24 Haziran 2024 Pazartesi

İktisat topluma yarar mı? (VII) - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

 


Ekonomide ve toplumun günü ve geleceğinde ciddiye almak gereken bir noktaya geldik. Bakalım.

İLK İKİ PERDE

Korkut Boratav, bir gazete ile (Artı Gerçek) 3 Haziran’da bir söyleşi yaptı. Her söyleşisi, yazısı ciddidir. Bu bence ayrı bir dikkatle okunmalı. Türkiye’nin kendi gelişme çizgisinden uzaklaştırılıp dünya sermayesine eklemlenmesini yani son 40 küsur yılı süslere kapılmaksızın kavrayabilmek için okunmalı.

Kırk yılda, kapitalizm ülkeye iki “perde”de düzenlenen bir senaryo ile yerleşti. İlk perde 1980’de ikincisi 2000’de açıldı. Az önce, az sonra denilebilir. Arada kritik yıllar olabilir. Fark etmez. Geri dönüşsüz tarihler, 1980 ve 2000’dir. Açılışlar ikişer adımlıdır: Önce “yeni ekonomi”, sonra bunun “yeni siyaset”i geldi. Bir sermaye rejimi adım adım kuruldu, serpildi.

Sermaye, sınıf varlığına “bölüşüm” meselesinden bakıyor. Değişmez. Ülkenin toplam gelirinde mutlak çoğunluk payına sahip ve hâkim olmak, payını zamanla artırmak ve serveti (tüm kaynaklar ve varlıklar, diyebiliriz) sermaye mülkiyetine geçirmek, onun “bölüşüm”e bakışının özetidir. Ekonomi buna göre düzenlenir, siyaset bunun için yapılır, toplum buna “rıza” göstermelidir. 1980’den günümüze, “iki perde”de kavramış olmalıyız. Anlamalı, geleceğin ne getireceğini düşünebilmeliyiz.

GEÇİŞ

Kapitalizmimizde ilk perdenin (1980) açılışı ve ikinciye (2000) geçişin ortak noktaları da var, farklılıkları da. Dikkatle bakalım, üçüncüye geçişin başlayışını doğru değerlendirelim. Ortak noktaların başında “Our Boys” var. Ekonomide geçişin “ilk adım”ı için onlar sahneye çıkarlar. Durumun kötü olduğunu ama onları takdir eden “dünyadan destekle” işleri yoluna koyacaklarını anlatırlar. Görevleri ekonomide “toprağı nadaslamak”tır. Sonra siyasetteki “Our Boys” idareyi devralır.

“Our Boys”un inandırıcı bir gerekçesi olmalı. Bir “gerçekçi skeç”. Bu “enflasyon”dur. 1. ve 2. perdelere ve şimdi 3. perdeye geçiş için ekonomi tek maddeli olacak: Enflasyonla mücadele. Ne gerekiyorsa yapılır. O kadar. Geçişin ilk adımı, ardından siyasette de yepyeni bir “seleksiyon” getirir. 1980’de ve 2000’de siyasette eskiler tasfiye oldu, yeniler geldi. İdeal şablonda ekonomideki “Our Boys” geçici görevli, siyasettekiler kalıcıdır. Dünya sermayesine “geri dönüşsüz” eklemlenme siyasettekilerin asli görevidir. Zaman içinde yapılacaktır.

Birinci perde (1980) Türkiye ekonomisini doğal gelişme çizgisinden yavaş yavaş ayırdı. Tam değil ama oraya dönüşün koşullarını yok etti. Ancak dünya sermayesine eklemlenme 1. perdede yapılamadı. Koşullar mı elvermedi, apayrı beceri mi istiyordu, tartışılır. Sermayenin ekonomideki yetersizliğini, siyaseti algılamadaki hamlığını hesaba katınca, 1980’lerde eklemlenme onun kapasitesini aşan çapta bir “girişim” işiydi. Boratav vurguluyor, 1990’lara girerken, emeğin 1980 ile küçültülmüş payını geri almaya başlaması bir yandan, ekonomide düşük kalan büyüme hızı ve yükselen enflasyon öte yandan sermayenin baş ağrıları oldu. Altından kalkamadı ve içine yerleşen “kriz karamsarlığı” ile dünya sermayesinin “kurtarıcılığı”nı aradı, bekledi. 1990’larda “mesaisi” bu oldu.

Eklemlenme zamanı ve böylece ikinci perdeye geçiş 2000’le geldi. Yeni “Our Boys”la ve yine bir “enflasyon skeci” ile. Sermaye için mucize sayılacak lütufkâr koşullarda “yeni siyaset” de tüm figürleriyle yoktan var oluverdi. Olağanüstü, tarihi bir andı. Adeta gökten yağmaya başlayan bir “dolar” yağmuru altında enflasyonun düşüşe geçmesi, ithalatın ve daha önce yaşanmamış bir tüketimin patlaması ve birkaç yıl üst üste büyüme hızının yükselişi. Ve belki tümünden daha önemli olan şey, Boratav’ın da vurgusuyla, bu ortamda emeğin de siyaset sahnesinden çekilişi.

Tablo bir “sermaye-siyaset ittihadı”nın kuruluşu için tarihin ikramı idi. Emeğin ekonomi mücadelesinde ve siyasette bıraktığı ciddi boşluğa, “ittihad”ı desteklemek üzere Türkiye’ye özgü bir yeni figür olan “liberaller” yerleşiyor. Cennette miyiz?

Eklemlenmeye geçiş tek taraflı bir gönüllülükle olmaz, olmamıştır. Dünya sermayesi sizi artık sürekli borçlandıracağı bir “piyasa statüsü”ne alıyor. Öyle kucaklıyor. Moda deyişle, borçluluk “sürdürülebilir” olacaktır. Eklemlenme dünya sermayesinin “özel disiplinine alınma”dır. Ana rejimdir. Merkez üssü sermaye sınıfının şirketleridir. “Finansal kuruluşlar” aracı olacak, şirket borçlanması artacak, yaygınlaşacak ve bu sermaye disiplini ekonomiyi bir yörüngeye oturtacaktır. Temel kararlarınızın zemini artık orası olacaktır. O güne kadar bildiklerinizi yavaş yavaş unutun. Artık geçersizdirler.

İKTİSAT VE SAĞDUYU

İktisatta 1. sınıfta okutulur, sonra da geliştirilir. İktisatçının düşünce yapısını kuran temel taşlar, kavramlar, bağlantılar vardır. Sade, herkesin anlayacağı, sağduyuya dayanan şeylerdir. Sağlamdırlar.

Anglosakson dünyasındaki son liberal sağduyu damarının üstadı Keynes, 90 yıl kadar önce açıkça ortaya koydu: Görünüz, dedi, ekonomiyi yönetebilmenin kilit taşı istihdamdır. Emekçilerin, kabilse tümünü haysiyetli bir ücret düzeyinde çalıştırabilmelisiniz. Çünkü ekonomi gelir akımları ile işler. Bir vücut gibi. Herkes çalışarak yeterli gelir sahibi olmalı ki gelirler, akarak birbirlerini “çoğaltabilsinler”. Sürekli, sağlıklı talep zincirleri oluştursunlar. İstikrar içinde büyümenin esası budur, sakın bozmayın. İktisatçı dilinde buna “denge” dediler; anlaşılmayacak bir şey yoktur.

Peki, kim çalıştıracak onları? İşte, kapitalist yatırımcı ve tarihi rolü. Durmaksızın yeni ve anlamlı büyüklükte bir iş, bir tesis yapacak, ekonomiye katacak. Kaytarmayacak. Hazır tesisleri elden ele satıp kazanma peşindekine yatırımcı denilmez. Hep yeni ve anlamlı bir şey katmayı düşünen, yapan kişidir yatırımcı. Kurduğu işlerle yeni gelir akımları yaratır. Bu yatırımlar olacak ki gelirler artsın ve oradan da tasarruflar oluşsun. Yatırımcı zayıflar, ortadan çekilirse kapitalizmin hali haraptır. Yatırımcının bıraktığı boşluğa servete koşan bir tip yerleşir. Sistemin hastalığıdır.

Üstat istihdamı merkeze yerleştiriyor, yatırım artışı ve böylece gelir artışı ile birleştiriyor. Ve nasıl bir sağduyu ve kültürel derinlik sahibi olduğunu anlamamızı sağlıyor. Şunu sistemin önüne koyuyor: Kapitalizmin akıbeti bu dörtlü bağlantıdadır: İstihdamyatırım-gelir (talep)-tasarruf. İstihdam sistemin “teminatı”dır. Yerine sistemi ayakta tutacak bir şey koyamazsınız!

Korkut Boratav en çok neye dikkat çekiyor, bakalım: Türkiye’de çalışma çağı nüfusunun (15-64) yüzde 25’i (yirmi beş!) TÜİK’in bile kabul ettiği “atıl işgücü” stokudur! Atıl, yani iş bulup çalışamayan, ekonomiye gelir yaratarak katkı yapamayan dörtte bir nüfus. Bir “yedek işçi ordusu” ama hep yedek. Boratav şunu gösteriyor: Çalışma çağı nüfusu son altı yılda yüzde 6.8 artarken istihdam yüzde 4.2 artıyor. Çünkü kapitalizmimizin ekonomisi ancak yüzde 4.3 büyüyebiliyor. Bu tempo “atıl işgücü”nü temizleyemez. Sermaye sınıfının tarifini yapabilmek için bu elde var bir.

Tarif için ikinci ayağa bakalım. TÜSİAD Silikon Vadisi Başkanı Ayşegül İldeniz, birkaç hafta önce şöyle dedi: “Şu anda katma değerli teknolojiyi kullanan üretimimizin oranı yüzde 3 civarında!” Ne demek oluyor? Sermaye sınıfının 20 yıllık karnesi onun iki şey üretmeye kilitlendiğini gösteriyor: Bir, “atıl işgücü”. İki, düşük teknolojili ürünler. Yirmi yıllık odak noktası budur. Sermaye sınıfının tarifine bu iki ayak yeterlidir. Yirmi yılın “yatırımcısı” bu tarifin içinde yer alır. Daha fazla gelir yaratamaz. Daha fazla talep ancak borçla yaratılabilir. Yani dünyaya daha sıkı eklemlenerek. Üstat Keynes’in “vaaz”ında yatan sağduyuyu sermaye sınıfı kavrayamaz, anlasa da umursamaz.

ÜÇÜNCÜ PERDE

2023 Haziran’ında “Deflasyon Ekibi” (Our Boys) geldi, ekonomiyi devraldı. Eklemlenmenin bir ileri aşamasına geçişi başlattı. Orta Vadeli Program (OVP) başlığı ile belgeledi. Dünya sermayesinin kabulüne sundu. Model keskinleşiyor. Birkaç yapıtaşı var.

Önce, enflasyonu “düşük vites”e, yüzde 20’ye çekme “müjde”si var. İkincisi, üretim yapısında dört yıl bir değişme olmayacak ve büyüme hızı yüzde 3’e çekilecek. Yani atıl işgücü artacak. (Büyüme kavramı, içi boşalarak anlamsızlaşacak.) Üçüncüsü, sermayenin şirketleri senaryonun odak noktası olacak. Ödeme baskısı altında kalmaksızın borçlandırılacak. Dördüncüsü, bu borçları ödeme yükümlülüğü yavaş yavaş Hazine’nin üzerine aktarılacak. Böylece şirketler, “sağlam garanti” altında borçlandıkça Hazine’nin yükümlülüğü artacak. (Şu anda Hazine’nin dış borç/ GSYİH oranının görece düşük olduğunu unutmayalım!) Eğer Hazine ödemekte zorlanırsa “ekonomiyi kurtarmak için” ödemeler ülke varlıkları, kaynakları ile yapılacak. Böylece borçluluk sadece şirketlerin değil, oradan yayılarak tüm sektörlerin meselesi haline geldiği takdirde ülkenin tüm politikaları buna yani eklemlenmeye ayarlanabilecek.

Dünya sermayesi ciddiyet içinde, sürekliliği ihmal etmeksizin çalışır. Türkiye gibi bir ülkenin eklemlenmesi “sürveyan”sız olamaz. 1980’de başlayan süreçte bu rol Dünya Bankası’na (DB) emanet edildi. 24 Ocak tarihli başvuru mektubu bir DB klavyesinde yazıldı. 2001’de DB’nin bir üst görevlisi gönderildi; tam yetkili olarak bakan koltuğuna oturdu. 2023’te DB’nin işe gecikmeden el koyup OVP’yi bir başvuru mektubu saydığını ve “ilk yardım” paketini açtığını görüyoruz. Bunlarda bir komplo aramayalım. Dünya sermaye alanı içinde “disiplin” böyle sağlanıyor.

Emekçiler bir şey ödemeyecekler mi? Hiç öyle şey olur mu? Onlar süreklilik içinde ödeme yükümlülüğü altındadırlar. Enflasyonda da deflasyonda da. (Hazarda ve seferde!) Enflasyonda yapay bolluk içinde, deflasyonda ağır kemer sıkma koşullarında (“austerity” deniyor). Bu emekçilerin kendi ekonomik krizlerini “sürdürebilme” meselesidir. Medyada çok konuşuluyor. Konuşulmayan, emeğin kendi, öz krizidir. Yani bilinç krizidir.

Toplumun, siyaset topluluğunda herhangi bir etki yaratmamış olan 31 Mart uyarısından sonra bunu biraz daha anlayabiliyor muyuz?

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder