İYİ Parti liderinin tavrı, Akşener’in yol haritası ve soruşturmaların gölgesindeki AKP-MHP ortaklığı (Gökçer Tahincioğlu)
AKP’nin önceliği, iktidarı mümkün olabildiğince sürdürerek, ekonominin düzelmesini beklemek, yeni anayasa yoluyla bir sonraki seçimden en güçlü biçimde çıkabileceği bir ortamı yaratmak
Ankara’da bir süredir genel seçimde oy oranı yüzde 35’e inen, 31 Mart yerel seçiminde oyları daha da eriyen ve ilk kez ikinci parti konumuna düşen AKP’nin arayış içerisinde olduğu konuşuluyor.
Ancak farklı iddiaların sahiplerinin kimler olduklarına bakmakta fayda var.
AKP içerisindeki Millî Görüşçü gelenekten gelen, kıdemli isimlerle konuştuğunuzda, partinin MHP ile yürüttüğü ortaklığı bitirme, yeni bir iktidar yapısı tahkim etme eğiliminde olduğu bilgisini alıyorsunuz.
AKP’ye orta vadede katılan, MHP ile yürütülen ortaklığa karşı çıkmayan ancak partinin yenilenmesi gerektiğini savunan AKP’lilerle konuştuğunuzda ise Cumhur İttifakı'nın bozulmayacağı ancak AKP’nin kendi payına düşen reform adımlarını atması gerektiği yanıtı geliyor.
Ve bir de bu ittifakın mutlaka ve mutlaka sürmesi gerektiğini savunan, güvenlikçi paradigmanın doz artışı ile sürdürülmesi gerektiğine inanan, bunu da hukuk, demokrasi laflarıyla süsleyen bir kesim var. Hem Cumhurbaşkanlığı’nda hem de partide bu kesimin temsilcilerini görmek mümkün.
Farklı görüşlerden temsilcilerin ortaya attığı iddialardan hangisinin yaşama geçeceğini zaman gösterecek. Ancak bu iddialarla yakından ilgili bir parti daha var: İYİ Parti…
***
Altılı masayı dağıtan, yerel seçimde hüsrana uğradıktan sonra genel başkanlığı bırakan Meral Akşener’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesi, bu iddia sahiplerini yeniden hareketlendirdi.
Kulislerde, Akşener’in cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı, görev almasa bile Cumhur İttifakı'na destek vereceği, beraberinde İYİ Parti’nin etkili bazı isimlerini de bu ittifaka taşıyacağı iddiaları konuşuldu. İddia sahiplerinden bir bölümü, böylece AKP-MHP ittifakının güçleneceğini söylerken, bir bölümü ise AKP’nin MHP’den ayrılmak için İYİ Parti formülünü devreye soktuğunu ifade etti.
***
İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu, T24 ekibini ağırladı
Tüm bu iddiaları İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu ile konuşma imkânı bulduk. İYİ Parti Genel Merkezi’nde T24 ekibini ağırlayan, kamuoyunun genel başkan seçilene kadar fazla tanımadığı Dervişoğlu, açık sözlü, net bir siyasi kişilik. İlk anda bunu fark ediyorsunuz.
Örneğin, iktidarın DEM Partili belediyelere yönelik kayyım politikası sorulduğunda, lafı eğip bükmeden, “Ahmet Türk kaç kez başkan seçildi, kaç kez daha görevden alınacak?” diyerek absürtlüğe dikkati çekiyor. Milliyetçi gelenekten gelmesi, partisinin kodları, düşüncesini söylemeye engel olmuyor.
***
Dervişoğlu, Akşener’le ilgili sorularda ise hassasiyet gösteriyor. Doğrudan, isme yönelik eleştirel bir söylemden kaçınıyor. Ancak bunu yaparken, partisinin izleyeceği yolla Akşener’in yol haritası konusunda bir yakınlık bulunmayacağını işaret etmekten de geri durmuyor.
Dervişoğlu, Erdoğan-Akşener görüşmesi sorulduğunda, içeriği bilemeyeceğini belirtirken, “Beklemiyordum ama şaşırmadım” ifadesini kullandı. Partisinin durduğu yeri de net biçimde tanımladı:
“Ben, bana teklif edilemeyecek bir şeyin, ona da, kurucu başkanımıza da teklif edilemeyeceğini düşünürüm. Benim başında bulunduğum parti tek adamlığa hizmet etmeyecek. İsteyen istediğiyle görüşebilir ama ben kurulan senaryolara karşı çıkacağımı ilan ediyorum. Ben bu potada milletin iradesini erittirmeyeceğim. İYİ Parti'yi milletin vicdanının merkezi olarak görüyorum. Oturduğum koltuğu da milletin yüklediği sorumluluk olarak kabul ediyorum.”
***
Dervişoğlu, AKP ile MHP arasındaki ilişkiyi, “ittifak değil koalisyon” olarak tanımlıyor. Meclis’ten, MHP’li vekillerin istemediği hiçbir yasanın geçemeyeceğine işaret ediyor. Koalisyonun dağılıp dağılmayacağı senaryoları ile de ilgileri olmadığının altını çiziyor. Erdoğan’ın, bugüne kadar, oy oranı yükselen bütün sağ partileri AKP’nin içinde nasıl erittiğine dikkati çekerek, bu konuda eskiden bu yana net bir düşünceye sahip olduğunu, “Ben bu erimeye, içinde kaynamaya müsait bir adam değilim” sözleriyle dile getirdi.
***
Dervişoğlu, İYİ Parti’yi burun üstü çakılacak bir halden yere paralel giden bir hale taşıdıklarını, yapacak çok işlerinin olduğunu söylüyor. Partinin seçmen nezdinde güvenini yeniden kazanmak, siyasetin merkezine partiyi oturtmak temel amacı.
Kurultay döneminde söylenenin tam aksine, “emanetçi” görüntüsü de ilk günden bu yana vermiyor.
Siyaset bütün ihtimallere elbette açık. Ancak Dervişoğlu’nun tavrı gösteriyor ki AKP’nin, eğer böyle bir niyeti varsa, başkanlık sisteminden vazgeçmeden, mevcut politikalarını değiştirmeden, İYİ Parti ile yol yürümesi mümkün görünmüyor.
Belki yaşanan son gelişmeleri bu bilgi ışığında değerlendirmek gerekir.
AKP ve MHP’nin İYİ Parti’nin başında kalmasını istedikleri Akşener’le makası daraltmanın, dirsek temasını sürdürmenin İYİ Parti’yi denklemden bütünüyle çıkarmayı sağlayabileceğini düşünmüş olmaları da muhtemel.
***
Ancak elbette siyasetin “merkezini” ilgilendiren bütün bu planlar, düşünceler öncelikle AKP-MHP ittifakının sürmesine bağlı.
AKP’nin önceliği, iktidarı mümkün olabildiğince sürdürerek, ekonominin düzelmesini beklemek, yeni anayasa yoluyla bir sonraki seçimden en güçlü biçimde çıkabileceği bir ortamı yaratmak.
MHP ise iktidarın oy oranı düşük ortağı olmasına rağmen etki alanı büyük parti konumunu korumayı amaçlıyor.
Bu nedenle şimdilik, Ankara’da yürüyen Ayhan Bora Kaplan davası ve soruşturmaları ile Sinan Ateş cinayeti dosyasının yarattığı sorunlar halının altına süpürülüyor.
Başta yargı bürokrasisi olmak üzere, bürokratik kadrolarda bu yol ayrımının çoktan yaşandığı, bürokraside herkesin kendini ve yakınını kolladığı bir ortamın çok oluştuğu, Ankara’da gayet iyi biliniyor.
Mecburiyetlerle ne kadar yol yürünebileceği, kimin, hangi planının tutacağı ise meçhul.
İYİ Parti de bu denklem içerisinde, doğru politikalar uygulaması halinde, hala kilit konumuna gelme gücüne sahip.
/././
Kutuplaştırmanın panzehri merkeze mi yönelmek, yoksa karşı kutbu mu inşa etmektir? (Mustafa Durmuş)
Sosyalist solun etkili olmadığı bir dönemde, iktidar da ya da muhalefetteki siyasete hâkim olan dogmatistler için her sorunun tek bir cevabı var: Piyasa fetişizmi. Bugün iktidardakiler bunun en vahşi, en tehlikeli, en faşizan biçimini temsil ediyorlar
10 seneyi aşkın bir zamandır AKP iktidarları ve Erdoğan ülkeyi kutuplaştırarak yönetiyor. Bu konuda kendileri açısından başarılı sayılabilirseler de bunun toplumda, ekonomide, siyasette ve ahlakta neden olduğu hasar çok büyük. Öyle ki örneğin siyasette merkezde bir siyasal partinin oluşmasının zemini bütünüyle ortadan kalktı: “Ya Millet ya da Zillet İttifakı’ndasınız, bunun arası ya da ortası yok!”
Bu toksik stratejinin toplumsal zararı anlaşılmaya başlayınca, muhalefet cephesinde merkez partisi olma iddiaları ve çabaları da arttı. Önce İYİ Parti’ye merkez sağı temsil eden bir misyon yüklendi ama genel başkanlarının yaptığı büyük hatalar sonucunda bu parti yerel seçimler sonrasında yüzde 3’lere kadar gerileyince bunun olamayacağı anlaşıldı. Zaten aynı eski genel başkan bir iki gün önce Saray’a sürpriz bir ziyarette bulunarak aslında hangi kutupta yer aldığını ya da yer almak istediğini de ortaya koydu.
Diğer taraftan çöküşün farkında olan ekonomi ve siyasette etkili konumdaki sermaye çevreleri ve müesses nizamın bazı yetkili unsurları merkeze oturtacak yedekte bir parti arayışından vazgeçmiş değiller. Mevcut siyasal partilere ilişkin dizayn edici müdahalelerinin bir kısmı aslında bu yönde gelişiyor.
Kimler, nerede yer alıyor?
Öncelikle, hali hazırda ‘İktidar Bloku’nu oluşturan AKP ve MHP aşırı sağda konuşlanmış durumdalar. Bu partilere son dönemlerde yükselişte olan Zafer Partisi de eklenebilir.
Diğer yandan Gelecek, Saadet, DEVA, Yeniden Refah Partisi gibi, sağda ve büyük bir kısmı Millî Görüş geleneğinden gelen, ancak seçmen tabanları sınırlı olan siyasal partiler de merkeze aday olabilecek konumda değiller.
Halkların Demokrasi ve Özgürlük Partisi (DEM), Türkiyelileşme söylemine hala sadık gibi görünse de hem mevcut siyasal konjonktür hem de son kayyım atamalarından da görüldüğü üzere, siyasal iktidarın üzerlerinden bir türlü eksik etmediği baskılar yüzünden, giderek kendi kabuğuna çekilen ve bir kimlik partisine dönüşme belirtileri gösteren bir konumda olduğundan merkezde yer alabilecek durumda değil.
TİP, TKP, Sol Parti ve EMEP gibi kendilerini sosyalist olarak tanımlayan partiler zaten kendilerini kategorik olarak merkezde değil, solda gören partiler ve ayrıca toplam oyları yüzde 1’i ancak bulabildiği için merkezcilik tartışmasının dışındalar.
CHP merkez partisi olur mu?
Geriye bir tek CHP kalıyor. CHP’nin merkezin sağından da solundan da aldığı oylarla kendini büyüterek, uzunca bir zaman sonrasında ilk kez birinci parti haline gelmesi onu bu konuma en yakın aday gibi gösteriyor.
Ancak, CHP de kendisini müesses nizamın bir parçası olarak görüyor olsa gerek ki (aslında kategorik olarak öyle olduğu söylenebilir), açıkça olmasa da ekonomik krizden çıkılabilmesi için iktidar bloku ile iş birliği yapmaya hazır olduğunun işaretlerini veriyor. Bunu da son dönemdeki “normalleşme” söylemleri ve Erdoğan ile yaptığı yüz yüze görüşmeler çerçevesinde açıklıyor.
Batılı burjuva demokrasilerinde merkez partiler demokratik siyasete ağırlığını koyan ve bu şekilde burjuva düzeninin sorunsuz işlemesini sağlamaya katkıda bulunan partilerdir. Yani gerektiğinde bir restorasyon projesinin parçası olabilirler.
Diğer yandan, “merkez” ve “aşırı uç” gibi kavramların bizim gibi Güney’in azgelişmiş ülkelerinde farklı anlamları olabileceğini unutmamak gerekir.
İktisadi anlamda “aşırı uçta” olmak?
Bu noktada yanıtlanması gereken önemli bir soru, “aşırı uçta veya merkezde olmanın” özellikle de ekonomi politikaları ve stratejileri açısından ne anlama geldiğidir.
Bu bağlamda, özellikle “aşırı ucu”, daha doğrusu “aşırı sağı” tanımlayalım. Çünkü bugün “aşırı sol” gibi bir olgudan söz edebilmek çok zor.
Aşırılık örnekleri
Öncelikle, aşırı sağcılık, kapitalizmin neo-liberal versiyonunu veri kabul ederek piyasaların; ekonominin yatırım, tasarruf, gelir bölüşümü, kalkınma ve büyüme dâhil tüm sorunlarının çözümünü sağlayacağına inanmaktır. Bu bağlamda, piyasaların taleplerine uymayanların, piyasalara ters düşenlerin, kamucu tarafta yer alanların ötekileştirilmesi aşırı sağ bir yaklaşımdır.
Başta eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, toplu ulaştırma ve yaşlı, engelli ve çocuk bakımı gibi, hem etkin bir şekilde kamu tarafından yerine getirebilecek hizmetlerin özelleştirilerek özel şirketlerce, piyasalarca fiyatlama yoluyla sunulmasını ya da kamunun bu işleri üzerine almamasını savunmak aşırı sağcı bir bakıştır.
Sermayenin, servet zenginlerinin (örneğin yatırım yaptıkları gerekçesiyle) vergilendirilmemesini ya da emekçilere nazaran daha düşük oranlarda vergilendirilmesini savunmak aşırı sağcılıktır.
Gelir, fırsat, olanak eşitsizliklerine ve hatta fiziksel eşitsizliklerin varlığına rağmen (örneğin engelliler), toplumdaki herkesin, “piyasalar karşısında durumu ya da kişisel durumu ne olursa olsun” çalışmakla yükümlü olduğunu savunmak aşırı sağcılıktır.
Tekellerin siyasal güçlerini de kullanarak hiçbir denetlemeye tabi tutulmaksızın faaliyetlerine izin verilmesi, yüksek kârlı devlet ihalelerinin iktidar üzerinde ağırlığı olan sermaye gruplarına ya da çevrelerine peşkeş çekilmesi de aşırılıktır.
Merkezci tutum?
Diğer taraftan, birey ve toplum arasındaki ilişkinin herkes için farklılık gösterebileceğinin ve yaşanan bölgedeki toplumsal dinamiklere göre farklılaşabileceğinin bilinciyle, siyasetin merkezinde yer alan bir parti açısından; bireyin statüsü toplumun statüsünden üstün olmadığı gibi, toplumun çıkarları da her zaman bireyin çıkarlarından üstün tutulamaz. Bunun yerine, bu ikisinin bir arada çözümlendiğine inanılır.
Ancak, gerçek bir merkezci tutum, toplumun kapasitesi ve kaynakları, talepleri karşılamak için kullanılmadan önce, herkesin (en başta da en çok ihtiyaç sahiplerinin) ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamanın devletin görevi olduğu görüşünü benimser. Çünkü böyle bir merkezci yaklaşım, herkesin topluma etkin olarak katılma şansına sahip olması gerektiğine inanır.
Merkezciler ayrıca tanım gereği, kendilerini sürekliliğin bir parçası olarak görürler. Diğer bir deyişle, mevcut anı tek endişe noktası olarak gören piyasa yanlısı aşırı uçların aksine, şimdiki zaman onların tek odak noktası değildir. Örneğin, piyasaların ve sermayenin ihtiyaçlarına öncelik verenlerin aksine, iklim değişikliğinin sonuçlarına kayıtsız kalamazlar.
CHP’nin konumu?
Şimdi bu perspektiften hem İktidar Blokunu hem de Ana Muhalefet Partisi CHP’yi değerlendirelim.
İktidar Blokunun aşırı sağda yer aldığı çok net. Ancak CHP’nin de az önce tanımlanan merkeziyetçi bir davranışının olup olmadığı tartışılır (kısmen böyle bir fikriyatı olsa da).
Çünkü her ikisi de özünde serbest piyasa yanlısıdır ve kamu ekonomisini küçültmeye, kamunun sorunları çözme gücünü zayıflatmaya, küçümsemeye ve yok saymaya çalışıyor (CHP’nin kamu yönetiminde liyakatli olma dışında örneğin yeniden kamulaştırma gibi somut bir önerisi de yok.)
Her ikisi de karşı karşıya olduğumuz sorunları asıl olarak özel sektörün ve ülkeye gelecek olan yabancı sermayenin çözebileceğine inanıyor. Bunun için de her türden teşvikin sermaye kesimine verilmesi gerektiğini savunuyor, sermaye kesiminin yeterince vergilendirilmemesinden rahatsız olmuyor (örnek olarak her ikisi de servet vergisine karşı.)
Her iki partinin liderleri de ülkedeki etnik farklılıklar ve farklı inanç gruplarının var olduğu gerçeğine rağmen, bu konuda eşitlikçi ve özgürlükçü bir tutum geliştirmiyor, hatta özellikle de milliyetçiliğin yükseldiği dönemlerde ülkedeki farklı kimliklerin var olduğu gerçeğini inkâr eden bir tutum takınabiliyor (Kürt illerindeki kayyım atamalarına karşı CHP’nin doğru tutumu bu anlayışın yumuşamış olduğunu gösterse de bunun konjonktürel olup olmadığını zaman gösterecektir.)
Sadece temsil siyasetine ve seçimlere odaklanmış olmaları, sistem değişikliğine değil, asıl olarak bireysel değişikliklere önem verdiklerini gösteriyor.
Her ikisi de gerçek toplumsal ihtiyaçları görmezden geliyor ve bunun yerine partilerinde yapılan siyasetin sınıfsal karakteri gereği, bu durum bazı kesimlerin (örneğin müteahhitler gibi) isteklerini tatmin etmeyi öncelemelerine neden oluyor.
Özetle, İktidar Bloku partilerinin merkezci olamayacakları açıktır. Diğer yandan muhalefet partilerinin de gerçek anlamda “merkezci” olarak tanımlanabilmeleri son derece tartışmalıdır. Çünkü eğer demokratik çözümleri reddederseniz, toplumun önemini görmezden gelirseniz, sadece güçlü olanla ve iktidar olmakla ilgiliyseniz, toplumsal muhalefeti önemsiz görürseniz, gerçek ihtiyaç sahiplerine karşı kayıtsızsanız, geleceği umursamıyorsanız, savaşlar, militarizm, ırkçılık, kadın cinayetleri, ekolojik yıkım ve eşitsizlikler sizi endişelendirmiyorsa, bazılarına kasıtlı olarak değersizlermiş gibi davranıyorsanız, o zaman siz bırakın merkezde filan yer almayı siz aslında bir aşırısınız, aşırı sağcısınız, demektir.
Sonuç olarak
Eğer, “Emek, Demokrasi ve Barış Güçleri” önümüzdeki ekonomik ve politik sürece aktif ve örgütlü bir biçimde müdahale etmezse, dört yıl sonra gerçekleşmesi beklenen genel seçimlerde halklarımız kabaca iki tehlikeli çizgi arasında kalacaktır: Aşırı sağcı, siyasal İslamcı aşırılık ve ulusalcı-sol aşırıcılık.
Sosyalist solun etkili olmadığı bir dönemde, iktidar da ya da muhalefetteki siyasete hâkim olan dogmatistler için her sorunun tek bir cevabı var: Piyasa fetişizmi. Bugün iktidardakiler bunun en vahşi, en tehlikeli, en faşizan biçimini temsil ediyorlar. Yeniden kamulaştırmaları, servet vergisini, yerinden doğrudan demokrasiyi ağızlarına alamayan muhalefet ise bunun ancak ulusalcı sol versiyonunu temsil edebilir.
Diğer yandan, liderlik değişimi ile toplum CHP’ye yeni bir misyon yüklemiştir: Israrla merkezde bir yerde konuşlanmak arzusuyla daha fazla sağcılaşmadan uzaklaşmak.
/././
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder