15 Mayıs 2024 Çarşamba

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI (15 Mayıs 2024)

İÇERİK: Çok korkun ama...(Barış Pehlivan)+Yeni anayasa alalaması (Öztin Akgüç) +Atatürk Türkiye’sinde tasarruf tedbirleri (Sinan Meydan)

Çok korkun ama...(Barış Pehlivan)

Dünyada 195 ülke var. Her ülkede on binlerce organizasyon var. Yani tüm dünyada on milyonlarca kuruluş var. Bu ansiklopedik bilgiyi aklımızda tutarak devam edelim...

“Diyanet İşleri başkanı Togg’a dua etti ama makam aracı olarak Audi’yi seçti.”

Kuşku yok ki dünyada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çıkarlarıyla uyuşmayan birçok yabancı ülke ve kuruluş vardır. Madem öyle bu bilgiyi yazmanız, paylaşmanız ve hatta hiçbirini yapmadan araştırmanız bile yedi yıl hapisle cezalandırılmanıza neden olabilir.

“Kırmızı bültenle aranan uyuşturucu baronu İstanbul’da yakalandı.”

Kuşku yok ki dünyada Türkiye’nin narkodevlet gibi algılanmasını isteyen ülkeler ve organizasyonlar vardır. Madem öyle bu bilgiyi yazmanız, paylaşmanız ve hatta hiçbirini yapmadan araştırmanız bile yedi yıl hapisle cezalandırılmanıza neden olabilir.

“Alman turist Türkiye’de tecavüze uğradı.”

Kuşku yok ki Türkiye’nin yabancı turistlerin gözde bir ülkesi olmasını istemeyen onlarca ülke ve yabancı seyahat acentası vardır. Madem öyle bu bilgiyi yazmanız, paylaşmanız ve hatta hiçbirini yapmadan araştırmanız bile yedi yıl hapisle cezalandırılmanıza neden olabilir.

“Köprü ve otoyollar için yapılan garanti ödeme tutarı 23.7 milyar TL’ye ulaştı.”

Kuşku yok ki Türkiye’deki altyapılarda imzası bulunan müteahhitlerin tüm dünyada rakibi olan yabancı şirketler vardır. Hatta o yabancı şirketler Türkiye’de bu kadar köprü ve otoyol yapılmasını bile istemeyebilir. Madem öyle bu bilgiyi yazmanız, paylaşmanız ve hatta hiçbirini yapmadan araştırmanız bile yedi yıl hapisle cezalandırılmanıza neden olabilir.

Daha da ileri gideyim mi?

“Türkiye Wushu Federasyonu’nda skandal: Babası başkan, annesi hakem, kendisi şampiyon.”

Türkiye Wushu Federasyonu, hakkında çıkan haberlerle ilgili şu açıklamayı yapmıştı: “Sizin maksadınızı ve amacınızı biliyoruz. Derdiniz başörtüsü! Amaç, meşru seçilmiş iktidarları gayri meşru yöntemlerle, darbelerle devirip kendi menfaat imparatorluklarınızı dünya Siyonizmiyle işbirliği yaparak kurmaktır.” Madem öyle bu bilgiyi yazmanız, paylaşmanız ve hatta hiçbirini yapmadan araştırmanız bile yedi yıl hapisle cezalandırılmanıza neden olabilir.

'MUĞLAK' TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

Yüzlerce örnek verebilir, sayfalarca yazabilir, sizi daha da korkutabilirim. Uzatmama gerek yok ama korkmanıza gerek var.

Bakın, 9. yargı paketinin taslağı ortaya çıktı. Meclis tatile girmeden de yasalaşacak. İşte o taslağa göre; Türk Ceza Kanunu’ndaki “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” bölümüne yeni bir suç tanımı girecek. Buna göre; devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda gerçekleştirilen fiiller cezalandırılmaya neden olacak.

Peki, neymiş “devletin iç veya dış siyasal yararları?” Yine taslaktan okuyorum:

“İktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararlar da devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edilecektir.”

Dahası...

Bu “yararlarımızın” aleyhine yabancı bir devletin ya da yabancı bir organizasyonun talimatını geçtim, onların bilmeden de olsa çıkarları doğrultusunda ne yaparsanız yapın, suç işliyor gibi yargılanacaksınız. Bu suçun da bedeli yedi yıla kadar hapis olacak. 

Bitmedi...

Eğer bu suçu savaş sırasında işlemiş veya devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askeri hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakacak şekilde yapmışsanız, 12 yıla kadar hapis cezası sizi bekliyor.

Yani... Yanisi şu:

Her şeyi içine sıkıştırabileceğiniz muğlak bir yarar listesi...

Her şeyin yabancı bir organizasyonun çıkarı olabileceği ihtimali...

Sizin “casus” gibi cezaevine girmenize gerekçe gösterilebilecek.

Lütfen, kimse bana “ama dava açılması için adalet bakanının izni gerekiyormuş” demesin. Telefon talimatıyla insan tutuklayan, rüşvetle hapisten baron çıkaran, tarikatların ve çetelerin koltuk yarışı yaptığı bir yargı sistemini yaratan Adalet Bakanlığı mı bu kanunu adil uygulayacak?

Ve lütfen, kimse bana “Meclis’te oturma eylemi yaptık, komisyonda çok sert konuştuk, sosyal medyada tepkimizi dile getirdik” gibi muhalefetçilikle de gelmesin.

Eğer bu yasa böyle çıkarsa, çok korkun. Lakin korkmak cesaretinizi yenmesin. Öyle ya, dünya ve Türkiye tarihi defalarca ispatlamıştır ki mesele korkmakta değil korkuya rağmen cesaret gösterebilmekte. İşte öyle çıkar karanlıklar aydınlığa...

                                                      /././

Yeni anayasa alalaması (Öztin Akgüç)

Cumhur İttifakı’ndan günümüze dek ülke, toplum yararına bir uygulama, girişim sadır olmadığından, görülmediğinden, “yeni, sivil, çağdaş, özgürlükçü” sözcükleriyle süslü anayasa önerisi ardındaki saklı niyetler, alalama irdelenmektedir. Anayasa hükümlerine uyulmadan da ülke yönetilebildiğinden yeni anayasa ısrarının perde arkası görülmeye çalışılmaktadır.

Anayasa, devletin şeklini, ilkelerini, organlarını, organlar arasındaki ilişkileri, işleyiş kurallarını, yönetilenlerin hak ve özgürlüklerini düzenleyen devletin temel yasasıdır. Bu nedenle anayasalar, diğer yasalardan farklı usullerle hazırlanır, özel koşulların oluşması halinde değiştirilir.

Anayasalar, çoğu kez görevi anayasa hazırlamak olan kurucu meclislerce hazırlanır, halkoylaması (referandum) ile kabul edilir. Anayasaların kabulünde nitelikli oya katılım ve kabul yeter sayısı aranır. Anayasalar, devlet ihale yasası gibi değiştirilemez.

1982 Anayasası günümüze dek 19 kez değiştirilmişken halkoylamasına da gidilmeden bir kez daha değiştirilmesi ya da yenilenme uğraşı, ısrarı, kuşku yaratmaktadır. Bir kişinin geleceği ile ilgili ya da bir parti başkanının isteği ile fiili durumu yasalaştıralım diye yeni anayasa değişikliği de yapılmaz.

2017 Anayasa değişikliği halkoyuna sunulmakla beraber, sonuçta YSK kararı ile şaibeli şekilde yapılmıştır. Yeni anayasa önerisi altında aslında birkaç ana maddenin değiştirilmesi amaçlanabilir. Diğer maddeler, dolgu maddesi olarak ya aynen kalır ya da önemsiz değişiklikler yapılır. Anayasa değişikliği dense az sayıda maddenin değiştirilmesi önerisi, asıl amaç aşikâr, belli, görünür hale gelir. Bu nedenle yeni, sivil, özgürlükçü tanımlarıyla, asıl amaç/amaçlar alalanmaktadır.

Yeni anayasa önerisi ile nelerin amaçlandığını, alıntılarla açıklayayım.

Oktay Ekşi’nin 27 Nisan 2024 tarihli gazetemizdeki “AKP neyi değiştirmek ister?” başlıklı yazısında değişiklik amaçlarını, “Erdoğan’a ömür boyu cumhurbaşkanlığı, laiklik ilkesini tarihe gömme, Anayasa Mahkemesi’ne öldürücü darbe, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yetkilerini artırma, Milli Eğitim Bakanlığı’nı din eğitim bakanlığına dönüştürme, cumhurbaşkanı ve milletvekilleri yeminindeki “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalacağım” ibaresini kaldırma başlıkları altında topluyor. Milli Eğitim Bakanlığı, halen “maarif müfredatı” ile anayasa değişikliğine gerek kalmadan da din eğitim bakanlığına dönüştürülüyor.

Prof. Dr. Süheyl Batum, İklim Öngel’le yaptığı söyleşide (Cumhuriyet, 29 Nisan 2024), amacı, “Sadece siyasal iktidarın işine yarayacak, önlerindeki tüm engelleri bertaraf ederek demokratik olmayan anayasa yapmak, egemenliği tek kişiye bağlamak, laikliği silmek” olarak vurguluyor.

Yeni anayasa söylemi, kapalı toplantıların da asıl konu/konularının alalaması oluyor. Devlet Bahçeli’nin Ferdi Tayfur fon müziği eşliğinde yürüyüşünün servis edilmesi sonrası, Erdoğan’ın Bahçeli’yi konutunda ivedi ziyareti, medyaya “Anayasa konuştular” şeklinde yansıtılıyor; “İlk dört maddenin değişmeyeceği konusunda anlaştılar” açıklaması yapılıyor. Değişiklik önerisi MHP’den geldiğine göre TBMM Başkanı Kurtulmuş, partiler arası yeni anayasa ikna turlarına başlarken Erdoğan’ın Bahçeli’nin görüşünü almak üzere ziyareti, aslında pek de inandırıcı gelmiyor. Görüşme sonrası nötr, özür dilerim suya sabuna dokunmayan açıklama, ziyaret günü Sinan Ateş suikastı iddianamesinin açıklanması, ardından Bahçeli’nin farklı yönde suçlamaları, asıl ziyaret konusunun yeni anayasa olmadığının ipuçlarını veriyor.

Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Yasama, yürütme, yargı organlarını, idari mercileri, kamu kurumlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Hiyerarşik, alt-üst düzenleme kurallarına göre bağlayıcı değil, mutlak bağlayıcıdır. AYM ile Yargıtay arasında ast-üst, hiyerarşik, kademe arayışı, AYM kararlarını savsaklamaya, fiilen uygulamamaya yönelik alalamadır.

Gerçekten yeni anayasa mı amaçlanıyor? Gerçek niyet ne? Gündem mi saptırılıyor? Bazı olayların üstü örtülmeye mi çalışılıyor? Alalama kaldırılmalı, irdelenmelidir.

                                                 /././

Atatürk Türkiye’sinde tasarruf tedbirleri (Sinan Meydan)

Onlar, tasarrufu sadece başkalarından beklemediler, kendileri de tasarruf seferberliğine katıldılar; öyle ki, tasarruf tedbirleri kapsamında, 1931’de milletvekilleri maaşlarında yüzde 30 indirim yaptılar.

Yıllarca, “İtibardan tasarruf olmaz!” diyerek ülkenin kaynaklarını har vurup harman savuran AKP iktidarı, ekonomik çöküş karşısında “kamuda tasarruf tedbirlerini” açıkladı. Ancak açıklanan tedbirlerinin çok yetersiz olduğu görüldü. Öyle ki bu tasarruf tedbirleri arasında, ışıkları hiç sönmeyen 1000 odalı Saray’da dikkate değer bir kısıtlama yok…

Peki, bu Cumhuriyeti kuranlar, kriz anında hangi tasarruf tedbirlerini almışlardı?

TASARRUF SEFERBERLİĞİ

Cumhuriyeti kuranlar; Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Osmanlı’nın ekonomik iflasından önemli dersler çıkarmışlardı; örneğin onlar yüksek faizle dış borç alarak devletin bağımsızlığını korumanın mümkün olmadığını çok iyi biliyorlardı. 1923’te Türkiye, Lozan’da dış borçlardan kurtulma sürecine girdi. İzmir İktisat Kongresi’yle de ekonomik kalkınmanın yol haritası belirlendi. Ancak 1929’da önce New York Borsası, sonra Avrupa borsaları dibe vurdu. Fiyatlar düştü. Uluslararası ticaret durma noktasına geldi; Dünya Ekonomik Buhranı patlak verdi. Büyük Buhran, ekonomik olarak henüz emekleme aşamasındaki genç Türkiye Cumhuriyeti’ni de çok olumsuz etkiledi. İthalata bağlı ve tarıma dayalı Türk ekonomisinin bu koşullarda ayakta durması çok zordu. Osmanlı borçlarının ödenmesine de o yıl başlanacaktı. Yeni ekonomik çözümlere ihtiyaç vardı. İşte o koşullarda Cumhuriyet hükümeti, bir taraftan planlı programlı devletçi sanayileşmeye yönelirken diğer taraftan gelirleri artırmaya ve giderleri olabildiğince azaltmaya çalıştı. Bunun için “bir tasarruf seferberliği” ilan edildi. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları ve milletvekilleri de bu seferberliğe katıldılar; tasarruf tedbirlerini en tepeden uygulamaya başladılar.

MİLLETVEKİLİ MAAŞLARINDA İNDİRİM

Türkiye, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’na karşı gerçek bir ekonomik kurtuluş savaşına girdi. Halk yeni vergilerle fedakârlık yapmaya çağrılırken milletvekilleri de maaşlarında üçte bire yakın indirim yapılmasını kabul ettiler.

5 Mart 1931’de Afyonkarahisar Milletvekili Ali (Çetinkaya), Erzincan Milletvekili Saffet (Arıkan) ve Tekirdağ Milletvekili Cemil (Uybadın) beyler TBMM’ye, milletvekili maaşlarını 500 liradan 350 liraya indiren bir kanun teklifi sundular. (TBMM Zabıt Ceridesi, D.3, C.26, 5 Mart 1931, s.1.15)

TBMM, bu teklifi, 5 Mart 1931’de 1757 saylı kanun olarak kabul etti. Bu kanun, 11 Mart 1931’de Resmi Gazete’de yayımlanarak 1 Haziran 1931’de yürürlüğe girdi. (Resmi Gazete, 11 Mart 1931, S.1745, s.1.)

Böylece, TBMM, tasarruf tedbirleri kapsamında, milletvekili maaşlarını yüzde 30 azaltarak 500 liradan 350 liraya indirdi. (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C.2, İstanbul, 1973, s.465.) Yolluklar da 25 liradan 10 liraya indirildi. Cumhurbaşkanı Atatürk, bu kararlar nedeniyle milletvekillerini kutladı.

Milletvekili maaşlarının 500 liradan 350 liraya indirilmesi konusunda Bütçe Encümeni Mazbatası (4 Mart 1931)

ATATÜRK’ÜN 2307 SAYILI ÖZEL KANUNU

1931’de milletvekillerinin maaşlarında indirim yaptıkları ortamda Cumhurbaşkanı Atatürk de üzerindeki bütün mal varlığını millet adına CHP’ye bırakmak istedi. (Atatürk, kurduğu İş Bankası’nı, örnek çiftlikleri, bankadaki hisse senetlerini ve çiftlik gelirlerini hep milletin malı olarak görüyordu. Çünkü Hindistan Müslümanlarından gelen paradan kalan bakiyeyi de buralarda değerlendirmişti. Bu nedenle İş Bankası 2 numaralı hesaptaki paradan ve tahvillerden şahsi harcama yapmamış, çiftlik gelirlerini de şahsi gelirlerine katmamıştı. Hatta çiftlik ürünlerini parasını verip satın almıştı.) Atatürk, kâğıt üzerinde kendi üstünde görünen tüm bu mal varlığını, kişisel mirasçılarına bir şey bırakmadan, yasal olarak son kuruşuna kadar millete bırakmanın yollarını arıyordu. Fakat Hasan Rıza Soyak, “Bunun Medeni Kanun’a göre imkânsız olduğunu, mirasçılarının ‘mahfuz hisseleri’ bulunduğunu” belirterek itiraz etti. Atatürk, “Her ne ise... Bir çaresini bulmalı ve mutlaka istediğim gibi bir vasiyetname yapmalıyız, sen bu işle meşgul ol...” dedi. (Soyak, s.754)

Dönemin büyük hukukçularından Saruhan Milletvekili Mustafa Fevzi Efendi, “Paşa hazretleri için hususi bir kanun çıkarmaktan başka çare bulamadım” diye yol gösterince Atatürk, gerekli adımları attırdı. (Soyak, s.754) Sonunda Atatürk için, 12 Haziran 1933’te 2307 sayılı “özel kanun” çıkarıldı. (Resmi Gazete,19 Haziran 1933, s.2741) 1933 yılındaki bu özel kanundan sonra Atatürk, -kâğıt üzerinde/banka hesabında görünmesine karşılık- aslında artık mal mülk sahibi değildi. Bu kanunla mahfuz hisseleri dahil tüm mal varlığını millete bırakıyordu. Nitekim 1937 ve 1938’de tüm mal varlığını (örnek çiftlikleri Hazine’ye, kendisine armağan edilmiş olan bazı taşınmazları belediyelere, İş Bankası’ndaki paraları, tahvilleri ise CHP’nin denetiminde TDK ve TTK’ye) devlete, millete bıraktı. Atatürk ölürken İş Bankası’ndaki emekli hesabında ve 4 numaralı şahsi hesabında sadece 73.019 lira 98 kuruşu vardı. Tüm şahsi mal varlığı buydu. (Soyak, s.686)

Bu özel kanunun çıkarıldığı 1933 yılında Atatürk’ün henüz hiçbir hastalık belirtisi yoktu. Ruhen ve fiziken sapasağlamdı.

Atatürk, kimilerinin iddia ettiği gibi, Hindistan Müslümanlarının gönderdiği paradan artanı ve kendisine armağan edilen taşınmazları hiçbir zaman şahsi malı olarak görmedi. O parayı millet yararına en iyi şekilde değerlendirip çoğalttı. İş Bankası ve örnek çiftlikleri kurdu. Sonra da “özel kanun” çıkarıp üzerindeki her şeyi, son kuruşuna kadar millete bıraktı.

Atatürk, mal, mülk sahibi olmak için değil, üzerindeki tüm malı, mülkü millete bırakmak için özel kanun çıkardı. Bunun dünyada başka bir örneği var mıdır, ben bilmiyorum!

MİLLİ İKTİSAT VE TASARRUF CEMİYETİ

1929 Dünya Ekonomik Buhranı’na karşı Türkiye’de tasarruf tedbirleri kapsamında Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kuruldu. “En yüksek ölçüde tutumluluk ulusal amacımız olmalıdır” diyen Cumhurbaşkanı Atatürk, 18 Aralık 1929’da Ankara’da kendi himayesinde, TBMM Başkanı Kazım (Özalp)’ın başkanlığında ve İktisat Bakanı Rahmi (Köken) Bey’in genel müdürlüğünde “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti”ni kurdurdu.

Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin kuruluş amaçları arasında halkı hesaplı ve tutumlu yaşamaya alıştırmak, yerli malların miktarını, kalitesini ve sürümünü artırmak, fiyatlarını ucuzlatmak, milli sanayi kurumlarını ve ürünlerini tanıtmak, kataloglar çıkarmak, yerli malı sergileri açmak, yerli malı ve tasarruf haftaları düzenlemek, yabancı ülkelerdeki sergilere yerli mallarıyla katılmak, milli sanayi ve ziraat kongreleri toplamak, geniş ölçüde milli iktisat ve tasarruf yayını yapmak gibi amaçlar vardı.

TBMM Başkanı Kazım (Özalp)’ın 20 Aralık 1919’da yaptığı açıklamaya göre cemiyetin üyeleri yerli malı kullanacaktı. Yabancı kumaştan yapılan elbiseler eskiyinceye kadar giyilecekti. Davetlerde çay ve kahve yerine ıhlamur ikram edilecekti.

Cumhurbaşkanı Atatürk, devletin önde gelen tüm siyasetçilerini ve aydınlarını, bu cemiyete üye olup tasarruf etmeye ve yerli malı kullanımı konusunda halka örnek olmaya çağırdı.

1929 yılı aralık ayında gazetelerde Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, yerli malı kullanılması konusundaki öncülüğüne ve rehberliğine vurgu yapıldı. Örneğin, 11 Aralık 1929 günlü Milliyet gazetesi, “Büyük Gazimiz, paramızın kıymetini yükseltecek olan iktisadi mücadele de millete rehberlik ediyor” manşetiyle çıktı. Gazete ayrıca “Gazi Hazretleri yerli malı giymekle bize rehberlik ediyor” başlığı altında Cumhurbaşkanı Atatürk’ün Hereke Fabrikası kumaşlarını inceleyerek giysi ve paltolarının bu kumaştan yapılmasını arzu ettiklerini belirtiyordu. Gazete vekillerin de yerli malı giydiklerini yazıyordu. (Milliyet, 11 Aralık 1929)

17 Aralık 1929 günlü Cumhuriyet gazetesi “Tasarruf… Hepimizin Milli Vazifesi Haline Gelmiştir” manşetiyle çıktı. Gazete tasarruf tedbirlerini şöyle sıralıyordu: “İki elbiseniz varsa üçüncüsünü yaptırmayın. Tramvay dururken otomobile binmeyin. Pudraya, lavantaya, dudak boyasına para vermeyin. Sinemaya, tiyatroya haftada bir defa gitseniz olur. Çay yerine ıhlamur için, paramız dışarıya gitmez…” (Cumhuriyet, 17 Aralık 1929)

Ülkede milli iktisat ve tasarruf seferberliği başlatıldı. Tasarruf, devletin en tepesinden başladı. Öyle ki Cumhurbaşkanı Atatürk, Çankaya Köşkü’nde çay ve kahve ikramını bile kaldırdı.

Atatürk’ün himayesindeki İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, her yıl “Vatandaş Yerli Malı Kullan”, “Vatandaş Para Biriktir” sloganlarıyla bütün okullarda “tasarruf haftaları” ve “yerli malı haftaları” düzenledi. Ankara’da şimdiki opera binasında “Yerli Malı Sergisi” açtı. Atatürk her yıl bu sergiyi gezerek orada ulusal ekonominin öneminden söz etti. 1932 yılı sonuna kadar il ve ilçelerde 250 şube açan İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, 1932 sonuna kadar üç yerli malı ve tasarruf haftası, sekiz yerli malı sergisi, bir sanayi kongresi, bir ziraat kongresi ve bir de ziraat teknik sergisi düzenledi. Cemiyet ayrıca Türkiye’yi temsilen Budapeşte ve Leipzig uluslararası sergilerine katıldı. Cemiyet, amaçları doğrultusunda çok sayıda katalog, dergi ve kitap yayımladı. 1929-1932 arasında toplam 938 bin nüsha yayın yaptı.

Cemiyetin en önemli ve en etkili yayın organı, 1930’dan itibaren aylık olarak çıkarmaya başladığı “İktisat ve Tasarruf Dergisi”ydi. Derginin yayın müdürü Vedat Nedim Tör’dü. Dergi, 1 Aralık 1931 tarihli ilk sayısında “İlk Hedef Akdeniz’di... İkinci Hedef İktisat” başlığıyla çıktı. İktisat ve Tasarruf Dergisi, 1932 yılında 10 bin aboneye ulaştı. Dergide yerli malına önem verilmesi, yerli üretimin artırılması, para biriktirerek tasarruf edilmesi, israftan kaçınılması gibi konularda yol gösterici yazılara yer verildi. Örneğin derginin birinci kanun 1932 tarihli sayısında Falih Rıfkı (Atay) “Üzüm, İncir, Fındık” başlıklı bir yazıda bu ürünlerin tüketilmesini öneriyordu. Dergi, özellikle israfla mücadele edilmesini istiyordu. Örneğin derginin Haziran 1933 tarihli sayısında “İsraflı düğünlere karşı bir savaş açtık” başlıklı yazıda Denizli düğünlerinden örnek verilerek düğünlerde aşırı israftan kaçınılması isteniyordu. Dergide yer alan reklamlarda da yerli malı kullanımına vurgu yapılıyordu.

İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Dil Devrimi sonrasında, 1936’da adını “Ulusal Ekonomi ve Arttırma Kurumu” olarak değiştirdi. Kurum, 18 Ocak 1955’te Türk İktisat Cemiyeti ile birleşti.

İŞ BANKASI KUMBARASI

Erken Cumhuriyet Döneminde İş Bankası, israfa karşı tasarruf bilincinin sembolü olarak kumbarayı kullandı. Zafer Toprak’ın ifadesiyle “Türkiye’de sembolik de olsa tasarruf kumbarayla başladı.” İş Kumbarası fikri, İş Bankası Genel Müdürü Celal Bayar’a aitti. İlk İş Bankası Kumbarası 1928 yılında piyasaya çıktı. 1933’te kumbara sayısı 50.000’i geçti.

İş Bankası, İş Kumbarası ile çocuklara tasarruf alışkanlığı kazandırmakla yetinmedi, büyüklerin de tasarruf etmelerini sağlamak için “faiz” ve” ikramiye” gibi teşvik unsurları geliştirdi. Celal Bayar’ın önerisiyle 1930’dan itibaren İş Bankası, “tasarrufu teşvik ikramiyesi” uygulaması başlattı. Banka, en az 5 lirası olan kumbaralı hesap sahiplerine toplam 2 bin lira “mükafat” dağıttı. (Bkz. Zafer Toprak, “Erken Cumhuriyet’te Tasarruf Anlayışı ve Yerli Malı Kullanımı”, Toplumsal Tarih, S.309, Eylül 2019, s. 16-22.

                                                      ***

Cumhuriyeti kuranlar; Atatürk ve arkadaşları, savaş yorgunu, sanayileşmemiş, borçlu, yokluk ve yoksulluk içinde bir ülkeyi, çok değil, 15- 20 yılda -üstelik 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’na rağmen- kendi ayakları üzerinde durabilecek hale getirdiler. Bunu, bir taraftan yerli üretimi artırarak diğer taraftan tasarruf bilincini geliştirerek sağladılar. Çocukluğumuzda kutladığımız “yerli malı haftaları” o bilincin eseriydi. Onlar, 1929 Ekonomik Buhranı karşısında bir tasarruf seferberliği başlattılar, kendileri de o seferberliğine katıldılar; öyle ki tasarruf tedbirleri kapsamında 1931’de milletvekilleri maaşlarında yüzde 30 indirim yaptılar.

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder