1 Mayıs romanı: Haymarket'te beş devrimci
Sahaflar Çarşısı'nın üçüncü buluşması... 1 Mayıs'ın arefesinde bir 1 Mayıs romanı olan Amerika'daki mücadelenin anlatısı Haymarket'i Yusuf Şaylan'dan dinliyoruz."Önce doktora gideceğim sonra da yanına gelirim. Sen buluşma mekanını seçersin" dedi Yusuf Şaylan.
Hayırdır ne doktoru ne oldu deyince, gülümsedi ve "Yok bir şey yahu, rutin kontroller işte" dedi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin bir konferansı var buluşacağımız gün. Yusuf Abi'nin de evine yakın olunca oraya davet ettim. Hem tanıdıkları görürüz hem de bir köşeye geçer çayımızı alır söyleşimizi yaparız dedim.
Olur dedi.
Gelmeden önce Sıhhiye'de Hasan'ın yanına uğramış. İki el tavla oynayıp öyle gelmiş. Kendisi iyi bir okur olduğu gibi aynı zamanda iyi bir tavla ustası. Bana da öğretecek. Söz verdi.
Ama bu ayrıntı, doktor randevusunun pek güzel geçtiğinin işareti. Yüzü gülümsüyor. Hasan'ı da mars etti anlaşılan. Üzerinde haki rengi hoş bir ceketle geldi, sarıldık. Tenha bir yer bulduk. Sırtını diğer oturanlara dönerek karşıma oturdu. Çaylarımızı aldık. O fincanda ben karton bardakta. Karton bardak ne zaman ve nerde olursa olsun bana hep öğrenci yıllarımı hatırlatıyor.
Bugün de yeni şeyler öğreneceğim. Oturduk. Çaylardan ilk yudumlarımızı aldık. "Başlayalım" dedi.
Başlıyoruz.
'Daha önce okumadığım için çok pişmanım'
Elimizde bu hafta 1 Mayıs romanı var. Malum. Bayram arefesindeyiz. İşçilerin önemli bir kısmı yine mesaide olacak 1 Mayıs'ta ama olsun. Yine azımsanmayacak bir sayı, giyecek bayramlık en güzel kıyafetlerini, ellerinde karanfiller ve pankartlarla alanları dolduracak. Yusuf Şaylan da bu bahaneyle 1 Mayıs romanı seçmiş okurlar için.
Martin Duberman'ın Haymarket romanını çıkardı koydu masaya.
Agora Yayınları'ndan çıkan kitabın ilk baskısı 2004 yılında yayımlanmış. "Agora hafızam yanıltmıyorsa eğer Devrimci Yolcu arkadaşların emek verdiği bir yayıneviydi. Güzel kitaplar basıyorlar. Ben bu kitabı 2012'de alıp okudum ilk kez. Belki 2011. Pek sahaf kitabı sayılmaz ama çok iyi bir 1 Mayıs romanı. Zaten kitabın alt başlığı '1 Mayıs'ın romanı' diye yayımlanmış. Kitabı ilk okuduğumda geçmiş 1 Mayıs'lara gitti aklım. Hatta iyi hatırlıyorum. Kitabı ilk kez Konur'daki İmge Kitabevi'nde görmüştüm. Şöyle bir ayaküstü inceleyince 'Çok iyi kitap' dedim. 10 tane aldım" diye anlatıyor kitapla ilk karşılaşmasını.
Ben şaşırdım haliyle. 10 tane kitabı aynı anda mı aldın diye sorunca gülümsedi. Alışkanlık olduğunu anlıyorum. Sonuçta eski yayıncılardan, kitapçılardan Yusuf ağabey. Alıp elden ele dağıtmak alışkanlık olmuş artık.
"Aldım kitapları hemen Nâzım'a gittim. Bulduğuma verdim kitaptan. Aldığım paraya sattım kitapları. Bu kitabı herkes okumalı diye düşündüm. İyi kitaplar böyledir aynı zamanda, sadece okutmaz elden ele dolaştırır kendini" diyor.
Sonra söze 1989 yılında kaleme aldığı 1 Mayıs yazısıyla devam ediyor. Yusuf Şaylan'ın 1989 yılında Yalçın Küçük'le birlikte çıkardıkları Toplumsal Kurtuluş Dergisi'nin Mayıs 1989 tarihli 22. sayısında kaleme aldığı yazı bir tür 1 Mayıs derlemesi. Ve sonunda bir proletarya partisi vurgusu ile bitmeli demiş. Alıntı Hikmet Kıvılcımlı'dan. Zor yıllar. 1989, darbe sonrası arayış yılları. Anlatırken iç çekiyor. "Bu kitap daha önce yayınlanmış olsaydı keşke dedim ilk okuduğumda. 1989'da yazdığım yazı eksiktir bu kitap yüzünden. Çok iyi bir roman. Tarihsel bilgi ve belgelerle hazırlanmış. Abartıya kaçmadan sadece yalın bir dil tutturmuş Duberman. Hikayenin kendisi zaten roman gibi olunca yazara da ayna tutmak kalmış. Duberman'ın hakkını yemeyelim iyi bir yazar ama bu öykü de muazzam zaten. Şiddetle tavsiye ediyorum okumayanlara" diyor.
Çevirmenin 424. çevirisi
Kitabın çevirmeni de ilginç bir karakter. Kitabın giriş bölümünde Haymarket romanının, çevirmenin 424. çevirisi olduğu notuyla karşılaşınca şaşırıyorum.
Dile kolay. 424 çeviri.
"Troçkizme yakın biriydi Mehmet Harmancı, öyle anımsıyorum. Toplumsal Dönüşüm Yayınları'nda çevirmenlik yapardı eskiden. Bir sürü kitap ve içerik kazandırdı Türkçeye. 1953'te askerliğini Kore'de Abdi İpekçi ve Can Yücel'le tercüman olarak yapmış olması da yine ilginç bir detay" diyor Yusuf Şaylan ve gülümsüyor. Tarihin böyle ilginç kesişimleri hep ilgisini çekiyor çünkü. Bu da öyle bir örnek.
'8 saatlik iş günü için canlarını veren devrimciler'
Kitap, Amerika'nın Şikago kentinde 8 saatlik iş günü için mücadele veren devrimcilerin, göze aldıkları meşakkati, mücadele azmini ve işlemedikleri bir suçtan ötürü idamla yargılanmalarını konu alıyor. Teknik olarak kitabın anlatımında iki farklı biçim yer alıyor. İlki kitabın yazarı Martin Duberman'ın şiirsel anlatısı. İkincisi de tutuklu 5 kişinin cezaevinden yolladığı ya da aldığı mektuplar. Yani kitap hem edebi bir anlatımdan hem de tarihsel belgelerden besleniyor.
"Türkiye'de bazen mücadele ederken insan, sahip olduğumuz ya da olmamız gerektiğini düşündüğümüz bazı şeylerin kıymetini çok anlayamayabiliyor. Mesela seçme ve seçilme hakkı gibi, 8 saatlik iş günü gibi. Bu tarihi romanlar böylesi haklar için nasıl mücadeleler verildiğini, insanların neleri göze aldığını görmek ve anlamak için iyi kaynaklar.
Amerika işçi sınıfı çok yoksul o zamanlar. Şimdi de öyle. Bazı ayrıntılar var şimdi ona girmeyelim ama insanın aklı almıyor gerçekten. Şikago da bu yoksulluğun merkezlerinden biri. Upton Sinclair de bu dönemi işleyen yazarlardan birisi. Şikago Mezbahaları en bilinen romanlarından biri. Okurların okumalarına belki Haymarket'e ek olarak bu Upton Sinclair'ın Şikago Mezbahaları kitabı da eşlik edebilir.
Romanın kahramanları anarşist. O dönem Proudhon'a çok önem veriyorlar ve çok etkileniyorlar. Bazı yerlerde bizim Marks için de laflar ediyorlar ama orasını geçiyorum. Konu bu değil. Konu dünya görüşü birbirinde farklı tüm devrimcilerin 8 saatlik iş günü için verdikleri mücadele. Şimdi biz 1 Mayıslarda emek, mücadele, dayanışma günü diyoruz ya. İşte oradaki emeği, mücadeleyi ve dayanışmayı bir de bu romanın ve burada anlatılanların gözünden bakmak gerektiğini düşünüyorum. Örgütlü insan hatırlar. Hatırlamamız gerekir" diyor Yusuf Şaylan romanı anlatırken.
Yusuf Şaylan'Kitabın bu kısmı beni çok hırpaladı'
Şikago'da Haymarket meydanında patlayan bir bombadan dolayı suçlanan devrimcilerin aslında yaşananlarla bir alakası yok. "Ama tanrılara kurban gerekiyor" diyor Yusuf Şaylan. Daha önceden de söylediği "Burjuvalar önce kendi hukukunu çiğner devrimcilere saldırırken" sözünü hatırlatıyor. Bu konuya bundan önceki iki söyleşide de değinmiştik.
Peki romanı okurken seni en çok etkileyen yer neresi oldu? Hangi sahne iz bıraktı sende diye soruyorum. Yusuf ağabeye.
"Bir sahne beni çok hırpaladı. Kitabın tamamında hissettiğim duygu aynıydı zaten. Bunlar bizim çocuklar diyor insan ilk bakışta. Bizim insanlarımız. Samimiler, mütevazılar, şahsi menfaatlerini gözetmiyorlar. Sınıfın insanları.
Ama bir sahne beni benden aldı.
Cook Kasabası Hapishanesi, Chicago, 12 Kasım 1886 tarihli mektupta Albert'in çoçuklarına duyduğu özlemi anlatırken 'Çocuklarımı görmek istiyorum, onları göğsüme bastırmak istiyorum, seslerini, o saçma kıkırdamalarını duymak, enselerine burnumu sürtmek istiyorum' ifadesi. Kitabı bu kısmı beni çok hırpaladı" diyor.
Bir yandan gözleri doluyor. "İnsan yaşlandıkça daha mı sulu gözlü oluyor nedir bilmiyorum" diyor ve göz yaşlarına gülümsemesi karışıyor Yusuf ağabeyin.
"Anneler, babalar bilir. Çocukların enseleri bir farklı kokar. Bir devrimcinin cezaevindeki bu özlemi çok sahici. Bakma şimdi bizim Hikmet Fırat koca adam oldu. Artık yere yıkamıyorum onu. Gücüm yetmiyor. Ama küçükken yere yıkıp, yuvarlanıp, ensesini kokladığım anları anımsadım bir an" diyor
Sahici kelimesi pek yakışıyor Yusuf ağabeye. Çünkü kelimelerin tükendiği her noktada bu kelimeye sarılıyor kendisi her seferinde. "Sahici olun" diyor bazen, ya da anlatırken bir başka şeyi "Çok sahici, değil mi?" diyor. Bu sahne de onlardan biri.
Cezaevini ziyarete gelen Marks'ın kızı ve damadının her şeye rağmen çıkarmaya çalıştıkları gazete kitabın öne çıkan imgelerinden. Cezaevine gizlice soktukları Alarm gazetesini gösterip "Bak yeniden basmaya başardık" demeleri Yusuf abiyi pek bir mutlu ediyor.
"Çok inatçı değiller mi? Yeniden yayını çıkarmanın önemi, heyecanı ne kadar da belirgin burada. Yayın, çok önemli bir şey. Teknoloji gelişti bir sürü yeni şey eklendi ama yayın mevzusu hala çok belirleyici. Hiçbir şey bir insanla tokalaşıp, sarılıp, elini sıkarak buluşmak gibi etkili olmuyor hala. Yayın biraz da bunun aracı" diyor.
'Her 1 Mayıs gibi...'
Kitabın özellikle öne çıkan iki konusu tartışmayı ve üzerine düşünmeyi gerekiyor. Biri, kitaptaki kahramanların ölümle kurdukları ilişki. Hiçbiri ölümü fetiş haline getirmiyor.
Bu durum Jerome David Salinger'in bir sözünü anımsatıyor bize. "Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir; olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir"
Yusuf Şaylan bu sözü duyunca yeniden, ayakları tam doğru yerde duran define avcısı gibi "Hah. işte bu" diyor.
Diğeri de her dönemin devrimcilerinin o dönemin kutsallarıyla kıyaslanması. Savunmasını yapan her devrimci zaman zaman İsa ile zaman zaman da Meryem ile mukayese ediliyor. "Bu hep böyle olmuştur biraz da" diyor Yusuf Şaylan. "Lenin'de de böyleydi, bizim devrimcilerimizde de. Çünkü insanlar kutsal kitaplarda denk geldikleri iyiliği ve güzelliği hayatlarında ilk kez kanlı canlı birinde görünce afallıyorlar. Egemenler ise halkın devrimcileri böyle kutsal figürlerle anmasından çok rahatsız oluyor. Çünkü bu tür kutsallar, egemenler için kullanım alanının dışına çıkıyor." sözleriyle devam ediyor.
Sonra bir kaç resim gösteriyor kitabın öyküsünü konu edinen. "Bunları bana İrfan Ertel yolladı. Sohbetin konusu bu olunca kendisinde rica ettim. Bunları yolladı. Bak şu daha güzel sanki. Bunu kapak fotoğrafı yapalım" diyor.
Peki senin hayatındaki hangi 1 Mayıs unutulmaz olandı diye soruyorum.
Yusuf Şaylan ve Diyarbakırlı ozan Aşık İhsanı. 1 Mayıs 2001"Her 1 Mayıs ayrı ayrı önemliydi. Mesela 1977'de Diyarbakır'daydım. Çalışıyordum. İstanbul'da olanlar malum. 1978'de Manisa. 1979 1 Mayıs'ına Mersin'de katıldım. Peşmerge kıyafetli gençlerin geçit töreni kalmış mesela aklımda. 1986'da bir avuç devrimcinin Dikmen vadisinde buluşup şiir okuduğu anlara tanıklık ettim. 1991 1 Mayıs'ı 'İktidar' gazetesi pankartıyla yürüdüğümüz 1 Mayıs'tı sanırım. Sonrası STP ve Sosyalist İktidar yılları zaten. 1996 1 Mayısı'nda Taksim'e çıktık. Aydemir, kazancı yokuşunda açıklamamızı okumuştu. Kolumda yaralı bir yoldaşım vardı. Bulamadım ama Hürriyet Gazetesi 2 Mayıs 1996 sayısında basmıştı o fotoğrafı. Ama en güzeli komünist ozan Aşık İhsani ile yan yana çektirdiğim fotoğraftır. Çok güzeldi. 2001 olması lazım. Her 1 Mayıs gibi hepsi çok güzel" diyor.
Gülümsüyor.
Vaktimiz doldu. Romanı okumak isteyenler için çok fazla anlatmayalım diyoruz yine.
"Haydi kalkalım o zaman. Sen beni Kızılay'a bırak" diyor. Halbuki evine yakın olur diye cemiyetin etkinliğinde buluşalım demiştim. Adam hala genç. Eve sığmıyor. Gün aydınlıkken tekrar bir Kızılay'a uğrayacak.
Ayrılırken "Haftaya Rus edebiyatına bir giriş yapalım diyorum" diyor.
Olur diye başımı salladım. Gülümsedi. Elini havaya kaldırıp "Haydi, 1 Mayıs'ta görüşürüz o zaman" dedi. Güldüm. "Allaha ısmarladık abi" dedim. Yusuf abi sever bu kelimeyi. "Sahici" bulur.
Haymarket romanını bitirmedim henüz. "Bitirip öyle gideyim meydana" diye söz verdim kendime ben de.
Özkan Öztaş / soL-Kültür
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder