27 Haziran 2024 Perşembe

T24 KÖŞEBAŞI - 27 Haziran 2024 -

 

Hafızasız, tel tel dökülen bir toplum, tadı kaçmış bir çete ve ölen bir tetikçi: Yalçın Özbey -Gökçer Tahincioğlu-

Özbey 2009 yılında sessizce Türkiye’ye geldi, babasını ve annesini ziyaret etti. Ne büyük talih değil mi? Hem yaptıklarına rağmen suç ortakların Çatlılar gibi kahraman olarak anılacaksın hem yurtdışında olmadık suçlara karışacaksın hem huzurla memleketine döneceksin. Bir başka ülkede olsa Özbey’in ölümü üzerine dosyalar açılır, aydınlatılmamış, bugün işlenen cinayetlerin taşlarını döşeyen cinayetlerin neden cezasız bırakıldığı tartışılırdı

Gölgede kalmış, küçücük haberler: Abdi İpekçi cinayetinde adı geçen Yalçın Özbey, İstanbul Arnavutköy’de hayatını kaybetti…

Bütün bu isimleri anlamsız bularak, haberleri okumak bile istemeyen, saçma sapan tetikçilerden kahraman yaratmaya hevesli bir kuşak…

Başına gelenlerden neredeyse uyuşmuş, kolunu kaldırmak istemeyen, haberlere şöyle bir göz atıp görmezden gelen, sadece kendi görüşlerinin sloganlarını duymak isteyen önceki kuşaklar…

Hepimizi bu hale getiren bir iklim var. Hepimizi alıştıran, hepimize unutturan, ne olsa doğal karşılamamıza yol açan bir iklim.

Ömür boyu cezaevinden çıkmaması gerekirken İstanbul’da yatağında huzurla ölen Yalçın Özbey, işte bu iklimin yetiştirdiği karanlık bir tetikçidir.

***

Oysa hiçbirimiz, 1 Şubat 1979’da öldürülen Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’yi unutmak, geride bırakmak gibi bir hakka ve lükse sahip değiliz.

İsimlerin kutsallığı değil mesele… 12 Eylül’ün taşlarını döşeyen bu cinayetleri unutursak, darbenin taşlarını döşediği zulüm ortamını unutursak, bugünün kutsal güvenlikçi paradigmalarını anlamamız da mümkün değil.

***

Özbey’in dahil olduğu, Susurluk’la varlığa açığa çıkan, devlet beslemesi çetenin tadı aslında reisleri Abdullah Çatlı’nın, 1996’da Susurluk kazasında ölmesiyle kaçtı.

Devlet, yeni bir düzene geçme kararı almıştı ve eski bazı isimleri tasfiye edebilmek için bazı çeteleri harcamak yapabileceği en iyi işti.

Ancak harcamanın da bir sınırı var. Çetenin içinden çekip kurtarman gerekenler var. Bugünkü düzen için gerekli isimler var. Onlar buruk kudretleriyle, mahkemelerden beraat kararları alarak varlıklarını sürdürüyor. Yalçın Özbey’in yatağında huzurla ölebilmesinin nedeni de bu isimler.

***

Abdi İpekçi cinayetinin tetikçisi, daha sonra Papa’yı da vuran Mehmet Ali Ağca, yakalandıktan sonra, suç ortağı Yalçın Özbey’in ismini hemen vermedi. İsmini vermek için yurtdışına kaçmasını bekledi. Ardından tetiği çeken isim olarak Özbey’in ismini verdi. Ağca’yı tanıyanlar, bu numaralarını da iyi biliyor elbette. Sonrasında Papa suikastında iş birliği yapacak kadar yakın çalıştığı birinin ismini, kaçtıktan sonra vermesi boşa değil.

***

Özbey, 1983’te, Almanya’da çalıştığı lokalde gözaltına alındı ve sadece iki ay sonra serbest kaldı. Uzun yıllar Belçika’da yaşadı. Cinayetlerdeki, Papa suikastındaki gerçek sorumluluğu hiçbir zaman açığa çıkmadı.

1998’de yurtdışında verdiği bir ifadede, nasıl dışarıda kaldığını, nasıl yaşadığını şu garip cümlelerle anlattı:

“Almanya’ya gelmeyen önce ‘Bozkurt’ örgütünün aktif bir üyesiydim. Ağca, okul ve ev arkadaşımdı. Artık aktif bir Bozkurt üyesi değilim. Ama bu konudaki ideolojim değişmedi. 1983'ten beri toplantılarına katılmadım. İltica talebinde bulunmam nedeniyle iade edilmedim. 1984'te evrak sahtekarlığından mahkemeye çıktım. 1985'te ise çeşitli suçlardan dolayı Almanya'da 15 ay hapis yattım. 1987'de hırsızlıktan 7 yıl hapse mahkûm edildim. 1993'te Bochum Cezaevi'nden tahliye oldum. Maddi durumumu iyileştirmek için yasadışı ticaretler yapan kişilerle temas kurdum. Çünkü soygun ve gasp suçlarını işlemek için oldukça yaşlıydım.”

Elbette ifadesinde defalarca uyuşturucu yakalattığını, bu yüzden hapis yattığını da söylemedi. Ağca nedeniyle ise Türkiye’de hiç yargılanamadı ve hapis yatmadı.

***

Özbey 2009 yılında sessizce Türkiye’ye geldi ve memleketi Malatya’da 99 yaşındaki babasını ve annesini ziyaret etti. Ne büyük talih değil mi? Hem yaptıklarına rağmen suç ortakların Çatlılar gibi kahraman olarak anılacaksın hem yurtdışında olmadık suçlara karışacaksın hem huzurla memleketine döneceksin.

O tarihte, İpekçi cinayetini ne kadar küçümsediğini ise Hürriyet gazetesine yaptığı açıklamada şöyle anlattı:

“Bana hep bu saçma soruyu soruyorlar ve soracaklar. O dönemde sağ-sol ayırımı yapmadan bir vatan uğruna binlerce insan yaşamını yitirdi. Akademisyenden öğrencisine kadar çok kişi katledildi. Neden ve niçin? 30 senedir bu konuya değinilmedi. Abdi İpekçi medyanın değerli bir mensubu olabilir, can candır. Neden tek taraflı değerlendirme yapılıyor? Abdi İpekçi bir kader kurbanı. Ona suikast sıradan bir eylemdi. O zamanlar Ülkücü yazarlar da öldürülüyordu. Abdi İpekçi cinayetinin neden bu kadar büyütüldüğünü anlamıyorum. O, takdir ettiğim bir sosyal demokrattı. Kader.”

Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979'da evinin bulunduğu sokakta öldürüldü

Gelelim en önemli noktaya.

Özbey, Almanya’da, 1995 yılında, iki MİT mensubuna saatlerce açıklama yaptı. Susurluk skandalı patlamadan, bütün suçlarla ilgili bilgisi vardı.

Bu ifadenin getirilmesini suç ortağı Oral Çelik’i İpekçi cinayeti nedeniyle yargılayan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi istemişti. Mahkeme, 1999’da ifadeleri önce emniyetten, sonra MİT’ten istedi. Mahkemeye emniyetten, konuyla ilgisi bulunmayan bir dosya gönderildi. Bir süre sonra sorguya katıldığı söylenen Emniyet Genel Müdürlüğü İrtibat Görevlisi Nail Aydın tanık olarak dinlendi. Aydın, sorgu sırasında MİT’çilerle Özbey’in yanına girmediğini kaydetti. MİT’ten, tutanaklarının imha edildiği söylenen görüşmeyi yapan iki MİT’çi de mahkemede tanık olarak verdikleri ifadede, İpekçi cinayetiyle ilgili söylenenleri anımsamadıklarını belirtti.

***

Dava delil yetersizliğinden düştükten sonra mahkemeye nereden gönderildiği belli olmayan kapalı zarf içinde bazı görüşme tutanakları geldi. Bunların görüşmeye ilişkin olduğu emniyetçe saptandı, ancak MİT’in “imha ettik” açıklamasını sürdürmesi nedeniyle doğrulaması yapılamadı. Varlığı ve doğruluğu bile tartışma konusu olan ifadelerin önemli bir kısmı dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın talimatıyla başlatılan soruşturmanın müfettiş raporuna girdi.

***

Bu nedenle tutanaklarda “1995’te Almanya Narl Narkotik Şube Müdürlüğü’nde Yalçın Özbey ile yapılan görüşmenin band tapesi” başlıklı sorgu tutanağının üzerinde “Başmüfettiş ....’nin talebi üzerine tasdiklenmiştir. 26/06/1999” ifadesi yer aldı.

PKK ve ülkücülerin uyuşturucu bağlantılarına ilişkin bilgilerin yer aldığı tutanakların soru sorulmaksızın Özbey’in “Samimi olarak söylüyorum” cümlesiyle başlaması, görüşmenin tutanağa yansıyanlarla sınırlı olmadığını, önemli bilgilerin yer aldığı büyük bölümünün hâlâ açığa çıkmadığını ortaya koydu. Ancak açığa çıkarılamayan bölüm için hiçbir adım atılmadı.

Mehmet Ali Ağca-Yalçın Özbey

Görüşmede Özbey, sorulara özetle şu yanıtları verdi:

“Ağca’nın amacı Carlos gibi bir adam olmak. Sadece o kadar. Cezaevinde büyük bir tokat attı Hacı Çapan’a. 90 kilo malının üstüne oturdu. Etrafında bir sürü insan vardı. İşte o zaman o olaya toplanmışlardı. Mehmet Şener, Oral, Abdullah Çatlı ve diğerleri. Belli bir güç oluşturmak için bir fanteziden başka bir şey değildi.

İpekçi konusunda mesela Mehmet Şener’in ufak bir fonksiyonu oldu. İpekçi meselesi çok ayrıntı. Herkes kafadan fantezi yaratıyor. Ben gerekirse Türkiye’ye gelirim. Papa işi öyle, işi bilen uzmanlar bana sorar ben cevaplarım. Şimdi araba tamam, araba benim arabamdı. Ağca kaçırıldığında fakat ben arabayı Mehmet Şener’e borçlanmıştım. O beni tezgâha getirdi. Arabayı ona verdim. O araba sonradan bu hadiselerde kullanıldı.

Demirel hükümetleri af çıkarttı. Ben gittim Kırşehir’de imtihana girdim. O arada da Ağca kaçırıldı. Kaçarken de benim arabam kullanıldı. Hedefte aslında Doğu Perinçek, Uğur Mumcu vardı ama uyanık, tedbirli insanlardı.

***

İpekçi olayında bilgiyi alan, istihbaratı yapan Ağca’ydı. Kendisi belirledi. Yavuz da arabayı kullanmıştı. Önce camdan ateş ediyor, sonra yürüyor öbür taraftan tekrar ateş ediyor. Mehmet Şener tip bir insandır. Mehmet Ali’nin eyleminden faydalanıp kariyer yapmak istiyordu. Hatta bir gün oturduk ‘başımıza bir iş gelirse bunun çırasını yakalım’ dedik. Mehmet Ali de yakalanınca ilk onun adını verdi. Mehmet Ali tam psikopat. Türkiye’de onun yaptığı eylemleri ben söylesem aklın durur. Yüzde 25’ini ferdi olarak gerçekleştirdi...

***

Ağca’da bir kompleks vardı. Kendine aşırı derecede güven. Ondan sonra parmağı kuvvetli. Yani muazzam silah kullanabilen. Delice bir cesaret. İpekçi cinayetinden sonra cezaevinden kaçışı bunu biraz daha şımarttı. Birçok elçilikle, Kaddafi ile Suriye ile bağlantı kurdu. Onlardan destek alıp, Carlos gibi Avrupa çapında bir şeyler yapalım dedik.

İpekçi vurulduğunda Oral, ben, Mehmet Ali aynı evde kalıyorduk. Epey eyleme ben de katıldım. Ahmet Kaçmaz’a yapılan bir şey oldu. Mihri Belli’ye sıkılan bir kurşun oldu. Çok büyük soygunlar oldu Ankara’da. Oral ayrıldı gitti. Sonra baktık resimler gazetelerde dergilerde yayımlanınca artık gidelim dedik Avrupa’ya. Amaç sansasyon yaratmaktı. Sağ-sol meselesi çatışmalar vardı. İnan samimi söylüyorum tesadüfen olan bir hadise İpekçi.

O cezaevinden kaçma olayını da Oral organize etti. Para karşılığında. Orada zaten iki asker bir tanesi şeydi bizim, Pala Mehmet diyorduk. Çıktıktan sonra da tanıdığımız gümrük memurları yardım etti. Ağca oradan Bulgaristan’a gitti. Ağca’da süper zekâ var. Düşün adam Papa’yı vuruyor. Bu adam 6 ayda İtalyancayı ana dili gibi konuştu. Tip bir insan. Çıkınca da kendisine göre bir planı vardır.”

***

Görüşmede, MİT mensupları da kartları açık oynuyor. Sorulardan biri şöyle:

“Şimdi Yalçın, bak açıkça ve mertçe soralım. Sen burada kaldığın süre içinde Türkiye için ne yapabilirsin?”

Özbey yanıt veriyor:

“Sizin aktif görevliniz gibi üzerime düşen her şeyi yaparım. Açık cezaevinden izne çıkar çıkmaz telefon ederim. Yerimi söylerim.”

***

Susurluk skandalı patlamadan önce, MİT’in Çatlı’nın Türkiye’ye geldiğinden haberi olduğunu da şu ifadeleri ortaya koyuyor: “Bizim Serdar Çelebi o zamanki federasyon başkanıydı. Bizim arkadaşları harcamak istedi. O zaman Türkeş bunu görevden aldı.  Bekir Çelenk'in bir gemisi vardı. Federasyon gemiyi alacaktı. 3 milyon falan o değerde bir gemi. Radyodan ülkücü yayınlar yapılacaktı açık denizde. O da olmadı. Ağca da Bekir'i o yüzden söyledi. Gerçi oraya giden (Bulgaristan) herkes servis kontrolündedir. Rıfat Yıldırım, Üzeyir Bayraktar Frankfurt'taydı. Mehmet Şener bir firma kurmuş. Oral zaten yakalandı. Bizim eski kurttan Abdullah Çatlı Fransa'da cezaevinden kaçtı, şimdi Türkiye'de.”

***

Bir başka ülkede olsa Özbey’in ölümü üzerine dosyalar açılır, aydınlatılmamış, bugün işlenen cinayetlerin taşlarını döşeyen cinayetlerin neden cezasız bırakıldığı tartışılırdı. Devletin gölgesi olmadan ayakta bile duramamalarına rağmen kahraman ilan edilenleri kimlerin koruduğu açığa çıkartılırdı.

Öyle olmadı.

Abdi İpekçi’den bugüne uzanan cinayetler, kurbanların suçlu ilan edilmesi, tetikçilerin kahramanlaştırılması…

Cezasızlık bile değil mesele artık.

Mesele artık bunların üzerinde bile durulmaması…

                                                         /././

Beynini yakmazsan ya ülke yanar ya da çocuklar -Mine Söğüt-

Doğu Afrika’da yıllarca sömürge olarak var olup sonra cumhuriyetle yönetilen Kenya ile Anadolu’da yıllarca imparatorluk olarak var olup sonra cumhuriyetle yönetilmeye başlayan Türkiye’nin gençleri birbirleriyle tanışmıyorlar ama ayrı ayrı kıtalarda aynı zamanlarda başlarına aynı şey geliyor

Kenya Cumhuriyeti

Fırsat eşitliği iyice yok olmuş, hukuk medeniliğini ve güvenilirliğini çoktan kaybetmişken; ortalık haksız kazanç hikayelerinden geçilmez, son yirmi yıllık siyasetin zengin ettiklerinin şaibeli kazancından sorgu olmazken ve üç kuruş dul maaşı alan yaşlı bir kadının ya da beş kuruş maaşa layık görülen emekli bir insanın evinin kirasını nasıl ödeyeceğini, ne yiyip ne içeceğini, başına neler gelebileceğini kimse umursamazken, sokaktaki evsizlerin sayısı çığ gibi büyürken…

Ülke içine içine çöküyor; devleti ele geçirenler de ülkenin üzerine çöktükçe çöküyor.

Ve biz yeni vergi paketini tartışıyoruz.

Ama adalet aslen nedir, siyaset nasıl yapılmalıdır, gerçek demokrasi nasıl inşa edilir, bunları artık hiç tartışmıyoruz.

Kendi yarattığı tanrı ve devlet kavramlarının buyurganlığına ikna olan, onlardan gelen her türlü zulmü kader olarak kodlayan toplumların ortak kıyametine körleştik.

Kendisini devamlı kendi türünden korumaya alışan insan, aklının bir ürünü olan devlet sisteminin de yine kendisine dönük bir tehditkâr yapıya sahip olmasını olağan karşılıyor.

Fırsat eşitliği ya da adalet gibi kavramların içini değerlerle doldurup, sonra tüm o değerleri hiçe sayan sistemler kuran insanlığı, hızla globalleşen şu düzende kendine getirecek uyanışın hangi iklimde, hangi yıkımlardan sonra, hangi yollarla gerçekleşeceğini kestirmek kolay değil. Ama bu uyanışı hedeflemek mümkün. Bunun için gözlerimizi açıp bir kendimize bir de bizimle aynı çıkmazlara düşen diğerlerine bakmak yeterli.

Mesela Kenya’ya…

Kenya, Afrika kıtasının doğusunda bulunan, sömürü döneminde kıtada yaşatılan insanlık dışı her türlü eziyetten nasibini almış ve uzun süre İngiltere’nin elinde kalmış çileli bir ülke.

Afrikayı yıllarca sömüren İngiltere, ancak 60’ların başında o bölgeden mecburen Afrikalılara ait bir ülke olarak bahsetmeye başlamış ve Kenya 1963’te İngiltere’den ayrılıp bağımsız bir devlet olabilmiş.

1964 yılında Kenya’da cumhuriyet ilan edilmiş. Sonrası hep kaos. Anayasalar, referandumlar, birlik ve bağımsızlık çabaları ve asla ülkeye faydası olmayan siyasi çekişmeler. İktidara gelenlerin muhaliflere baskıları, faili meçhul cinayetler, iyi sanılanın kötü çıkması, ucu ucuna kazanılıp kaybedilen seçimlerde hep bir fitne hep bir hile tartışması olması, arada askeri darbe girişimleri, başlangıçta sevgi ve barıştan bahseden liderlerin zamanla tek adama dönüşmesi, medyayı, hukuku tekeline alması, sömürge dönemi sonrası sözde bağımsızlaşan bir ülkenin aslında hiçbir zaman gerçekten bağımsız olamaması…

Bugün, Kenya’ya seyahat edecek Türkleri Dış İşleri Bakanlığı resmi sitesinde öncelikle bulaşıcı hastalıklara karşı uyarıyor. Sonra suça karşı uyarıyor. Hava karardıktan sonra tek başınıza Kenya’da sokağa çıkmayın diyor. Son gelişmeler ışığında, zorunlu kalmadıkça Kenya’nın Mandera, Lamu, Garissa ve Tana River Vilayetleri’ne seyahat etmeyin diyor. O bölgelerde olanlara da sokağa çıkma yasağına uyun, şahsi güvenlik açısından her türlü önlemi alın, olası gelişmelere hazırlıklı bulunun diyor.

Çünkü şu sıralarda Kenya’da isyan var. 

Sebep, adaletsiz vergi kanunu.

Parlamento binası ateşe verildi. Polis önce göz yaşartıcı bomba ve plastik mermi kullandı. Artık gerçek mermi kullanıyor. Çoğu genç insan sokaklarda polis kurşunuyla yaralanıp, ölüyor.

Ajanslar haberleri “Z kuşağı sokakta” diye veriyor.

Sokaktaki gençler iktidara “Yeter artık! Bizim geleceğimizi çalamazsınız” diyor.

İktidar “Barışçıl gibi gösterilen protestolar şiddet eylemine dönüştü. Buna izin vermeyiz” diye önlemleri sertleştirdikçe sertleştiriyor.

Doğu Afrika’da yıllarca sömürge olarak var olup sonra cumhuriyetle yönetilen Kenya ile Anadolu’da yıllarca imparatorluk olarak var olup sonra cumhuriyetle yönetilmeye başlayan Türkiye’nin gençleri birbirleriyle tanışmıyorlar ama ayrı ayrı kıtalarda aynı zamanlarda başlarına aynı şey geliyor.

İktidarlar onların ellerinden geleceklerini çalıyorlar. Kenya’daki gençler buna bir dur demek umuduyla parlamentoyu ateşe veriyorlar. Türkiye’deki gençler yoksulluk ateşinde kendi kendilerine eriyip bitiyorlar.

Her iki ateşin müsebbibi de halkını değil hep kendi iktidarını düşünen, ülkeleri hızla yoksullaşırken kendi güçlerinin peşine düşen iktidarlar. Her iki ülkede de bu kötü yöneticiler yıllardır “demokratik” seçimlerle başa geldiler ve ülkelerine gün yüzü göstermediler.

Şu durumda rengi de tarihi de birbirinden çok farklı olan ama belli ki demokrasiden de seçimden de hep yanlış bir şey anlayan bu iki farklı halkın, hatta belki de yeryüzündeki tüm halkların, yaptığı ortak bir hata var.

Dünya, entrikalarla yönetilmesi değil sadece huzur içinde yaşanması gereken bir yer olabilir, bunu idrak edemiyorlar.

Beyinlerini bu meselelerle yakmadıkları için de mütemadiyen yaşadıkları ülkeyi ateşe atıyor ve mütemadiyen kendi çocuklarını yakıyorlar.

                                                                 /././

Bu yıl mali tatil 19 gün; 2 Temmuz Salı günü başlıyor…-Murat Batı-

Normalde 1 Temmuz’da başlaması gereken mali tatil bu yıl 2 Temmuz’da başlamasından dolayı kayıp 1 gün (1 Temmuz günü), mali tatilin bitimi olan 20 Temmuz’a eklenmeyecek; mali tatil her koşulda 20 Temmuz günü sona erecektir.

Vergi idaresi mükellef ya da sorumlulardan istedikleri yükümlülüklerini süresinde yerine getirmelerini ister. Bu süreler idari ya da kanuni süreler olabilmektedir. Vergi kanunlarımızda kendine has süreler bulunmaktadır. Beyanname verme, ödeme süresi gibi.

Bazı durumlarda bu süreler uzayabilir ya da durabilmektedir. Mükellef lehine olan bu durumlardan bir tanesi de mali tatil uygulamasıdır.

5604 sayılı Malî Tatil İhdas Edilmesi Hakkında Kanun (MTİEHK) herkesçe vergiyle alakalı bir dinlenme süresi olarak düşünülmektedir. Ama durum pek de öyle değil; herkes aynı şekilde yine çalışıyor sadece bazı süreler işlemiyor.

Normal koşullarda mali tatil her yıl 1 temmuzda başlar 20 temmuzda sona erer. Ancak 5604 sayılı Kanun m.1’e göre Haziran ayının son gününün tatil günü olması halinde, malî tatil, temmuz ayının ilk iş gününü takip eden günden başlar.

Buna göre bu yıl Haziran ayının son günü (30 Haziran) Pazar gününe denk geldiğinden mali tatil 1 Temmuz’da değil, 1 Temmuz Pazartesi gününü müteakip 2 Temmuz 2024 Salı günü başlayacak.

Bu yıl mali tatil 2 Temmuz 2024 Salı günü başlayıp 20 Temmuz 2024’te sona erecektir. Normalde 1 Temmuz’da başlaması gereken mali tatil bu yıl 2 Temmuz’da başlamasından dolayı kayıp 1 gün (1 Temmuz günü), mali tatilin bitimi olan 20 Temmuz’a eklenmeyecek; mali tatil her koşulda 20 Temmuz günü sona erecektir.

Bu süre zarfında yani bu yıl 2-20 Temmuz boyunca bazı vergisel yükümlülükler ile uzlaşmaya başvurma, vergi mahkemesine dava açma gibi bazı haklarla alakalı süreler uzayabilmektedir. O yüzden oldukça önemli bir yere sahiptir.

Mali tatil nedeniyle aşağıda yazılı süreler uzar

5604 sayılı Malî Tatil İhdas Edilmesi Hakkında Kanun’un (MTİEHK) m.1/2 uyarınca; son günü malî tatile rastlayan aşağıda belirtilen süreler, tatilin son gününü izleyen tarihten itibaren yedi (7) gün uzamış sayılır. Bunlar;

  • Beyana dayalı tarhiyatta, kanuni süresinde verilmesi gereken beyannamelerin verilme süreleri,
  • İkmalen, re’sen veya idarece yapılan tarhiyatlarda vadesi mali tatile rastlayan vergi, resim ve harçlar ile vergi cezaları ve gecikme faizlerinin ödenme süresi,
  • Tarh edilen vergilere ve/veya kesilen cezalara karşı uzlaşma talebi  veya   cezada indirim hükümlerinden yararlanmak amacıyla yapılacak başvurulara ilişkin süreler,
  • Devamlı bilgi verme hükümleri kapsamında verilmesi gereken bilgilerin verilmesine ilişkin süreler.

Buna göre, yukarıda yer alan işlemlerin son günü bu yıl 2-20 Temmuz tarihleri arasına denk gelirse bu süre otomatikman 27 Temmuz Cumartesi gününe uzar. Ancak 27 Temmuz hafta sonuna denk geldiğinde bu süre VUK m.18 uyarınca 29 Temmuz Pazartesi gününe uzayacaktır.

Diğer taraftan, mükelleflerin mali tatil süresinin sonunu beklemeden beyannamelerini vermeleri ya da vergi borçlarını ödemeleri de mümkündür.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey bu bahsedilen işlemlerin son günü mali tatile denk gelirse süre uzayacaktır. Örneğin 5 Haziran 2024 tarihinde tebliğ edilen bir vergi/ceza ihbarnamesine ilişkin uzlaşma başvurusu yapmak isteyen kişi tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde başvuruyu yapması gerekmektedir. Yani 5 Temmuz 2024 tarihine kadar uzlaşma başvurusu yapabilir. Ancak uzlaşma başvurusunun son günü olan 5 Temmuz, mali tatile denk geldiği için bu tarih 27 Temmuz’a uzayacaktır. 27 Temmuz da hafta sonuna denk geldiğinden bu süre VUK m.18 uyarınca 29 Temmuz Pazartesi gününe uzayacaktır.

Dikkat edilmesi gereken önemli bir husus; son gün mali tatile denk gelmezse 7 günlük uzama olmayacaktır. Yani süre durmamakta, işlemektedir. Örneğin aynı vergi/ceza ihbarnamesi 28 Haziran 2024 tarihinde tebliğ edilirse uzlaşma başvurusunun son günü olan 28 Temmuz, mali tatile yani 2-20 Temmuz aralığına denk gelmediği için başvuru süresi uzamayacak ve dolayısıyla da 28 Temmuz’a kadar uzlaşma başvurusunun yapılması gerekecektir.

20 ila 25 Temmuz’da biten sürelere ilişkin

5604 sayılı Kanun m.1/6’da yer alan hükme göre, malî tatilin sona erdiği günü izleyen beş gün içinde biten kanuni ve idari süreler, malî tatilin son gününü izleyen tarihten itibaren beşinci günün mesai saati bitiminde sona ermiş sayılır. Buna göre, mali tatilin sona erdiği günü izleyen beş gün içinde biten kanuni ve idari süreler, tatilin son gününü izleyen tarihten itibaren 5’inci günün mesai saati bitiminde sona erecektirYani sürelerin son günü 21-25 Temmuz aralığına denk gelirse, bu süre 25 Temmuz’a uzar.

Örneğin, 22 Haziran 2024 tarihinde vergi ceza ihbarnamesine ilişkin uzlaşma başvurusu yapmak isteyen kişi başvurusunu 22 Temmuz’a kadar yapması gerekir. Ancak son gün 21-25 Temmuz aralığına denk geldiği için bu süre 25 Temmuz’a uzayacaktır. Yani ister 22 Temmuz’da başvurusunu yapar isterse de 25 Temmuz’a kadar bekler o gün yapar.

Beyanname verme süresi mali tatil nedeniyle uzamış olan vergilerde ödeme süresi

Beyana dayanan ve beyanname verme süresi malî tatil nedeniyle uzamış olan vergilerde ödeme süresi (aynı ay içerisinde kalmak kaydıyla), uzayan beyanname verme süresinin son gününü izleyen günün mesai saati bitimine kadar uzamış sayılır (MTİEHK m.1/8).

Örneğin, 20 Temmuz 2024 tarihi mesai saati sonuna kadar verilmesi gereken MTİEHK kapsamındaki bir vergiye ilişkin beyannamenin verilme süresi mali tatil dolayısıyla 27 Temmuz’a uzar. Ve dolayısıyla da bu beyannameye göre tahakkuk eden verginin ödeme süresi de bu madde uyarınca 28 Temmuz 2024 tarihine (bu tarih dâhil) uzayacaktır. 28 Temmuz da hafta sonuna denk geldiğinden bu süre VUK m.18 uyarınca 29 Temmuz Pazartesi gününe uzayacaktır.

Mali tatil nedeniyle işlemeyen süreler

5604 sayılı MTİEHK m.1/3 uyarınca ise mali tatil nedeniyle işlemeyen süreler belirtilmiştir. Sürelerin işlememesi demek 2-20 Temmuz tarihine isabet eden süreler duracak anlamındadır. Yani aşağıda belirtilen işlemlerin illa son gününün mali tatile isabet etmesinin bir önemi yoktur. Bu sürelerin mali tatile denk gelmesi durumunda bu süre işlemeyecek ve mali tatil bitiminden itibaren işlemeyen kısmı kadar uzayacaktır.

  • Muhasebe kayıt süreleri,
  • Vergi Usul Kanununun 153 ila 170’inci maddeleri arasında düzenlenmiş bildirme süreleri,
  • Vergiyle ilgili işlemlere ilişkin dava açma süreleri.

İşlemeyecektir.

Buna göre bu madde hükmü uyarınca bu süreler mali tatile denk gelirse süre işlemez ve mali tatile denk gelen süre mali tatilin bitimine eklenir.

Örneğin, 7 Haziran 2024 tarihinde tebliğ edilen vergi ceza ihbarnamesine ilişkin vergi mahkemesine dava açma süresi tebliğ tarihini takip eden günden itibaren 30 gündür. Örneğe göre dava açma süresinin son günü 7 Temmuz’dur. Mali tatile denk gelen 6 günlük dava açma süresi (2, 3, 4, 5, 6, 7 Temmuz) işlemez ve 20 Temmuz’u takip eden 6’ncı günün sonuna kadar uzamaktadır. Yani 26 Temmuz 2024’e uzayacaktır. Zaten bu süre de adli tatile (20 Temmuz-31 Ağustos) denk geldiğinden tekrardan bu süre bu kez 7 Eylül’e uzayacaktır.

Ancak dikkat edilmesi gereken husus, vergiyle alakalı dava açma süreleri işlememektedirDanıştay 7. Dairenin 10.12.2020 tarih ve Esas No: 2020/3698, Karar No: 2020/5076 sayılı kararında mali tatil süresince temyiz yoluna başvuru süresi işlemeye devam edeceği, madde metninden temyiz süresine ilişkin bir anlamın çıkmadığı yönünde karar verilmiştir.

Bu yüzden istinaf ve/veya temyiz başvuru süreleri ile alakalı herhangi bir uzama olmayacaktır.

Tüm vergilere mali tatil uygulanır mı?

Her vergiye uygulanmaz. Özel tüketim vergisi, banka ve sigorta muameleleri vergisi, özel iletişim vergisi, şans oyunları vergisi ile gümrük idareleri, il özel idareleri ve belediyeler tarafından tarh ve/veya tahsil edilen vergi, resim ve harçlarla ilgili olarak malî tatil uygulanmaz.

Mali tatil süresince inceleme olabilir mi?

Mahkeme kararı veya Cumhuriyet Savcılıklarının talebi üzerine ya da Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre yapılan aramalı incelemeler hariç olmak üzere, malî tatil süresince inceleme amacıyla defter ve belgelerin ibrazı talep edilemez, mükellefin işyerinde incelemeye başlanılmaz (MTİEHK m.1/4).

Ancak MTİEHK m.1/4’te yer alan “mükellefin işyerinde incelemeye başlanılmaz”   ifadesi zımnen mülga olmuş durumdadır. Şöyle ki VUK m.139’da yer alan “incelemeye tabi olanın iş yerinde” incelemenin yapılacağına ilişkin cümle 7338 sayılı Yasa ile 1 Temmuz 2022’de yürürlüğe girmek üzere değiştirildi. Yeni düzenleme ile inceleme dairede yapılacak. Bu noktada MTİEHK m.1/4’te yer alan “mükellefin işyerinde incelemeye başlanılmaz” ifadesi zımnen mülga olmuştur.

(T24)                                                          


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder