İstiklal’deki bombalı saldırıyla ilgili kararda ‘örgüte’ vurgu yok (Candan Yıldız)
İnsanları hayattan koparan bombalı ya da silahlı saldırıların nasıl örgütlendiğini, talimatın nasıl alındığı/verildiğini ve silahların nasıl temin edildiğini delilleriyle açığa çıkarmak suçun kendisi kadar önemli
Altı insanı öldüren saldırının faili, İstiklal Caddesi bombacısı Ahlam Albashir hakkında hüküm verildi.
2022 Kasım ayındaki saldırıda çiçek saksılarının olduğu banka bomba koyarak 6 insanın ölümüne, onlarca insanın yaralanmasına yol açan Albashir’e 7 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 1794 yıl hapis cezası verildi.
Hüküm “Silahlı terör örgütü üyeliği”nden değil, “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” suçundan kuruldu.
Albashir iddianamede "Devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma” suçunun yanı sıra “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçuyla da yargılanıyordu.
Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, “Sanık Ahlam Albashir hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış ise de; söz konusu suçun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu içerisinde ERİDİĞİ” gerekçesiyle üyelikten hüküm kurmadı.
Bir suç bir başka bir suç içinde sayılıp ayrıca hüküm kurulmayabilir mi?
Evet, böyle örnekler varmış avukatlardan aldığım bilgiye göre… Örneğin bir eve girerek hırsızlık yapan bir kişiye, konut dokunulmazlığını ihlalden ayrıca ceza verilmeyebilirmiş.
Ama Albashir dahil 36 sanığın hiçbiri hakkında “Silahlı terör örgütü üyeliği” suçlamasından hüküm kurulmaması dikkati çekmiyor değil.
Gazeteciler olarak "örgüt var mı ya da örgüte üyelik var mı?" sorusunu sormak meşru…
Zira, insanları hayattan koparan bombalı ya da silahlı saldırıların nasıl örgütlendiğini, talimatın nasıl alındığı/verildiğini ve silahların nasıl temin edildiğini delilleriyle açığa çıkarmak suçun kendisi kadar önemli.
Hatırlarsınız dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, saldırının Minbiç’ten organize edildiğini belirterek “İstiklal Caddesi saldırısı PKK’nın daha önce defalarca gördüğümüz sivil katliamlarından bir tanesidir. Failini bulduk. Şimdi arkasındaki tüm yapıyı deşifre ediyoruz” demişti.
Gerekçeli kararı beklemek gerekiyor tabii ki, ancak karar tutanağından anlıyoruz ki ortada deşifre edilen bir yapı yok.
TIKLAYIN: 'İstiklal bombacı'sının Esenler'deki mahallesinden tanıklıklar; atölyede, bakkalda, kasapta, kahvede, sağlık merkezinde neler yapıyordu?
/././
Gayrettepe 1. Şube (Gökçer Tahincioğlu)
Gayrettepe yıkılıyormuş… Kentsel dönüşüme girmiş bina, kediyi kurtarmışlar… Hiçbir şey dönüşmeden üstelik, “kurtulamayan” insanların hesabı verilmeden, gözyaşları dinmeden, adalet sağlanmadan
Acının, çığlıkların uzun yıllar boyunca eksik olmadığı bir bina.
Geçen günlerde, yıkım çalışmaları sürerken bir kedinin içeriye girmesiyle gündeme gelebildi.
Neyse ki kedi, bu binaya daha önce girmiş olanlardan daha şanslıydı.
Yıkım çalışmaları kedi için durduruldu, itfaiye çağırıldı.
Kedi, 10 katlı binanın içerisinde bulunarak, itfaiye tarafından kurtarıldı.
***
Oysa eskiden burada “yıkım” çalışmaları durdurulmazdı.
Gayrettepe 1. Şube, Türkiye’de hâlâ, bugün bile bazılarının, çirkin bir gülümsemeyle anlattığı ve meşru gördüğü işkencenin tarihi merkezlerinden biriydi.
Bir başka ülkede, yıkılmayarak “müze” yapılması beklenirdi bu binanın.
İşkencede ölümlerin, gözaltında kayıpların simgesi bina, kentsel dönüşüm kapsamında yıkılmaya başlandı. Kısa süre sonra dev bir yeni nesil bina yerini alacak o karanlık tarihin.
Binanın yıkımına başlanması aslında haberlerde kısaca yer buldu.
Kimi, “İstanbul Emniyeti’nin tarihi binası” diye kurdu haberi, kimi, “Cüneyt Arkın’ın Komiser Kemal’i canlandırdığı bina” diye başlık attı.
Oysa o bina “ayakları yere değecek mi denilerek askıya alınan” Tarık Akan’dı aynı zamanda, işkence gören yüzlerce devrimci, hak savunucusu, aydın ve yazardı, kayıplardı…
***
İsmail Cüneyt, Süleyman Cihan, Aysel Zehir, Ekrem Ekşi, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl…
O binada işkence ile öldürülen, gözaltında kaybedilen isimlerden sadece bazıları.
O isimlerden Hayrettin Eren, 1980’de Gayrettepe 1. Şube’ye götürüldükten sonra kayboldu!
Onlarca tanık, Eren’i o gün Gayrettepe’de işkence altında gördüklerini anlatmasına rağmen tek bir adım atılmadı.
Oğlu Hayrettin Eren’i aramak için Gayrettepe’ye giden Elmas Eren, “Burada yok” yanıtını aldıktan hemen sonra, emniyetin otoparkında arabasını görmesine rağmen adım atılmadı.
Yıllar sonra gözaltına alınan kardeşi, gazeteci Faruk Eren’in kulağına, “Abini de biz almıştık” diye fısıldanmasına rağmen adım atılmadı.
1981’de Gayrettepe’de işkencede öldürüldüğüne dair onlarca tanık ve kanıt bulunan Süleyman Cihan’ın ölü bedeni, bir eve götürülerek camdan atıldıktan sonra bir belge düzenlendi. “Camdan atladı” yazılı belgenin altında, müdür olarak Mehmet Ağar’ın imzası vardı. Bu tanıklıklara rağmen adım atılmadı.
Bir yıl sonra cesedi battaniye ile emniyetten çıkartılan Mustafa Hayrullahoğlu’nun cenazesini ailesi yıllar sonra kimsesizler mezarlığında bulabildi. O tanıklıklara rağmen adım atılmadı.
Hayrettin Eren, 1980’de Gayrettepe 1. Şube’ye götürüldükten sonra kayboldu. O tarihten beri oğlunun akıbetini soran annesi Elmas Eren ise 2019 yılında hayatını kaybetti
Gayrettepe’de işkence gören isimlerden, hak savunucusu Ümit Efe, o dönem yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Gayrettepe Emniyet Amirliği'ne götürüldük. O zaman işkencehane olarak kullanılıyordu orası. Zaten kapıdan içeri girer girmez sizi bir hoş geldin dayağı ile karşılıyorlardı. Gözlerimiz böyle pankart ya da kirli bir bez parçasıyla bağlanıyordu. Oraya götürüldüm. Gayrettepe'ye gidene kadar aynı araçta ama birbirimizle temas etmeden götürüldük. Yani orada da işte başımızı önümüze eğmemiz vesaire gibi yaptırımlar uygulandı. Ve biz bunları kabul etmedik. Daha sonra Gayrettepe'de işkencehaneye alındık, gözlerimiz bağlı. Biz o gün sabaha karşı alındık ve aynı gün saat 10'da bir başka arkadaşımız Nurettin Yedigöl de oradan alındı ve daha sonra gözaltı sürecimizin dördüncü gününde Nurettin işkencede kaybedildi ve hala aramaya devam ediyoruz onu. 90 gün kaldım ben Gayrettepe Emniyet Amirliği'nde. Hemen hemen her gün sistematik işkence uygulamaları yapılıyordu. Filistin askı, işte falaka, kaba dayak, soğuk su, tazyikli su şey köpek işkencesi, tecavüz tehditleri, tekerlek işkencesi ve tabii ki de elektrik sıkça uygulanan işkence yöntemlerindendi. Tarık Akan da bizim dönemimizde gelmişti falan. Müjde Ar'ı da getireceklerini söylüyorlardı. Kadınlar tuvaletinde böyle ayaklarımız falakadan şişmiş işte tuvalete git- dönmeye çalışırken karşıdan paçalarını sıvamış elinde florasan lambasıyla Tarık Akan'ı gördüğümüzde film çekiyormuşuz gibi bize böyle çok şey gelmişti, komik gelmişti falan.”
***
Efe’nin ve yolu Gayrettepe’den geçen insanların yaşadıklarını, bir grup insanın Türkiye’de nadiren yapılan bir çalışmaya imza atarak oluşturdukları Tarihsel Adalet İçin Bellek Müzesi’nin sayfasında okumak mümkün.
Anlatılanların izini sürmek de bu ülkeyi ve işkencenin sistematikliğini anlamak için mühim.
Efe’nin gözaltında kaybedildiğini söylediği Nurettin Yedigöl misal…
Nurettin Yedigöl, 10 Nisan 1981’de Çağlayan’da kuzeninin düğününden çıktıktan sonra arkadaşlarının kaldığı İdealtepe’deki eve gitmek üzere düğünden tek başına ayrıldı. Gittiği evden bir gün önce de arkadaşları gözaltına alınmıştı, polis evde bekliyordu.
Kardeşi ve annesi, o günden sonra her haftasonu Gayrettepe 1. Şube’ye giderek Nurettin Yedigöl’ü sordu ve kendisine iletilmek üzere sigara, para ve iç çamaşırı bıraktı; ancak emanetleri önce teslim alan polis daha sonra burada öyle biri yok diyerek hepsini geri verdi. 12 Nisan 1981’den sonra kendisinden haber alınamadı.
Ancak O’nu da işkenceye uğrarken görenler vardı. Tanıklardan biri, “ayağa kalkamayacak durumda, kaburgaları kırık bir şekilde ve kafasına açılan delikten cereyan verilir halde” gördüğünü anlattı. Bir başka tanık ise işkence seansından dönerken, kıyafetlerinin sorgu odasında kaldığını söylediğinde kendisine Yedigöl’ün kıyafetlerinin verildiğini, “Bunlar Nurettin’in elbiseleri, benimkileri getirin” demesi üzerine, polisin “Artık onun elbiseye ihtiyacı yok” yanıtını verdiğini anlattı.
Cumartesi Anneleri, Galatasaray Meydanı'nda Nurettin Yedigöl'ün akıbetini soruyor
Ancak bunların da yargı için anlamı olmadı.
12 Eylül Anayasası netti. Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ve onların talimatlarını uygulayanlar yargılanamıyordu. Anayasa maddesi vardı.
Bu maddeyi, AKP, 2010’da topluma müjde vererek, referandumla kaldırdı.
Ardından 12 Eylül darbecileri hakkında dava açıldı. Ve işkenceciler hakkında soruşturma.
Ancak bunların tamamı, dalga geçercesine, zamanaşımıyla kapatıldı. Yargı, hiç sıkılmadan, kaldırılan anayasa maddesinin soruşturmalara aslında engel olmadığını söyledi. Üzerine mağdurları suçladı.
Oysa o yıllarda bu madde gerekçe gösterilere soruşturmalar kapatılıyordu.
Yedigöl dosyasında da Anayasa Mahkemesi, “zamanaşımı” kararını yerinde buldu, içtihat oluşturdu.
***
Bütün bu tablo, işkencenin Gayrettepe’de başladığını ancak uzun yıllar devam ettiğini, yargının en tepesine kadar da koruma kalkanının uzadığını gösteriyor.
Gayrettepe yıkılıyormuş…
Kentsel dönüşüme girmiş bina, kediyi kurtarmışlar…
Hiçbir şey dönüşmeden üstelik, “kurtulamayan” insanların hesabı verilmeden, gözyaşları dinmeden, adalet sağlanmadan.
Hem itfaiye hem de binada işkenceci kalmaması şansı olmuş kedinin.
Moloz yığınları arasında bez parçaları kalmış…
Taşların arasına sıkışmış, bugün bile duyulmayan çığlıklar…
Filistin askıları, bulunamayan mezarlar…
(T24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder