8 Haziran 2024 Cumartesi

soL KÖŞEBAŞI (8 Haziran 2024) + (Çalışma yaşamının geleceği: Kamu çalışanları da mı uzaktan ve esnek çalışacak?-Candan Buyraz)

 

Türkiye’de düzen içi çatışma: Nijer, BRICS,…(Erhan Nalçacı)

Türkiye çapındaki yayılmacı bir devlet ister istemez bir emperyalist hiyerarşi içinde devinecektir. Buna göre Türkiye sermayesi uluslararası sömürüden payını alacak, buna göre tezgâhını kuracaktır.

Son aylarda bu köşede Türkiye’de düzen içi çatışmaya sıklıkla eğildik ve müphem bir tül altındaki çatışmanın taraflarının emperyalist hegemonya krizine göre belirlendiğini yazdık.

Türkiye çapındaki yayılmacı bir devlet ister istemez bir emperyalist hiyerarşi içinde devinecektir. Buna göre Türkiye sermayesi uluslararası sömürüden payını alacak, buna göre tezgâhını kuracaktır. Ama dünyada çok belirsizlik var. 
ABD’nin başını çektiği ve halen Türkiye’nin de içinde olduğu Batı emperyalizmi mi, yoksa Çin-Rusya ittifakı mı?

Sermaye sınıfı çıkarlarına, bağlantılarına göre bu soru etrafında bölünüyor. Onları takip eden düzen içi siyasiler ve belki zaman zaman taraf değiştirerek bu soru etrafında kapışıyorlar. Bürokrasi de öyle, bir kısmı “devlet aklına” göre, bir kısmı çıkarlarının peşinden ip yarışmasında birbirlerinin beline sarılıyorlar.

31 Mart seçimlerinde bir tarafın ağırlık kazandığını ve Türkiye’nin ABD ve NATO’ya doğru çubuk büktüğünü izledik. Türkiye Ukrayna’da silah fabrikaları açtı, Rusya’ya karşı olduğu saklanmayan NATO tatbikatlarına katıldı, Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi’ne dâhil oldu, Karadeniz’de nereye varacağı belli olmayan anlaşmalar imzaladı, ABD ile sıvılaştırılmış doğal gaz satın alma sözleşmeleri yaptı vb.

Ayrıca Erdoğan sonrası için ABD’ye daha yakın olduğu bilinen İmamoğlu gibi yeni sermaye ajanları başkanlık için sıraya girdi.

Ancak seçimden sonra düzenin tekrar diğer tarafa yattığı ve ABD’cileri bir şekilde gerilettiği izleniyor.

Kuvvetli İsrail karşıtı çıkışın sadece seçimde AKP’nin bu konuda sıkıştırılmasına bağlanması doğru değil, muhtemelen karşı tarafı bastırmak için de İsrail karşıtlığı kullanılıyor.

Yargıtay krizinden, Anayasa Mahkemesi kararlarına, mafya operasyonlarından Fetullahçılara yönelik operasyonlara kadar her şey bu eksende gelişiyor.

Bu yazıda Türkiye’nin yayılmacı bir ülke olarak yönelimine iki yeni olay üzerinden bakalım:

Nijer’de Türkiye kiralık asker mi kullanıyor?

Elimizde açık kaynaklardaki haberlerin dışında bir delil olmadığı için temkinli bir şekilde yazılması gerekiyor. Batı emperyalizmine dayalı İngiltere ve Fransa tabanlı Suriye’de insan hakları gözlemi yapan iki örgütten yayılmış haberler. 

Bu haberlere göre Türkiye Suriye’den kendisine yakın ekiplerden para karşılığı asker toplayıp, onları uçaklarla Nijer’e sevketmiş. Sayının 3.500’e yaklaşacağı düşünülen paralı askerler Nijer sınırının ve madenlerin korunmasını üstlenmişler. Rus askerleri ile birlikte çalışıyorlarmış. 

Aşağıdaki emperyalistler için hazırlanmış, Afrika halklarını yok sayan ve ülkeleri içerdiği hammaddelere göre gösteren haritada Nijer’in yerini bulup hatırlayalım.

Emperyalizmi anlamak için mükemmel bir harita, ülkelerin ismi silikçe arka fonda yazılırken el konması gereken madenler öne çıkmış. Nijer Afrika’nın kuzey batısına doğru koyu yeşil ile gösterilen ülke. Emperyalistler için Nijer halkının bir önemi yok, Nijer’i şöyle kodlamışlar: Uranyum, petrol. Ayrıca altın da var, unutmuşlar, ya da birbirlerini atlatmak için yazmamışlar. Bu arada Nijer madenlerinde 14 yaş altı çocukların çalıştırıldığını ilave edelim.

Nijer’de geçen yılın ortalarında bir askeri darbe yaşanmış ve Nijer de Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Burkina Faso’dan sonra yıllardır süren Fransız sömürgeciliği ve hegemonyasından kopmuştu. Fransız ordusu sözüm ona cihatçı çetelere karşı mücadele için bulundurduğu askeri birliklerini çekmek zorunda kalmıştı.

Elektrik enerjisini büyük ölçüde nükleer reaktörlerden üreten Fransa için Nijer uranyum yatakları önemliydi ve bu olanağı kaybetmiş gözüküyor. Muhtemelen Fransa’nın Ukrayna’ya asker göndermeyi telaffuz edecek kadar Rusya karşıtı haline gelmesinde Afrika’da uğradığı büyük kayıp rol oynadı.

Nijer Başbakanı 2024 Ocak ayında Moskova’yı, Şubat ayında Ankara’yı ziyaret ederek ikili anlaşmalar yaptı ve yardım sözü aldı. Eğer paralı asker gönderildiyse muhtemelen bu ziyaretlerden sonra gerçekleşmiştir. 

Fidan’ın Çin ziyareti ne anlama geliyor?

Dışişleri Bakanı Fidan’ın geçen hafta gerçekleşen Çin ziyareti bir fırtınaya neden oldu. 

Nasıl olmasın, Fidan Çin’de BRICS’e Türkiye’nin katılma arzusunu dillendirdi. Moskova’da yapılacak gelecek BRICS zirvesinde bu isteğin memnuniyetle ele alınacağı şeklinde yanıt gecikmedi.

BRICS ki, ABD mali sermayesinin hegemonyasını ortadan kaldırmayı amaçlayan krizin cepheye sürülmüş temel araçlarından biri.

Yeni İpek Yolu’nun Orta Koridorunda işbirliği teklifi de sevinçle karşılandı. Hatta karşı taraf Şangay İşbirliği Örgütü’ne katılımı telaffuz etti.

Görüldüğü gibi düzen içi karşı manevra çok keskin oldu.

Biz nereye bakalım?

Biz nereye bakalım? Bir kere sermaye sınıfına bu köşede şöyle taraf tutun, şöyle avantajlarınız olur diye öneride bulunmamayı ilke olarak benimsiyoruz.

Teşbihte hata olmaz denir ve tabi ki aralarında çok büyük fark var, ancak Kurtuluş Savaşı öncesinde ve sonrasında ABD mandacılarını hatırlayın. Wilson Prensiplerinin Türkiye’nin kurtuluşu olabileceğini, İngiltere ve Fransa’dan farklı olarak ABD’nin halkların özgürlüğünü istediğini ileri sürüyorlardı. Halide Edip Adıvar örneğin. ABD hegemonyasını o gün reddedenler o dönemi devrimci olarak geçirdiler, Mustafa Kemal gibi.

Günümüz hegemonya krizi esnasında hiçbir aydının yüzünü işçi sınıfı siyasetleri dışında bir odağa çevirmesini istemiyoruz.

Eğer umut besleyeceksiniz linki verilen videoyu bir kez izleyin lütfen. Geçenlerde ABD’den Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi (PSL) yöneticileri Türkiye’yi ziyaret etmişti. Video da TKP’nin iki yönetici ile yaptığı röportaj görülüyor. 

Bu iki işçi sınıfı partisi yöneticisi, ABD’den değil de, örneğin, Türkiye’den, Yunanistan’dan, İspanya’dan, Hindistan’dan, Brezilya’dan vb. olabilirdi, bunun önemi yok, ama önemli bilgiler vermelerine karşı sadece sözlerine değil de gözlerine ve vücut hareketlerine yansıyan yaptıkları işe inanca bakın.

Dünyanın emekçi sınıflara dayanan geleceğine inanmayanlar savrulur gider bu kargaşada.(https://youtu.be/YaukcX0pzbg)

                                                                  /././

Normandiya Çıkarması’nın yıldönümünde unutturulan kayıplar (Ogün Eratalay)

Normandiya Çıkarmasından aylar önce, ABD ve İngiltere'nin tatbikatlarında gerekli önlemlerin alınmaması neticesinde 946 ABD askeri ölür. Bu trajedi bugün bile pek az kişi tarafından bilinmekte.

6 Haziran günü, 1944 yılında gerçekleşen Normandiya Çıkartmasının yıldönümü. Bu gün Avrupa’nın çeşitli kentlerinde törenler düzenleniyor, kıtayı Nazi belasından kurtardığı öne sürülen ABD Ordusuna güzellemeler düzülüyor. Acaba gerçekten böyle mi, isterseniz gelin bir bakalım…

1944 yılı başlarına gelindiğinde II. Dünya Savaşı çoğunlukla hala Doğu Cephesinde sürmektedir. Nazi Almanyasını Sovyet topraklarından atan Kızıl Ordu ve partizan birlikleri cephe hattını artık Polonya içlerine, Slovakya’ya getirmiş, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan büyük ölçüde işgalden kurtarılmıştır. ABD başta olmak üzere emperyalist ülkeler Sovyet lider Stalin’in ısrarlı taleplerine rağmen Avrupa’da ikinci cepheyi açmakta ayak diremiş, Naziler tarafından görece az birlikle gayet başarıyla savundukları İtalya Cephesinde durma noktasına gelmiştir. Savaşın ardından Sovyet Kızıl Ordusu tarafından özgürleştirilmiş bir Avrupa kıtasından çekinen emperyalistler bu dönemde Fransa kıyılarına çıkartma planlarına iyiden iyiye başlar.

                                     1944 Ocak ayı itibarıyla Kızılordunun geldiği cephe hattı.
                             İtalya Cephesinde Müttefiklerin ilerleyişi durma noktasına gelir

Çıkartma için belirlenen Normandiya sahillerine fiziki özellikleri nedeniyle benzeyen İngiltere’nin güney bölgesindeki Devon kentindeki Slapton Sand plajı çıkartmaya katılacak ABD askerlerinin eğitilmesi için tatbikat bölgesi olarak belirlenir. Bölgedeki sivil nüfus başka yerlere tahliye edilir ve Nisan-Mayıs 1944 döneminde yoğun tatbikatlar başlar. 

                                                           Tank taşıma gemisi

Tatbikata tank taşıyabilen çıkartma gemileri, donanmadan çeşitli savaş gemileri ve yaklaşık 30 bin asker katılır. İlk olay 27 Nisan günü yaşanır. Tatbikatın o günkü faaliyetinde gerçekçi olması için deniz topçusu bombardımanı altında birlikler karaya çıkacaktır. Askerin savaş ortamına hazırlanması amacıyla yapılan planlar koordinasyonsuzluk ve iletişim hataları nedeniyle trajediye dönüşür. Çıkarma gemilerinin bazılarının tatbikat saati olan 07:30’a hazır olamaması nedeniyle başlangıç bir saat ertelense de bu bilgi bazı çıkarma gemilerine ulaşmaz. Yeni tatbikat saatine göre çıkarmadan hemen önce sahili gerçek mermilerle bombalayacak olan donanma topçusu, tatbikatın ertelendiğinden habersiz şekilde sahile çıkmış olan ABD askerlerini bombalar. Bu dost ateşi olayında yaklaşık 450 askerin öldüğü sanılmaktadır.

                                         Tatbikat sırasında sahile çıkan askerler

Ertesi gün ise daha büyük bir facia, komuta heyetinin beceriksizlik ve tedbirsizliği nedeniyle yaşanır. Tatbikat yapılan bölge Fransa sahillerine oldukça yakın olduğu için tatbikata katılan gemilerin güvenliği için Fransa’nın Cherbourg kentinde olan Nazi donanma üssü ablukaya alınmıştır. Buradan çıkabilecek savaş gemisi veya denizaltıların tatbikattaki gemilere saldırmaması için önlemler alınır. Ancak buna rağmen 9 Nazi hücumbotu ablukadan sıyrılarak sabaha karşı tatbikatın yapıldığı bölgeye gelir. 

                                        Saldırıya katılan Nazi hücumbotlarının benzeri

Çıkartma gemilerini korumakla görevli HMS Azalea kaptanının konumlama hatası ve diğer koruma gemisinin bakıma alınıp yerine yedeğinin henüz gelememiş olması belirleyici olur. İngiliz ve Amerikan birliklerinin farklı telsiz frekansında olmaları da ihmaller zincirine yeni halkalar ekler. Sonuçta destek birlikleri bölgeye gelinceye kadar Naziler tarafından savunmasız gemilere düzenlenen saldırılar sonucunda LST-507 ve LST-531 çıkarma gemileri vurularak batar, diğer çıkarma gemileri de vurulur ve ağır hasar alır. Çoğu ilk patlamalar sırasında olmak üzere toplamda 749 Amerikan askeri boğularak veya kurtarılmayı beklerken hipotermiden hayatını kaybeder.

                                 Devon sahilindeki anıt. Buradaki tank batıktan çıkarılmıştır.

Olay savaş sırasında askerin ve kamuoyunun moralini kötü etkilememek adına örtbas edilmiş, savaşın ardından da bu tutum sürdürülmüştür.

Günümüzde emperyalizm çeşitli filmlerle ve tarihi yeniden yazarak insanlığı Nazi belasından Sovyet halklarının, Kızıl Ordusunun değil Normandiya’ya çıkartma yapan Amerikan askerinin kurtardığı yalanını ısrarla yineliyor. Emperyalizm insana değer vermemekle suçladığı Sovyet rejimini karalamak için türlü yalanlar uyduruyor, asılsız ithamlarla anısını lekelemeye çalışıyor. Ancak kendi örtbas etmeye çalıştığı  tarihine baktığımızda askerini piyon olarak gören, beceriksizliğini, plansızlığını ve ihmalkârlığını örtmek için insanların hayatları feda edenin emperyalizm olduğu apaçık ortaya çıkıyor. 

                                                               /././

Yetkililer 21. yüzyılda eşek sırtında su taşınan köyleri görmüyor mu? (Özkan Öztaş)

Kars'ın Kağızman ilçesine bağlı Aşağıkaragüney köylerinde su yok. Köylüler eşek sırtında su taşıyor. Yıllardır aynı sorunu yaşayan köylüler sorunlarına çözüm bekliyor.

Eski bir film karesi ya da tarihi bir fotoğrafa benziyor ancak değil. Bu fotoğraf Kars'ın Kağızman ilçesine bağlı Aşağıkaragüney'inde çekildi. 

Köyde su yok. Su altyapısı da yok.

Konu ülke gündemine CHP Kars Milletvekili İnan Akgün Alp tarafından taşındı. İnan Akgün Alp, meclise taşıdığı gündem konuşmasında Kağızman’ın Yukarıkaragüney ve Aşağıkaragüney köylerinde su şebekesi olmadığı için vatandaşların hala eşek sırtında su taşıdığını belirtti.

'Köyde nüfus her geçen yıl eriyor' 

Köylüler her gün ihtiyaç duydukları suyu eşek sırtında götürüyor evlerine. Hal böyle olunca da zaman içinde köy dışarıya göç veriyor ve köydeki üretici nüfus günden güne azalıyor. Hem kentlerdeki ihtiyaç duyulan ürünlerin üretimini etkiliyor bu durum hem de üretici köylüyü kent merkezlerinde iş arayanlar kervanına dahil ediyor. 

Kağızman'daki Aşağıkaragüney köyü aslında benzer sorunlara sahip yüzlerce köyden bir tanesi. Ne yazık ki tekil bir örnek de değil. Üstlelik tarım ve hayvancılık açısından Türkiye'nin en verimli arazilerinden birine sahip olan bölgede yaşayan insanların maruz kaldığı mahrumiyet akıl alır gibi değil. 

Yüksek rakımlı yaylarlarında hayvancılığın uzun bir döneme yayıldığı, meyve, özellikle de kayısı, elma ve tarım ürünleri açısından bereketli bir yer olan Kağızman bölgesinde bir bardak su bulamayan köylüler haliyle kent merkezlerine taşınma eğilimi gösteriyor. Köyün 2009 yılındaki nüfusu 250 civarındayken en son yapılan sayımlarda güncel sayının 150'ye kadar düştüğü belirtiliyor. Neredeyse tamamının tarım ve hayvancılıkla geçindiği bir köy için üretici nüfusun yarıya yakınının göç ettiği anlaşılıyor. Çünkü sorun sadece içme suyu sorunu değil. İçme suyu sorunu, yaşanan tüm sorunların sadece bir parçası. Benzer sorunlar ulaşım için de, eğitim için de sağlık ve benzeri diğer kamu hizmetlerinin ulaştırılması için de geçerli. 

                                                          Yukarıkaragüney Köyü

'Millet sizi attan indirir, eşeğe de bindirir'

Konuyu kamuoyuna taşıyan CHP Kars Milletvekili İnan Akgün Alp, mecliste yaptığı konuşmasında “Yukarıkaragüney ve Aşağıkaragüney köyleri vardır, Kağızman ilçemize bağlı ve 21'inci asırda su şebekesi olmadığı için insanlarımız maalesef hâlâ eşek sırtında su taşıyor. Bu köylerin altyapısını yapın yoksa milletimiz sizi attan indirir, eşeğe de bindirir” dedi.

Sorunlarına çözüm bekleyen köylüler ise bu çağda böylesi sorunlarla anılmaktan duydukları rahatsızlığı dile getirdi. 

'Yanı başımızda gürül gürül akan bir nehir var ama köylerde içecek su yok'

Konuya dair soL'a konuşan köylülerden biri ise yanı başlarından akan ve Kağızman'ı ikiye bölen Aras Nehri'ne dikkat çekiyor:

"Sulama suyundan falan vazgeçtik. İçme suyumuz dahi yok. Sadece Yukarı ve Aşağıkaragüney'de yaşanmıyor bu sorun. Birçok köyde benzer bir sorun var. Aşağıkümbet'te de benzer sorunlar var mesela. Yanı başımızda ilçeyi ortadan ikiye bölen gürül gürül akan Aras Nehri var ama biz burada içecek su bulamıyoruz. Yazıktır bu. Ayıptır gerçekten. Şu halimizi görsünler ve çözsünler bu sorunu. Bu ülkenin üvey evladı mıyız biz?" 

Köylüler özellikle yaz aylarında artan sıcaklıklarla sorunun daha da çekilmez bir hal aldığını belirtirken yetkililerin bir an önce bu soruna çözüm bulmalarını talep ediyor.

                                                               /././

KYK’den öğrencilere intikam gibi cezalar: ‘Öğrenciler arasındaki ortaklık duygusunun önüne geçmeye çalışıyorlar’ (Yekta Armanc Hatipoğlu)

Geçen yıl KYK yurtlarındaki skandallara tepki gösteren öğrenciler çok sayıda eylem yapmıştı. Şimdi yurt idareleri öğrencilere eylemlerin intikamını alırmışçasına cezalar vermeye başladı.

2023 yılının ekim ayına Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı yurtlarda yaşanan skandallar ve bu skandallara öğrencilerin verdiği tepkiler damga vurmuştu. Güvenlik, hijyen ve yemek bakımından yetersiz olan KYK yurtlarında kalan öğrenciler, ülkenin dört bir yanında çeşitli eylemlere imza atmıştı.

25 Ekim Çarşamba gecesi, Aydın’ın Efeler ilçesinde bulunan Güzelhisar KYK Kız Öğrenci Yurdu’nda, 16 öğrencinin bulunduğu asansör düşmüş, 16 öğrenciden biri olan Zeren Ertaş hayatını kaybetmişti. Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 4. sınıf öğrencisi olan Ertaş’ın yaşamını yitirmesinin ardından diğer KYK yurtları da asansörlerindeki aksaklıklarla gündeme gelmiş, KYK eylemleri yeni bir boyut kazanmıştı.

KYK yurtları, eylemlere katılan öğrenciler hakkında soruşturma başlattı. Bazı öğrenciler uzaklaştırma alırken, bazıları da yurtlardan atıldı. Bazı öğrenciler ise sadece X’ten KYK yurtlarıyla ilgili gönderi paylaştığı için soruşturmaya tabi tutuldu.

Berfin Leyla Demir, yaşanan asansör arızasını videoya çektiği için, Ayça Reyhan Öztürk ise yurt idaresinin iftirası sonucu yurttan atılan ve uzaklaştırılan iki öğrenci. Demir ve Öztürk ile başlarından geçenleri, KYK yurtları üzerine çalışan akademisyen Özlem İlyas ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) Parti Meclisi (PM) ve Üniversite Bürosu Üyesi Zekican Demirçelen ile yurt idarelerinin öğrencilere verdiği “intikam gibi cezaları” konuştuk.

‘Tüm Türkiye’ye yaydık eylemleri, bunun intikamını alıyorlar bizden’

Berfin Leyla Demir, Kocaeli’de bulunan Semiha Ayverdi KYK Yurdu’nda kalıyordu. Asansör arızasını videoya çektiği için yurttan atılan Demir, şimdi bir arkadaşında kalıyor.

Soruşturmanın altı ay sonra sonuçlandığını söyleyen Demir, yurttan çıkması için kendisine verilmesi gereken bir hafta sürenin verilmediğini, son gün apar topar çıkmak zorunda kaldığını kaydetti. Demir, “Barınmayı ve barındığımız alanın yaşanılabilir olmasını istiyoruz, bunu bile çok görüyorlar. İntikam alıyorlar sanki” dedi:

Bizim yurtta asansör arızalanmıştı altı ay önce. Ben de bunu videoya çektim. Malum, KYK yurtlarına asansörler bozulur ve sonra idare hiçbir şey yapmaz, olan yurttaki öğrencilere olur. Videoya çektikten sonra hakkımda soruşturma başlatıldı. Soruşturma altı ay sonra sonuçlandı, yurttan atıldım. Normalde bir hafta önce yurttan atılacağımı tebliğ etmeleri lazım ama yapmadılar. Son gün ‘Hadi gidiyorsun’ diyerek alelacele çıkarıldım yurttan. Şimdi bir arkadaşımda kalıyorum. Barınmayı ve barındığımız alanın yaşanılabilir olmasını istiyoruz, bunu bile çok görüyorlar. İntikam alıyorlar sanki. Ekim ayında insanca yaşamak istediğimizi söyledik, tüm Türkiye’ye yaydık eylemleri. Yavaş yavaş bunun intikamını alıyorlar bizden.”

Uyuşturucu ve içki iftirası: Tütün torbasına ‘esrar’ dediler

Ayça Reyhan Öztürk, İzmir’de bulunan Zübeyde Hanım KYK Yurdu’nda kalıyordu. Öztürk, yurtta yapılan eylemler nedeniyle pek çok öğrenci ve idare tarafından tanınıyordu. Sarma sigaraya “esrar” diyen ve Öztürk’ün yurtta içki içtiğini iddia eden yurt idaresi, Öztürk’ü final döneminde yurttan uzaklaştırıldı.

İdarenin odasına izinsiz bir şekilde girerek çantasındaki biber gazını silah olarak gösterdiğini kaydeden Öztürk, kendisine gerekçe gösterilmeden “Bir hafta git, sonra gel” denildiğini belirtti. Öztürk, şunları kaydetti:

“Zeren Ertaş eylemlerine katılımımdan dolayı öğrenciler beni tanıyordu. Daha önce de ufak tefek eylemler yapmıştık. Örnek veriyorum, yemekhane yemeklerinden böcek çıkmıştı, bunun için de eylem yapmıştık. İdare de beni tanıyordu. Sonra bir gün odama girdiler, izinsiz bir şekilde çantamı arayıp biber gazımı aldılar, bunu silah olarak gösterdiler. Odamda bulunan tütün torbası nedeniyle esrar kullandığımı söylediler. İçki içtiğimi iddia ettiler ama tek bir kanıt sunmadılar. Sonra süreci başlattılar. Bana önce herhangi bir karar olmamasına rağmen ‘Sen git, bir hafta gelme, izin al’ dediler. 2-3 gün böyle gitti. Daha sonra dedim ki ‘Benim artık dışarıda kalacak yerim yok, buraya para ödüyorum, burada kalmam gerekiyor.’ Ellerinde bir karar yok sonuçta, almaları gerekiyor. Aldılar beni, birkaç gün misafir odasında kaldım. Sonra uzaklaştırma kararı geldi tam final döneminde. Sınavlarım çok kötü geçti bu yüzden. Mecburen eve çıktım son çare.”

‘Yurt yönetmeliği öğrencilerin siyaset yapmalarını caydırmaya yönelik tasarlanmış durumda’

Özlem İlyas, Warwick Üniversitesi’nde sosyoloji alanında devam eden doktora öğreniminin bir parçası olarak KYK yurtlarındaki barınma koşulları ve öğrencilik deneyimlerini araştırıyor. Daha önce freelance çalışanlar ve evden çalışma konuları hakkında araştırma yürütmüş olan İlyas’ın akademik ilgi alanları arasında emek çalışmaları, gençlik çalışmaları ve siyasal öznellik konuları yer alıyor.

İlyas, sözlerine Zeren Ertaş’ın yaşamını yitirmesinin ardından ülke genelinde başlayan eylemlere değinerek başladı. “Yurt idare ve yönetmeliği öğrencilerin taleplerini kolektif olarak ifade etmeleri ve siyaset yapmalarını caydırmaya ve kriminalize etmeye yönelik tasarlanmış durumda” diyen İlyas, şunları kaydetti:

Zeren Ertaş’ın bir KYK yurdundaki asansör kazasında hayatını kaybetmesinin ardından çok sayıda kentte öğrenciler eyleme geçtiler hem yaşanan faciaya tepki göstermek hem de uzun zamandır kulak ardı edilen talep ve şikayetlerini daha yüksek sesle duyurmak istediler. Araştırma kapsamında görüştüğüm öğrenciler ısrarla ‘haklı olduklarını’, tepki göstermenin bir hak ve hatta sorumluluk olduğunu vurgulama ihtiyacı hissediyorlar. Bu vurgunun nedenini ise şöyle anlamlandırabiliriz: Yurt idare ve yönetmeliği öğrencilerin taleplerini kolektif olarak ifade etmeleri ve siyaset yapmalarını caydırmaya ve kriminalize etmeye yönelik tasarlanmış durumda. En fazla bireysel olarak CİMER’e şikâyette bulunabildiklerini veya dilekçe yazabildiklerini biliyoruz, ki bunların da dikkate alınmadığını aktarıyorlar. Asansör kazasının ardından aylar geçmesine rağmen yurtlardaki asansörler hâlâ arızalanmaya, tavan çökmesi gibi farklı türden kazalar gerçeklemeye ve öğrencilerin deyimiyle ‘yenemeyecek türden’ yemekler önlerine getirilmeye devam ediyor.”

‘Aydın’daki kazanın ölümle sonuçlanmasının ardından kolektif olarak harekete geçmenin önündeki baskıların bir hükmü kalmadı öğrenciler için’

Aydın’da Zeren Ertaş’ın yaşamını yitirdiği kazanın öğrencilerin kolektif hareketi açısından önlerinde duran baskıyı hükümsüz kıldığını söyleyen İlyas, “Biz de olabilirdik” duygusunun öğrencileri harekete geçirdiğini kaydetti. Eylemlerin toplumsal meşruiyetinin yüksek olduğu dönemlerde öğrencilere daha çok yazılı uyarı cezası verildiğini belirten İlyas, bugün verilen ağır cezaların ileride gelişebilecek bir eylemliliğin önünü almayı hedefleyebileceğini söyledi:

“Aydın’daki kazanın ölümle sonuçlanmasının ardından kolektif olarak harekete geçmenin önündeki baskıların bir hükmü kalmadı öğrenciler için. Doğrudan tepki göstermeye yönelik bir refleks oluştu, zira ‘biz de olabilirdik’ duygusu ve bunun getirdiği bir tepki gösterme sorumluluğu ağır bastı. Fakat eylemler sırasında veya sonrasında bazı yurtlarda belirli öğrencilerin idare tarafından hedef olarak belirlendiğini görüyoruz. Eylemlerin toplumsal meşruiyetinin yüksek olduğu ilk dönemde bu öğrencilere daha çok yazılı uyarı cezası veya gözdağı veriliyor. Bazı yurtlarda ise da bu eylemle ilişkilendirmeden başka ithamlarla cezalandırılıyor ve yurttan atılıyorlar. Öte yandan eylemler ve eylemlere neden olan barınma koşulları hızlı değişen gündemin biraz gölgesinde kalınca cezaların da dozu artmış ve odağı netleşmiş görünüyor. Yurt koşullarını değiştirme konusunda bir irade gösterilmediği düşünülürse, bu cezaların gelecekte benzer şekilde gelişebilecek bir eylemliliğin önünü almayı hedeflediğini düşünebiliriz.”

İlyas, yurttan atılmanın sadece barınma hakkını değil bununla birlikte öğrencilerin öğrenim ve gelecekleri üzerinde karar verme haklarını da ellerinden aldığını kaydetti:

“Yurttan atılma korkusu, üniversiteyi zamanında bitirememe korkusu ile beraber, öğrencilerin en temel kaygılarından biri. Özellikle kadın öğrenciler ‘yurda geç kalırsam ceza alırım, sonra belki yurttan atılırım’ korkusunu gündelik düzeyde yaşıyor. Zira öğrenciler kira ve gıda fiyatlarında rekor seviyelerdeki enflasyondan en çok etkilenen gruplar arasında. Hatta KYK yurdunda kalan pek çok öğrencinin dahi bir işte çalışmadan geçinemediğini aktarıyorlar. Yurttan çıkarılan öğrenciler ya okulu bırakıp aile yanına dönebiliyor ya da bir işe girip ‘dersleri geçebilecek miyim’ stresiyle öğrenimlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Yani yurttan atılmak sadece barınma haklarını değil; öğrenim haklarını, gelecekleri üzerinde karar verme haklarını da ellerinden almış oluyor. Dolayısıyla yurttan atılmak onlar için ‘hayat memat’ meselesi halini alabiliyor ve psikolojik sağlıkları açısından da ciddi risk barındırıyor. Artan öğrenci yoksulluğuna ve ‘dersi geçemezsem’ stresine öğrenci intiharları sonrasında dikkat çekilmişti. Dolayısıyla bu tür cezalandırma yöntemlerine başvururken yurt idarelerinin nasıl bir sorumluluk altına girdiklerini de düşünmeleri gerekiyor.”

Yurtlarda inşa edilmeye çalışılan muhafazakâr kültür

KYK yurtlarında inşa edilmeye çalışılan muhafazakâr kültüre de değinen İlyas, öğrencilerin, yaratılmak istenen kültürün siyaseten caydırıcı bir amacı olduğu kanısında olduğunu söyledi. İlyas, Aydın’da yaşanan facianın ardından eylem yapan öğrencilere “Dua okuyun” denildiğini hatırlattı:

Öğrenciler bu cezalandırıcı tedbirlerin yanı sıra, yurtlarda inşa edilmeye çalışılan muhafazakâr kültürün de siyaseten caydırıcı bir amacı olduğu kanısında. Psikologlarla benzer görevler yüklenen manevi danışmanlar ve dini içerikli etkinliklerin yoğunluk kazanması bahsettikleri dönüşümler arasında. Aktardıklarına göre yurttaki zor koşullarda biraz avantaj elde etmenin bir yolu bu tür etkinliklere katılmaktan geçebiliyor. Gündelik düzeyde bu şekilde inşa edilen rıza bazı yerlerde eylemlerin kısa sürede bastırılmasında rol oynamış olabilir. Aydın’daki kazadan sonra bir KYK yurdunda eyleme geçen bir grup öğrenciye ‘bu yaptığınız arkadaşınıza zarar veriyor, arkasından bir dua okumak daha iyi olur’ denilerek eylemin sonlandırıldığını biliyoruz.”

‘İbretlik cezalandırma yöntemleriyle öğrenciler arasında güçlü olarak ifade edilen ortaklık duygusunun da önüne geçmeye çalışıyorlar’

İlyas sözlerini KYK yurtlarının idarelerinin “ibretlik” cezalarla öğrenciler arasında oluşan ortaklık duygusunun da önüne geçmeye çalıştığını söyleyerek noktaladı:

“Özetle, KYK eylemlerine yurt idareleri ve kurumun verdiği tepkinin öğrencileri dinleyip ifade ettikleri sorunlara dair somut politika ve çözümler geliştirmeye değil; öğrencileri yerine göre teskin, telkin ve tehditlerle sindirmeye odaklandığını gözlemliyoruz. Öğrencileri resmi olarak dinlemeseler de öfkelerinin, kaygı ve korkularının devam ettiğini onlar da gözlemliyor olmalılar ki ‘ibretlik’ cezalandırma yöntemleriyle öğrenciler arasında güçlü olarak ifade edilen ortaklık duygusunun da önüne geçmeye çalışıyorlar.”

‘Yöneticiler ‘mevzuata uygun’ diyerek bütün sorunların üstünü kapatıyor’

TKP PM ve Üniversite Bürosu Üyesi Zekican Demirçelen konuyla ilgili sözlerine yurt idarelerinin bütün sorunlara karşı “mevzuata uygun” deyip sorunların üstünü kapattığını söyleyerek başladı:

“Bu olaya sadece bir disiplin soruşturması ve onun nihayetinde verilen karar olarak bakarsak hata yapmış oluruz. Barınma ve beslenme en temel hakkımız fakat böcekli yemekler, asansör kazaları ve zehirlenmeler… KYK yurtları denildiğinde artık akla ilk gelenler bunlar oluyor. Yöneticiler ise bütün bu sorunlara karşı ‘mevzuata uygun’ diyerek sorunların üstünü kapatıyor.”

‘Mücadelemizi arttırarak sürdüreceğiz’

Sorunların çözülmesi yerine öğrencilerden intikam alındığını söyleyen Demirçelen, mücadelelerini arttırarak sürdüreceklerini kaydetti:

“Tüm yetersizliğiyle öğrencilere reva görülen yurtlarda, koşulları iyileştirmenin yerine aciz biçimde intikam almaya çalışılıyor. Ancak bir takım kötü yöneticilerin intikam duygusu değil kastımız. En temel hakların bile talep edilmesinin, örgütlü herhangi bir mücadelenin önünü kesmeye yönelik bir sindirme hamlesi olarak görüyoruz bu tür soruşturmaları. KYK yurtlarındaki sorunlar için haklarını arayan öğrencileri tehdit ederek, barınma haklarını ellerinden alarak çözmeye çalışanlara karşı yurtlardaki mücadelemizi arttırarak sürdüreceğimizi bir kez daha hatırlatıyoruz.”

                                                           /././

Çalışma yaşamının geleceği: Kamu çalışanları da mı uzaktan ve esnek çalışacak?(Candan Buyraz*)

Yayınlanan son Tasarruf Tedbirleri Paketi'ne göre kamuda esnek ve uzaktan çalışma modellerinin geliştirilmesi de öngörülüyor. Ancak önümüzde tartışılıp geliştirilmesi gereken nice soru, sorun var.

1980'lerden itibaren dünya genelinde belirleyici olmaya başlayan neoliberalizme geçişin önemli bir ayağını oluşturan emek süreçlerinin esnekleştirilmesi, başka deyişle çalışma rejimi değişiklikleri kimi gerekçelerle tartışılmak, uygulamaya konulmak istenmektedir.

Dünya ölçeğinde ortaya çıkan ve küresel çapta etkisi epey büyük olan pandemi, rastlanılan tüm ülkelerde önlem almayı zorunlu kılmış; kamusal hayatta alınan önlemlerin yanı sıra çalışma hayatına ilişkin yeni modelleri de tekrardan gündeme getirmiştir.

Yine bu çalışma modellerinin (uzaktan, kısmi, geçici) siyasi mercilerin ve şirketlerin gündemine girmesinin nedenleri arasında pandemi dışında son yıllarda yaşanan ekonomik, sektörel, bölgesel krizler yer almaktadır. Diğer bir ifade ile, çalışma modelleri genel anlamda ekonomik krizlerin oluşturduğu tehditlere karşı önlem almak üzere kullanılan araçlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ayrıca; küreselleşme ile ekonomik sınırların ortadan kalkması, buna ilişkin rekabetin artması, yeni arayış içine giren sermaye sınıfının kârını maksimize etme hevesi, aynı anlama gelecek şekilde maliyetlerini düşürme hedefi yeni çalışma rejimleri üzerine kafa yormalarına sebep olmuştur.

Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde çalışma saatleri kavramı etkisini yitirmekte, esneklik kavramı devreye girmektedir.

Devlet memurlarının esnek çalışma esasları

Ülkemizde çalışanlar ve işverenler açısından yeni çalışma modelleri üzerine çalışmalar son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 31 Ekim 2023 tarihinde onaylanarak yürürlüğe giren 12. Kalkınma Planı’nda yer almıştı.

“Sosyal Güvenlik Sistemi ve Finansmanı” başlığında; yeni nesil esnek çalışma modelleri, bu modellerin sosyal güvenlik sistemi ile uyumlaştırılması, ayrıca sosyal güvenlik sisteminin tamamlayıcı emeklilik ve sağlık sistemleriyle desteklenmesi gibi politikalar yer almıştı.

Yakın zamanda ise devlet memurlarının esnek çalışma esasları hakkında yönetmelik taslağı servis edildi. İlgili taslak metinde yönetmeliğin amacının; memurların iş-yaşam dengesini kurmalarına yardımcı olmak suretiyle işe bağlılıklarını, sorumluluk bilinçlerini ve verimliliklerini artırmak, işe geliş-gidişteki zaman kaybını önlemek, trafik sıkışıklığını azaltmak, hasta, çocuk, engelli ve yaşlı bakım sorumluluklarını kolaylaştırmak, idari hizmet masraflarını azaltmak ve kamu kaynağının israfını önlemek, olduğu yer almaktadır.

Aynı taslakta esnek çalışma şekilleri olarak; esnek zamanlı, değişken zamanlı, yoğunlaştırılmış, uzaktan, kısmi zamanlı çalışma ve akademik eğitim amaçlı çalışma şekilleri yer almaktadır. Yine, yayınlanan son Tasarruf Tedbirleri Paketine göre kamuda esnek ve uzaktan çalışma modellerinin geliştirilmesi de öngörülüyor.

Bugün çalışma; istihdam, buna bağlı olarak sosyal güvenlik hak ve yardımlarına (emeklilik, sağlık vb. ) ilişkin ise; ücret hakkının, çalışma hakkının, sosyal güvenlik hakkının güvence altına alınarak günümüzdeki nüfus ve teknolojik düzey düşünüldüğünde, çalışma saatlerinin kısaltılabileceği, ağır işlerin de kolaylaştırılabileceği ortadadır.

Tasarının bıraktığı boşluklar ve çalışanların karşılaşabileceği sorunlar

Önümüzde tartışılıp geliştirilmesi gereken nice soru, sorun bulunmaktadır.

Çalışma rejimi değişikliği, hizmet akdi unsurlarının biçimsel farklılıklarını da beraberinde getirecek, işyeri kavramını fiziksel bir yerden sanal bir ortama kaydıracaktır. Buna göre, işveren, işyeri, bağımlılık gibi kavramların sınırları silikleşeceğinden sosyal güvenlik kapsamında sorun ve eksikliklerin ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır. Örneğin, çalışanların sosyal güvenlik primlerinin düzenli olarak ödenip ödenmediği konusunda belirsizlik yaratabileceği gibi esnek çalışma saatleri fazla mesai kavramını ve bu sürelerin nasıl hesaplanacağını da belirsizleştirecektir. Ayrıca, uzaktan çalışma durumunda iş kazalarının ve meslek hastalıklarının tanımı ve tespiti de zorlaşacaktır.

Diğer taraftan, geleneksel aile yapısı ile kadının toplumdaki ikincil konumu göz ününe alındığında, ev içi hizmet ve çocuk bakımı gibi sorumlulukların kadının sırtına yüklendiği toplumsal düzenin kendisi de emeği en büyük maliyet kalemi gören sermayenin varlığı ve en nihayetinde emeğin atomize ve örgütsüz olduğu toplumumuzda yeni istihdam modelleri kapsamında kimi önlemler ve uygulamalar dikkate alınmak zorundadır. Emeğin örgütü sendikalar da yeni nesil çalışma modellerinin ortaya çıkaracağı sorunlara karşı hazırlıklı olmak zorundadır.

*Büro-İş Sendikası Örgütlenme Sekreteri 

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder