25 Temmuz 2024 Perşembe

Birgün "KÖŞEBAŞI" -25 Temmuz 2024-

 

Kadın, erkek, tüm İranlılar köklü bir değişim istiyor -İbrahim Varlı-

Reformist aday Pezeşkiyan’ın seçilmesinin bir hafta sonrasında İran’dayız. Kafamızda bin bir soruyla adeta bir kapalı kutu olan ülkeye ayak basıyoruz. İranlıların reformist adaydan beklentileri neler? Sorunlarla boğuşan ülkede içeride ve dışarıda nasıl bir hat izlenecek? Restorasyon mümkün mü? Çelişkilerle dolu ülkede başı açık kadınların sayısı dikkat çekici. Sosyolog Shahzadeh N. İgual’e göre kadınlar, erkekler, İranlılar her alanda reform bekliyor.

Reformist olarak tanımlanan “ılımlı muhafazakâr” Mesud Pezeşkiyan’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesinin bir hafta sonrasında İran’dayız. Kafamızda bin bir soruyla ayak basıyoruz ülkeye. Zira 5 Temmuz’da sürpriz şekilde sertlik yanlısı muhafazakâr adayları geride bırakarak seçimden galip çıkan Pezeşkiyan’ın neler yapacağı hem içeride hem de dışarıda büyük merak konusu. Herkesin yanıtını aradığı sorular aşağı yukarı benzer; İran’ı nasıl bir dönem bekliyor? Kelimenin tam manasıyla bir “kapalı kutu” olan ülkede yeni bir dönemin kapıları mı aralanıyor? İranlıların “reformist” adaydan beklentileri neler? İçeride ve dışarıda nasıl bir hat izlenecek? Pezeşkiyan’ı cumhurbaşkanlığına getiren toplumsal ve siyasal koşullar neydi? Neden ve nasıl “reformist” bir aday seçimi kazanabildi? Son NATO Zirvesi’nde de görüldüğü üzere Amerika’nın açıkça hedef aldığı ülkede neler oluyor?

Soruları daha da çeşitlendirmek mümkün, ama esas kafamızı karıştıran şuydu; Rejim nasıl oldu da Pezeşkiyan’a izin verdi? Bir yılı bulan Mahsa Amini protestoları İran’da ne tür değişimlere yol açmıştı? Aylar süren bu kitlesel protesto dalgasının muhafazakâr adaylar arasında örtünme zorunluluğunu eleştiren, internet kısıtlamasının kaldırılmasını savunan Pezeşkiyan’a seçimi kazandırdığı yönündeki değerlendirmeler baskındı.

RESTORASYON MÜMKÜN MÜ?

Tam da bu etkenler nedeniyle tüm gözler içeride, dışarıda pek çok sorunla cebelleşen İran’da Tebriz’den gelen gelerek Tahran’ın dümenine oturan Pezeşkiyan’ın üzerinde. Amerikan yaptırımları altındaki ülke bir taraftan İsrail’in savaşı yayma stratejisinin odağında, diğer taraftan da derin bir ekonomik ve toplumsal kriz sarmalının içinde.

Dini lider Hamaney’in de “reformist” Pezeşkiyan’a yol vererek rejimin restorasyonuna çalıştığı yönünde değerlendirmeler vardı. Ekonomik zorluklar ve temel hak ve özgürlüklere yönelik baskılar nedeniyle İranlıların çoğu seçimi boykot etmeyi planlıyordu. Bunu gören Hamaney’in Pezeşkiyan’a yol vererek rejimi bir meşruiyet krizinden kurtardığına dair yorumlar fazla. Rejimin temel taşlarına dokunmadığı müddetçe, toplumun farklı kesimlerine hitap edebilecek, ama müesses nizama meydan okumayacak bir cumhurbaşkanına ihtiyacının Pezeşkiyan üzerinden sağlandığı ifade ediliyordu. Pezeşkiyan'ın ılımlı profilinin, sistemden rahatsız İranlıları yatıştırması hedeflenenler arasındaydı.

2012’den bu yana bu İran’a üçüncü gidişim. Son olarak 2014’te yine bir yaz sıcağında Tahran, İsfahan, Kum kentlerini kapsayan bir ziyarette bulunmuştum. Gezi direnişinin hemen sonrasıydı. Bu süre zarfında neler olup bittiğini kıyaslama fırsatım da olabilecekti.

BÜTÜN ÜLKE YAS İÇİNDE

Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) üyesi yazar Shahzadeh N. İgual’in davetiyle Tasua Aşura adı verilen Şiiler’in matem törenlerinin yerinde gözlemlemek için bu ülkedeyiz. Tasua ve Aşûra olarak bilinen Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu gününde dünyada olduğu gibi İran'ın dört bir yanında da matem törenleri düzenleniyor.

Şunu vurgulamak gerek, gördüklerimiz sınırlı. Çünkü matem günleri dolayısıyla ülkede 2 günlük resmi 4 günlük bir tatile denk geliyoruz. Yeni cumhurbaşkanının hala kendi kabilesini kuramadığı ülkede Pezeşkiyan’ın seçilmesiyle matem günleri üst üste biniyor. İlk iki gün tüm ülkede hayat adeta duruyor. Her yer ve her şey kapalı. Tüm ülke matem törenlerine odaklanıyor. Biz de sokakların nabzını tutuyoruz.

Havalimanından ara sokaklara her yerde matemi simgeleyen siyah bayrak, flamalar ve pankartlarla donatılmış. Gerek Pezeşkiyan’ın henüz yönetimini oluşturmaması gerekse de Şii teolojisinin en önemli mateminin en önemli iki gününe denk gelmemiz beklenilen politik yanıtları almamıza mani oldu. Politik görüşmeler yerine kültürel bir geziye evrildi haliyle ziyaretimiz. Matem Pers yani İran kültürünün bir parçası. Şii teolojisinin en önemli ritüellerinden. Ancak öncesi de var.

Tahran’da ve ülkenin ikinci büyük kenti İsfahan’da değil sadece tüm ülkede hayat geceleri akıyor. Aşırı sıcaklar nedeniyle gündüzler bir nevi “siesta”lara dönmüş, iş ve sosyal yaşam akşamları yaşanıyor. Parklar, caddeler, sokaklar insan kalabalıklarıyla doluyor. 86 milyonluk ülke adeta akşamları yaşıyor. Bu durum İran’a özgü değil sadece, diğer Ortadoğu ve Akdeniz Havzası ülkelerinde de durum benzer. Malum aşırı sıcaklar ülkeleri kavuruyor, dayanılacak bir sıcaklık değil.

Gençler, kadınlar kentlerin ortasındaki kafelerde alkolsüz mojito eşliğinde derin sohbetlere dalıyor. Buralarda da başı açık kadınların güvenli duruşları uzaklardan hissedilebiliyor. Matem törenlerinde de motorlara binmiş, araç kullanan başörtüsüz genç kadınlar dikkatleri üzerine çekiyor. Sivil polislerin, Besicler’in varlığı kimseleri korkutamıyor.

EKONOMİ ANA ÖNCELİK

Peki Pezeşkiyan ne yapacak, nasıl yapacak? İranlılar Pezekşiyan’ın önceliğinin iç sorunlar yani ekonomi olacağı kanısında. Ekonomiyi düzeltmek için çalışacağını kaydediyorlar. Dış politikada, Ortadoğu’daki stratejide, ABD ile nükleer anlaşma gibi gerilimli konularda çizilen rotanın dışına çıkmayacağı görüşü hakim. Yeni cumhurbaşkanının nükleer çalışmalarda, dış politikada ve bölgedeki silahlı gruplara verdiği destekte ciddi bir değişikliğe yol açması beklenmiyor. Belli bir toplumsal tabana yaslanmayan Pezişkiyan’ın on yıllardır çizilen dış politik hattın dışına çıkması oldukça zor. İçerideki tepkileri dindirecek adımlar atmaya gayret edecek.

Uzun bir süredir yönetime karşı oluşan tepkinin dindirilmese de törpülenmesi açısından bu adımların atmasına izin de verilecektir. Tabi bu arada Tahran’ın Batı ile diyaloğunu açık tutması, yapabilirse gerilimi azaltması beklentiler içinde.

KADINLAR KORKU DUVARINI AŞMIŞ

Binlerce yıllık medeniyete sahip İran son 40 yıldır Şii teolojisi esas alınarak yönetiliyor. Kadınların kapanması zorunlu, içki, kumar yasak. Ancak kadınların yıllardır süren mücadeleleri o muhafazakar katı sistemde önemli gedikler açabilmiş. Başı açık kadınların sayısı dikkat çekici. Parklar, bahçeler, kafeler başı tamamen açık ve sadece saçının bir kısmını örten kadınlarla dolu. Korku duvarı aşılmış, rejim esnemek zorunda kalmış. Kuzey Tahran’daki tekkede konuştuğumuz 20 yaşındaki Nima Asgelyan temel sorunun Amerikan yaptırımlarının derinleştirdiği ekonomi olduğunu söylüyor. Ekonomik sıkıntılar toplumu kuşatmış. Herkes kirada, evler pahalı. Pezekşiyan’ın ekonomiyi düzeltmek için çalışacağını kaydediyor.

Şii teolojisiyle yönetilen ülkede kadınlar katı sistemde gedikler açmaşı başarmış. Tahran, Kashan ve İsfahan’da çok sayıda başı açık kadına rastlamak mümkün.

∗∗∗

KADINLARIN KAZANIMLARI UZUN MÜCADELENİN ESERİ

Pezeşkiyan seçildi, İranlıların temel beklentileri nedir?

İranlıların üzerinden durduğu en önemli konu pahalılık ve enflasyon. İnsanlar İran’ın içinde kayda değer reformlar istiyorlar. Kadınlar, erkekler, İranlılar her alanda reform istiyorlar. Eğitimde reform, sosyal yaşamda reform, yaşam tarzlarına yönelik müdahalelerde reform bekliyorlar. Halk kendisine sahip çıkılmasını istiyor. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim, eğitimde reform derken, daha temel reformlardan söz ediyoruz. Yoksa İran’ı organ nakli ameliyatlarinda dünyanın ilk üçüne, nanoteknolojide  dünyanın ilk beşine, matematik alanında yine ülkeyi hatrı sayılır rütbelere yükselten çoğunlukla İran’da eğitim görmüş insanlardır.

Bu irade mi Pezeşkiyan’ı seçtirdi?

Pezeşkiyan’a kazandıran da bu değişim, reform iradesiydi. Nokta atışı reformlar getirilmesini savunuyorum.

Ne kadar reformist, ne kadar farklı, neyi, ne kadar yapabilecek?

Yeşil dalga içindeki isimler de sözde muhafazakârdı ama ılımlı muhafazakârlardı. Pezeşkiyan reformist bir muhafazakâr.

          Shahzadeh N. İgual - Sosyolog, Yazar

Dış politikada bir değişim bekleniyor mu?

İranlıların büyük kısmı, yüzde 60’dan fazlası, müzakerelerin başlamasını, ambargonun kalkmasını istiyor. Batı ile ABD ile flörtü istiyorlar, buna karşı değiller. Ancak İranlılar Batı’ya büyük tavizler verilecek bir müzakerelerden yana değil. A’dan Z’ye her maddeye “evet” demeden kendi çıkarlarını savunarak masada durulmalı.

Amerikan/Batı ambargosu ülkeyi nasıl etkillledi?

Ambargo esasında İran’ı daha güçlü yaptı, kendi sanayisini silahını, ilacını, arabasını, uydusunu, teknolojisini yarattı. Bu yönüyle ambargo İran’a yaradı. Tabi diğer taraftan da dünya ile bağını kopardı, ki bu sosyoekonomik çerçevesinde hiçbir ülkenin tercih etmeyeceği bir dayatma sistemidir.

Başı açık kadınların sayısı dikat çekici. Kadınlar korku duvarını yıktı mı?

Buna açıklık getirmek çok önemli; bu kazanımlar sadece son bir yıldaki protestoların neticesi değil. Onun öncesinde de uzun yıllardır devam eden bir mücadelenin sonucu. İranlı kadınlar son yıllarda başını zaten örtmemeye başlamıştı. Yıllardır gelip giderim bunu somut olarak gözlemleme, görme imkânım oldu. Dünya sadece Mahsa Amini eylemleri sonrası bu değişiklikleri fark etmeye başladı, kazanımlar daha belirgin görülmeye başlandı.

İran siyah giyenler ülkesi adeta!

Aksine, İran renkler ülkesidir. Newroz’da yeşil, Çelle Gecesi’nde (Yelda Gecesi. Mitra’nın doğuşu) kırmızı olur. Caddeler, sokaklar, meydanlar ve dahi evlerin içi bu renklerle bezenir. Yiyecek ve içecekler bile rengarenk olur. Ancak siyah, tarih öncesinden bu yana İran’in matem rengi olmuştur. İranlılar aslında beyaz giyerler. Ta ki İran mitolojisinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Siyaveş’in ölümüne dek… Onun ölümü milattan çok öncesinden günümüze değin uzanan bir mitolojik hikaye. İranlılar genellikle beyaz giyerlerdi çünkü Zerdüştlüğün rengi beyazdır. Siyaveş’in ölümünde ilk kez siyah giymeye başladılar, antik dönemde. Zamanla bu renk matem rengi olarak asırlar boyunca kültürel bir aktarım misali günümüz kadar geldi. Hz. Hüseyin’in öldürülmesi, Kerbela vakası, İran-Irak Savaşı… Siyah tercihi yazılmamış bir kanun gibidir, “matemin rengi siyahtır." Yani sorunuzun yanıtı, siyah İslamiyetten önce de var olan İran kültürünün matem rengidir.

                                                         /././

Tünelden mağaraya, mağaradan mezara -Kaan Sezyum-

Trump mermiden kaçmış, Biden adaylıktan çekilmiş, Kamala yerine gelmiş. Oy bakalım oyalar mı?

Köpekler ölsün denilmiş, insanlar isyan etmiş... Türkiye merhametini bulacak mı?

Soylu bıyık bırakmış, Akşener kırmızıya boyatmış… Bakalım saçlar çıkacak mı?

Varlık barışı, imar affı derken, paralar aklandı, çökenler çöktü, depremlerde onbinler toprak altında kaldı, suçlular suçsuz çıktı, olan ölene oldu. İşte hayatımız.

Yaşamanın hayatta kalmak olduğu bir ülkeden iyi günler dilerim. Gününüz artık nasıl iyi geçecek bilemiyorum. Belki bir top dondurma alabilirsiniz evladınıza, belki yolda yürürken elektriğe kapılıp ölürsünüz, belki bir mafya hesaplaşmasının arasında kalırsınız, belki bir cemaat evinde başınıza bir şeyler gelir… Belki de işleriniz iyi gider. Cinayet işler, salınır; içeri alınır sonra bırakılır; adam döver elinizi kolunuzu sallayarak dolaşırsınız. Belki çakarlı araçlarla yollarda gazlarken havaya sıkarsınız, belki tanesi bin liraya lahmacun yanında konyak içersiniz, belki lüks arabanızda kertenkele müzikleri dinlerken stori atarsınız, belki bir güzellik yapıp güzellik salonunda kara para aklarsınız. Sonuçta burası fırsatlar ve fırsatçılar ülkesi Türkiye. Bizim iki günümüz Finlandiya’nın bir yıllık gündeminden daha yoğun.

∗∗∗

Haliyle böyle bir ülkede çocukluktan itibaren yetişen birim vatandaş da bir noktada ülkenin gündeminin radyasyonunu yedikçe acayipleşmeye başlıyor. Bir zamanlar öyle ya da böyle uygulanan kanunlar, hukuk, adalet, giderek yerini hukuksuzluk, adaletsizlik ve “adamına göre muameleye” yerini bırakınca, haliyle vatandaşı da böyle bir ülkede hayatta kalabilmek için artık hayatını “kuralına” göre oynamaya başlıyor. Kuralların olmadığı, saçma sapan bir hayatın sizi beklediği, her günün bir öncekinden daha da karanlık ve zor geçtiği bir yerde, giderek karanlıklaşan bir tünelde, çıkıştan günden güne uzaklaşırken tünelin mağaraya, mağaranın da mezara dönüştüğü bir hayat döngüsü içine giriyoruz ister istemez.

İstemiyoruz, kabul etmiyoruz ama bir yandan da tamamen bezmiş, korkmuş ve ürkmüş durumdayız. Gösteri ve protesto hakkının kriminalize edildiği, üç öğrencinin yan yana gelmesinin “olay” sayıldığı, bir yerde basın açıklaması yapan vatandaşların iki katı güvenlik görevlisinin görevlendirildiği, beğenilmeyenin, istenilmeyenin hemen yasaklandığı, kapkaranlık bir tünel. Tünelin sonundaki ışık ise pamuk beyazı…

Zamanında da ifade edildiği gibi: Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir…

∗∗∗

Tabii tam durumumuzu tanımlayan bu satırlar bir yana, idarecilerimize kameralarımızı uzatsak, onlara göre tüm dünya bizi kıskanıyor, dünya yalan söylüyor ve daha mutlu olamayız… Cambaz ipte oynamaya devam ediyor, hokkabaz şapkasından bir tavşan daha çıkarıyor. İşaret edilen yere değil, yıllardır parmağa bakıyoruz. Baka baka hipermetrop olduk, şaşı olduk.

Eski bir arkadaşımın da dediği gibi: “En azından hayattayız, bu da bir şey abi.”

Ne olursa olsun, yaşamaya mecburuz. Güzel günler göreceğiz, belki yarın belki yarından da yakın. İnsanlık kazanacak, sevgi kazanacak, hayat kazanacak. O gün geldiğinde güneşe doğru süreceğiz güneş yağlarımızı. Şimdi bir kutusu 700 lira olmuş, hayatta alınmaz. Günü geldiğinde alırız artık.

                                                               /././

Önce Saray’a şimdi 154 kişiye -Nurcan Bilge Gökdemir-

Bahçeli, görüntüde KKTC konulu basın toplantısında, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Sinan Ateş davasının görüldüğü mahkemeye şikayet edilen 154 kişiye sert mesajlar verdi. “Ateşle oynuyorsunuz” dediği Özel’in konuşmalarına Bahçeli, “Bölücü ağzı, deli saçması” diyerek tepki gösterdi. Mahkemenin kabul etmediği şikayet dilekçesinde ismi bulunan 154 kişiyi de siyah kapaklı fişleme dosyasını göstererek “Kimin hangi gün, hangi saatte ne konuştuklarını, MHP’ye hangi hakaretler yaptıklarının toplamını dosyaladık. Hukuk önünde hesaplaşacağız” diyerek uyarmayı sürdürdü.

SEÇİM GÜNDEMDE YOK

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sürpriz bir şekilde partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenleyeceği haberi Ankara’da bir heyecan dalgasına yol açtı. Bahçeli’nin siyasi geçmişine damgasını vuran sürpriz erken seçim çıkışları ve ittifakın ilişkilerinde sık sık görünür olan karşılıklı güvensizlik ve yaşanan zorlu süreci dikkate alanların ilk aklına "Seçim mi diyecek?” sorusu geldi. Öncelikle bu sorunun bugünkü siyasi konjonktürde çok da isabetli bir soru olmadığını belirtelim.

Halk desteğinin azaldığı yerel seçimlerde rakamlarla görünür olan ve seçim sonrası da erimenin sürdüğü Cumhur İttifakı’nın önündeki dört yıllık süreci mümkün olan son gününe kadar kullanmaktan başka bir çaresinin olmadığı ortada. Erdoğan’ın normalleşme arayışları, Sinan Ateş cinayeti ile ilgili adresi belirsiz delillerin birbiri ardına ortalığa dökülmesine karşın Bahçeli’nin köprüleri atma noktasına gelmemesi de bu zoraki ittifakı sürdürme kararlılığını defalarca gösterdi. Muhalefetin 31 Mart’ta rejim değişikliği isteğini oylarıyla gösteren ve seçim sonrası yaşamı daha da zorlaşan milyonların bu talebini yükseltecek ataklıkta politikalar izlemediğini de belirtmemek eksiklik olur.

BİR DE SİYAH DOSYA

Sinan Ateş cinayetinin siyasi ayaklarının olabileceğini işaret eden deliller ortaya saçıldıkça Bahçeli’nin dosyalarla simgeleştirdiği tepkisi sürekli artan bir dozda sertleşiyor.

Bahçeli ilk dosyayı Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in katillerin bulunmasını istemek üzere Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na çıkmasından önce gösterdi. Bahçeli “Allah bana yeter” yazılı bir yüzük taktığı eliyle tuttuğu dosya ile çektirdiği fotoğrafı sosyal medya hesabından yayımladı. “Adres Erdoğan” yorumlarının yapıldığı dosyalı yüzüklü fotoğraftan sonra ikinci dosya “MHP’yi hedef alıyorlar” iddiası ile suçlanan 154 kişi için geldi.

Sinan Ateş cinayeti ile ilgili açıklamalarından dolayı şikayet edilen isimler arasında yer alan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik sert ifadelerle başladı basın toplantısına Bahçeli.

BİLİNDİK SUÇLAMA

Bahçeli, Sinan Ateş  mahkemesine sunduğu şikayet dilekçesinin ilk sırasına konumlandırdığı Özgür Özel’i bilindik propaganda yöntemlerini kullanarak suçladı.

CHP’nin DEM Parti ile Türkiye’nin bölünmesi konusunda kapalı devre işbirliği halinde olduğunu hatta siyasi ortaklık kurduğunu savunarak ironik bir şekilde “Ateş”le oynadığını söyledi.

Bununla da yetinmedi, “Köksüz, kötü niyetli müflis, emperyalizmin piyonu, yalancı, aymaz” diyerek sürdürdü suçlamalarını…

Özel’in “Normalleşme”, Erdoğan’ın ise “Yumuşama” demeyi tercih ettiği sürece duyduğu tepkiyi ağır dille ifade eden Bahçeli bilerek ya da bilmeyerek bu süreci “yumuşama” diye niteleyerek eleştirdi. “Yumuşama dayatması altında Türkiye’nin, Türk siyaset ve demokrasi sisteminin ilkelerinden uzaklaşması, gene yumuşama dekoru altında ihanetin ve melanetin aklanma ve temize çıkarma uğraşları stratejik bir tuzak olarak karşımızdadır. Bu tuzağın kurnaz mimarı da dış güdümlü zillet cephesidir” dedi.

Her iki nitelemeyi birden kullanarak bu sürecin “Zemzem diye ikram edilen baldıran zehri” olduğunu söyledi.

Buradan Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50’nci yıldönümü dolayısıyla görüşlerini açıklamaya geçen Bahçeli, metinden okuduğu açıklamalarını bu konuyla tamamladı.

İSTEDİĞİ SORU GELMEDİ

Bundan sonrası gazeteciliğin içine sürüklendiği kötü durumu bir kez daha gözler önüne seren bir şekilde gelişti. Gazetecilere soru beklediğini ifade etti ama sorular gündemin iç siyasetteki en sıcak konularından değil de ABD seçimleri ve hayvanların katlinin önünü açan yasal düzenlemeden geldi. Basın toplantısını izleyen hiçbir gazeteci aralarında 63 meslektaşlarının da bulunduğu 154 kişilik şikayet dilekçesine ilişkin soru sormadı.

Bunun üzerine Bahçeli sorulmayan soruya yanıt vermek zorunda kaldı. Sinan Ateş davasını etkilemeye çalıştıkları, MHP’yi hedef aldıkları gerekçesiyle mahkemeye şikayet edilen 154 kişi bir kez daha hedef tahtasına konuldu. Elindeki siyah kaplı dosyayı açan Bahçeli, bu 154 isimle hukuk önünde hesaplaşacaklarını şöyle anlattı:

“Bazı çevreler, 2024 yılının içerisinde MHP’ye karşı çok büyük haksızlıklar, itiraflar, küçük görmeler, suçlamalarda bulunmuşlardır. Bunların toplamı 154 kişidir. MHP olarak bunu hatırlatmak istiyorum. Televizyonda kabul etmediğimiz şahsiyetler var. Kimin hangi gün, hangi saatte ne konuştuklarını, MHP’ye hangi hakaretler yaptıklarının toplamını dosyaladık. Günü geldiğinde bu dosya faaliyete geçecektir.”

‘ETKİ AJANLIĞI’NIN İŞARETİ

Mahkemenin reddettiği dilekçenin Bahçeli’nin adres gösterdiği yeni adresi belirsiz. Ancak “Hukuk önünde hesaplaşma” yeni suç türlerinin yaratılacağını getirdi akıllara. AKP’nin muhalefetin TBMM’deki engellemelerini aşmak için 9. Yargı Paketi’nden çıkarttığı “Etki Ajanlığı” düzenlemesinden vazgeçmediğinin işareti olarak yorumlandı bu sözler.

AKP’nin yeni yasama yılında TBMM’ye sunacağı pakette bu isimlerin ‘Ajanlık’la suçlanmasını sağlayacak düzenlemelere yer verileceği beklentisi arttı.

Halk desteği sürekli azalan AKP-MHP ortaklığının iktidarını sürdürebilmek için sertleşmekten başka çaresi kalmadı. İktidara yönelik eleştirileri suçlama, korkutma, cezalandırma ile engelleme, siyasi rakiplerini, muhalifleri bu yolla susturma, özgür medyayı boğma zaten uygulanan ancak dozu daha da artması beklenen yöntemler…  Bahçeli’nin bazen iktidar ortağına bazen partisinden olmayan isimlere yönelen bu dosyalı tehditlerinin sürüp sürmeyeceğini göreceğiz. Oy desteğinin artmasına katkısı olmadığı görülen bu yöntemlerin AKP içinde rahatsızlık yarattığı da konuşuluyor. Yaz aylarının hararetini düşürmediği siyaset önümüzdeki günlerde daha da ısınacak gibi…

                                                               /././

Hükümetin sokakta görmek istemedikleri -Özgür Gürbüz-

5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası’nda değişiklik öneren ve milyonlarca hayvanın öldürülmesinin önünü açacak teklif, Meclis’in Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’ndan geçti. Teklifin sahibi AKP ve MHP’liler TBMM Genel Kurulu’nda evet oyu verirse, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük hayvan katliamına davetiye çıkaran teklif yasalaşacak.

Uygulanabilirliği şüpheli bu yasa teklifi, Türkiye’yi Türkiye yapan bir başka güzelliği, insanla hayvanın paylaştığı sokakları tabiri caizse çöle çevirecek. En umutsuz, en yalnızımızı bile birkaç dakikalığına güldüren, mutlu hissettiren kedi ve köpekleri düşünün. Sokakta birbirine selam vermeyenleri birbiriyle tanıştıran, hayat tarzları birbirine benzemeyen yurttaşları bir kedinin başını okşarken yakınlaştıran, çocuklara doğada insandan başka canlılar olduğunu hatırlatan hayvan dostlarımız bu yasa Meclis’te kabul edilirse bir daha orada olamayacaklar. Sokaklar, yüzleri asık, birbiriyle konuşmayan insanlar ve binalara kalacak. Yaşayan hiçbir şey kalmayacak sokaklarda.

Hükümetin ortakları AKP ve MHP, kendisine benzemeyen, kendisi gibi konuşmayan canlıları sevebilen insanlarla dolu bir sokak istemiyor. Bozkurt işaretini bu ülkenin sembolü diye yutturmaya çalışanlar Bozkurt’un alt türü olan köpekleri katletmek istiyor. Ne garip bir ülke değil mi?

∗∗∗

Verdiğimiz bu sınav, hayvan sevme ve sevmemenin ötesinde. Aslında bir demokrasi sınavı. Bizi yönetme yetkisini beş yıllığına verdiğimiz bir iktidar 12 bin yıldan uzun bir süredir insanla yaşayan bir türü adeta ortadan kaldırma yetkisine sahip olduğunu sanıyor. Gerçek bir demokraside beş yıllık bir iktidarın aldığı yetkiyle doğaya böylesine kalıcı bir zarar verme hakkı olamaz. Elbette yaşadığımız bir demokrasi değil. Milyonları öldüren rejime ne dendiğini biliyorsunuz.

İktidar aslında sadece kedi ve köpekleri öldürmek istemiyor. 12 bin 500 TL maaş vererek emekliyi de ‘uyutmak’ istiyor. Açlık sınırının 19 bin 44 TL olduğu (BİSAM verisi) ülkemizde asgari ücretliye 17 bin TL ile yaşayın diyerek aslında ötanazi teklif ediyor. Halbuki, bu sefalet ekonomisinin sorumlusu ne emekli ne de asgari ücretli. Ülkeyi bu hale getiren 22 yıllık iktidar. Yarattığı sorunu, insanları açlığa ve ölümün kollarına bırakarak ortadan kaldırmaya çalışıyor. Sokaklardaki hayvanlara yaptıkları da aslında bu. 22 yılda kısırlaştırmayarak, hayvan satışına yasak koymayarak büyüttükleri sorunu şimdi katlederek çözme peşindeler. Yoksulların ve sokak hayvanlarının kaderinin bu kadar ortaklaştığı başka bir ülke var mı bilmiyorum.

∗∗∗

İktidarın sokakla derdi bitmiyor. Peki, iktidar aslında nasıl bir sokak istiyor?

Sokağa çıkıp, “barınamıyoruz” diyen öğrencileri de sevgilisini sokakta öpen ‘seven insanları’ da sokakta görmek istemiyorlar. Onların istediği tarzda giyinmeyenlerin olduğu sokaklar migren etkisi yapıyor, sokaklarını ranta karşı savunan insanların olduğu sokakları görünce baş ağrısı başlıyor. Sokaktaki merdiveni gökkuşağının rengine boyasanız ona bile tahammül edemiyorlar. Bakkalları markete dönüştüremeyip az para kazandıkları sokakları da hiç sevmiyorlar.

Özgür sokaklar, isyan eden sokaklar, gülen sokaklar, havlayan sokaklar, müzik dinleyen sokaklar, aşık eden sokaklar, ağaçlı sokaklar, mır mır eden sokaklar, ticarethanesiz sokaklar, komşuluk yapılan sokaklar, dans edilen sokaklar, kuş sesleriyle cıvıldayan sokaklar…

AKP-MHP koalisyon hükümeti böyle sokaklar görmek istemiyor.

                                                                  /././

Küçük kentin büyük festivali -Şükrü Aslan-

Yıllar önce yine bu başlıkta, Munzur Doğa Kültür Festivali üzerine izlenimlerimi yazmıştım. Şimdi artık 22. kez yapılan ve bir tür gelenekselleşen festivalin o dönem henüz dokuzuncu yılıydı ve yarattığı heyecan oldukça yüksekti. Küçük bir kent, onbinlerce insanın katıldığı ve kimi zaman uluslararası etkileri olan büyük bir festival geleneğine ev sahipliği yapıyordu.

O yıllarda kentlerde-kasabalarda genellikle merkezi bir tema etrafında düzenlenen festivaller, hem hemşehrilik bağını yeniden kuruyor, hem de kentlerin ulusal ve uluslararası düzeylerde tanınırlığını hedefliyordu. Bu nedenle kentlerin kamusal mekanları hemşehrilerin buluştuğu, müzik başta olmak üzere kültürel etkinliklerin gerçekleştiği bir gösteri alanına dönüşüyordu.

Munzur Doğa ve Kültür Festivali birçok yönüyle bu gelenekten de öte bir anlama sahipti. Zira festival programlarının içeriği, katılımcı profili ve etkinliklerin türleri yönünden; uluslararası bir akademik toplantı, muhalif bir politik gösteri, gönüllü bir çevre hareketi, inanç merkezine yapılan bir yolculuk, ideolojik bir tartışma platformu gibi türlü etkinliklerin toplandığı bir büyük etkinlik”ti. Bunu anlamak için festivallerin yıllık programlarına bakmak bile yeterliydi. Akademisyenler, uzmanlar, araştırmacılar, öğrenciler festival zamanlarında şehre akın ediyor; belki de günde üç-beş aracın geçtiği yollarda binlerce araç ve insan seli oluşuyordu.

∗∗∗

Festival temalarından birisi sanatsal etkinliklerdi. Bu kapsamda tiyatro gösterimleri, karikatür ve resim sergileri yer alıyordu. Müzik etkinlikleri içinde ülke düzeyinde ‘popüler’ sanatçılar, yine ülke düzeyinde tanınan bölge kökenli sanatçılar ve politik kimlikleriyle tanınan müzik grupları konserler yapıyorlardı. Keza dil ve kültüre ilişkin etkinlikler hemen her yıl yoğun bir ilginin konusuydu. Bu coğrafyanın kimlikleri; Kürtler, Ermeniler, Zazalar, Aleviler hemen her festivalin değişmez konularıydı. Kentte kadının gündelik ve kamusal hayattaki yerine yönelik ilgi de oldukça dikkate değerdi.

Festivalin temel konularından birisi de şehrin doğasıydı. Munzur Vadisine yapılacak barajlara karşı duyarlılık hali etkinliklere türlü biçimlerde yansıyordu. Aynı şekilde sosyal bilimlerin ilgi alanındaki daha bir dizi konu festival etkinlikleri içerisinde işleniyordu. Bunlar arasında göç, ekonomik kriz, yoksulluk, toplumsal cinsiyet, kırsal politikalar, toplumsal hareketler, gündelik hayat, şiddet gibi başlıklar yer alıyordu. Şaşırtıcı gelebilir ama 2000. yılında Darwin, Kuantum Düşünce Tekniği üzerine konferanslar ve futbol turnuvası ile plaj voleybol gibi etkinlikler de festival programlarında yer almıştı.

Dört güne sığdırılan festival etkinlikleri aynı zamanda ilçelere de taşınmıştı. Hem Dersim kent merkezinde hem de Nazimiye, Pertek, Hozat, Mazgirt, Ovacık ve Pülümür’de çeşitli politik ve akademik etkinlikler gerçekleştiriliyordu. Kuşkusuz etkinlikler arasındaki koordinasyon ve dayanışma bütün bu sürece olumlu etkilerde bulunuyordu.

∗∗∗

Fakat zamanla festivallerin içeriğinde, biçimlerinde ve dolayısıyla ruhunda aşınmalar oldu. Yanı sıra festivallere karar verme süreç ve biçimleri de giderek festivaller üzerinde olumsuz etkiler yarattı. Zamanla birbirine benzeyen, her yıl aynı şeyi söyleyen ve dolayısıyla yeni bir şey söylemeyen, etki ve ilginin zayıfladığı festival deneyimleri ortaya çıktı. Diğer yandan ‘Doğa Festivali’ neredeyse her festivalde şehrin doğasına zarar veren edimlerle bitti. Tuhaf ama Dersim, kısa süre içerisinde bir tür “festival yorgunu” haline geldi. Bu yorgunluk nedeniyle ‘festivalin gereksiz olduğu’ düşüncesi bile yaygın şekilde dillendirildi. Bu eğilim şimdi de devam ediyor.

2024 yılı Munzur Doğa ve Kültür Festivali bu karmaşık koşullarda yarın başlıyor. Bu yüzden kentin bugünkü yerel yöneticilerinin önünde önemli bir görev duruyor. Munzur Doğa ve Kültür Festivalini içerik, biçim ve inşa süreçleri yönünden yeniden değerlendirmek ve gelecek yıldan itibaren geleneğinden beslenerek daha etkili biçimde gerçekleştirmek. Unutmamak gerekir ki Dersim, Munzur Doğa ve Kültür Festivalinden vazgeçemez, bu büyük bir kayıp olur. Ama çok daha iyisini yapabilir. Çünkü şehir, bu duyarlılığa, dinamiklere, geleneğe ve imkana fazlasıyla sahiptir.

(BİRGÜN)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder