22 Mayıs 2024 Çarşamba

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI (22 Mayıs 2024)

 

Kayıp altın dosyasında garip işler (Barış Pehlivan)

“İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Diyarbakır’a geldiğini, bu konuda valilikte bir masa kurduğunu ve devletin yıpranmaması adına birilerinin isimlerinin karıştırılmaması için çaba gösterildiğini düşünüyoruz.”

Yaklaşık 8 kilo altını kaybolan Bilan Söylemez’in avukatı anlatıyor bunu. Ne demek istediğini anlatacağım ama önce özet...

Tarih: 22 Haziran 2020.

Diyarbakır’da altın üreten Zerya Kuyumculuk’un sahipleri birden kayboldu. Yanlarına altınları, dövizleri ve bilgisayarı da alıp kaçtılar. Dükkânın boşaltıldığını gören 51 kişi dolandırıldıklarını düşünüp şikâyetçi oldu. “Dolandırıcı değiliz, iflas ettik” diyen şüpheliler yakalandı ama şüpheli bir kapı artık aralanmıştı...  

Zülfikar Ortaç, kardeşi Zülküf Ortaç ve Serdar Adıgüzel üç ortaktı. İnsanlardan aldıkları yüklü miktarda parayı ve altını işletiyorlardı. Kimine göre 350 kimine göre ise 800 milyon liralık vurgun söz konusuydu.

Meseleyi asıl çarpıcı kılan ise Zerya Kuyumculuk’a varlıklarını teslim edenler arasındaki nüfuzlu kişilerdi. Zira polislerden valilere, savcılardan hâkimlere kadar geniş bir ağ “müşteriler” arasındaydı. Devlet görevlilerinin FETÖ borsasından kazandığı paraları ve ihalelerden aldığı komisyonları bu saadet zincirine emanet ettiklerine dair iddialar yargılama sürecinde tartışıldı, durdu.

Lakin varlıkları kaybolduğu halde hiçbir bürokrat şikâyetçi olmadı. Acaba onlar da savcılıkta soluğu alsalardı, “Peki, sen bu mal varlığını nasıl edindin” diye sorulması ihtimalinden mi çekindi?

Keza...

Şikâyetlerle başlayan operasyon sürecinde, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Diyarbakır’a gidip Zerya Kuyumculuk’a varlığını emanet edenlerden biri olan valinin makamında soruşturmaya yön verdiği de duruşmalarda konuşuldu.

Tüm şüpheleri giderecek yanıtlar ise bir bilgisayardaydı. Zira, resmi olmayanlar da dahil bütün emanetlerin listesi kuyumcunun bilgisayarında kayıtlıydı. Gelin görün ki 2020’de kaçırılanlar arasında tüm sırları çözecek o bilgisayar da vardı. O bilgisayar ki aradan dört yıl geçti ama halen bulunamadı.

ŞÜPHELİ DAVADA ŞÜPHELİ RAPOR

 İşte dördüncü yılına giren bu dava için bir bilirkişi raporu düzenlendi. 140 sayfalık o raporu okuyorum ama açıkçası tatmin olmuyorum. Zira, muallakta kalan çok nokta görüyorum. Özetle şu tespitler dikkatimi çekiyor:

- Müştekilerin beyanlarına göre sanıklara verilen altın ve döviz miktarının suç tarihindeki değeri 37 milyon 126 bin 100 lira 54 kuruş.

- Söz konusu altın ve para trafiği banka üzerinden yapılmadığı için, müştekilerin zararı tam olarak tespit edilemedi. Zira dosya kapsamında altın ve para alışverişine ilişkin “bilgi fişi”, “kartvizit”, “kâğıt” şeklinde belgelerin doğruluğu anlaşılamadı.

- Sanıklar müştekileri aldattıysa nitelikli dolandırıcılık, hile yapmadılarsa güveni kötüye kullanma söz konusu. (Halbuki mağdurlar bir “suç örgütünden” bahsediyor.)

- Sanıkların banka hesaplarındaki paraların tamamının çekilmesi, işyerindeki altın ve paranın alınarak, bilgisayar da dahil olmak üzere valize konulup işyerinden ayrılma eylemi kastın belirlenmesinde dikkate alınabilir.

Netice itibarıyla...

Şüphelerin giderilmediği Zerya Kuyumculuk davasında sona yaklaşılıyor. Yakın zamanda savcının esas hakkında mütalaasını vermesi bekleniyor. İki kişinin tutuklu, tahliye edilen bir ortağın ise kayıp olduğu davanın yeni duruşması 10 Haziran’da görülecek. 

                                                  /././

Kredi IMF ikizi Dünya Bankası’ndan (Öztin Akgüç)

II’nci Dünya Savaşı sonrası dünya ekonomik düzenini belirlemek, yönlendirmek amacıyla savaşın sonlanmasına yakın 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kasabasında toplanan konferansta 44 ülke uzmanının uzlaştığı plan Bretton Woods Sistemi olarak anılmaktadır. Sistemin uygulanması için ABD güdümünde iki finansman kurumun da oluşturulması kararlaştırılmıştır. 1946 yılında Bretton Woods ikizleri olarak nitelendirilen Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası olarak anılan Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) faaliyete geçmiştir. 

Bretton Woods ikizlerinin ana işlevi, hedeflenen ekonomik düzene finansal destek sağlamaktır. IMF, dış ödemeler sorunu olan, süreğen, kronik cari işlemler açığı veren ülkelere görece kısa-orta vadeli krediler vermeyi, uluslararası likiditenin son kaynağı olma işlevini; Dünya Bankası da sosyal, ekonomik altyapı yatırımlarına ağırlıklı olarak proje bazında uzun vadeli kredi vermeyi üstlenmiştir. IMF ve Dünya Bankası kredileri de koşullu, kullanımı sınırlı kontrollü kredilerdir. Dünya Bankası kredileri, uzun vadeli görece düşük faizli uygun koşullu görünümlü olmasına karşın, kullanım koşulları dikkate alındığında kullanıcı ülkelere yükümlülükler getiren kredilerdir. 

“IMF’ye borç ödedik, borç veriyoruz, IMF defteri bir daha açılmayacak” söyleminden sonra tekrar IMF kapısına gitmek itibar kaybı olacağından ikizi Dünya Bankası’na IMF referansı, oluru ile gidilmektedir. 

Dünya Bankası kredisi kullanılabilir, efektif hale geldiğinde koşulları, şeffaf şekilde kamuoyuna açıklanmalı, kamuoyu bilgilendirilmelidir. Dünya Bankası kredileri düşük faizli görünmesine karşın, kredinin bir bölümü, danışmanlık, teknik yardım, proje hazırlama ve benzeri adlarda başlangıçta geri alınmakta; fiili kullanılan kredi, sözleşme tutarından daha az olduğundan faiz dolaylı olarak yükselmektedir. 

Günümüzün trajik bir insanlık sorunu da sığınmacı, düzensiz göç olgusudur. Hemen her an Meksika-ABD sınırında, Akdeniz ve Ege denizlerinde insanlık dramları yaşanmakta; duvar örmekten elektrik verilmiş dikenli tel döşemelere insancıl (!) çözüm aranmaktadır. Bu bağlamda bir öneri, uygulama da Batı’ya sığınmacı göçü tıkacı oluşturarak, tampon bölgelerde sığınmacılara işkoşulları, iyi yaşam koşulları sağlanarak “yerel halka” dönüştürmektir. Dünya Bankası kredilerindeki koşullar dikkate alınmalı, “Dış kaynak sağlıyoruz” övünmesiyle sığınmacılara iş yaratmanın, yerleşik hale getirmenin külfeti de ülkeye yükletilmemelidir. 

Sığınmacı konusunda Türkiye-AB ilişkileri şeffaf hale getirilmelidir. Sığınmacıların çok büyük bölümünün nihai amacı Türkiye’ye yerleşmek, ülkelerine geri dönmek değil, Batı’ya göçtür. Ellerindeki sınırlı parayı insan kaçakçısı yaratıklara kaptırarak, güvensiz botlarla ölümü göze alarak umutlarına açılmaları bunun kanıtıdır. 

Ülkede bir ara sığınmacıların Yunanistan sınırına yığılması üzerine, AB Konsey Başkanı Charles Michel ile komisyon başkanı Ursula von der Leyen apar topar Türkiye’ye Erdoğan’ı ziyarete geldiler. Komisyon, birliğin yürütme organı olduğundan başkanı başbakan statüsündedir. Ziyarette yaşanan protokol hatasına aldırmadılar; ziyaret sonrası Yunanistan sınırındaki sığınmacı yoğunluğu dağıldı. 

AB sığınmacı konusunda Lübnan’la da Ursula von der Leyen tarafından temsil edilerek anlaştı. Açıklamaya göre, teknik, eğitim yardım dışında AB, Lübnan’a 1 milyar Avro tutarında bir mali katkıyı yaşama geçirecek. Lübnan’a katkısı biliyor, Türkiye ile anlaşmalarını, taahhütleri bilmiyoruz. 

Türkiye, dış kaynak sağlanıyor övünmesiyle, yeni taahhütlere girmemeli, ülkenin başına yeni gaileler açılmamalıdır.

                                                     /././

İŞTE İHANETİN BELGELERİ 'Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının idam kararları' (Sinan Meydan)

Padişah-Halife Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ve arkadaşları hakkında 4 ayrı idam kararını onayladı. Mustafa Kemal Paşa, Fevzi (Çakmak) Paşa, İsmet (İnönü), Refet (Bele) ve arkadaşları, boyunlarında idam fermanıyla Kurtuluş Savaşı’nı kazandılar. Bu vatan, sarayın/sultanın açık ihanetine rağmen kurtarıldı.

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı yine ulusça büyük bir coşkuyla kutladık. Her 19 Mayıs’ta olduğu gibi bu 19 Mayıs’ta da birileri yine Mustafa Kemal Paşa’yı, Padişah-Halife Vahdettin’in, -Milli Mücadele’yi örgütlemesi için Samsun’a gönderdiği yalanını söyledi.

Birincisi: Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a Padişah-Halife Vahdettin değil, İstanbul Saray Hükümeti (Damat Ferit Paşa Hükümeti) gönderdi. Padişah-Halife Vahdettin, bu kararı onayladı. Vahdettin, 1923’te Mekke’de yayımladığı beyannamesinde,  “Mustafa Kemal’i Samsun’a ben gönderdim” demiyor;  “Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderen kabineye uydum!” (1) diyerek bugünün Vahdettincilerini yalanlıyor.

İkincisi: Damat Ferit Paşa Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’yı, Samsun’a, düşmana karşı direnişi örgütlemesi için değil, tam tersine başlamakta olan milli direnişi sonlandırması için gönderdi. Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak görevi, dağıtılmamış orduları dağıtmak, silahları toplamak, şûralara son vermek ve Türk direnişini susturmaktı. (6 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’ya verilen yönergeye bakınız.)

MİLLİ MÜCADELE’YE KARŞI İÇ SAVAŞ

Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçip de kendisine verilen görevin tam tersine milli direnişi örgütlemeye başlayınca, önce İngilizlerin isteğiyle İstanbul Saray Hükümeti 8 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a geri çağırdı; sonra 9 Temmuz 1919’da Padişah-Halife Vahdettin Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişliği görevinden aldı. Aynı gün askerlikten istifa eden Mustafa Kemal Paşa’nın bir süre sonra tutuklanmasına karar verildi.

5 Nisan 1920’de kurulan 4. Damat Ferit Hükümeti Milli Mücadele’ye karşı bir “iç savaş” başlattı. (2)

11 Nisan 1920’de İstanbul Saray Hükümeti’nin Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah, Sadrazam Damat Ferit’in isteği ve Padişah-Halife Vahdettin’in onayıyla “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” diyen bir fetva yayınladı.

11 Nisan 1920’de İstanbul Saray Hükümeti’nin sadrazamı Damat Ferit, milli hareketi, “fitne ve fesat”, millicileri ise “isyancılar” diye adlandıran bir “hükümet bildirisi” yayımlandı. Bildiride “pişman olanların affedileceği” milli harekete katılmaya devam edenlerin ise cezalandırılacağı belirtiliyordu.

Sadrazam Damat Ferit, 8 Nisan 1920’de Ahmet Anzavur’a “paşalık” rütbesi verip Balıkesir Mutasarrıflığı’na atadı. Anzavur, 16 Nisan’da Kuvayı Milliye kuvvetleriyle savaştı, ancak yenilerek geri çekildi. Böylece resmi iç savaşın ilk muharebesinde saray yenilgiye uğradı, ancak vazgeçmedi. (3) 10 Mayıs 1920’de Adapazarı’nı işgal eden Anzavur kuvvetleri, 22 Mayıs’ta Kuvayı Milliye’ye yenilip dağıldılar. 23 Mayıs 1920’de Adapazar’ı geri alındı.

İstanbul Saray Hükümeti, 18 Nisan 1920’de Kuvayı Milliye’ye karşı Kuvayı İnzibatiye’yi kurdu. Kuvayı İnzibatiye’nin iki önemli özelliği vardı: Birincisi, doğrudan doğruya Padişah Vahdettin’e bağlıydı. Bu nedenle “Halifelik Ordusu” adıyla anılıyordu. İkincisi, bu bir paralı orduydu. Kuvayı İnzibatiye için tam 1 milyon 250 bin 836 liralık olağanüstü bir ödenek ayrılmıştı. (4) 14 Haziran 1920’de Kuvayı İnzibatiye İzmit’te Kuvayı Milliye’ye saldırdı, yenildi; silahlarını İzmit’teki İngilizlere teslim edip İstanbul’a geri döndü.

İstanbul Saray Hükümeti, 28 Nisan 1920’de, Milli Mücadele’yi bastırmak için “Anadolu Fevkalade Müfettişi Umumiliği”ni kurdu.

İstanbul Saray Hükümeti ve Padişah-Halife Vahdettin, Milli Mücadele’ye karşı sadece fetvalar, bildiriler, Anzavur ve Kuvayı İnzibatiye tertipleri, müfettişlikler ile yetinmediler; bunlara ek olarak gıyabi idam kararları çıkardılar.

DİVANI HARBİ ÖRFİ VE NEMRUT MUSTAFA PAŞA

16 Aralık 1918’de İstanbul’da olağanüstü askeri mahkeme “Divanı harbi Örfi” kuruldu. Mahkemenin kuruluş amacı “tehcir suçlarına” bakmaktı.

Divanı Harbi Örfi, 8 Nisan 1919’da işgal kuvvetlerine yaranmak için düzmece deliller, yalancı tanıklarla Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in “tehcir suçlusu” diye idamına karar verdi. Kemal Bey, 10 Nisan 1919’da idam edildi. (5)

Sadrazam Damat Ferit, 16 Nisan 1920’de bu mahkemenin başkanlığına Nemrut Mustafa Paşa’yı getirdi. Damat Ferit’in, daha önce, 25 Eylül 1919’da Bursa Valiliği’ne tayin ettiği Nemrut Mustafa Paşa, Bursa’ya giderken yanında Anzavur’u da götürüp orada Milli Mücadele karşıtı bazı tertipler düzenlemişti. Nemrut Mustafa Paşa, Bursa Valiliği’nin onuncu gününde Bursa’dan kovulmuştu. Çünkü Bursa’da yaptığı bir konuşmada I. Dünya Savaşı’nda şehit düşen Türk subaylarının ve erlerinin “köpek ölüsünden” farkları olmadığını söylemişti. Nemrut Mustafa Paşa, buna benzer açıklamaları ve bazı suiistimalleri nedeniyle 20 Ocak 1920’de yargılanmaya başlanmış, ancak beraat etmişti. (6)

Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki Divanı Harbi Örfi, önce eski Zor Mutasarrıfı Zeki Bey’i “tehcir suçlusu” diye 28 Nisan 1920’de “gıyaben” idama mahkûm etti. Sonra eski Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i, yalancı Ermeni şahitlerin iftiralarıyla 15 yıl kürek cezasına çarptırdı. Ancak Nemrut Mustafa Paşa bu kararı beğenmeyerek bazı mahkeme üyelerini değiştirdi, yeni yalancı şahitler buldu. Sonunda “tehcir suçlusu” ilan edilen Nusret Bey, 5 Ağustos 1920’de idam edildi. (7)

Divanı Harbi Örfi’deki suiistimalleri ayyuka çıkan Nemrut Mustafa Paşa ikinci kez yargılandı. 21 Aralık 1920’de sona eren yargılamada Nemrut Mustafa Paşa ve bazı arkadaşları suçlu bulundu. Nemrut Mustafa Paşa’ya 7 ay, arkadaşlarına da 3 ile 5 ay arasında hapis cezaları verildi. Divanı Temyizin de onayladığı kararı Padişah-Halife Vahdettin onaylamadı. Padişah Halife Vahdettin, 6 Şubat 1921’de söz konusu kişilerin tutukluluk sürelerini dikkate alarak cezalarını affetti. Oysaki Nemrut Mustafa Paşa ve arkadaşları sadece 85 gün tutuklu kalmıştı. (8)

Mahkeme kararlarını hiçe sayıp Nemrut Mustafa Paşa ve arkadaşlarının  cezalarını affeden Padişah-Halife Vahdettin, aynı Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanlığındaki Divanı Harbi Örfi’nin Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları hakkındaki idam kararlarını ise affetmemiş, onaylamıştı.

MUSTAFA KEMAL PAŞA VE BAZI ARKADAŞLARININ İDAM KARARI

Daha önce sadece “tehcir” davalarına bakan Divanı Harbi Örfi, 23 Nisan 1920 tarihli bir kararnameyle Osmanlı’nın iç ve dış güvenliğini ihlal eden bütün suçlara bakacaktı. Mahkemenin kararları kesin olup temyiz edilemeyecekti. Mahkemeler kapalı yapılacak ve mahkemede avukat bulundurulmayacaktı. (9) Böylece Divani Harbi Örfi, ne tesadüftür ki tam da Ankara’da TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’de Milli Mücadele’ye karşı bir “hukuk silahı” haline getirildi.

25 Nisan 1920’de Ali Kemal, “İdam! İdam” diye haykıran bir yazıyla “Ankara’daki haydutlar” dediği “millicilerin” idamını istedi.

Padişah Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşları hakkında verilen gıyabi idam kararını onaylayan 24 Mayıs 1920 tarihli iradesi (BOA, İ.DUİT. 175 I 46 I 1, Takvimi Vekayi, 27.5.1336-1920)

Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki 1 numaralı Divanı Harp, 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşlarının gıyaben idamlarına ve mallarının haczine karar verdi. Karara göre suç, “Kuvayı Milliye” adı altında “fitne ve fesat” düzenlemek, buna özendirmek, ayrıca anayasaya aykırı olarak halktan zorla para ve asker toplamak, bu isteğe uymayanlara “işkence ve eza” yapmak ve “tahribi bilada” yani “ülkeyi yıkmaya” kalkışmaktı. İdam kararında Mustafa Kemal Paşa’dan “Üçüncü Orduyu Hümayun Müfettişliği’nden mazul ve askerlik mesleğinden çıkarılmış Selanikli Mustafa Kemal Efendi” diye söz ediliyordu. Mustafa Kemal Paşa, askerlikten istifa etmiş olmasına rağmen “askerlikten çıkarıldığı” ifade ediliyor ve Mustafa Kemal’e “paşa” değil, “efendi” deniliyordu. Karara göre Mustafa Kemal Paşa’nın yanında, eski 27. Fırka Komutanı İstanbullu Kara Vasıf Bey, eski 20. Kolordu Komutanı Salacaklı Ali Fuat Paşa, eski Ankara Mebusu ve Washington Sefiri Midillili Alfred Rüstem Bey, eski Sağlık Müdürü İstanbullu Dr. Adnan Bey, eski Darülfünun Batı Edebiyatı Öğretmeni İstanbullu Halide Edip Hanım da idama mahkûm ediliyordu. (10)

Alemdar gazetesi bu haberi, “Mustafa Kemal ve Hampalarının İdam Kararı” diye duyurdu. (Alemdar, 13.5.1336).

Padişah Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının idam kararını 24 Mayıs 1920’de onayladı. (Takvimi Vekayi, 27.5.1336). (11)

Vahdettinciler, Vahdettin’in bu idam kararını onaylayan iradesindeki “gıyaben verilen idam ve karar, tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir” cümlesine dayanarak Vahdettin’i aklamaya çalışır. Ancak birincisi, sanıklar ele geçirilemediği için yargılama mecburen “gıyaben” yapılmıştır. İkincisi, o zamanki Osmanlı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 382. maddesine göre gıyaben verilen kararlarda sanıklar yakalandığında yeniden yargılanmaları zorunludur. (12)

FEVZİ (ÇAKMAK) PAŞA’NIN İDAM KARARI

Divanı Harbi Örfi, 24 Mayıs 1920’de Fevzi (Çakmak) Paşa’yı da “gıyaben” idama mahkûm etti. Kararda, Fevzi Paşa’nın asilere katılmak üzere “firar ettiği”, asilerin meclislerine girip “fesat bir söylev” verdiği ve “Harbiye Nezaretini üstlenerek” hilafet ve saltanata karşı “bilfiil düşmanlığa kalkıştığı” belirtiliyordu. Padişah Vahdettin, bu idam kararını da 27 Mayıs 1920’de onayladı. (Takvimi Vekayi, 30.5.1336). (13)

İSMET (İNÖNÜ) VE BAZI ARKADAŞLARININ İDAM KARARI

Divanı Harbi Örfi, 6 Haziran 1920’de bir grup Kuvayı Milliyeciyi daha “gıyaben” idama mahkûm etti. İdamlıklar Miralay İzmirli İsmet (İnönü), 3. Kolordu Komutanı Miralay Hüseyin Selahattin, 12. Kolordu Komutanı Miralay Fahrettin, 14. Kolordu Komutanı Mirliva Yusuf İzzet, 10. Fırka Ahzı Aker Kalemi Reisi Miralay Yanbolulu Abbas Hilmi, 56. Fırka Komutanı Miralay Bekir Sami, Mütekait Ferik İsmail Fazıl, eski Erzurum Mebusu Celalettin Arif, Beyrut ve Halep eski valisi ve eski Amasya Mebusu Bekir Sami, eski Antalya Mebusu Hamdullah Suphi, eski Aydın Mebusu Cami, eski Isparta Mutasarrıfı ve eski Denizli Mebusu Hakkı Behiç, eski Sinop Mebusu Rıza Nur, Yusuf Kemal, yeni Eskişehir Mutasarrıfı Fatin, eski Karacabey Müftüsü Mustafa Fehmi ve eski Ankara Müftüsü Mehmet Rifat (Börekçi)’ydi. Padişah Vahdettin bu idam kararlarını da 15 Haziran 1920’de onayladı. (Takvimi Vekayi, 21.6.1336. Alemdar, 22.6.1336). (14)

İdamlıklar içinde Rauf (Orbay) ve Kazım (Karabekir) yoktu. Saray, belli ki Milli Mücadele’nin öncü kadrosu arasına “nifak sokmayı” hesaplıyordu. Ayrıca Rauf Bey Malta’ya sürüldüğü için onu İngilizler cezalandıracaktı.

REFET (BELE) VE BAZI SUBAYLARIN İDAM KARARI

Divanı Harbi Örfi, 14 Temmuz 1920’de aralarında Refet (Bele)’nin de olduğu çeşitli rütbelerden 63 subayı daha idama mahkûm etti. Padişah Vahdettin bu idam kararını 25 Temmuz 1920’de onayladı. (Takvimi Vekayi, 29.7.1336). (15)

19 Haziran 1921’e kadar tam 823 Kuvayı Milliyeciye çeşitli oranlarda cezalar verildi. Ancak “Mevcut Osmanlı hükümeti ve İslam hilafeti aleyhine çeşitli suçlar işleyen Mustafa Kemal’in ve onun hareketinin teşvikçisi olanların tutuklanıp idam edilmelerinin şart olduğu” vurgulandı. (ATASE Arşivi, İSH Koleksiyonu, 1085, 36, 36-1). (16)

Gerçek şu ki: İstanbul Saray Hükümeti ve Padişah-Halife Vahdettin, İngilizlerin desteği ile Milli Mücadele sırasında bir “iç savaş” başlattı. Saray, ihanet fetvaları, Anzavur ve Kuvayı İnzibatiye tertipleri yanında düzmece bir mahkemeyle Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını idama mahkûm etti. Bütün bu idam kararlarını,  Padişah-Halife Vahdettin onayladı. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları  boyunlarında halife padişahın idam fermanı ile onca iç isyanla boğuşarak Milli Mücadele’yi örgütleyip Kurtuluş Savaşı’nı kazandılar. Bu idam fermanları “ihanetin belgesi” olarak hep hatırlanmaya devam edecek.

KAYNAKLAR, DİPNOTLAR:

1. Turgut Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, 6. Bas., Ankara 2007, s.246.

2. Sina Akşinİç Savaş ve Sevr’de Ölümİstanbul, 2010, s. 4

3. Akşin, s. 25, 26.

4. Akşin, s. 27, 28.

5. Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, Ankara, 2012, s. 101

6. Ferudun Ata, Süleymaniyeli Nemrut Mustafa Paşa ve Bir İşbirlikçinin Portresi, İstanbul, 2009, s.42, 45.48.49, 53-61.

7. Ata, s.64, 65.

8. Ata, s. 78.

9. Akşin, s. 30, Ata, s. 22, 85.

10. Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.3, Ankara, 1995, s. 35,36. Akşin, s. 32,33, Ata, s.85, 86; Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C.III, İstanbul,1991, s.106.

11. Akşin, s. 32, Murat Bardakçı, Şahbaba, İstanbul, 2006, s.159.

12. Bardakçı, s.160,161

13. Akşin, s. 33. Sarıhan, C.3, s. 54, 58.

14. Sarıhan, C. III, s.72, Akşin, s. 33.

15. Akşin, s. 33.

16. Ata, s. 86.

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder