Ölen yine öldüğüyle kaldı (Barış Terkoğlu)
“Yaşarken durumunuz kuşkuludur” diyor Camus. “Öldüğünüzde inanırlar” diye devam ediyor.
Ne acı. O ölümü Türkiye’ye ben duyurmuştum. İktidar ve FETÖ’nün işbirliğiyle, intikam davası nedeniyle hapiste tutulan 85 yaşındaki emekli Korgeneral Vural Avar, 20 Aralık 2022’de koğuşunda ölü bulunmuştu.
Aslında beklenmedik bir şey değildi. Defalarca “Ölüm geliyor” demiştim.
Vefatından sadece iki ay önce bu köşede okumuştunuz. Onu ziyaret eden Ahmet Zeki Üçok durumunu şöyle anlatmıştı:
“Yüksek tansiyon, kalp, demans, prostat, işitme kaybı hastalıkları var. Günde 10 hap kullanıyor. Sürekli eski söylediklerini tekrar ediyor. İsimleri unutuyor. Koğuş arkadaşının ismini hatırlamadı. (...) Çok zayıf ve kırılgan. Bu kışı çıkaramaz.”
Gerçekten dediği oldu, o kışı çıkaramadı.
‘DURUM KÖTÜ’ DİLEKÇESİ
Önümde bir dilekçe duruyor. Ölümünden önce Avar’ın avukatı Ümit Kara tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilmiş. Görünen vahameti anlatmış. Kara, Vural Avar’ı 30 Eylül günü ziyaret ettiğinde gördüklerini de aktarmış:
“Günlük konuşmalarda cevap vermede zorlandığı, hukuki konuları da hiçbir şekilde idrak edemediği, tutarsız cevaplar verdiği, konuşmaların anlam ve önemini kavrayamadığı, muhataplarını tanımadığı, infaz personeli ile iletişimde zorlandığı, koğuş arkadaşları ile ortak yaşamı kestiği, yemek yeme istek ve dürtüsünü yitirdiği, zaman zaman yemeklerin dokunulmamış halde olduğu...”
Avukat Kara, dilekçesinde Avar’ın götürüldüğü hastane ile kaldığı cezaevinin ayrımının dahi farkında olmadığını anlatmış. Avar’ın infazının ertelenmesini talep etmiş.
Sonra...
Savcılık Avar’ı Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’ne sevk etmiş. Avar için 22 Kasım tarihli doktor heyeti incelemesinin sonucunda “ceza ertelemesi gerektirecek hastalık durumu bulunmadığı” kararı alınmış. Cezaevine geri gönderilmiş. Belki de “Ölürse ölsün” denmiş.
SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEDİ
İşte Avar’ın ölümünden sonra ailesi ve avukatı, bu kez göz göre göre gelen ölümün sorumluları için harekete geçti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na “Sorumlular yargılansın” başvurusu yaptı.
Aradan 1.5 yıl geçti. Geçen günlerde Vural Avar’ın eşi Tuna Avar’ın kapısı çalındı. Postacı zarfı uzattı. Gelen evrak, özetle “Ölen öldüğüyle kaldı” diyordu.
Zira savcılık, Avar’ın cezaevinde kalmasına neden olan doktorlar hakkında soruşturma yapmak için Sağlık Bakanlığı’na yazı yazmıştı. Bakanlık ise dosyayı Mesleki Sorumluluk Kurulu’na sevk etmişti. Kurul, 10 doktor hakkında ön inceleme yapmış, sonucu şöyle duyurmuştu: “Soruşturma izni verilmemesine...”
Söz konusu raporu okuyorum. Doktorlar, Avar için verdikleri raporun gerekçesini aynı şekilde açıklıyorlar:
“Vural Avar, heyet odasına getirildikten sonra yardım almadan kendisine gösterilen sandalyeye oturmuş ve gene yardım almadan sandalyeden kalkarak kendisine sorulan sorulara cevap vermişti. (...) Postürü düzgündü. Özbakımı iyiydi. İletişiminde bir sıkıntı yoktu. Verdiği cevaplar anlamlıydı.”
Genel gözlemin dışında, Avar’la ilgili detaylı bir inceleme yapılsa, belki de cezaevinde ölebileceği öngörüsünde bulunulabilecekti. Zira ecel, tam da bu aralıkta sinyalini vermişti. Avar, henüz heyetin önüne çıkmadan, 30 Ekim’de banyo yaparken düşmüştü. Hastaneye kaldırılmış, kaburgasının kırık olduğu anlaşılmıştı. Tedavisinin ardından hastaneden taburcu edilmişti. Otopsi raporunda yazan ölüm nedeni olan akciğerdeki “pulmoner emboli” muhtemelen bununla bağlantılıydı. Daha önceki hastalıkları da bu riski büyütüyordu. Ancak heyetin önüne çıktığında buna bakılmamıştı. Doktorlar gerekçesini şöyle anlatıyordu: “Sağlık kurulu değerlendirilmesi için başvuru sebebi kaburga kırığı değildi. Kendisi, sağlık kurulu başvurusu için özellikle bir hastalık belirtmedi.”
İnceleme raporuna göre Ankara Bilkent Şehir Hastanesi, o yıl 22 bin 105 heyet raporu vermişti. Avar, inceleme raporundaki ifadeye göre “yoğun tempoda bakılan” hastalardan sadece biriydi. Nitekim bir doktor, o raporda salonun durumunu şöyle anlatıyor: “Aynı anda odada hekim ve kurul görevlisi dışında 20-25 hasta ve yakını, tekerlekli sandalyeler ve sedyeler olmaktadır.”
Sonuç olarak bürokratıyla, yargısıyla, doktoruyla devlet görevlileri, sorumluluklarını bir kez daha “ecel” diyerek temizledi. 85 yaşında mahpustaki ölümün dosyası kapanıp gitti. İçerde kalanlar ise aynı hikâyeyi yaşamak için sırasını bekliyor.
Ölüm için ağladığımızı sanırız. Oysa gözyaşı dökülen, ölüm kadar ikna edici olamayan yaşamdır.
Yapay zekâ - büyük paradoks (II)- (Ergin Yıldızoğlu)
Yapay zeka (YZ) hem yaşamı iyileştirme olanağı getiriyor hem de küresel ısınma ve içme suyu sıkıntısı gibi iki alanda sorunları derinleştiriyor. Bu paradoksu genişletmeye çalışacağım.
TEKNOLOJİ VE 'TEKİLLİK' ’(SİNGULARİTY)
Teknoloji, insan çevresinin değiştirilmesi, manipüle edilmesiyle ilgilidir; araçların, makinelerin yanı sıra yönlendiren yöntem ve süreçlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Teknoloji, dünyayla etkileşim kurma, yaşama, çalışma pratiklerimiz üzerinde derin bir etkiye sahip (Britannica, Cambridge Sözlüğü) bir “toplumsal ilişkidir.”
YZ ile insanlık, tarihte ilk kez kendini geliştirebilen, bir aşamada insan iradesi karşısında otonomi kazanma, insanın yaratıcı iradesinin denetiminin dışına çıkma potansiyelleri taşıyan bir teknolojiyle yaşamaya başladı. Bir aşamada, YZ’nin insan zekâsını aşarak teknolojide insanların ayak uyduramayacağı üstel bir büyümeye yol açtığı “tekillik” (singularity) denen durumun ortaya çıkma olasılığı (riski) de doğdu. Bu “tekillik” olasılığının/riskinin merceğinden bakınca, YZ’nin, su gibi doğal kaynaklar üzerinde insanla rekabet ediyor olması, iklim krizini kendisi için yaşamsal bir tehlike olarak görmeme olasılığı ile birleşerek insanı dışlayan tehlikeli senaryolara yol açıyor.
Aslında, insanlık YZ’nin kimi özellikleri taşıyan bir “teknolojiyle” ilk kez karşılaşmıyor: Bir “kâr-makinesi” olarak sermaye de insanı, toplumu, doğayı, kültürü değiştiren, dönüştüren, zaman içinde evrimleşen bir “teknoloji” olarak görülebilir. “Kar makinesi” çoktan insanın kontrolünden çıktı (öngörülemeyen krizler), kültürü metalaştırarak etkisi altına aldı, doğal kaynaklar üzerinde insanla, çoğu zaman insanın gereksinimlerini dikkate almadan rekabet ediyor (iklim krizi, çevre kirlenmesi, betonlaşma artık önlenemiyor).
VE ÖBÜR PARADOKS
YZ insanlığa bir Genel (tüm alanlarda uygulanabilir) Amaçlı Teknoloji (GPT: General Purpose Technology) getiriyor. Buna karşılık YZ kapitalizm altında onun gereksinimlerine, önceliklerine uygun ve onun çelişkilerinin, kültürünün izlerini taşıyarak gelişiyor. Bugün YZ alanında egemen 46 büyük şirketin toplam piyasa değeri (market capitalization) 9.2 trilyon dolar. Beşinin (Microsoft, NVIDIA, Google, Meta, Tesla) toplam piyasa değeri 8.6 trilyon dolar. Bu beş büyük tekelci “kar makinesi” (şirketler), rakiplerini, piyasaya çıkan yenilikleri satın alarak adeta “yutarak”, kültürü, günlük yaşamı şekillendirerek büyümeye devam ediyor.
Bu şirketler, insanın bilişsel yeteneklerine benzeyen bir akıl yürütme, problem çözme, algılama, öğrenme ve dil anlama gibi yeteneklere sahip Genel Yapay Zekâ (AGI) düzeyine ulaşmak, piyasadan sermaye, kaynak -bu yarış büyük mali, fiziki kaynak gerektiriyor- çekmek için çok yoğun bir rekabet içindeler.
Bu şirketlerin yöneticileri, risklerin ayırdında olarak, hem durup bir denetin modeli oluşturmaktan söz ediyorlar hem de devletlerin denetleme çabalarına şiddetle direniyorlar. Bir başka deyişle, şirketleri yönetenler de YZ ile “kar makinesi” arasında oluşan simbiyoz ilişkinin egemenliği altına girmiş görünüyorlar. Bu sırada YZ, emek vasıflarını yok ederek ve istihdamı tehdit ederek ekonomiye derinlemesine nüfuz ediyor.
YZ ile “kâr-makinesi” olarak sermaye arasında oluşan simbiyoz ilişki, son derecede tehlikeli genişleme dinamikleri içeriyor. Birincisi güvenlik, denetleme, disiplin ve cezalandırma mimarisi içinde YZ hızla egemen teknoloji olmaya, (oralarda öğrenerek gelişerek) başlıyor. Bu simbiyoz ilişki, kaçınılmaz olarak devleti de içine çekiyor. İkincisi sermaye grupları, blokları arasındaki rekabetin etkisiyle hem ülkelerin içinde hem de uluslararası alanda paylaşım ilişkilerinin yerleşik dengeleri değiştikçe büyük güçler arası dengeler değişmeye başladı. Artık, verili düzen dağılıyor, bu güçler birbirleriyle, kaynaklar, teknolojik gelişme (özellikle GYZ) alanlarında rekabet ederken giderek yerel çatışmalarda taraf olmaya başlıyorlar. YZ teknolojileri de askeri teknolojinin gelişmesi içinde, “savunma-haberleşme-şifreleme”, “Savaşta Devrim” tartışmalarında geleceği belirleyecek etken olarak öne çıkıyor.
YZ ile “kâr makinesi” arasındaki simbiyoz ilişki kırılmadan YZ’nin getirdiği tehlikeleri önlemek olanaksız görünüyor.
/././
Çin’den El Fetih-Hamas barışı hamlesi (Mehmet Ali Güller)
Reuters duyurdu, Amerika’nın Sesi şu başlıkla haberleştirdi: “Çin, Filistin için birlik görüşmelerinde Hamas ve El Fetih’e ev sahipliği yapacak.” (26.4.2024)
Reuters haber ajansına konuşan bir El Fetih yetkilisi, Azzam el Ahmet başkanlığındaki El Fetih heyetinin Çin’e gitmek üzere yola çıktığını söyledi. Bir Hamas yetkilisi de Musa Edu Marzuk başkanlığındaki müzakere ekibinin gece geç saatlerde Çin’e yola çıkacağını belirtti.
Aynı gün Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Vang Venbin’in olağan basın toplantısı vardı. El Fetih-Hamas toplantısına hiç değinmemiş ama şunu söylemişti: “Filistin Ulusal Otoritesi’nin yetkililerinin güçlendirilmesini destekliyoruz. Tüm Filistinli grupların diyalog ve istişare yoluyla uzlaşma sağlamasını ve dayanışmayı artırmasını destekliyoruz.”
ÇİN ABD’Yİ GAFİL AVLADI
El Fetih ile Hamas’ı bir araya getirmeye çalışan, görüşmeler yapan başka devletler de var ama Çin’in bu konuda hamle yapması iki temel nedenle hepsinden önemli:
1) Bir kere Çin Halk Cumhuriyeti, karşıt ülkeleri uzlaştırabilme becerisini hem de en kritik bir ilişkide gösterdi: İran-Suudi Arabistan barışı.
Çin, sürpriz bir şekilde bu iki ülkeyi Çin’in başkenti Pekin’de bir araya getirmiş ve 10 Mart 2023’te anlaşma sağlamıştı. Servis edilen üç ülke yetkilisinin el ele tutuşma görüntüsü, başta ABD olmak üzere Batı’da şok etkisi yaratmıştı.
CIA Direktörü William Burns, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammet bin Selman’a “Suudi Arabistan’ın izlediği dış politika çizgisinden duyduğu hayal kırıklığını” (Harici, 7.4.2023) dile getirmiş, “Çin’in aracılığında İran’la anlaşarak bizi gafil avladınız” (WSJ, 7.4.2023) demişti.
ABBAS’IN Şİ’DEN TALEBİ
2) Çin’in bu barış kapasitesi, elbette öncelikle barışa ihtiyacı olan Filistinlilerin ilgisini çekti. Çin’in arabuluculuk ettiği Suudi Arabistan-İran barışından üç ay sonra Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Pekin’i ziyaret etti. Şi Cinping ve Mahmut Abbas bu ziyaret sırasında “stratejik ortaklık” ilan ettiler (CGTN Türk, 14.6.2023).
Daha önemlisi de şuydu: Çin’in Ortadoğu’da izlediği barışçı rolü öven Mahmut Abbas, Şi Cinping’den Filistin- İsrail meselesinde de arabuluculuk yapmasını istedi.
Şi Cinping bu talep üzerine, “adil çözüm” için üç öneri açıkladı:
i) Filistin sorununu çözecek tek yol, 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan tam egemen ve bağımsız Filistin Devleti’nin kurulması.
ii) Filistin’in ekonomik gereksinimleri ve halkın yaşamına ilişkin talepleri güvence altına alınmalı.
iii) Barış görüşmelerinin doğru yönüne sadık kalınmalı.
İKİ PARÇALILIK SORUNUNA ÇÖZÜM
El Fetih ile Hamas arasında uzlaşı sağlayabilmek, bugünün koşullarında kritik önemde. Çünkü iki parçalı (Batı Şeria ve Gazze), iki yönetimli (El Fetih ve Hamas) Filistin’in varlığı, İsrail- ABD ikilisinin ince ince işlediği bir stratejiydi. Çin’in arabuluculuğunda El Fetih-Hamas uzlaşısı, Aksa Tufanı’nın yeniden dünyanın gündemine getirdiği Filistin Devleti’nin tanınması yolunu kolaylaştıracaktır.
Ve daha genel tabloya bakarsak: Küresel Güvenlik İnisiyatifini açıklayan Çin’in kritik düğüm noktalarında barış için peşpeşe hamleler yapması önemli. Nitekim Çin’in Ukrayna-Rusya savaşına barış önerileri de masada...
Bu durum, ABD’nin Çin’le küresel güç ilişkilerindeki şu zıt konumlanışlarını ortaya koyuyor: ABD bir süredir savaşı çıkaran ama barışı kotaramayan büyük ülke konumunda. Çin ise ABD’nin çıkarları için altına benzin döktüğü karşıtlıkları ortadan kaldırmaya çalışan ve bunun için barış masası kurabilen büyük ülke konumunda.
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder