Gündem, TCMB faiz kararı (Binhan Elif Yılmaz)
Yerel seçimin ardından kurdaki hareketlilik yerini sakinliğe bıraktı, net döviz rezervlerinde iyileşme başladı.
Türkiye, G20 ülkeleri arasında Arjantin’den sonra en yüksek yıllık enflasyona sahip ülke. TÜİK verilerine göre mart ayı aylık enflasyonu yüzde 3,16 ve yıllık yüzde 68,5. Enflasyon oranının önümüzdeki aylarda aylık yükselişini devam ettirerek mayıs ayında yüzde 75’e yakın bir seviyeye çıkacağını tahmin ediyorum.
TCMB’nin nisan ayı faiz kararı oldukça kritik önem sahip. Bankanın şubat ayında politika faizini yüzde 45’te sabit tuttuktan sonra mart ayındaki toplantıda 500 baz puan arttırarak yüzde 50’ye çıkardığını hatırlayalım. Banka faiz koridoru uygulamasına devam ediyor ve şu anda piyasada gecelik faizler koridorun üstü olan yüzde 53’te.
Son faiz artırımındaki en önemli etkenler, yerel seçim öncesinde kurda yaşanan hareketlilik ve uluslararası kuruluşların faiz artırımına ilişkin görüşleriydi.
Ancak yerel seçimin ardından kurdaki hareketlilik yerini sakinliğe bıraktı, net döviz rezervlerinde iyileşme başladı.
Seçimin ardından para ve maliye politikasında sıkılaşmaya yönelik açıklamalar gelmeye devam etti. TCMB tarafından para politikasının enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda sıkılaştırılacağı ve likidite arttırıcı adım atılmayacağı yönündeki açıklamalar, mevduat faizlerini yukarı çekip enflasyonla mücadeleyi daha etkin kılar. Ayrıca maliye politikasında da kamu harcamalarında tasarruf ile sıkılaşmanın devam edeceğine ilişkin açıklamalar, -geçen yılın yaz dönemindeki gibi- vergi artışlarının enflasyonist etkisinin ortaya çıkmasını engeller. O nedenle bu söylemlere bakınca da TCMB bu ay faiz arttırmayabilir.
Tabi söylem dışında gerçekler var. Örneğin kur artışı her zaman olduğu gibi enflasyonla mücadelenin önünü kesecek bir etken. TEPAV’ın hesaplamalarına göre 2024 yıl sonu tüketici enflasyonun yüzde 40’ın altına inmesi için aylık kur artışlarının yılın kalan döneminde yaklaşık yüzde 2 ve daha az olması gerekiyor. O nedenle TCMB kontrollü kur politikasına devam edecekse politika faizini arttırma ihtiyacı hissetmeyebilir. Ancak bu politikanın sürdürülemez olduğuna daha önce de şahit olduk.
Ayrıca kur artışını engellemek için yabancı sermayeye ihtiyaç var. Seçim öncesi hisse senedi ve DİBS piyasasından yabancı sermaye çıkışı gerçekleşirken, seçim sonrası yabancı sermaye için ortam hazırlanmaya çalışılıyor. Bunun yolu da faiz arttırımından geçiyor. Hem de Ortadoğu gerilimi ve jeopolitik risklere rağmen.
Enflasyonla mücadelenin önünde başka bazı önemli engeller var: Bunlardan biri, TL mevduat faizlerinin yükselişine rağmen dolarizasyonda arzu edilen düşüşün gelmemesi. Sıkı parasal duruş halen hem döviz dönüşümlü KKM’de hem de DTH’daki azalışı beraberinde getirmekte kısmen etkisiz.
Çoğu banka mevduat faizlerini özellikle yüksek meblağlar söz konusu olduğunda arttırıyor. Bu da daha düşük meblağlardaki gönüllü tasarrufların artmasını engellerken iç talepteki beklenen baskıyı geciktiriyor.
Bir diğeri ve en önemlisi, enflasyon beklentilerinin çıpalanamaması. TCMB’ye göre yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 36. Oysa geçen hafta açıklanan nisan ayı piyasa katılımcıları anketine göre yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 44,19. Bir önceki anket döneminde beklenti yüzde 44,16’ydı. Dolayısıyla TCMB mart ayı PPK toplantısında politika faizini 500 baz puan arttırmasına rağmen, katılıcıların beklentileri yüzde 36’lık yıl sonu TÜFE tahminine halen yakınlaşmamış.
Yine aynı anket verilerine göre; 12 ay sonrası TÜFE beklentisi bir önceki anket döneminde yüzde 36,7 iken, nisan ayında yüzde 35,17’ye çok sınırlı gerilemiş durumda. 24 ay sonrası TÜFE beklentisi mart ayı anket döneminde yüzde 22,67 iken nisan ayında ise yüzde 22,05.
Enflasyon beklentilerindeki bozulma, enflasyonun gelir dağılımında ortaya çıkardığı adaletsizlikleri daha önce de yazdım. Ama hafta sonundaki restoran boykotu enflasyonla başımızın ne kadar dertte olduğunun göstergelerinden biri. TCMB’nin enflasyonla mücadelede etkinliğini ortaya koyması beklenir ancak faiz kararı hizmet enflasyonuyla ilgili nasıl bir çözüm üretecek? Politika faizindeki artışın işletmelerin kredi ve finansman maliyetlerini yükselterek yeniden fiyat artışlarını besleme olasılığı yüksek. Bu durumu bertaraf edecek “yol”, maalesef emek maliyetini minimize etmekten, yani ücretlerin baskılanması, ardından işsizlik ve yoksulluktan geçecek gibi görünüyor.
/././
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başdanışmanı Saral'ın, 11. Cumhurbaşkanı Gül'ü de suçladığı o fotoğrafta ne var, ne yok? (Candan Yıldız)
“Manidar” bulunan kareye ilişkin bazı bilgileri düzeltelim…
Her fotoğraf yorumlanabilir. Hele ki siyasete ilişkin fotolar… Kadraja bilerek ya da bilmeyerek girenler ya da kadrajda olanlar, zorlama da olsa, yorumlara muhatap olabilirler. Çünkü her fotoğraf yoruma davetiyedir de…
Eski AKP milletvekili, Cumhurbaşkanlığı Yerel Yönetim Politikaları Kurulu Üyesi ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Türkiye gezisi kapsamında, İstanbul-Tarabya’da büyükelçiliğin yazlık konutuna davetli olan konuklardan bazılarını özellikle yazma ihtiyacı duymuş.
Almanya Büyükelçiliği’nin resmi Twitter hesabından da paylaşılan resepsiyon fotoğrafına bakarak bazı isimler hakkında yorum yapmış Oktay Saral.
“Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’ın İstanbul gezisine eşlik edenler; Ekrem İmamoğlu, Abdullah Gül ve HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar… Kare gayet manidar! Hasbi duruşları olmayanların hesabi duruşları oluyor.”
“Manidar” bulunan kareye ilişkin bazı bilgileri düzeltelim… Türkiye ziyaretinin İstanbul ayağında Alman Cumhurbaşkanı’na eşlik edenler arasında bildiğim kadarıyla Abdullah Gül ve Mithat Sancar yok. Bu isimler resepsiyona davetli olanlar. İmamoğlu’na gelince… İBB Başkanı, Alman Cumhurbaşkanını belediyede ağırladı. Almanya’ya işçi göçünün sembolik mekanı Sirkeci Garı’ndaki sergi gezisinde Steinmeir’e e eşlik etti.
AKP’nin kurucu çekirdek ekibinden 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Ekrem İmamoğlu’nun yan yana olduğu karede Dışişleri Bakanlığı’nın uzun süre müsteşarlığını yapmış, Türkiye’nin BM Daimi Temsilciliği görevinde bulunmuş Feridun Sinirlioğlu da var.
Oktay Saral nedense kadraja giren isimler arasında Sinirlioğlu’nu anmamış.
Sinirlioğlu’nu Türkiye’nin dış politikasında etkili bir isim olduğunu, biliyoruz. Mavi Marmara krizinden sonra İsrail-Türkiye ilişkilerini normalleştiren “Tazminat” anlaşmasının mimarlarından biri…
Prof. Mithat Sancar’ın HDP Eş Başkanı olarak tanımlanması da hala aktif siyasette algısı oluştururken, HDP’nin artık olmayan bir parti olduğunu hatırlatmak isterim. Almanya’da doktorasını yapmış bir akademisyen Mithat Sancar.
Kültür Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve İstanbul Valisi Davut Gül’ün de konuk olduğu resepsiyona ilişkin tek bir kadrajın öne çıkarılması asıl “manidar” konu olsa da 31 Mart seçimlerinin ve 2028’e giden yolun güçlü aktörü Ekrem İmamoğlu’na dikkat çekilmesi anlaşılır. Zira İmamoğlu, Batı’nın sadece radarında olan bir siyasetçi değil artık; ilişki kurulan, vakit geçirilen, fikirleri merak edilen bir siyasetçi…
/././
Kırıkhan’daki büyük skandal açığa çıktı: Yoğun bakım hastaları boğularak öldü, “doğal ölüm” belgesi düzenlendi (Gökçer Tahincioğlu)
Depremde yıkılan birçok hastanede unutulan hastaların hayatını kaybettiğini öğrendik. İlk kez yıkılmamış, faal bir hastanedeki hastaların ölüme terk edildiklerini de öğreniyoruz. Ve bunun nasıl itinayla gizlendiğini de görüyoruz
Deprem, Hatay’ın tamamını sallamıştı.
Binlerce ev yıkılmış, binlerce kişi ölmüştü ve depremden yara almadan kurtulan şanslılardan biri olan Murat Şafak’ın, o kadar da şanslı olmadığını anlamasına günler vardı.
Şafak, depremden 20 gün kadar önce babası İsmet Şafak’ı Kırıkhan Devlet Hastanesi’ne yatırmıştı. Ciğerleri su topluyordu ve bu nedenle yoğun bakımda tutulmasına karar verilmişti.
İsmet Şafak, ciğerlerinin güç toplayabilmesi için solunum cihazına bağlanmıştı.
Ancak gelen ziyaretçileriyle görüşebiliyor, çocuklarıyla sohbet edebiliyordu. Bilinci açıktı.
Olanları Murat Şafak anlatsın:
“Ben Reyhanlı’ya bağlı bir köyde yaşıyorum. Kendimize gelir gelmez, deprem gecesinin sabahı 08.30’da hastaneye, Kırıkhan’a gittim. Hasta bölümü, ziyaretçi bölümü tamamen kapalıydı. Bina sapasağlam ayaktaydı ama bu girişleri kapatmışlardı ve girişin yasak olduğunu söylediler. Arka tarafa geçtim, acil bölümüne geldim. Sadece acil bölümü açıktı. Depremden dolayı çok yoğundu. Kırıkhan Devlet Hastanesi ayakta kalan az sayıda hastaneden biri olduğundan, çok hasta getiriyorlardı. Hastamızı sorduk. Önce ‘Bilgi alamadık, bilmiyoruz’ dediler. Sonra yetkili biri geldi ve bekleyenlere, yoğun bakımdaki hastaların gemiyle Mersin’e götürüldüğü açıklaması yapıldı…
Deprem, Hatay’ın tamamını sallamıştı.
Binlerce ev yıkılmış, binlerce kişi ölmüştü ve depremden yara almadan kurtulan şanslılardan biri olan Murat Şafak’ın, o kadar da şanslı olmadığını anlamasına günler vardı.
Şafak, depremden 20 gün kadar önce babası İsmet Şafak’ı Kırıkhan Devlet Hastanesi’ne yatırmıştı. Ciğerleri su topluyordu ve bu nedenle yoğun bakımda tutulmasına karar verilmişti.
İsmet Şafak, ciğerlerinin güç toplayabilmesi için solunum cihazına bağlanmıştı.
Ancak gelen ziyaretçileriyle görüşebiliyor, çocuklarıyla sohbet edebiliyordu. Bilinci açıktı.
Olanları Murat Şafak anlatsın:
“Ben Reyhanlı’ya bağlı bir köyde yaşıyorum. Kendimize gelir gelmez, deprem gecesinin sabahı 08.30’da hastaneye, Kırıkhan’a gittim. Hasta bölümü, ziyaretçi bölümü tamamen kapalıydı. Bina sapasağlam ayaktaydı ama bu girişleri kapatmışlardı ve girişin yasak olduğunu söylediler. Arka tarafa geçtim, acil bölümüne geldim. Sadece acil bölümü açıktı. Depremden dolayı çok yoğundu. Kırıkhan Devlet Hastanesi ayakta kalan az sayıda hastaneden biri olduğundan, çok hasta getiriyorlardı. Hastamızı sorduk. Önce ‘Bilgi alamadık, bilmiyoruz’ dediler. Sonra yetkili biri geldi ve bekleyenlere, yoğun bakımdaki hastaların gemiyle Mersin’e götürüldüğü açıklaması yapıldı…
***
Üç gün sonra bir hemşire yakınımızı aradı. ‘Gelin, ölünüzü alın’ dediler. Yoğum bakım katına çıktık. Babam, bıraktığımız yatağında ölü vaziyette yatıyordu. Solunum cihazları devrilmiş, sadece babam değil, yatanların tamamı ölmüştü yataklarında. Bunu hastane çalışanları da biliyor. Babamı indirmek için şehir dışından gelen yakınlarımızı yukarıya çağırdım. Hepimiz şoktaydık. Götürüp defnettik.
***
Üç gün yoğun bakıma kimse girmemiş. Düşünün hastane açık, acil dışında hiçbir kata bakmamışlar. Doktorlar, hemşireler kaçıp gitmiş. Bir tek acil çalışıyor. Gerisi unutulmuş. Yaklaşık 20 kişilik bir yoğun bakımdı. Tamamı öldüler.”
Üç gün sonra bir hemşire yakınımızı aradı. ‘Gelin, ölünüzü alın’ dediler. Yoğum bakım katına çıktık. Babam, bıraktığımız yatağında ölü vaziyette yatıyordu. Solunum cihazları devrilmiş, sadece babam değil, yatanların tamamı ölmüştü yataklarında. Bunu hastane çalışanları da biliyor. Babamı indirmek için şehir dışından gelen yakınlarımızı yukarıya çağırdım. Hepimiz şoktaydık. Götürüp defnettik.
***
Üç gün yoğun bakıma kimse girmemiş. Düşünün hastane açık, acil dışında hiçbir kata bakmamışlar. Doktorlar, hemşireler kaçıp gitmiş. Bir tek acil çalışıyor. Gerisi unutulmuş. Yaklaşık 20 kişilik bir yoğun bakımdı. Tamamı öldüler.”
İsmet Şafak'ın ölüm belgesi
Ancak bununla bitmiyor.
Şafak, babasının cenazesini 9 Şubat’ta almasına rağmen, ölüm belgesine ölüm tarihi olarak 6 Şubat yazıldı. Deprem günü.
Ancak bir farkla. Ölüm saatine, deprem saati yazılmadı. Depremden sonra kaderine terk edildiği için ölmemiş, doğal yollardan yoğun bakımda hayatını kaybetmiş gibi bir belge düzenlendi ve ölüm saatine 19.30 yazıldı.
Bu saatin neden yazıldığı sorulduğunda belgeye, “deprem sonrası gelişen çoklu organ yetmezliği” gibi garip bir ifade eklendi.
Resmi defin belgesi ise aylar sonra 23 Haziran’da verildi. Bu belgede de aynı ifadeler yer aldı.
Ancak bununla bitmiyor.
Şafak, babasının cenazesini 9 Şubat’ta almasına rağmen, ölüm belgesine ölüm tarihi olarak 6 Şubat yazıldı. Deprem günü.
Ancak bir farkla. Ölüm saatine, deprem saati yazılmadı. Depremden sonra kaderine terk edildiği için ölmemiş, doğal yollardan yoğun bakımda hayatını kaybetmiş gibi bir belge düzenlendi ve ölüm saatine 19.30 yazıldı.
Bu saatin neden yazıldığı sorulduğunda belgeye, “deprem sonrası gelişen çoklu organ yetmezliği” gibi garip bir ifade eklendi.
Resmi defin belgesi ise aylar sonra 23 Haziran’da verildi. Bu belgede de aynı ifadeler yer aldı.
***
Yoğun bakımda yatanlar sanki deprem günü, depremden bağımsız, doğal nedenlerle ölmüşler de hemen yakınlarına bildirilmiş sanmayın.
Ölüm günü belgede 6 Şubat olarak yazsa da defnedildiği tarihin 9 Şubat olduğu net.
Belgeler, İsmet Şafak’ın ve diğer hayatını kaybedenlerin ancak üç gün sonra fark edildiğini, kimsenin akıllarına bile gelmediklerini açıkça gösteriyor.
Sağlam kalan ve çalışan bir hastaneden söz ediyoruz. Bu insanlar enkaz altında ölmediler.
Yoğun bakımda yatanlar sanki deprem günü, depremden bağımsız, doğal nedenlerle ölmüşler de hemen yakınlarına bildirilmiş sanmayın.
Ölüm günü belgede 6 Şubat olarak yazsa da defnedildiği tarihin 9 Şubat olduğu net.
Belgeler, İsmet Şafak’ın ve diğer hayatını kaybedenlerin ancak üç gün sonra fark edildiğini, kimsenin akıllarına bile gelmediklerini açıkça gösteriyor.
Sağlam kalan ve çalışan bir hastaneden söz ediyoruz. Bu insanlar enkaz altında ölmediler.
İsmet Şafak'ın ölüm belgesi
***
Şafak’ın avukatı Bülent Akbay, savcılığa suç duyurusunda bulundu ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, Hatay Valisi Rahmi Doğan’ın, Hatay İl Sağlık Müdürü Mustafa Hambolat’ın, Kırıkhan İlçe Sağlık Müdürü Ahmet Yılmaz’ın, Kırıkhan Devlet Hastanesi Başhekimi İsmail Zeki Tekiş’in, Kırıkhan Devlet Hastanesi İdari ve Mali İşler Müdürleri ve uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına göre sorumlulukları bulunan her türlü teknik görevliler ile arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde kayıpların artmasına sebep olan sorumluların cezalandırılmasını istedi.
Akbay’ın dilekçesi vahim tabloyu ortaya koyuyor.
Ve Akbay, bu insanların bilinçli biçimde doğal yollardan ölmüş gibi gösterildiklerini de savunuyor.
Zira depremde ölenlere yapılan yardımlardan bu insanların yakınları yararlandırılmadı. Akbay’ın dilekçesi tabloyu ortaya koyuyor:
“Boğularak öldü”
“Müvekkilim Murat Şafak’ın babası İsmet Şafak 06 Şubat 2023 tarihinde Kırıkhan Devlet Hastanesinin yoğun bakımında tedavi görmekteydi. Depremler nedeniyle Kırıkhan Devlet Hastanesi yıkılmadığı halde depremin hemen ardından jeneratör devreye girmediği ve 3 gün boyunca yoğun bakımdaki hastalara herhangi bir müdahalede bulunmadığı için diğer yoğun bakım hastaları gibi müvekkilin babası da boğularak vefat etmiştir.
“Hemşire mesaj attı, hasta yatağında buldu”
Müvekkilime depremin üçüncü günün sonunda bir hemşire mesaj atarak gelip babasının bedenini almasını istemiş ve müvekkil Kırıkhan Devlet Hastanesinin yoğun bakımına girdiğinde yoğun bakım ünitesindeki tüm hastaların ölü, tüm yoğun bakım aletlerinin devrilmiş olduğunu görmüş ve kendi imkanlarıyla babasını alarak hastaneden ayrılmıştır.
Müvekkile defin izni ve bildirim tarihi ancak 23.06.2023 tarihinde resmi olarak yapılmış ve ekli belgeden anlaşılacağı gibi 23.06.2023 tarihinde yapılmıştır.
“Doğal ölüm” yazıldı
Müvekkilin ölüm nedeni ise “Doğal Ölüm” olarak belirtilmiştir. Ölüm saati olarak 06.02.2023 tarihli depremin ardından aynı gün saat 19.30 olarak yazılmıştır. Ekli belgeden anlaşılacağı üzere müvekkil neye ve nasıl tespit edildiğini bilmediğimiz şekilde depremin ardından 15 saati aşkın süre yaşadığı ve ardından vefat ettiği kayıtlara geçmiştir. Müvekkil “neden deprem nedeniyle yazmadınız” şeklinde itiraz edince belgeyi veren doktor, “deprem sonrası gelişen çoklu organ yetmezliği nedeniyle vefat etmiştir” ibaresini eklemiştir.
Oysa anılan depremin ardından üç gün boyunca yoğun bakım hastaları kaderine terk edildiği gibi üçüncü günün sonunda dahi elektrikler olmadığı gibi jeneratörler de hiç devreye girmemişti. Müvekkil hem bu duruma hem de yoğun bakım ünitesindeki diğer hastaların ölüme terk edilmişlikleri sebebiyle vefatlarına tanık olmuştur.
Söz konusu felaket sadece doğa kanunları veya takdir-i ilahi ile açıklanamaz. Deprem ve benzeri afetler karşısında hastanelerin hayat kurtarması beklenir. Hastaneler insanların ölümüne yol açamaz.
“Evinde olsa ölmeyecekti”
Müvekkilin babası deprem günü hastanede değil de müvekkilin deprem bölgesindeki evinde olsaydı depremde ölmeyecekti. Demek ki Hastanenin deprem gibi afetlere karşı hazırlıkları olması en doğal beklentidir.”
Şafak’ın avukatı Bülent Akbay, savcılığa suç duyurusunda bulundu ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, Hatay Valisi Rahmi Doğan’ın, Hatay İl Sağlık Müdürü Mustafa Hambolat’ın, Kırıkhan İlçe Sağlık Müdürü Ahmet Yılmaz’ın, Kırıkhan Devlet Hastanesi Başhekimi İsmail Zeki Tekiş’in, Kırıkhan Devlet Hastanesi İdari ve Mali İşler Müdürleri ve uzmanlık konularına ve ilgili kanunlarına göre sorumlulukları bulunan her türlü teknik görevliler ile arama ve kurtarma çalışmalarının geç, eksik ya da hatalı başlaması neticesinde kayıpların artmasına sebep olan sorumluların cezalandırılmasını istedi.
Akbay’ın dilekçesi vahim tabloyu ortaya koyuyor.
Ve Akbay, bu insanların bilinçli biçimde doğal yollardan ölmüş gibi gösterildiklerini de savunuyor.
Zira depremde ölenlere yapılan yardımlardan bu insanların yakınları yararlandırılmadı. Akbay’ın dilekçesi tabloyu ortaya koyuyor:
“Boğularak öldü”
“Müvekkilim Murat Şafak’ın babası İsmet Şafak 06 Şubat 2023 tarihinde Kırıkhan Devlet Hastanesinin yoğun bakımında tedavi görmekteydi. Depremler nedeniyle Kırıkhan Devlet Hastanesi yıkılmadığı halde depremin hemen ardından jeneratör devreye girmediği ve 3 gün boyunca yoğun bakımdaki hastalara herhangi bir müdahalede bulunmadığı için diğer yoğun bakım hastaları gibi müvekkilin babası da boğularak vefat etmiştir.
“Hemşire mesaj attı, hasta yatağında buldu”
Müvekkilime depremin üçüncü günün sonunda bir hemşire mesaj atarak gelip babasının bedenini almasını istemiş ve müvekkil Kırıkhan Devlet Hastanesinin yoğun bakımına girdiğinde yoğun bakım ünitesindeki tüm hastaların ölü, tüm yoğun bakım aletlerinin devrilmiş olduğunu görmüş ve kendi imkanlarıyla babasını alarak hastaneden ayrılmıştır.
Müvekkile defin izni ve bildirim tarihi ancak 23.06.2023 tarihinde resmi olarak yapılmış ve ekli belgeden anlaşılacağı gibi 23.06.2023 tarihinde yapılmıştır.
“Doğal ölüm” yazıldı
Müvekkilin ölüm nedeni ise “Doğal Ölüm” olarak belirtilmiştir. Ölüm saati olarak 06.02.2023 tarihli depremin ardından aynı gün saat 19.30 olarak yazılmıştır. Ekli belgeden anlaşılacağı üzere müvekkil neye ve nasıl tespit edildiğini bilmediğimiz şekilde depremin ardından 15 saati aşkın süre yaşadığı ve ardından vefat ettiği kayıtlara geçmiştir. Müvekkil “neden deprem nedeniyle yazmadınız” şeklinde itiraz edince belgeyi veren doktor, “deprem sonrası gelişen çoklu organ yetmezliği nedeniyle vefat etmiştir” ibaresini eklemiştir.
Oysa anılan depremin ardından üç gün boyunca yoğun bakım hastaları kaderine terk edildiği gibi üçüncü günün sonunda dahi elektrikler olmadığı gibi jeneratörler de hiç devreye girmemişti. Müvekkil hem bu duruma hem de yoğun bakım ünitesindeki diğer hastaların ölüme terk edilmişlikleri sebebiyle vefatlarına tanık olmuştur.
Söz konusu felaket sadece doğa kanunları veya takdir-i ilahi ile açıklanamaz. Deprem ve benzeri afetler karşısında hastanelerin hayat kurtarması beklenir. Hastaneler insanların ölümüne yol açamaz.
“Evinde olsa ölmeyecekti”
Müvekkilin babası deprem günü hastanede değil de müvekkilin deprem bölgesindeki evinde olsaydı depremde ölmeyecekti. Demek ki Hastanenin deprem gibi afetlere karşı hazırlıkları olması en doğal beklentidir.”
***
Depremde yıkılan birçok hastanede unutulan hastaların hayatını kaybettiğini öğrendik. İlk kez yıkılmamış, faal bir hastanedeki hastaların ölüme terk edildiklerini de öğreniyoruz. Ve bunun nasıl itinayla gizlendiğini de görüyoruz.
Bugüne kadar kamu görevlileri hakkında tek bir işlem yapmayan yargının, bu kez nasıl bir tutum alacağını da göreceğiz.
/././
İbretialem için: Yunusemre Belediyesi'ne seyahat (Yalçın Doğan)
Depremde yıkılan birçok hastanede unutulan hastaların hayatını kaybettiğini öğrendik. İlk kez yıkılmamış, faal bir hastanedeki hastaların ölüme terk edildiklerini de öğreniyoruz. Ve bunun nasıl itinayla gizlendiğini de görüyoruz.
Bugüne kadar kamu görevlileri hakkında tek bir işlem yapmayan yargının, bu kez nasıl bir tutum alacağını da göreceğiz.
/././
İbretialem için: Yunusemre Belediyesi'ne seyahat (Yalçın Doğan)
Görgüsüzlük, doyumsuzluk, aç gözlülük, görmemişlik
Ankara’da Beştepe, İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Vahdettin Köşkü, Huber Köşkü...
Van Ahlat’ta kışlık saray...
Marmaris Okluk Koyu'nda yazlık saray...
Bu saraylar Tayyip Erdoğan’ın yaşam alanı ve çalışma ofisleri.
Ayrıca, kurullar, danışmanlar, çalışan personel, çeşitli kalemlerde harcamalar...
Özel uçaklar...
Araçlar...
Bir yere giderken konvoyda pek çok araç, iki cankurtaran, tepede bazen helikopter.
Yurt dışına giderken ayrı bir uçakla gönderilen zırhlı araç, korumalar.
Debdebe, şatafat ki, almış başını gidiyor.
"Öncelik tasarruf"
Birkaç gündür ortalıkta bir nakarat dolaşıyor, “kamuda tasarruf”.
Erdoğan:
“Birinci önceliğimiz kamu harcamalarında tasarruf uygulamaktır. Tasarruftan kamuda gereksiz harcamaların ortadan kaldırılması, kamu kaynaklarının etkin kullanılması anlaşılmalıdır”.
Geçmiş bir yana, son bir yılda kaçıncı tasarruf lafı bu?..
Günde 33,6 milyon lira
Dünyanın her yerinde bir hukuk reformu, sağlık reformu, ekonomik reform yapılacaksa, buna o ülkeyi yönetenler öncülük ediyor.
CHP Lideri Özgür Özel Meclis’te açıklıyor:
“Beştepe’de Sarayın bir günlük maliyeti 33 milyon 600 bin lira. Dakikada 23 bin lira harcanıyor, bir asgari ücreti 40 saniyede tüketiyor. En düşük emekli maaşı on bin lirayı 27 saniyede harcıyor”.
İsraf işte bu!..
Saray’da gece boyunca yanan ışıklar, şaşaalı ağırlamalar, kiralanan araçlar, her türlü harcama.
2024 yılında Cumhurbaşkanlığı bütçesi 12 milyar 300 milyon lira. Dokuz bakanlık ile TBMM’nin mal ve hizmet alımından daha fazla.
Tasarrufun nereden başlayacağı belli.
Garantili geçişler
Kamuda en büyük kara delik, en büyük harcama, kamu - özel işbirliği denilen projeler.
Garanti ücret ödenen oto yollar, köprüler, şehir hastaneleri, hava alanları.
Anormal garantiler, üstelik 2045 yılına kadar.
Sadece bu yıl...
Garanti ödemelerin toplamı 164 milyar lira.
Verilen garantiler o köprülerin, yolların, hava alanların maliyetini birkaç kere katlıyor. Akıl alır gibi değil.
Madem tasarruf:
-Garanti edilen parayı azaltın!..
-Dolar ve Avro’dan TL’ye çevirin!..
-Garanti süresini kısaltın!..
Garanti geçişlerin ötesinde, dikkat çeken başka bir kalem var.
Son 27 ayda kamuda kiralanan araçlara ödenen para 5 milyar 700 milyon lira.
Tam araç saltanatı!..
Ve belediyeler
31 Mart yerel seçimleri bir başka kapıyı açıyor.
AKP’den CHP’ye geçen bazı belediyelerde lüks, şatafat, garip ihaleler, garip araç kiralamaları, bıraktıkları anormal borçlar, aslında düzenin aynası.
Nüfusuna göre, küçük - büyük demeden il ve ilçelerde babalarının parası imiş gibi, savrulan paralar, mal ve hizmet alımları.
Bu alımlar kimlerden?..
Baş döndüren harcamalar ve bırakılan borçlar karşısında CHP Şanlıurfa milletvekili Mahmut Tanal Meclis’e araştırma önergesi veriyor.
AKP ve MHP oylarıyla nasıl olsa reddedilecek bir önerge!..
Yine de, Meclis’te tartışma sırasında farklı gerçekleri öğrenmek açısından, bir fırsat.
Bir makam odası
Yunusemre Belediye Başkanı'nın makam odası
Borç batağına saplanmış o belediyelerden biri Manisa’nın Yunusemre Belediyesi.
Yeni seçilen CHP’li belediye başkanı Semih Balaban’ın açıklamasına göre, 260 bin nüfuslu ilçede AKP’li başkan 1 milyar 200 milyon lira borç bırakıyor. 68 milyon lira ödenerek, 48 araç kiralanıyor.
Kimler için kimlerden kiralanmış?..
Ama, asıl inanılmaz bir konu var:
AKP’li belediye başkanının ibretlik makam odası.
Geçen akşam Halk TV'de Başkan Balaban o odayı ayrıntılarıyla gösteriyor.
Çok değerli halılar, odanın ortasında iki ayrı Osmanlı usulü, belki pirinçten, kapaklı lüks iki mangal, kenarda çini bir soba, farklı odalara açılan kapılar, şatafatlı koltuklar, makam masası, v.s.
Görgüsüzlük, doyumsuzluk, aç gözlülük, görmemişlik.
Başka AKP’li belediyelerde benzerleri var ama, Manisa Yunusemre ilçesindeki belediye başkan makam odası eşsiz bir örnek.
Bana kalırsa...
Bir dönemi anlamak ve anlatmak açısından...
O makam odası olduğu gibi korunmalı.
Oraya turistik seferler düzenlenmeli.
(T24)
(T24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder