevkadale hak etmektedir.
O da, “Millet sandığa gider ve Cumhurbaşkanı ile kabineyi seçer. İktidar odur” sözleridir.
Şeklen yanlış olduğu kadar, “rejimle” ilgili hissiyatını da bilinçli veya bilinçsiz açıkça ortaya koyan çok tehlikeli bir sözdür.
Şeklen yanlıştır, çünkü “Millet sandığa gidip Cumhurbaşkanını seçer” ama Kabine’yi seçmez. Kabine üyelerini Cumhurbaşkanı “tayin eder”. Üstelik seçilmişler arasından da değil. Tamamen kendi tercihleriyle “tayin” eder.
Doğrusu, “Millet sandığa gidip Cumhurbaşkanını ve parlamento üyelerini seçer” 14 ve 28 Mayıs’ta yaptığı gibi...
Demokrasi açısından da yanlış olmasının ötesinde çok sakıncalı bir tanımlama değil mi Cumhurbaşkanı’nın yaptığı?
Zira, “TBMM’yi unutmuş” görünüyor. Ya da “yok sayıyor”
Bunu kasten mi, istem dışı mı yaptığı hiç önemli değil.
Her ikisi de birbirinden beter.
Aslında “Milletimiz 16 Nisan 2017’de parlamenter sisteme bir daha geri dönmemek üzere hayır demiştir” diyerek yine 3 gün önce bunu, yani “Parlamentonun P’sine bile tahammülü olmadığını” alenen zikretmiştir.
Bütün bunları alt alta toplarsak...
Recep Tayyip Erdoğan, “Kaybettiğini asla kabul etmeye yanaşmamakta, (geçen hafta da yazdığımız gibi) asla ve kat’a hatalarını kabul etmemekte ve bugüne kadar neyi nasıl yaptıysa, nasıl düşünüp nasıl icra ettiyse, aynı rotada devam edeceğini açıkça ilan etmektedir.”
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in tabiriyle “sarı” bana göre “kırmızı” kart gösteren seçmene, “Canınız cehenneme” demekte, bir sonraki seçimde “kıpkırmızı” bir kartı göze almaktadır.
Siyaseten ve şahsen kendi bileceği iştir.
Ama bu tavır ve bu ruh hali, onun icraatından bire bir etkilenen, yoksulluk ve çaresizlik içinde kıvrım kıvrım kıvranan, her türlü adaletsizlik ve antidemokratik uygulamaya maruz bırakılan, “varlığı” inkar edilen on milyonlarca vatandaş için büyük bir tehlike arz etmektedir.
Bunun bilinciyle, halkın bu “rejime ve bu kafaya” karşı mücadele gereğini daha iyi kavraması gerekmektedir. Bunun da yolu saflarını sıklaştırmak, hayatın her alanında daha iyi örgütlenmektir.
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder