7 Haziran 2024 Cuma

T24 KÖŞEBAŞI (7 Haziran 2024)

 

Talep' hesabında köpük var: TÜFE'deki yanlışlar, açlık ve yoksulluk çeken dar gelirlilerin talebini yüksek gösteriyor!(Ercan Uygur)

Türkiye’de dar gelirlinin talebi yüksek midir? Yoksulluğunu ve açlığını söylemeye bile çekinirken!

Son bir yıldır, ulusal gelir verileri açıklandığında bir konu hep aklımı kurcaladı. Konu Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) talep veya harcama kalemlerindeki makro uyumsuzluk ile ilgili. Konu ayrıca enflasyon hesaplarıyla da ilgili.

Son birkaç yıldır resmi söylem hep şöyle oldu: “İç talep yüksek, enflasyon bu nedenle yükseldi ve yüksek kalmaya devam ediyor.” Peki hangi iç talep unsuru yüksek? Yatırım bir iç talep unsuru, tüketim de öyle, stok değişmeleri de öyle. 

Bunların tümü mü yüksek? Yüksek olan iç talep ithalatı da uyarıyor olmalı, ne kadar uyarıyor? Yoksa sorun reel değerleri bulurken mi ortaya çıkıyor? Yani bir deflatör hatası mı söz konusu? Öyle ya, birçok vatandaş yoksulluk ve açlık içinde iken, yüksek talep bir istatistiki hata olmasın?

Bir de şu soru var; talep yüksek ise, kimler, hangi gelir grupları, yükseltiyor? Gelir gruplarını ayrı düşünmeliyiz ki, doğru para ve maliye politikaları uygulanabilsin.

Şimdi uyumsuzluk ve köpük var dediğim verilere bakalım. Tablo 1’de 2022, 2023 ve 2024 birinci çeyrekte GSYH içinde harcama kalemlerinin yüzde payları var. Bu paylar hem cari fiyatla hesaplanmış GSYH için, hem de 2009 zincirleme fiyatları ile reel hale getirilmiş GSYH için verilmiştir. Veriler tümüyle TÜİK’ten alınmıştır.

Tablo 1 Türkiye’de GSYH’nın Harcama Bileşenleri, 2022-2024

Kaynak: TÜİK

1) Cari fiyat ile hesaplanan GSYH içinde harcama kalemlerinin yüzde payları.

2) 2009 bazlı zincirleme fiyat endeksi uygulaması ile elde edilen reel GSYH (zincirleme hacim) içinde harcama kalemlerinin yüzde payları.

3) Stok değişmesi içinde istatistiki hata da vardır. TÜİK, reel stok hesaplaması yapmıyor. Bu nedenle ilgili kutularda ? işareti yer alıyor.

Görüldüğü gibi, cari fiyatlarla ifade edilmiş harcama kalemlerinde, toplamın parçaları olarak, sorun yok. Şöyle ki, bu kalemler toplandığında 100 değerini veriyor. (Yuvarlamalar nedeniyle çok küçük farklar olabilir.) Toplamın 100 olması gerekir, çünkü tanım gereği, GSYH bu kalemlerin toplamına eşittir.

Ancak, enflasyondan arındırılmış, yani reel olarak ifade edilmiş kalemlerin toplamı, reel olarak ifade edilmiş GSYH toplamını, yani 100’ü aşıyor. Hem de önemli ve giderek artan ölçüde aşıyor. Reel harcama kalemleri toplamı 2022’de 111,5 iken 2023’te 114,8 ve 2024I’de 119,5 oluyor. Son veride yüzde yirmi dolayında hata var!

Burada giderek artan ve rahatsız etmesi gereken bir sorun olduğu bellidir. Bu sorun nereden kaynaklanıyor ve ne gibi sonuçları oluyor sorusuna yanıt vermeden bir noktaya dikkat çekeyim.

Cari fiyatlarla ifade edilen GSYH’da da Türkiye’de stok değişmeleri, hele diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, çok büyüktür ve büyük dalgalanmalar gösteriyor. Bu kalemin içinde istatistiki hata olduğunu zaten biliyoruz.

Şimdi önce bazı ülkelerde reel GSYH’nın harcama bileşenlerine bakalım. Tablo 2’de OECD’nin hesapladığı, 2015=1 fiyatları ile ifade ettiği harcama kalemleri yer alıyor.

Tablo 2 OECD Ülkelerinde 2022’de Reel GSYH’nın Harcama Bileşenlerinin % Payı, GSYH ve Bileşenleri 2015 Fiyatları ile İfade Edilmiştir

Kaynak: OECD ve TÜİK

Belirteyim, tablodaki bilgiler tümüyle OECD’den alınmıştır ve TÜİK’in verileriyle çok yakındır, verileri zaten TÜİK veriyor. TÜİK reel değerleri 2009 bazlı zincirleme fiyat endeksi ile buluyor. OECD tüm üye ülkeler için, 2015 bazlı fiyat endeksi ile gösteriyor.

Tablo 2’de görülüyor ki, GSYH hesabı önemli (yüzde 10 üzerinde) hata gösteren tek ülke Türkiye’dir. ABD dışında tüm diğer ülkelerin reel harcama kalemlerinin toplamı 100’e eşittir, hata yoktur. (Yine küçük yuvarlama farkları olabilir.)

ABD’deki fark yüzde 2’den biraz yüksektir. ABD, zaten GSYH’nın üretim yönünden yapılan hesaplamasına göre harcama hesaplamasında bir istatistiki hata olduğunu açıklıyor. Bu hata daha sonra giderilmiş de olabilir.  

Türkiye’nin toplam talep veya harcama kalemleri, GSYH’ya göre neden yüksektir, nerede hata var? Belirteyim; hemen tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de GSYH önce üretim yönünden hesaplanıyor, sonra harcama ve gelir yönünden bulunuyor.

Aradaki fark üretim ve harcama hesaplaması farkıdır. GSYH’nın üretim yönünden doğru hesaplandığını varsayalım. O zaman soru şudur; harcama kalemleri neden çok yüksek bulunmuştur? Özellikle bazı harcama kalemleri mi daha yüksek alınıyor?

Bu soruya yanıtı Tablo 1’de arayalım. Önce cari fiyatla ve 2009 zincirleme fiyatıyla ifade edilen payların çok farklı olduğu kalemlere bakalım. Burada ithalat kalemi hemen dikkat çekiyor; ithalat payı 2022’de cari fiyatla yüzde 42,6 iken sabit fiyatla yüzde 20,6’dır.   

İthalat’ın sabit fiyatla payının bu kadar düşmesi için ithalat fiyatının diğer kalemlerin fiyatlarından çok daha hızlı artması gerekir. 2022’de uluslararası fiyatlar yüksektir evet, ama salgın bitmiştir ve Türkiye’de KKM operasyonuyla kuru baskı altındadır.  TÜİK’e göre 2022’de 2009=1 bazlı fiyat endeksi GSYH için 7,07 iken, ithalat için 14.66’tir. 

İthalat başka bir özelliği ile de dikkat çekiyor: Reel ithalat ne kadar düşük olursa, büyüme, reel GSYH büyümesi, o kadar yüksek görünür, çünkü ithalat GSYH tanımına eksi işaretle giriyor. Bu nokta önemlidir. 

İthalat payları arasındaki fark 2023 ve 2024’te azalsa da, hala oldukça yüksektir. İhracatta da paylar farklıdır, ancak nedense fark daha küçüktür ve giderek azalmıştır. 

Önemli farklı paylara sahip bir diğer değişken özel tüketimdir. Özel tüketimde paylar 2022’de 57,3 ve 69,6 iken, 2023’te 59,4 ve 75, 2024’te ise 56,9 ve 76,5’tir. Paylar arasında 20 puan fark var ve çok yüksektir.

İthalat kaleminin tersine özel tüketimde fiyatların çok daha düşük kalmış olması önümüze TÜFE tartışmasını getiriyor. Burada iki noktayı vurgulamak gerekir;

1) Daha önceki yıllarda özel tüketim deflatörü ile GSYH defatörü birbirine çok yakındır. Örneğin 2009 bazlı deflatör 2017’de özel tüketim için 1.80, GSYH için 1,84’tür; fark çok azdır. 2024I’de tüketim deflatörü 12,70, GSYH deflatörü 17,07’dir.

2) OECD ülkelerinin tümünde tüketim deflatörü ile GSYH deflatörü birbirine çok yakındır, hatta bazı ülkelerde birincisi zaman zaman daha yüksektir. Türkiye’de neden tersine bir gelişme olduğu bellidir: Çünkü TÜİK’in TÜFE hesaplaması yanlışlar ve eksikler içermiştir. Bu sorun sürüyor.

İşte bu sorunlu TÜFE ulusal hesaplarda da sorun yaratmış ve tüketim talebini yüksek göstermiştir. Bu yanlışlar ve sorunlar nedeniyle enflasyon algılaması ve beklentisi, tüm iyimser söylemlere karşılık, yüksek seyretmektedir.

Son birkaç gün içinde yayınlanan ulusal gelir hesapları ve enflasyon verileri, bu sorunları tartışmamıza vesile oldu. Örneğin, Türkiye ekonomisini izleyen Arjantinli arkadaşlarımızla konuyu konuştuk. Kanada’dan Reşit Serpkenci ile de yazışmıştık. Meslektaşım Halil Sunalı ile de haberleştik.

Konuyu elbette uluslararası kuruluşlar ve birçok iktisatçı da biliyor, izliyor. Ortaya çıkan istatistik sorunları Türkiye’yi hem küçük düşürüyor, hem de doğru politika üretilmesine engel oluyor. Unutmayalım, istatistiğin temelinde Almanca “staat” yani devlet kelimesi vardır. Tüm hatalar devlete yükleniyor.

Şu soruyla bitireyim; Türkiye’de şimdi özellikle dar ve sabit gelirlinin talebi yüksek midir? Yoksulluğunu ve açlığını söylemeye bile çekinirken. 

                                                             /././

Mahkemeye sunulan 199 sayfalık polis raporunda skandal ifadeler: Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman’ın villasındaki mobilyaları Ayhan Bora Kaplan mı yaptırdı!(Tolga Şardan)

Savcılık ve emniyetin beraber yürüttüğü Kaplan ve ekibine yönelik operasyonda dosyada bulunan polis araştırma raporunda Kocaman’ın ismi yer aldı.

Ankara’da organize suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla yargılanan Ayhan Bora Kaplan dosyası çerçevesinde hazırlanan polis raporu ilginç bilgiler içeriyor.

Gazeteci Müyesser Yıldız Uğur’un gündeme getirdiği “Polis Araştırma Raporu” Kaplan ve ekibinin faaliyetlerinin gün yüzüne çıkmasını sağladı.

Sadece “basit bir rapor” değil elbette. Bu rapor, henüz dumanı üzerinde tüten Ankara Emniyeti’ndeki darbe girişimi çalışmaları yürütüldüğü iddialarının ortaya atılmasına da kaynaklık etti aynı zamanda.

Biraz geriye gidelim; şimdilerde gizli tanık olduğunu ifşa eden Serdar Sertçelik’in soruşturma çerçevesinde “M7” kod adıyla verdiği bilgiler sonrasında, dosyaya bakan Cumhuriyet Savcısı Mustafa Kaya, 8 Kasım 2023’de Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ne tek sayfalık talimat yazısı gönderdi.

Savcı Kaya’nın önceki Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman döneminde Kaplan’la ilgili kimi şikâyet dosyalarına takipsizlik veren savcılardan olduğuna dikkat çekeyim.

Kaya, “ivedi / önemli” kaydıyla gönderdiği yazıda üç maddeden oluşan talimatlarını verdi:

“Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından yürütülmekte olan işbu soruşturma dosyasında delil toplama işlemine esas olmak üzere, gizli tanık müzekkeresi yazımız ekinde gönderilmiştir.

Buna göre;

  1. Gizli tanığın ifadesi titizlikle incelenerek fezlekede bulunan hangi olayları içerdiğinin tespit edilmesi, olaylarda yer almayan iddialar bakımından gerekli araştırmanın yapılması,
  2. Ortaya çıkan yeni deliller ile ilgili olarak soruşturma savcısından ek talimat alınması,
  3. Hazırlanan evrakın herhangi bir tekide mahal bırakmaksızın ivedi bir şekilde Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi rica olunur.”

Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şubesi (OSM), talimat üzerine Sertçelik’in verdiği bilgileri savcılığın talimatına uyarak “titizlikle” inceledi.

Yapılan incelemeler sonrasında tam 199 sayfalık “araştırma tutanağı” hazırlandı.

Polisin hazırladığı tutanak, 24 Nisan 2024 tarihini taşıyan resmi yazıyla Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.

Aynı zamanda savcılığa da gönderilen resmi üst yazıda OSM Şube Müdürü Kerem Gökay Öner’in imzası var.

Başsavcı Kocaman’ın makamında mobilya kumaşı seçilmiş

Emniyet, savcılık talimatı üzerine, Sertçelik’in verdiği bilgileri yaklaşık 4.5 ay boyunca araştırdı ve 24 Nisan’da sonuca bağladı.

Raporda, Sertçelik’in “M7” koduyla verdiği bilgilerden yola çıkılarak önemli tespitler yapıldığı görülüyor.

Bunlardan birisi Kaplan’la sadece “bir kez” görüştüğünü öne süren dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman’ın lüks villasına mobilya yapılması ve parasının Kaplan tarafından ödendiği iddiası.

Bu arada, Kocaman’la Kaplan’ın bağlantılı olduğu iddialarının gündeme geldiği günlerde, Kocaman’ın Çayyolu’nda lüks villası olduğunu duyurmuştum. Kendisi yaptığı açıklamada, Çayyolu’nda evi olmadığını açıklamıştı. Ancak bugün gelinen noktada Kocaman’ın Gölbaşı’nda ev değil lüks villa sahibi olduğu polis raporuyla ortaya çıktı.

Rapordan alıntı yapıyorum:

“(…) Alınan bilgi sahibi ifadelerden de anlaşılacağı üzere; örgüt lideri Bora Kaplan’ın, Cengiz Haliç’in ofisinde otururken Emre Cihan Akalın ve Şinasi olarak bildikleri Garip Ümit isimli şahsı ofise çağırdıkları, Bora Kaplan’ın Yüksel Kocaman’ın evinin mobilyalarının yapılacağını söylediğini ve bu iş için çizimini Emre Cihan Akalın’ın mobilyaları ise, Garip Ümit isimli şahsın yapacağının talimatını verdiğini,

Emre Cihan Akal’ın isimli şahıs ile birlikte Garip Ümit isimli şahısların Yüksel Kocaman’ın evi olduğu adres olan Gölbaşı’nda bulunan Hera Balo Salonları tarafına gittikleri, fiyat konusunda Garip Ümit isimli şahısla anlaşılmaması üzerine Mustafa Hallik isimli şahsa bahse konu mobilyaların yaptırıldığı ve bu mobilyaların montajı için Mustafa Hallik’in yanında çalışan Ahmet Ali Gebeş isimli şahsın gittiği, hatta kumaş göstermek için Emre Cihan Akalın ile Garip Ümit isimli şahısların Yüksel Kocaman’ın makamına gittiği alınan ifadelerden de anlaşılmaktadır. (…)”

Yeni model BMW iddiası

Ankara Emniyeti OSM Şubesi’nce Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın şahsına ait aracı yenilemesiyle ilgili iddialar da incelendi. Kocaman’ın aracını Ayhan Bora Kaplan vasıtasıyla yenilediği öne sürülmüş, bu konudaki haberlere erişim engeli getirilmişti.

Bu süreçte Başsavcı Kocaman’ın aracıyla ilgili tüm işlemleri koruması Mevlüt Özdemir üzerinden yürüttüğü öne sürülüyor..

Raporda, Ayhan Bora Kaplan suç örgütü soruşturmasında adı geçen bazı isimlerle Arslan arasındaki para alışverişi yer alıyor.

Doğrudan bir tespitte bulunulmuyor ancak Arslan’ın her iki kesimle olan bağlantılarına örtülü biçimde işaret ediliyor. Kocaman’ın korumasının Arslan’ın firmasından iki kez lüks araç satın aldığı, eski araçları da buraya sattığı, araçları takas ettiği anlaşılıyor.

Kocaman’ın araç alım ve satım işlemlerini yapan MAS Grup adlı otomotiv firmasının sahibi Murat Arslan’ın emniyette verdiği, raporda da yer alan ifade şöyle:

“(…) Ayhan Bora Kaplan isimli şahsı, yaklaşık on yıl kadar önce Doğan Kaan Yıldız ve Ozan Can Yıldız isimli şahısların yanında görmemden dolayı tanırım. Bu şahsın Albüm isimli eğlence mekanının olduğunu duydum. Ancak bu şahıs ile birebir irtibatım yoktur. Bu şahısla hiç yanyana gelmedim ve hiç muhatap olmamışımdır. Ancak bu şahsın oğlunun sünnet düğünü davetiyesi gelmesinden kaynaklı bu şahsın oğlunun sünnet düğününe katıldım.

Benim asıl tanıdığım şahıs ise, Tansel Aktan’dır. Tansel Aktan’ı da Doğan Kaan Yıldız’ın yanında görmemden dolayı tanıdım. Ancak samimi olma sebebim ise, bu şahıs, Şaşmaz’da oto kuaför işi yapardı, Tam Cars isimli dükkanı vardı. Benim bütün arabaları bu şahsın yapmasından kaynaklı samimi oldum ve daha sonra çocuğun kirvesi oldum.

Serdar Sertçelik isimli şahsı Doğan Kaan Yıldız’ın Elmacı Marketler ile ortağı olmasından kaynaklı tanırım. Bu şahsa hiç araç satmadım. 

Tarafıma okunan beyanlar ile ilgili olarak; ben, Yüksel Kocaman isimli şahsı tanımazdım. Ancak araç alım satımı ile ilgili olarak 2020 yılında Osmaniye ilinde 80 HA 552 plakası ile 2020 model beyaz veya gri renkli BMW 5.20 marka aracı aldım ve iş yerime getirdim. Satmak için ilana koydum. İlandan bu araç ile ilgili bana bir takas teklifi geldi. Takas teklif eden şahsın kim olduğunu bilmiyordum. Bu görüşmeden sonra koruma polisi olarak bildiğim iki şahıs dükkana geldi ve BMW 3.20 marka aracı olduğunu ve takas etmek istediğini söyledi. Ben de araca karşılıklı bakmamız, fiyatta anlaşmamız karşılığında olabileceğini söyledim. Bu görüşmeden aynı gün veya bir gün sonra benim dükkanıma resmi araçla iki koruma polisi geldi. Ancak bu şahısların kimin korumalığını yaptığını bilmiyordum.

Tam tarihini hatırlamadığım bir günde; iki koruma polisi, benim dükkanıma 06 BPC 009 plaka sayılı 2019 model beyaz ve gri renkli BMW 3.20 marka aracı getirdikten sonra koruma polisleri ile pazarlık yapmaya başladık ve BMW 3.20 karşılığında bana ait olan BMW 5.20 marka aracın üstüne 150 bin TL alacağım şeklinde anlaştık. İsimlerini bilmediğim ancak satış evraklarından gördüğüm kadarıyla aynı zamanda Yüksel Kocaman’ın da vekaletinin bulunduğu Mevlüt Özdemir ve Hakan olarak hatırladığım şahıslar, dükkana ellerinde siyah poşet içerisinde 150 bin TL parayla gelmişler ve bahse konu araçların satımını gerçekleştirmişler. Aracı Yüksel Kocaman adına satın alan şahıs ise Mevlüt Özdemir isimli şahıs. Ben bu araç satıldıktan sonra bu şahısların savcı korumalığı yaptığını öğrendim. Bu satıştan önce bu şahısların kimin korumalığını yaptığını bilmiyordum.

Yüksel Kocaman isimli şahıs ile ticaretimiz bu şekilde gerçekleşmiştir. Benim satmış olduğum BMW 5.20 marka aracın plakası da satıldıktan sonra 06 BVG 911 olarak değiştirilmiştir. Ben aracı sattıktan yaklaşık yedi ay kadar sonra Yüksel Kocaman’ın koruma polisliğini yaptığı Mevlüt Özdemir isimli şahıs tekrar bizim dükkan aramış ve ilanda bulunan 2020 model 34 DGS 116 plaka sayılı Land Rover marka aracı gördüğünü, bu aracı bizden yedi ay önce satın almış olduğu BMW 5.20 marka araç ile takas edip edemeyeceğini sordu.

Biz de bu teklifi kabul etmemiz üzerine, daha önceden bu şahsa araç satmamdan dolayı Yüksel Kocaman’ın koruma polisliğini yaptığını bildiğim ve yanında bulunan bir şahıs, benim dükkanıma geldiler. İlanda bulunan Land Rover marka aracı incelediler. Land Rover marka aracın o dönemki fiyatı 1 milyon 100 bin TL idi. Mevlüt Özdemir isimli şahıs pazarlık etmeye başladı ve biz de o dönemde BMW 5.20 marka aracı bu araçla takas edip üzerine 210 bin TL alacağımız şeklinde anlaşmaya vardık. Ve 11.11.2020’de Ankara ili Emek semtinde bulunan 37. Noterde Mevlüt Özdemir isimli şahıs Ayça Kocaman adına noterden vekâlet ile bu aracı satın alıyor ve aradaki 210 bin liralık fark Kocaman’ın banka hesabından benim sahibi olduğum MAS Motor isimli şirket hesabına para transferini gerçekleştiriyor. Bahse konu aracın plakası da satıldıktan sonra 06 AEK 111 olarak değiştirildiğini biliyorum ve bu aracın satımını da benim dükkanımda çalışan Burak Furkan Aksu isimli şahıs yapmıştır. (...)”

MASAK verileri raporda

Polis araştırma raporunda söz konusu ifadelerin ve bilgilerin yanında Murat Arslan’a ait para transferi kayıtlarına yer verildi.

Raporda şöyle denildi:

“Masak tarafından gönderilen bankacılık transferi için sayfa üzerinde bulunan veriler üzerinde yapılan incelemede, Murat Arslan isimli şahsın, soruşturma kapsamında diğer şahıslar ve şirketlerden aldığı para transferleri aşağıda gösterilmiştir

Doğan Kaan Yıldız isimli şahıstan 4 işlemde toplam 500.000 TL para aldığı,

Nihal Akbaba isimli şahıstan 3 işlemde 14.000 TL para aldığı,

Salim Turan isimli şahıstan iki işlemde 10.000 TL para aldığı,

Tansel Aktan isimli şahıstan 13 işlemde toplam 766.500 TL para aldığı,

Yıldızlar saç inşaat isimli şirketten altı işlemde toplam 436.900 TL para aldığı,

EA Motorlu Araçlar isimli şirketten iki işlemde toplam 50.000 TL para aldığı tespit edilmiştir.”

Raporun tarihindeki kritik detay!

Dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman hakkında polis raporunda yer alan bilgiler böyle.

Bir noktaya dikkat çekerek Büyüteç’i bitireyim.

Söz konusu raporun savcılığa ve mahkemeye gönderildiği tarih, 24 Nisan 2024.

Yani, Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde patlak veren gizli tanık skandalından iki hafta önce!

Süreci MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “darbe girişimi” olarak nitelendirdi önce. Ardından İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile TBMM’de görüşmesi sonrasında tansiyonu düşüren yine Bahçeli oldu.

Ankara Emniyeti’ndeki skandalla ilgili savcılık soruşturması TCK 316. madde hükümlerine göre başlatıldı. Gelinen noktada, mevcut hükümete yönelik silahlı darbe kalkışmasına dayanak oluşturacak şimdilik bir tespit olmadığı biliniyor. İşin perde arkasındaki bürokratlar, yargı mensupları ve polis müdürlerinin kimler olduğu ilgililerince Cumhurbaşkanı Erdoğan’a anlatıldı.

Kocaman’la ilgili okuduğunuz bilgiler, raporun sadece çok küçük bir kısmı.

Tamamı kamuoyuna yansıdığında yargı ve siyasette epeyce ses getirecek. 

Bütün bu sürecin sonunda darbe ile ilgili iddialar dahil neler olup bittiğini daha da net görebileceğiz.

                                                           /././

Erdoğan’ın “saray keyfi” kaçtı (Yalçın Doğan)

Anayasa Mahkemesi’nin devlet yönetiminde, hatta siyasal rejimde köklü değişikliğe yol açan 703 sayılı KHK’nın bazı maddelerinin iptali arasında, Erdoğan’ın Milli Sarayları Meclis’ten alıp, kendisine bağlamasına ilişkin kararı da var.

Cumhurbaşkanlığı yeminine saatler kala...

Meclis bir anda karışıyor.

9 Temmuz 2018...

Muhalefet milletvekilleri öğreniyor ki...

Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı yemini etmeden önce...

Aynı gün yayınlanan bir kararname ile Milli Sarayları kendisine bağlıyor.

“Milli Saraylar” denildiğinde...

Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları başta, İstanbul’daki saraylar ve kasırlar akla geliyor.

“Saraylar benim”

Osmanlı döneminde saraylar ve kasırlar padişahın kullanım yetkisinde.

Cumhuriyet sonrasında saraylar ve kasırların yönetimi önce Maliye Bakanlığı’na, sonra Meclis’e devrediliyor.

Yaklaşık yüz yıl boyunca Meclis’in yönetiminde olan o sarayları...

2018’de Erdoğan yayımladığı 703 sayılı KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile kendisine bağlıyor, “Saraylar benim” diyor.

Bu karar altı yıl önce Meclis’te büyük gürültülere yol açarken, CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır bunu önceki gün yine Meclis Genel Kurulu’nda hatırlatıyor, sözleri AKP ve MHP sıralarında bu kez sessizlikle karşılanıyor.

Neden?..

Çünkü, Anayasa Mahkemesi’nin devlet yönetiminde, hatta siyasal rejimde köklü değişikliğe yol açan 703 sayılı KHK’nın bazı maddelerinin iptali arasında, Erdoğan’ın Milli Sarayları Meclis’ten alıp, kendisine bağlamasına ilişkin kararı da var.

Saray hukuku

Konunun ayrıntısı sorduğumda, Ali Mahir Başarır dün şu bilgi notunu aktarıyor:

“-2018’de Yetki Kanunu’na dayanılarak, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı yeminine saatler kala çıkartılan 703 sayılı KHK ile Cumhuriyet’in kurulduğu tarihten bu yana Meclis bünyesinde olan Milli Saraylar Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştı.

-O tarihte söylemiştik, TBMM’ye bağlı olan Milli Sarayların kararname ile Cumhurbaşkanlığına geçmesi doğru değildi.

-1924’ten 1933’e kadar TBMM adına Maliye Bakanlığı denetiminde kalan Milli Saraylar 1933 Bütçe Kanunu ile TBMM Başkanlığı’na bağlanmıştı.

-Padişahın iradesinin hâkim olduğu bir sistemden halkı iradesinin esas olduğu Cumhuriyet’e geçerken, padişaha ait olan sarayların halk iradesinin temsil edildiği Meclis’e devredilmesi önemli ve değerliydi.

-2018’de Milli Sarayların Cumhurbaşkanının emrine verilmesi, halkın iradesinin yeniden tek bir kişinin iradesine bağlanması demekti.

-Anayasa Mahkemesi bu devir işlemini şimdi iptal etmiştir.”

703 sayılı KHK

2017’de referandum sonucunda, muhalefetin “dünyada eşi olmayan, ucube rejim” diye tanımladığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiliyor, yüz yıllık parlamenter rejim sona eriyor.

Yeni sistem devlet yönetimini çok köklü bir değişime uğratıyor, “tek adam rejimine” geçiliyor.

Pratikte tek adam rejimini sağlayan en önemli araçlardan biri 703 sayılı KHK.

Pek çok ayrıntı içeren değişiklikler dizisi bu KHK’da yer alıyor.

Elektrik satış devir yetkisinden vali yardımcılarının atanmasına, subayların terfiye hak kazanabilmek için her rütbede bekleme sürelerine, kamuda atanma yaşından gençlerle ilgili bazı kurallara kadar, kısaca devlet yönetiminde çeşitli alanlarda yeni düzenlemeler içeriyor 703 sayılı KHK.

Ve asıl önemlisi...

Bütün o yetkileri tek bir kişi kullanıyor.

O nedenle...

Anayasa Mahkemesi’nin 703’ün bazı maddelerinin iptali tek adamı rejimini törpüleyen bir adım.

Altı yıldır Anayasa’ya aykırı

İptal kararı üzerine Saadet Partisi Milletvekili Bülent Kaya konuyu Meclis’te biraz daha açıyor:

“Anayasa Mahkemesi’nin iptali, usule ait değil, yetki gaspına ilişkin bir tespittir.

Cumhurbaşkanı bu kararnameyle TBMM’nin yasama yetkisine müdahale etmiştir.

108 ayrı konuda müdahale ettiğine ve gasp ettiğine dair Anayasa Mahkemesi karar vermiştir.

Yasama yetkisinin yürütme tarafından kullanıldığına dair tespittir, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır.

Cumhurbaşkanı Meclis’in yasama yetkisine ortak olmuş, kanunlarla düzenlenmesi gereken pek çok konuyu KHK’larla düzenlemiştir.”

Bülent Kaya sözlerini vurucu bir nitelemeyle sonlandırıyor:

“2018’den 2024’e kadar, tam altı yıl Türkiye Anayasa’ya aykırı şekilde yönetilen bir ülke haline geldi.

Bu da yetmezmiş gibi, Anayasa Mahkemesi iptal kararının yürürlüğe girmesi için on iki ay süre verdi. Adeta bu ülkenin on iki ay daha Anayasa’ya aykırı olarak yönetilmesine imkân tanımış oldu.”

AKP iktidarı Anayasa Mahkemesi kararlarını zaman zaman keyfi biçimde uygulamıyor.

O kararların uygulanmayışı ile “ülkenin altı yıldır Anayasa’ya aykırı yönetilmesi” birebir örtüşüyor.

Erdoğan o sarayları şimdi huzur içinde kullanabilir mi?..

(T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder