Güle güle terörist!(Barış Pehlivan)
Doğru soramazsan cevabı da doğru veremezsin. Yanıtın çiçekleri, sorudaki tohumda saklıdır. Pazartesi günü “Yok artık daha neler göreceğiz?” dediğim bir olayı anlatmıştım. Hatırlatayım. Suriye’deki harekât bölgesinde operasyonları yöneten Tuğgeneral B.Ç’nin makam aracıyla Türkiye’ye insan kaçakçılığı yapılmıştı. Tuğgeneralin emir subayı ve korumalığını yapan uzman çavuş, generalin aracıyla Suriyeli sığınmacıları para karşılığı sınırdan geçiriyordu. Bunu yaparken de generalin aracının aranmamasından faydalanıyordu. Savcılık operasyonuyla söz konusu isimler yakalanmış, Suriye’deki general emekliliğe sevk edilmişti. Urfa’daki 20. Zırhlı Tugay’ın Komutanı Tuğgeneral M.B. ise soruşturmanın selameti için Hakkâri Yüksekova’da 3. Piyade Tümeni’ne komutan yardımcısı olarak atanmıştı.
Yazımın ardından Milli Savunma Bakanlığı kaynaklarıyla görüştüm. Yaşananları teyit etmekle birlikte soruşturmada başka detaylara da ulaştım. Aslında kaçakçılık yapan askerleri yakalayan da askerlerdi. Süreç şöyle gelişmişti: Askerler, sınırın Türkiye tarafındaki Suriyelileri yakalamışlar, onları sorguya almışlardı. Bu sorgu sırasında, Suriyeliler her şeyi itiraf etmişti. Askerler, bunun üzerine kendi silah arkadaşlarına operasyon yapıp savcıya teslim etmişti.
TERÖRİST "BIRAKIN GİDEYİM" DİYOR
İşte bu olayların ardından yine sınırda yaşananları anlatan, yine şaşırtıcı belge elime geçti. 12 Ağustos 2021 tarihli, Bursa İl Göç İdaresi’nin hazırladığı evrak, İçişleri Bakanlığı’na ve Hatay Valiliği’ne yollanmıştı.
Ne yazdığını aynen aktarayım:
“Suriye uyruklu YTS (Yabancı Terörist Savaşçısı) 13.01.1993 doğumlu Samer Elbo isimli yabancının Hatay Cilvegözü Kara Hudut Sınır Kapısı’ndan gönüllü geri dönüş işlemleri planlanmaktadır. Bahsi geçen yabancı ile yapılan görüşmelerde gönüllü olarak ülkesine dönmeyi beyan etmiş ve bu hususta müdürlüğümüze dilekçe ile müracaatta bulunmuşlardır.”
Belge, “adı geçen yabancının teslim alınıp ülkemizden çıkışının yaptırılması” ifadeleriyle tamamlanıyor.
Siz de “Nasıl yani?” dediniz. Resmi evrakta “Yabancı Terörist Savaşçı” olarak geçen biri, nasıl oluyor da devletin imkânlarıyla sınıra götürülüp kuş gibi bırakılıyor?
Elbette ben de şaşırdım. İçişleri Bakanlığı kaynaklarını arayıp sordum.
SINIRDAN SERBEST KALDI
Bakanlık kaynakları söz konusu belgeyi teyit ederken tuhaflığın aslında yaşadığımız gerçeklikten kaynaklandığını anlattı.
Şöyle ki...
Türkiye’ye yasadışı şekilde girmiş bir yabancı yakalandığında önce Türkiye’de suç işleyip işlemediğine bakılıyor. Herhangi bir suça karışmışsa yargılanıyor.
Ya karışmamışsa?
Güvenlik bürokrasisinden istihbarat isteniyor. Yani söz konusu göçmen, Suriye’deki bir terör örgütünün mensubu mu sorusu soruluyor. Belgede geçen Samer Elbo için belli “evet” cevabı alınmış.
İşte bu noktada tuhaflık başlıyor. Samer Elbo gibi “yabancı terörist savaşçı”lar Türkiye’de tespit edilmiş bir suç işlemedikleri için yargılanmıyor. Toplanma merkezlerine götürülerek burada bekletiliyor. Uluslararası hukukta Suriye savaş bölgesi sayıldığı, Türkiye ile Suriye arasında mevcut durumda suçluların iadesi prosedürü uygulanamadığı için Suriye devletine de teslim edilmiyor. Hiçbir üçüncü ülke de bir teröristi ülkesine kabul etmiyor. Haliyle “yabancı terörist savaşçı”nın kendi isteğiyle dilekçe vererek “Ülkeme döneyim bari” demesi bekleniyor.
Belgeden anlaşılana göre Samer Elbo bu dilekçeyi vermiş. Bursa’dan alınıp Hatay’da Cilvegözü Kapısı’na bırakılmış. Yürüye yürüye sınırın karşı tarafına geçmiş. Muhtemel ki Suriye’deki terörist arkadaşlarına kavuşmuş, terör faaliyetlerine devam etmiş. Bilemiyoruz ama belki de becerebilirse Türkiye’ye yeniden geçmeye çalıştı.
SURİYELİ TERÖRİST ÖZGÜR YA TÜRKLER?
Sonuç olarak uluslararası hukuka göre terörist de olsa bir şahsın Suriye’ye isteği dışında gönderilememesi, iç siyasetteki “Suriye ile barışmam” inadı, Batı’nın Suriye krizinin yükünü Türkiye’ye taşıtması vs. vs. Suriye ile normalleşememenin sonucu, resmi belgelere “terörist” diye kaydettiğimiz bir cihatçıyı eğer kendisi isterse sınır kapısına götürüp “Güle güle” demek oluyor. İstemezse bekle ki istesin!
İçişleri Bakanlığı kaynakları hem Suriye hem Yunanistan-Bulgaristan sınırında güvenlik önlemlerini artırdıklarını anlattı. Bu yolla Türkiye’nin bir yaşadışı göç merkezi olmasını da transit geçiş koridoru olmasını da engellemeye çalıştıklarını söyledi. Ancak görülüyor ki bu yetmiyor. Çözümü siyasette olan sorun İçişleri Bakanlığı’nın da boyunu aşıyor.
Sınır tanımayan teröre çözüm mü? Elbette bir an önce Şam ile konuşmak, normalleşmek. Peki nereye gidiyoruz derseniz, ülkeye giren Suriyeli teröristin “Güle güle” diyerek sınırdan bırakıldığı ama “Suriye’yle barışın” diyen Türkün etki ajanlığı ile suçlanarak tutuklandığı günlere!
Romancı Chesterton’un dediği gibi: Sorun çözümü görememelerinde değil, sorunu görememelerinde!
/././
Çürüme ve çözülme (Ergin Yıldızoğlu)
Bazen başımızı kaldırıp “büyük resme” bakmak yararlı olabilir. Önceki hafta, The Economist, “kurala dayalı uluslararası düzen” için “bu yavaş çözülme aniden, derin bir kaosa dönüşebilir” diyordu. The Economist’in bu saptaması, uzun dönemli dalgalanmalar üzerinde çalışan tarihçi Peter Turchin’in 10 yıl önce, Nature dergisinde, ABD ve AB için yaptığı “2020’ler siyasi istikrarsızlık artacak” öngörüsüyle uyuşuyor. Turchin’e göre böyle istikrarsızlık dönemleri başladığında en az 10-15 yıl sürebiliyor. ABD ve AB’nin merkezi konumlarına bakarak Turchin’in öngörüsünün küresel düzeyde de geçerli olabileceğini düşünebiliriz.
SAVAŞ, DARBE, SUİKAST
Ukrayna savaşı, AB ve NATO’yu içine çekerek devam ediyor. Silah göndermeyle başlayan süreç “eğitim uzmanı” adı altında askeri personel göndermeyle “tırmanıyor”. Afrika’da Sahel bölgesinde son askeri darbelerin hükümetleri Fransa’yı ve ABD’yi bölgeden çıkarmaya, Çin ile ilişkileri geliştirmeye çalışıyorlar. Yeni Kaledonya’da yerli halk “Yeni sömürgeciliğe hayır” sloganıyla Fransa’ya karşı ayaklandı. Hamas’ın hızla pogroma dönüşen Gazze saldırısına karşı İsrail’in faşist hükümeti Gazze’de bir yıkım ve soykırım süreci başlattı. Bu soykırımın yankıları, Avrupa ülkelerinin sokaklarına ulaştı; her hafta yüz binler İsrail’in Gazze saldırını protesto etmek için sokaklara dökülüyor. ABD’de de üniversite kampüsleri, yorumculara 1968’i anımsatan şiddette protestolarla kaynarken kamuoyu yoklamaları Trump’ın şansının artmaya devam ettiğini gösteriyor. Bu sırada, Hollanda’da, azılı Müslüman düşmanı, faşist Geert Wilders yeni hükümet kurma, devlete erişme noktasına geldi. Kimi yorumcular, yaklaşmakta olan Avrupa Parlamentosu seçimlerini düşünürken “Avrupa bir aşırı sağ dalga altında kalmak üzere” diyorlardı.
İran ve vekilleri, İsrail karşıtı operasyonları hızlandırırken İsrail ve İran ilk kez, birbirlerinin topraklarını doğrudan hedef alan hava saldırıları düzenlediler. Uluslararası Adalet Mahkemesi, İsrail’e yönelik bir soykırım, Netanyahu’ya yönelik bir savaş suçu davalarına bakmaya ABD ve Avrupa ülkelerinin itirazlarına karşın başladı.
Rusya’ya yakınlaşmaya başlayan Slovakya Başbakanı Foci’ye bir suikast düzenlendi. Avrupa-Rusya rekabeti, Ukrayna’dan sonra Gürcistan’a sıçradı, zaten istikrarsız olan ülkede kaosu derinleştirmeye başladı. Aynı günlerde Putin iki günlük Çin gezisi sırasında “Birlikte adalet ilkelerini ve çok kutuplu gerçekleri yansıtan demokratik bir dünya düzenini savunuyoruz” diyordu. Batı basını yakınlaşmanın askeri boyutuna, bir Çin-Rusya-İran eksenine işaret ediyordu. Derken, İran devlet başkanı ile dışişleri bakanı çok şüpheli bir helikopter “kazasında” öldüler, molla rejiminde iktidar savaşı aniden alevlendi.
İstikrarsızlıklardaki artışı savaş ve ölüm verilerinden izlemek de olanaklı. O alanda toplanan verilerin indeksleri, küresel çapta çatışma sayısının 2007’de 88’den 2016’da 155’e ve 2022’de 182’ye çıktığını gösteriyor. Bu çatışmalarda ölenlerin sayısı da 2007’de 27 bin 942’den 2022’de 236 bin 992’ye yükselmiş (Uppsala conflict data program). Bunlara Ukrayna savaşını ve Gazze soykırımını da ekleyince korkunç bir resim oluşuyor.
HİÇBİR ŞEY ÇALIŞMIYOR
Kurala dayalı uluslararası düzen çürüyor çözülüyor, uluslararası işbirliği gerektiren sorunlar birikiyor. Ancak, The Economist’in yakındığı gibi, Dünya Ticaret Örgütü felç oldu, IMF kimliğini (gücünü-EY) kaybetti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi işlemiyor, Uluslararası Adalet Mahkemesi “silahlaştırıldı” (Batı’nın desteklediği bir ülkeye karşı kullanılabiliyor), nihayet sanayi polkaları devreye giriyor: Korumacılık, devlet destekli ekonomik etkenlikler, militarizm vb. Kısacası “kurala dayalı düzenin”, kurallarını işleten kurumları çalışmıyor.
Böyle dönemlerde ülkeler için ayakta kalmanın yolu, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda dış şoklara dayanıklı, kendi kendine yeterli yapılar geliştirmekten geçiyor. Rejimin dış kaynak açlığına, kutuplaşma politikasına, yeni “beyinsiz müfredat” gibi “ruh mühendisliği” projelerine, muhalefetin de hangi dünya görüşüne, projeye dayandığı belirsiz, “normalleşme”, “Kuran’ın dili” ve “Roma gezisi” gibi skandal sınırında gezen şaşkınlıklarına bakınca iyimser olmak zorlaşıyor.
/././
Atlantik hukuku! (Mehmet Ali Güller)
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında tutuklama talebinde bulunması, İsrail kadar ABD’yi de zora soktu. Zira karar hem “Atlantik düzeni”nin ikiyüzlülüğünü resmediyor hem de o düzenin zayıfladığına işaret ediyor.
Nasıl mı? İnceleyelim:
EMPERYALİST-NEOFAŞİST İKİLİ SIKIŞTI
UCM Başsavcısı Han’ın tutuklama talebinde bulunacağı bir süredir konuşuluyordu. Öyle ki 13 ABD senatörü yayımladığı bir mektupla UCM’yi “Akrabalarınız dahil ABD’ye sokmayız” diye tehdit bile etmişti. Ancak tehditler sökmedi ve başsavcı Han; İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Hamas yöneticileri İsmail Haniye, Yahya Sinvar ve İbrahim el-Masri hakkında tutuklama talebinde bulundu. Talebi UCM yargıçları karara bağlayacak.
ABD-İsrail ikilisi tutuklama talebinin ardından kırmızı alarma geçti. Çünkü Güney Afrika’nın İsrail’i soykırımcı olmakla suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı ve kabul edilen davadan sonra bir de Uluslararası Ceza Mahkemesi başsavcısının İsrail başbakanı için tutuklama kararı talep etmesi, emperyalist-neofaşist ikili ABD ile İsrail’i dünya kamuoyu nezdinde mahkûm ediyor. İkili bu nedenle üç koldan harekete geçti:
HAN’I ARAYAN DEVLET BAŞKANI
1) CNN televizyonunda Christiane Amanpour’un sorularını yanıtlayan başsavcı Han çok önemli bir konuyu ifşa etti: “Bir devlet başkanı benimle konuştu ve ‘Çok iyi biliyorsunuz ki bu mahkeme Afrika ve Putin gibi haydutlar için kurulmuştur’ dedi.”
O devlet başkanının sözleri, “Atlantik hukuku”nun gerçekte ne olduğunu ortaya koymuş oldu. Emperyalist düzen bu mahkemeleri, rakiplerine, kendinden olmayanlara, hedef aldıklarına karşı kullanılacak bir platform olarak görüyor. (Aslında uzun yıllar böyle de kullanabildiler ama artık bu tür ters kararların çıkabiliyor olması, çok kutupluluğun sonucudur.)
ABD’DEN MAHKEMEYE YAPTIRIM TEHDİDİ
2) Yukarıda belirtmiştik, başsavcı Han tutuklama talebinde bulunmasın diye 13 ABD senatörü bir tehdit mektubu yazmıştı. Senatörler, Han’ın tutuklama talebinden sonra da doğrudan yaptırım kararı çıkarmaya yöneldiler.
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde Cumhuriyetçilerin lideri olan senatör James Risch, “UCM’nin bağımsız, meşru ve demokratik hukuk sistemine sahip ülkelerin işlerine burnunu soktuğunu” savunarak ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’dan destek istedi. Blinken “Partilerüstü bir zeminde sizlerle çalışmak istiyorum” diyerek destek sinyali verdi. 37 senatörün UCM’ye yaptırım içeren bir tasarıyı desteklediği belirtiliyor.
3) ABD-İsrail ikilisinin başvurduğu üçüncü yöntem ise dezenformasyon. Netanyahu, UCM Başsavcısı Han’ın tutuklama talebini “antisemitizm” olarak yaftalamaya çalıştı. 75 yıldır Nazilerin yaptığı soykırımın ve antisemitizmin rantını yiyen ve Filistinlilere karşı her kötülüklerini bu iki kavramın arkasına sığınarak yapan İsrail yönetimi, yine aynı yola başvurmuş oldu.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise UCM’nin kararının Gazze’de ateşkesi zorlaştıracağını söyledi! Tam bir emperyalist aldatmaca: Sanırsınız tam ateşkes yapılıyordu da UCM bozdu! Sanırsınız sekiz aydır yapılmayan anlaşmayı UCM baltaladı!
FİLİSTİN KAZANIYOR
Kaç kez yazdım: Bu savaşın sonucu atılan bomba ve ölen sayısıyla ölçülmez. Stratejik düzlemde Filistin kazanıyor, İsrail kaybediyor. İşte bunun son kanıtı da dün geldi: Norveç, İrlanda ve İspanya hükümetleri Filistin Devleti’ni tanıma kararı aldılar. 28 Mayıs’ta yürürlüğe girecek bu karar, Filistin açısından çok büyük bir kazanım olacak, devamı da gelecek.
Çok kutupluluk ile “küresel yönetişim sisteminde başlayan reformlar” dünyayı ezilenlerden yana adım adım değiştiriyor.
/././
Yamyamlar ülkeyi bastı, yeni krizler mi? (Orhan Bursalı)
Yüksek kazanç kokusu alan, uluslararası piyasalarda hangi ülkelerden hızlı, kısa sürece ve kolay para kazanılacağını bilen akbabalar, iktidarın- Mehmet Şimşek’in ekonomi politikalarının yarattığı ortamdan yararlanmak için harekete geçtiler. Faizler arttı, dolar ve Avro neredeyse sabitlendi (Merkez Bankası fazla dolarları alarak dengede tutuyor, yabancılara sabit kur ve yüksek faizli para kazanabilecekleri ortam yaratıyor.
Maksat sıcak para dolsun ülkeye. Borsa tepelere tırmanıyor. Bankalara, Hazine kâğıtlarına talepler artıyor, 1 milyar doları aşkın bir sıcak para dalgasının ekonominin sahillerine vurduğunu okuyoruz. Şimşek, bu sıcak paracıları “enflasyon düşeceğine ve çok para kazanacaklarına” ikna etmiş durumda!
KİMSE İNANMIYOR
Mahfi Eğilmez, 2021 koşullarını yaşadığımıza işaret ediyor: “Bugün ortada bir bahar havası var. Ne yazık ki bahar havasının geçici ve çok tehlikeli olduğunu ve insanı fena halde çarpabileceğini” söylüyor.
Gazetemizde yayımlanan FT raporu gerçeğin altını çiziyor: “Bir yıl önce başlayan ekonomik reformlara rağmen enflasyon hâlâ kontrol altına alınamadı. Artan enflasyon ve yüksek faizler, asgari ücretlileri ve yoksulları orantısız şekilde etkilemeye devam ediyor.”
Halktan kimsenin enflasyonun düşeceğine inandığı yok. Dün aldığı malı aynı fiyatta alamıyor. Bence iş dünyasında da inanan yok.
Şimşek’in reformu sıcak para gelsin reformu.
Oysa o da biliyor ki diğer yapısal reformlar yapılmazsa ülke istikrarlı ekonomik yatırımların yapıldığı bir ülkeye dönüşemez.
SEÇİMLERDE DÖRT YIL VAR
Yani süre uzun, kriz içinde kriz yaşama olasılıklarına işaret ediyor aklı başında herkes.
Sıcak para takviyesi, ne ekonomiyi düzeltir ne enflasyonu düşürür.
Mahkeme kararları uygulanmıyor.
Anayasayı takmıyorlar, anayasa iktidar ortaklarının saldırısı altında.
Özel siyasi mahkemeler kuruluyor, yargı ne tarafsız ne özgür ve ne de vicdanına ve yasalara göre karar verebiliyor.
Gerçek bir tasarruf yok, Saray harcamada elini kolunu bağlamıyor.
Şimşek belki de bastırıyor olabilir: Hiç olmazsa Osman Kavala’yı serbest bırakıldığı süreç başlasın diye.
Ama Kobani davasından Selahattin Demirtaş ve arkadaşları ağır cezalara çarptırılıyor.
MESELE SALT KAVALA'NIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL
Şunu belirteyim, Osman Kavala’yı MHP’yi ikna ederseniz tabii ki bırakın ama onun özgür kalmasıyla kimseyi kandıramayacaksınız, kimse nihayet Türkiye’de yargı kararları uygulanıyor, nihayet bağımsız yargı geçildi demeyecektir.
Gezi tutukluları var.
Demirtaş’lar var.
Saray mahkemelerinin durmadan açtıkları on binlerce hakaret davaları var.
Daha dün Barış Terkoğlu, tarafsız ve gerçekleri yazdığı için hapis cezası aldı.
Meclis’e bir de ülkedeki ifade özgürlüğünün ve gerçekleri söyleme yazma çizmeye son vermeyi kararlaştırdığınız “Etki Ajanlığı” yasa tasarısı sevk ettiniz.
KİMSEYİ KANDIRAMAZSINIZ
Ülkeye doğrudan büyük düzgün yatırımlar gelmez.
Sıcak para tilkilerini semirtebilirsiniz sadece.
Ülke halkı da pahalılık içinde çırpınmayı sürdürür.
Sizde ülke kaderini kökten değiştirecek irade yok ne yazık ki.
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder