18 Mayıs 2024 Cumartesi

T24 KÖŞEBAŞI (18 Mayıs 2024)

Erdoğan'ın affettiği AKP'li Hacı Sülük'ün öldürdüğü İlyas Aktaş'ın eşi konuştu: Masumlar gidiyor, öldüren, suçlu olan eğer parası varsa dışarıda geziyor (Candan Yıldız)

Filiz Aktaş, Emine Erdoğan'a seslendi ve onunla görüşmek istediğini söyledi.

Yazar ve insan hakları savunucusu Susan Sontag'ın kulakları çınlasın…

"Başkalarının acısına bakmanın" insanı insanlaştırdığını yazarken Türkiye için ne derdi acaba?

Memleketimden "adalet" manzaralarına bakarken devletin neden bazılarının acılarını görmeyi tercih ettiğini anlamanın ipucu "milli yargı"nın seçiciliğinde olsa gerek…

                                                       Hasan Aktaş - İlyas Aktaş

"Adalet" manzaralarına bakalım…

Yıl: 31 Mart 2019 yerel seçimleri…

Yer: Malatya-Pötürge…

                                                                          Hacı Sülük

AKP Pötürge İlçe Başkanı adayı olan Mikail Sülük'ün babası Hacı Sülük, seçim günü sandıkta oy kullanma usulüne aykırı baskı kurmak istiyor. Seçim yasalarına göre suç olan bu dayatmaya Saadet Partisi müşahidi İlyas Aktaş ve Hasan Aktaş karşı çıkıyor. Mikail Sülük'ün babası Hacı Sülük, oğlu Ömer Sülük, torunları Ömer SülükAbdülkadir Sülük ve Mahmut Sülük'ün karıştığı silahlı saldırıda İhsan ve Hasan Aktaş hayatlarını kaybediyor. İlyas Aktaş'ın babası Ali Aktaş da kolundan yaralanıyor. İlyas Aktaş ve Hasan Aktaş kuzenler. Aktaş ailelerinin tarihine 31 Mart seçimleri kanlı gün olarak yazılıyor.

Hiç kolay değil… İki cenaze, yetim kalan çocuklar ve çocuklarıyla daha zor bir hayat mücadelesine girmek zorunda bırakılan iki kadın…

Yargılama sürecinde Sülük ailesinden beş kişi olmasına rağmen dört kişi hakim karşısına çıkıyor. Çünkü saldırıya karışan Mahmut Sülük 5 yıldır firari… Tıpkı Sinan Ateş cinayeti tutuklusu Doğukan Çep'in arandığı dönemde yakalanmaması gibi…

Olay Malatya'da olmasına rağmen dava Kırşehir'de görüldü. Yargılama sonucunda aralarında baba Hacı Sülük'ün de olduğu üç kişi ceza aldı. Baba Hacı Sülük tutuklu olduğu dönemde sağlık gerekçesiyle (Böbrek yetmezliği, tansiyon, kalp) tahliye edildi.

31 Mart 2024 seçimlerinde AKP'nin yeniden aday gösterdiği ve yeniden belediye başkanı seçilen Mikail Sülük'ün babası Hacı Sülük cezası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yine sağlık gerekçesiyle kaldırıldı. Sülük'ün avukatlığını eski Türkiye Barolar Birliği Başkanı, KKTC Büyükelçisi Metin Feyzioğlu yapmıştı.

Şu an cinayete karışan Sülük ailesinden iki kişi cezaevinde…

İlyas Aktaş öldürüldüğünde 34 yaşındaydı… Geride 4 çocuğu kaldı. En büyük çocuğu 15 yaşında.

Eşi Filiz AktaşEmine Erdoğan'a seslendi ve onunla görüşmek istediğini söyledi. Çocuklarının psikolojisinin bozulduğunu, büyük oğlunun toparlanamadığını söyleyen Filiz Aktaş'ın cümleleriyle sizi baş başa bırakıyorum:

"Masumlar gidiyor, öldüren, suçlu olan eğer parası varsa dışarda geziyor. Sülük ailesi zengin bir aile, AKP'li… Biz yoksuluz. 5 yıldır devlet sosyal yardım yapıyor. Ama geçinmek mümkün değil. Ailem yardım ediyor, fitre ve zekatla geçinmeye, idare etmeye çalışıyoruz. Hep idare hep idare... Büyük oğlumun psikolojisi hâlâ düzelmedi babasının ölümünden sonra. Ben çocuklarımın psikolojisini düzeltemedim. Hangi vicdanla çıkartıyorsunuz bunları. Eşimi vurdular ama adalet var dedim. Müebbet verdiler çıkmayacaklar diye kendimi teselli ettim. İnşallah Mikail Sülük'ü de belediye başkanı yapmayacaklar dedim ama yine yaptılar. Çocuklarıma son kararı söylemedim çünkü iyice bozulur psikolojileri. Hacı Sülük için sağlık nedeni diyorlar. Ben anlamadım. Kanser olan hasta bile cezaevinde tedavi ediliyor. Bunun KOAH hastası. Köylerimiz yakın. Ben Hacı Sülük'ü gördüm köy köy geziyor. Diğerlerini de çıkartılar. Çünkü adalet yok. Benim için yanıyor. Tayyip Erdoğan bizi hiç mi görmüyor, bizim rabbimizden başka gücümüz yok. Biz bunu hak etmedik. Kaynanam gece gündüz ağlıyor, şeker hastası, tansiyon hastası. Kaynım da öyle… Yapılanları kabul etmiyorum."

Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2019/585 numaralı kararına da dikkati çekmek isterim:

"Sanıkların ileride tekrar suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat oluşmadığından sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına…"

Konuyla ilgili Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da sert tepki verdi ve şöyle dedi:

"2019 yılında yapılan yerel seçimlerde, sandık başındaki müşahitlerden Hasan Aktaş ve İlyas Aktaş'ı katleden Hacı Sülük'ün Cumhurbaşkanı kararıyla affedilmesi; mâşerî vicdanı ayaklar altına almış, demokrasiye kanlı bir gölge düşürmüştür.

Olayın ilk gününden itibaren kanunlardan uzak bir şekilde yürütülen dava, Malatya'da değil Kırşehir'de başlatılmıştı. Meslek etiğine ve kanunlara riayet eden hakim ve savcılar sayesinde ikişer kez müebbet hapis cezasına çarptırılan katil, geçen yıl sağlık sorunları bahane edilerek tahliye edilmişti. Demokrasiye ve masum iki insanın hayatına kast eden bir cani, Cumhurbaşkanı tarafından affedilerek adeta ödüllendirilmiştir.

Saadet Partisi olarak, katili ve maktulü siyasi tutumuna göre değerlendiren bu anlayışın değişmesi için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz."

F Tip'lerinden daha ağır şartlara sahip olan Y ve S Tipi cezaevleri

Başka bir adalet manzarasını bakalım…

Türkiye'de 2006 yılından bu yana 394 cezaevi kapatılırken 2006'dan bugüne 322 cezaevi açıldı. Buradan şu sonuç çıkmasın; Türkiye'nin dört duvar yerleşkelere ihtiyaç duymayacak kadar demokratikleştiği sonucu. Kapatılan cezaevlerinin çoğu küçük ilçelerde olup, fiziki şartları ve kapasiteleri yetersiz olduğu için kapatılan cezaevleri…

2000'lerin başında F Tipi cezaevlerine geçişin çok insanın hayatına mâl olduğunu hatırlayalım…

Meğer iş F Tipi cezaevleriyle sınırlı değilmiş, artık Y-S Tipi (Yüksek Güvenlik) cezaevleri devredeymiş, ki bununla ilgili Çağdaş Hukukçular Derneği'nin raporu var. Rapordan anlıyoruz ki bu tip cezaevlerinin özelliği tecrit ve yalnızlaştırmayı hedefleyen/mümkün kılan mimari bir yapıya sahip olması...

Çocukları cezaevinde olan anneler de geçtiğimiz günlerde haber merkezlerini dolaşırken T24'e de geldiler.

TAYAD'lı iki anne seslerini duyuracak mecranın ne kadar az kaldığından söz ettiler.

Medyadaki dönüşümle birlikte sadece basın kuruluşları değil hak ihlali haberlerini yapan gazetecilerin de sayısı azaldı.

Hükümlü Nurettin Kaya'nın durumunu anlattılar. Y-S Tipi cezaevleri havalandırmalarının "kuyu" tipi olduğunu, Kaya'nın İstanbul'dan Erzurum Dumlu Y Tipi'ne üç arkadaşıyla birlikte sevk edildikten sonra Y Tipini protesto etmek için açlık grevine girdiğini, arkadaşlarıyla birlikte başka bir cezaevine sevk edilmek istediğini, bunun üzerine Bolu F Tipi cezaevine sevk edildiğini ama söz verildiği halde arkadaşları sevk edilmediği için açlık grevini ölüm orucuna dönüştürdüğünü dile getirdiler. Nurettin Kaya'nın tek talebinin arkadaşlarının da sevk edilmesi.

Sözü edilen Y-S Tipi Yüksek Güvenlikli cezaevleriyle ilgili anneler, hücrelerin bağımsız havalandırmalarının olmadığını, insanların birbirini görmesini engelleyen çok yüksek duvarlarının olduğunu, hücrelerde kapı kilit sisteminin elektronik olduğunu, devre bozulduğunda hücrede insanların kilitli kaldığını anlattılar.

Nurettin Kaya'nın ölüm orucu 211 gündür sürüyor. Başka birçok cezaevinde ihlaller yaşanıyor. Açlık grevleri sürüyor. Hapishanelerin sesi duyulmak zorunda…

                                                            /././

Bir zulüm ve Türkiye hikâyesi: "O terörist buraya gelmeyecek" dedi, "hassasiyetin" nedeni torpilli kadro çıktı (Gökçer Tahincioğlu)

 "O terörist buraya dönmeyecek" diyen hocanın kadroyu almasını istediği kişiyle birlikte sadece iki kişi sınava girebildi. Başvuran 16 kişi ise bu şartı karşılayamadıkları için elendi. Zaten kazanacak kişinin kim olacağını herkes biliyordu, öyle de oldu

Türkiye, günlerdir iki soruşturmada olanı biteni tartışıyor.

Ankara'nın göbeğinde öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayeti soruşturması ile Ayhan Bora Kaplan suç örgütü soruşturması.

Her iki soruşturma, soruşturma makamlarının becerisi ile değil, soruşturmaların nasıl sulandırıldığı, soruşturmaların içine sokuşturulmak istenenler, yapılanlar ve yapılmayanlarla gündeme geliyor.

Aslında Türkiye'nin herhangi bir yerine objektifi çevirdiğinizde, bütün bunların kaçınılmaz olduğunu da görüyorsunuz.

Ballı ihaleler, rant kavgaları, mafya, koltuk savaşları…

* * *

Misal, Anadolu'nun herhangi bir kentine, Eskişehir'e odaklanalım.

Bir üniversite kenti olan Eskişehir'in iki büyük üniversitesinden biri olan Osmangazi Üniversitesi'ne…

Gazeteci Barış Pehlivan, geçtiğimiz ocak ayında, üniversitede yaşananlarla ilgili olarak çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Yazıda, Resmi Gazete'de çıkan bir kadro ilanından yola çıkarak, şunları aktardı: "…Resmi Gazete'de Osmangazi Üniversitesi'nin bir ilanını görünce dikkat kesildim, aralarında akademisyenlerin de olduğu arkadaşlarımı aradım. Gel gör ki yeni yıl dileklerinden sonra bin ah işittim.

Neler duymadı ki bu kulaklar:

Üniversitedeki beş bölümün başkanı istifa etmiş. Rektör yardımcıları dekanlara sürekli fırça çekiyormuş. Üniversitenin SGK'ye milyonlarca lira borcu varmış. Akademik performansın ölçüldüğü uluslararası raporlarda, üniversite yüzlerce sıra geriye düşmüş. Kalp işaretli bir fotoğraf yüzünden AKP'lilerin baskısıyla bir başhekim üniversiteden ayrılmak zorunda kalmış…

…İktisadi ve idari bilimler fakültesindeki iktisat tarihi anabilim dalı için bir araştırma görevlisi alınacakmış. Başvuru koşulu olarak ilanda şöyle yazılmış: 'İktisadi ve idari bilimler fakültesi ya da siyasal bilgiler fakültesi iktisat bölümünden lisans mezunu olup iktisat tarihi bilim dalında tezli yüksek lisans ya da doktora yapıyor olmak.'

Bunu duyunca, 'Ne var bunda' dedim haliyle.

Konuştuğum kişiler devam etti:

'Bu kadroya alınacak kişinin kim olduğunu şimdiden mercek altına almak gerekiyor. Büyük ihtimalle, Marmara Üniversitesi doktora öğrencisi çünkü bu anabilim dalının bulunduğu çok fazla doktora programı yok ülkede.'

Duydum ki şimdi bu kadro uğruna üniversitede büyük bir kavga ve huzursuzluk yaşanıyor. Zira bu bölüme kadro açmak uzun zamandır görmezden geliniyormuş. Hâl böyleyken bir profesörün kendisine asistan almak için bu kadro için baskı yaptığı, dahası üniversite yönetimiyle bile ters düştüğü konuşuluyormuş…  Bunu da geçtim... O profesörün 'Rektör dediğimi yapmazsa, YÖK başkanı benim arkadaşım, ben de ona yaptırırım' diye rest çektiği bile iddia ediliyor…"

* * *

Bu uzun alıntı, fikri takip açısından gerekli.

Gazeteciler alışkın, doğru da yazsalar, kurumlar açıklama ile olayları geçiştirebileceklerini, birilerinin ne olup bittiğine dönüp bakmasını engelleyebileceklerini biliyorlar.

Öyle oldu.

Pehlivan'ın yazısından sonra üniversite yönetimi yazılı bir açıklama yaparak, nasıl bir barış ikliminde çalıştıklarından, kadroların nasıl adil biçimde dağıtıldığından söz etti. Elbette, Pehlivan'ın somut biçimde gündeme getirdiği kadro ilanının şahsa açıldığı iddiasına değinmedi.

* * *

Sonra ne oldu?

Memlekette aykırı görüş büyük suç sayılıyor, malum… Hendek operasyonları adı verilen, kent merkezlerinde asker ve polisin ağır silahlarla ortak operasyonlar yapmasına ilişkin süreçte, bir bildiriye imza attıkları için yüzlerce akademisyen işinden oldu.

O akademisyenlere yaşatılmayan zulüm kalmadı.

Anayasa Mahkemesi, akademisyenlerin eylemini, "ifade özgürlüğü" olarak nitelendirmesine, haklarındaki ceza davaları beraatle bitmesine rağmen, üniversiteden atılanların büyük bölümü işlerine dönemiyor.

Dönenlerin bir bölümü ise idare mahkemesi kararının bozulması üzerine yeniden, ikinci kez işlerinden oldu.

Bu akademisyenlere ödenen geçmiş maaşlar, faiziyle birlikte geri isteniyor artık.

Faizle 1 milyon liraya ulaşan sayılar, meslekleri ellerinden alınan akademisyenlerden talep ediliyor.

İşe iade kararı çıktığı için çalıştıkları işlerinden ayrılarak üniversiteye dönen ve tekrar atılan akademisyenler, işsizlikle boğuştukları bir ortamda, bir de bu ağır fatura ile karşı karşıya kaldılar.

Uzaktan, başka akademisyenlere zulmeden, fikir özgürlüğünü ayaklar altına alan yabancı üniversiteleri eleştirip, demokrat görünmek kolay…

* * *

O işe iade kararlarından biri de Osmangazi Üniversitesi'nde, tam da Barış Pehlivan'ın konu ettiği ilanın açıldığı bölümden atılan bir akademisyen için verildi.

Mahkeme kararı verilmiş, hemen uygulanması beklenir.

Ama burası Türkiye, kolay değil öyle…

İddiaya göre, iade kararından sonra, ilgili bölümün başkanı, herkesin olduğu ortamlarda, defalarca, "O terörist buraya dönmeyecek" diye konuştu.

23 Ekim'de karar verilmesine rağmen, akademisyen, gerçekten de 11 Ocak'a kadar üniversiteye dönemedi.

2,5 ay, sudan sebeplerle dönüşü engellendi.

Öyle ki mesleği akademisyenlik olan, doktorası devam eden birinden, öğrenci belgesi bile istendi. Belgeyi sunduğunda, "biz sorun olduğunu düşünüyoruz" bile denildi.

* * *

Başlangıçta aşırı hassasiyet nedeniyle bu sürecin yaşandığı düşünülebilir. Bölüm başkanının gereksiz biçimde mahkeme kararından rencide olduğu, hassasiyet gösterdiği…

Elbette öyle değil.

Pehlivan'ın sözünü ettiği İktisat Tarihi Anabilim Dalı kadrosu, tam da ihraç akademisyenin dönmesi gereken anabilim dalına açılmıştı.

Dönmesi, işleri berbat edebilirdi.

Bu nedenle bir formül geliştirildi. Üniversiteye dönmemesi için türlü bahaneler bulunan akademisyen, asıl bölümü yerine Sosyal Bilimler Enstitüsü kadrosuna geri alındı.

Böylece, iktisat tarihi anabilim dalı rahatlatıldı.

Kadro da böyle bir ortamda açıldı.

* * *

Eşit ve adil bir sınav açıldığı sanılabilir.

Ancak "iktisat tarihi bölümünde yüksek lisans ya da doktora yapıyor olmak" şartını koyduğunuzda öyle olmuyor. Zira Türkiye'de hepi topu birkaç iktisat tarihi bölümü var.

"O terörist buraya dönmeyecek" diyen hocanın kadroyu almasını istediği kişiyle birlikte sadece iki kişi sınava girebildi. Başvuran 16 kişi ise bu şartı karşılayamadıkları için elendi.

Zaten kazanacak kişinin kim olacağını herkes biliyordu, öyle de oldu.

İddiaya göre, buna rağmen, sınav jürisinde sorun yaşanmaması için, söz konusu hoca, jürideki diğer isimlere, "benim verdiğim puanın ağırlığı yüzde 60 olsun" teklifinde bile bulundu.

Elbette, kimse bu iddiayı doğrulamayacak ama herkes hakikati biliyor.

* * *

Pehlivan'ın haberi aslında üniversitede huzursuzluk yaratmıştı.

Ancak yine iddiaya göre, haberden sonra bir toplantı yapan rektör, torpil iddialarını sormak yerine, bilgileri kimin sızdırdığını araştırdı.

Merak ettiği bu oldu…

* * *

Sonra ne oldu?

Güç bela Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde işine başlayan barış akademisyeni bir ayı aşkın süre görevini sürdürdü.

Çalıştığı sürenin karşılığında aylık maaşını da aldı.

Ve sonra istinaf mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edildi.

7 bin lira faiziyle birlikte toplam 45 bin 263 lirayı geri ödemesi istendi.

Çalışmış olmasına, çalıştığının karşılığını almasına rağmen…

* * *

Burası Türkiye, işler böyle yürür.

Yazılı açıklama ile puanlar falan da anlatılır şimdi ama mühim değil.

Herkes neyin ne olduğunu biliyor.

O nedenle büyük büyük soruşturmalarda olana bitene de şaşırmamak gerekir.

Dürüstlük sloganları atıp, hayatını kötülükle sürdürenlere…

Başka hayatları yok etmek dışında şu dünyaya bir çivi çakmayanlara…

Hiç ama hiç şaşırmamak gerekir.

                                                                    /././

Kobani kararı: Erdoğan Kürtlerle köprüleri attı (Yalçın Doğan)

Erdoğan gibi politikanın her yönünü iyi bilen ve kullanan birisi, bunu nasıl göze alabiliyor?..

Kobani 'company, şirket' sözcüğünden geliyor. 1911 yılında Bağdat Demiryolunu yapan Alman şirketine gönderme olarak...

Kobani Suriye'de bir kent. Şanlıurfa, Suruç'un güneyinde. Nüfusun yüzde 90'ı Kürt.

Araplaştırma çerçevesinde Suriye Kobani'nin Osmanlı'dan kalan Arap Pınarı adını değiştiriyor, Ayn ül - Arap yapıyor.

Temmuz 2012'de Ayn ül - Arap YPG tarafından ele geçiriliyor, YPG kentin adını Kobani olarak değiştiriyor.

2014'te kent IŞİD'in saldırısına uğradıysa da, Amerika'nın hava desteği ile IŞİD oradan çıkartılıyor.

Kürtler için önemli çünkü, Kobani son birkaç yıldır demokratik özerklik yönetim biçiminin başarıyla uygulandığı bir kent.   

Çözüm sürecine rağmen

2014 Temmuz'unda IŞİD Kobani'ye saldırdığında, Tayyip Erdoğan o sırada Başbakan, Kürt Sorunu'nun çözümü için adım atıyor. Aynı günlerde "Terörün Sona Erdirilmesi Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun"  Resmi Gazete'de yayımlanıyor.

Yani:

2008'de Oslo'da PKK ile görüşmelerle başlayan Çözüm Sürecinin yasaya dökülmüş ve resmen başlamış hâli.

IŞİD Kobani'ye tam o günlerde saldırıyor. HDP Kobani'ye destek verilmesi için Türkiye'den koridor açılmasını istiyor. AKP uzun süre açmıyor.

"Kobani olayları" denilen protestolar 6 - 8 Ekim 2014 günlerinde Doğu ve Güneydoğu'da çeşitli kentlere yayılıyor. Çıkan olaylarda 46 kişi yaşamını yitiriyor.

Hazırlanan iddianame hayatını kaybedenlerin 37'sini konu alıyor.

Aralarında Yasin Börü'nün de olduğu altı kişinin ölümünden HDP'lileri sorumlu tutuyor.

Erdoğan ise protestolardan, dolayısıyla insanların hayatlarını kaybetmesinden Selahattin Demirtaş'ı sorumlu tutan konuşmalar yapıyor.

Dokunulmazlıklar kalktı

"Çözüm süreci" devam ederken, HDP'nin bazı yöneticileri ve milletvekilleri hakkında "terör örgütü üyeliği" gerekçesiyle fezleke hazırlanıyor, Meclis'e gönderiliyor.

O sırada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.

CHP açısından tam bir kara leke!..

"Anayasaya aykırı ama, evet diyeceğiz" açıklamasıyla, CHP'nin desteği ile haklarında fezleke hazırlanan HDP milletvekillerinin dokunulmazlıkları Mayıs 2016'da kaldırılıyor.

Ve onlar tutuklanıyor.

Rekor cezalar

Kobani olaylarının kısa özeti böyle.

Önceki gün 83. duruşmada açıklanan mahkeme kararlarıyla HDP yöneticilerine, milletvekillerine ceza yağıyor.

Selahattin Demirtaş 42 yıl, Figen Yüksekdağ 30 yıl, Ahmet Türk 10 yıl gibi rekor cezalar.

Öyle kararlar ki...

2017'de başlayan dava için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi "hak ihlali" kararı vermesine rağmen, bu karar yok sayılıyor. Anayasa'nın ilgili maddesi bu davada da, görmezden geliniyor.

Aralarında Yasin Börü'nün de bulunduğu altı kişinin ölümüne sebep verdikleri iddiasına müebbet hapsi istenen siyasiler beraat ediyor.

CHP lideri Özgür Özel'in söylediği gibi:

"Bu davada hukuk yok, dava siyasi bir dava. Uzamasıyla, kararların seçimden sonraya bırakılmasıyla, her yönüyle siyaseten kullanılmaya elverişli bir dava."

Oy kaybına uğradı

Özgür Özel gibi büyük çoğunluk Kobani davasında kararların seçim sonrasına bırakılmasının önde gelen nedeni olarak, 31 Mart seçimlerini görüyor.

Durum şu..

Bir önceki seçimle karşılaştırıldığında, AKP 31 Mart seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu'da oy kaybına uğruyor.

Sedat Ergin'in 10 Mayıs 2024 tarihli Hürriyet'teki tespitine göre:

- AKP Adıyaman, Batman ve Iğdır'da on puan,

- Bingöl, Bitlis, Ardahan'da beş ile on puan arasında,

- Kars ve Siirt'te beş puanın altında oy kaybına uğruyor.

Kürtler 31 Mart'ta Erdoğan'a daha az oy veriyor, ayrıca şimdi DEM, eski HDP'nin elindeki illerin hiç birinde belediyeyi AKP'ye kaptırmıyorlar.

Yumuşama masalı

Karar seçim sonrasına kalmış...

AKP Kürtlerin yoğun olduğu illerde oy kaybına uğramış...

Bir de, ortada seçim sonrasında bol bol konuşulan "yumuşama ya da normalleşme" var...

Kobani kararlarınıda ne beklersiniz?..

Beraat ve tahliye!..

Bunların hiç biriolmuyor. Tam ters kararlar çıkıyor.

Güçlü görünse de...

Bu kararla birlikte...

Erdoğan Kürtlerle köprüleri atıyor.

Zaten yoksulluk ve sefalet nedeniyle hızla oy kaybına uğrayan Erdoğan'ın bu kararla yeni bir oy kaybına uğraması işten değil.

Erdoğan gibi politikanın her yönünü iyi bilen ve kullanan birisi, bunu nasıl göze alabiliyor?..

Muhtemelen, her geçen gün daha da şahinleşen Devlet Bahçeli'nin etkisiyle.

Dışardan bakınca, çok etkili ve yetkili görünse de, Erdoğan Bahçeli karşısında o kadar güçlü değil.

Ayrıca, partisinde ve yakın çevresinde farklı görüşlerin çarpıştığına herkes tanık oluyor.

Erdoğan'ın önünde Kürtler bağlamında şimdi yeni bir tünel var.

HDP'nin kapatma davası, AYM'de.

Bahçeli HDP'nin kapatılmasını istiyor. Erdoğan ne yapacak?..

Ancak, Kobani kararları ipleri çoktan koparmış bulunuyor.  

(T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder