(I) "Mustafa Kemal çağırdı, geldik"
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması'na ek olarak imzalanan bir sözleşme ile Ege’nin birbirine kardeş sanılan iki yakası büyük çaplı bir nüfus değiş tokuşuna şahitlik etti. On dokuz maddeden oluşan sözleşme gereği, 1 Mayıs 1923 tarihi itibarıyla Türkiye topraklarındaki Rum/Ortodoks nüfus ile Yunanistan topraklarındaki Türk/Müslüman nüfus arasındaki bu uygulama Birleşmiş Milletler’in şemsiyesi altında şarta bağlanarak yapıldı. Sözleşme 1923 yılında imzalandı ama kitleler halinde göç 1924 yılında gerçekleşti. Buna değiş tokuş yani mübadele demek olayı görece hafifletiyor. Aslında Ege’nin iki yakası göçe zorlandı. Mübadele, istemeden, beklemeden, sorulmadan, bazılarının birden başına gelmiş bir zorunlu göç hikâyesi. Türkiye’ye gelenler yıllarca sustular, en sık kurdukları cümle “Mustafa Kemal çağırdı, geldik” oldu. (https://youtu.be/phE3763J3bw)(II) "Rumca bilmeseler de Yunanistan'a gönderildiler"
1923 yılının Kasım ayında fiilen başlayan nüfus mübadelesi ile 1 milyon 200 binden fazla Ortodoks, Anadolu’dan Yunanistan’a, yarım milyona yakın Müslüman da Yunanistan’dan Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Mübadelenin özünde aslında etnik köken değil, dine dayalı bir homojenleştirme isteği yatıyor. Zira mübadiller arasında hiç Türkçe bilmeyen Müslüman ya da hiç Rumca bilmeyen Ortodokslar da vardı. Mübadele tarihçiler için de adeta bir gayya kuyusu. Hangi tarafını çeksen diğer tarafı eksik kalıyor. Tek bir tarafı aydınlatanlar tarihin diğer yanını karanlıkta bırakıyorlar. Mübadeleye dair tarih yazımı uzun bir süre kendini devlet politikalarından bağımsız kılamıyor. Bu nedenle de tarihçi Prof. Dr. Elçin Macar, "Tarih yanlış yazılıyor" diyor. (https://youtu.be/DJMGISoBG9U)(III) "Yunanistan’da Müslüman, Türkiye’de gavur tohumu"
Mübadiller için 20’li ve 30’lu yıllar yollarda geçmiş desek yalan olmaz. Bir şehirden diğerine, bir kültürden bir başkasına geçerken sadece manevi değil, maddi kayıpları da oldu. Mübadilken muhacir de olan bu aileler, onlara hep geldikleri yerleri hatırlatan hatıraları da yanlarında taşıdılar. Sadece anı olsun diye değil, onlara güç versin, kökleri sert rüzgarlara kapılıp kaybolmasınlar diye. Bir de bırakılıp gidilenler var. Yazar Kemal Yalçın “Emanet Çeyiz” adlı kitabında, Denizli’nin Honaz Köyü’nde yaşayan bir Rum ailenin, sürgüne giderken Müslüman komşularına bıraktığı çeyizin, yaklaşık seksen yıl sonra aileye geri veriliş öyküsünü anlatıyor. Yalçın, dedesine emanet edilen çeyizi teslim etmek üzere Minoğlu ailesinin izini sürerken, on beş Rum ve on beş Türk mübadilin yaşam öyküsünü ve duygularını da kendi ağızlarından aktarıyor. Mübadeleyi ilk kaleme alan yazarlardan biri olan Yalçın, emanet çeyizi sahiplerine verdikten ve kitabı yazdıktan sonraki tepkileri anlatırken gözleri parlıyor. (https://youtu.be/KzSDmyS4vEU)(IV) "Mübadiller, her iki ülkede de hep öteki oldular"
Uzun süre kendisinden söz edilmeyen mübadele, seksenli, doksanlı yıllarda yeniden hatırlandı. Pek çok yazar, sanatçı “Aslında benim ailem de Yunanistan’dan geldi” diyerek kendi göç hikayesini anlattı. Sadece hikayeler anlatılmadı, karşılıklı ziyaretler de düzenlendi. Çünkü 90’lı yıllar Türk toplumunda Kürt sorunu ile birlikte uyanan bir kimlik arayışının da yaşandığı yıllar oldu. Belki de azınlıklara eziyet çektiren çoğunluktan olmak istememenin bir yoluydu köklerini aramak. Tarih ile yüzleşmek açısından Türkiye ve Yunanistan arasında çok fark var. Yunanistan kısa süre sonra kurduğu Küçük Asya Araştırmaları Merkezi çerçevesinde mübadillerin hikayelerini harfi harfine kayda almış. Araştırmacılar köy köy dolaşıp mübadiller ile söyleşiler yaparak, sadece hikayeleri değil beraberinde getirdikleri her objeyi kayıt altına almışlar. Türkiye’de ise sanki sözleşmiş gibi kimse konuşmamış, araştırmamış, biriktirmemiş. Bugün tarihçiler bile mübadeleyi incelemek için Yunanistan’a gitmek zorunda kalıyor. Bu podcast dizisi ile biz kapalı kalan tarihe elimizde kalanlar ile küçük bir kapı araladık. (https://youtu.be/ljhPbJkLwsE)
Fulya Canşen / T24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder