25 Temmuz 2024 Perşembe

T24 "KÖŞEBAŞI" -25 Temmuz 2024-

 

Demografik dönüşümün nedeni ekonomik faktörler mi? -Binhan Elif Yılmaz-

Türkiye çocuk ölümlerini, uzun yıllar süren sağlık alanındaki yatırımlar ve takiplerle önemli ölçüde azalttı. Ancak artık sağlıklı bir nesil yetiştirmekten fazlası gerekli

Demografik dönüşüm, yıllar itibariyle artan doğum oranları ile düşen ölüm oranlarından, düşen doğum oranları ile artan yaşam süresine doğru ya da tam tersi yönde değişim olarak tanımlanır. Bu dönüşümlerden biri 1960'lı yıllara kadar baby boom dönemiydi. Sonra da doğurganlık oranı Batı Avrupa'da 1970'li, Doğu Avrupa'da ise 1980'li yıllardan sonra gerileme sürecine girdi.  

Son dönem demografik dönüşümün iki temel yansıması var: Her şeyden önce doğurganlık oranı giderek azalıyor. Bunun yanında tıp alanındaki ilerlemeler ve sosyo-ekonomik olanaklarla ölüm oranları gerileyerek, daha uzun yaşam beklentisi artıyor.

Türkiye demografik dönüşümün neresinde?

Nüfus dinamik bir yapı ve nüfus piramitlerini dönemler itibariyle karşılaştırarak bunu görebiliyoruz. Türkiye'nin 2000 yılına ait nüfus piramiti ile 2025 ve 2050 yıllarına ait nüfus piramiti projeksiyonları aşağıdaki görsellerde mevcut. İlk göze çarpan doğurganlık hızının düşmesi ve ortalama yaşam süresinin uzaması. Yaşlı nüfus artarken, ortanca yaş da yükseliyor.

Kaynak: World Life Expectancy.

Türkiye'de doğurganlık hızı 2001'de 2,38'di. 2012'de 2,11'e gerilemişti. Asıl gerileme 2022'de 1,63 ile oldu ve bir yıl sonra da 2023'te 1,51'e sert inişle ortaya çıktı.

Peki bu ne anlama geliyor? Nüfusun yenilenme düzeyi 2,10. Bu son rakamlar 2,10'un oldukça altında olduğu için de Türkiye'nin sıklıkla övündüğü “demografik fırsat penceresi”nin kapanması demek

Oysaki 2014 yılında TÜİK'in yaptığı projeksiyonlara göre doğurganlık hızı 2025'te 1,97, 2050'de 1,8 olacaktı. Ama beklenen olmadı.

Türkiye'de 2023 yılı çocuk nüfus oranı yüzde 26 ile dünya çocuk nüfus ortalaması olan 29,8'in altında, AB ortalaması olan yüzde 17,8'in üstünde.

Ama bu bile genç nüfusta kaybın kaçınılmaz olduğunu gizlemez. Zaten  doğurganlık hızı ne kadar hızlı düşerse genç nüfus o kadar hızlı azalacaktır.

Ayrıca tıp alanındaki ilerlemeler, bu alandaki tüm buluşlar yaşam beklentisindeki artışı sağlayacak ve yaşlı nüfusu da artıracaktır. Türkiye'de 2000 yılında 67,6 yıl olan doğuşta beklenen yaşam süresi, 2020-2022 döneminde 77,5'e yükseldi.

Yaşam beklentisindeki artış nüfusun yaşlanmasına hemen yol açmıyor. Yaşam beklentisindeki erken gelişmeler, çoğunlukla çocuk ölümlerindeki düşüşler ile bebeklerin ve çocukların sayısında ortaya çıkacak artışa dayalı. Böylelikle daha sağlıklı ve bakımlı nüfusun yaşam beklentisi artmış olur.

Türkiye çocuk ölümlerini, uzun yıllar süren sağlık alanındaki yatırımlar ve takiplerle önemli ölçüde azalttı. Ancak artık sağlıklı bir nesil yetiştirmekten fazlası gerekli.

Ebeveynlerin çocuklarının geleceğini planlamalarında hayalleri sınırsız.

Daha iyi bakım, daha iyi eğitim, daha iyi sosyal olanaklar ve daha fazlasını vermek ister. Ama sınırı belirleyen ailenin maddi olanakları ve o olanakları yaratan ekonomik koşullar. Temelde de o ekonomik koşulların ortaya çıkmasına yol açan ekonomik ve siyasi kararlar. Son beş yıldır bir türlü düşmeyen enflasyon, istihdam olanaklarındaki ve geleceğe yönelik olumsuz bekleyişler nüfus artış hızının düşmesinde büyük rol oynuyor.

Çocuğun topluma en iyi şekilde kazandırılmasında eğitim, sağlık fiyatları giderek artıyor. Haziran 2024 enflasyon oranı yüzde 71,6 ama eğitim TÜFE yüzde 107 ve sağlık TÜFE de yüzde 78,5. Aile bütçeleri bu oranlar karşısında çok zorlanıyor.

Ailelerin eğitim seviyesi de artık daha yüksek, normal olarak bu konularda talepkârlar, hizmetin niceliğine değil niteliğine daha çok önem veriliyor. Talepler konusunda ailelerin sosyal etkileşimi de yüksek.

Kadın da istihdamda yer alıyor ama bir kısmı hayat pahalılığı nedeniyle çocuk sahibi olmak yerine çalışma hayatına devam etmek durumunda. Ayrıca yüksek enflasyon ücretlilerin gelirlerini sürekli eritti. Kadın ve erkeğin ücretleri geçimleri zor karşılayacak hale geldikçe, çocuk sahibi olmak ikinci plana atılmaya başlandı.

Çocuk bakımı Türkiye'de oldukça maliyetli. Özellikle kadın bu konuda yalnız kalıyor. Çalışma hayatından uzaklaşıp çocuk bakmaya başladığında ise aile bütçesi sarsılıyor. Sadece temel çocuk bakımı değil, daha iyi eğitim, sosyal olanak talebi aile bütçesi içinde büyük yer tutmaya başladı.

Türkiye'de nüfusun üçte ikisi yoğun kent olarak tanımlanan yerlerde yaşıyor. Yaşam maliyetlerindeki artış kentlerde daha fazla hissediliyor. Öncelikle kiralarda fahiş artış var. İki yıl devam kira artışında yüzde 25'lik tavan uygulaması da kentlerdeki kiraların yükselişini engellemedi. Ayrıca yüksek enflasyon ortamında ulaşım, lojistik maliyetleri pek çok zorunlu ürünün fiyatını manşet enflasyonun üzerine taşıyor.

Ülkemizde refah devleti ekseninde yapılan harcamalardan olan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi sosyal refah harcamalarının bütçedeki payı, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşük. Bu durum ülkemizde insanların temel gereksinimlerinin karşılanmasında ve riskleri bertaraf etmede devletin önemli bir aktör olmadığını ve sosyal refah karakterinin zayıf olduğunu gösteriyor.

Oysaki kamuda eğitim, sağlık ücretsizdir, çünkü eğitimin finansmanı bütçeden karşılanır, bütçeyi de yüzde 85-90 oranında vergiler finanse eder. Eğitim, sağlık, sosyal refaha yönelik olarak hem vergi ödeyip hem de özel sektörün fahiş fiyatlarıyla karşılaşmak karşısında çocuk sahibi olmak konusundaki kararın başka ne olması beklenirdi ki.

                                                                   /././

MHP'nin listesi, kaygan hukuki zemini ve en kritik mahkeme -Gökçer Tahincioğlu-

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş gibi bir isim Ankara'nın göbeğinde öldürülecek, azmettiriciyi eski MHP Milletvekili koruyacak, bilirkişi raporundan Ülkü Ocakları'nın Ateş'in açık adresleri ve konumunu düzenli olarak emniyetten öğrendiği bilgisi çıkacak, milletvekilleri bunları yazan gazetecileri aralıksız tehdit edecek ve bunlar haber olmayacak mı, yapılmasın mı?

Bu ülkede elinde dosya, isim listesi açıklayan her siyasi liderin üç kere, beş kere düşünüp öyle hareket etmesi gerekir.

Malum, kendine vazife edinenler, galeyana gelenler, tahrik olanlar… Hemen eyleme geçebilen ve bu nedenle sıfır sorumlu tutulan insanların ülkesidir burası.

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş gibi bir isim Ankara'nın göbeğinde öldürülecek, azmettiriciyi eski MHP Milletvekili koruyacak, bilirkişi raporundan Ülkü Ocakları'nın Ateş'in açık adresleri ve konumunu düzenli olarak emniyetten öğrendiği bilgisi çıkacak, milletvekilleri bunları yazan gazetecileri aralıksız tehdit edecek ve bunlar haber olmayacak mı, yapılmasın mı?

Bu ülkede elinde dosya, isim listesi açıklayan her siyasi liderin üç kere, beş kere düşünüp öyle hareket etmesi gerekir.

Malum, kendine vazife edinenler, galeyana gelenler, tahrik olanlar… Hemen eyleme geçebilen ve bu nedenle sıfır sorumlu tutulan insanların ülkesidir burası.

Hrant Dink'in nasıl itinayla hedef yapıldığını biliyoruz.

Nedense aniden MGK gündeminden düşen "misyonerlik" başlığının üzerinin çiğnenmesinden hemen sonra Rahip Santoro'nun nasıl öldürüldüğüne, Malatya Zirve Yayınevi çalışanlarının nasıl katledildiğine tanıklık ettik.

Cumhuriyet tarihi, hedef gösterilen ve nasılsa aniden ortaya çıkan aşırı hassas ve duyarlı katillerin cinayetleriyle dolu…

* * *

Bütün bu eylemlerin failleri arasındaki benzerliklere bakarsanız, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin açıklamasının neden bu kadar tehlikeli olduğunu da anlarsınız.

Şöyle diyor Bahçeli, dünkü açıklamasında:

 "Bazı çevreler 2024 yılının içerisinde Milliyetçi Hareket Partisi'ne karşı çok büyük haksızlıklar iftiralar yalanlar hakir görmeler suçlamalarda bulunmuşlardır. Bunların toplamı 154 kişidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak basın mensupları olan değerli kardeşlerime bu gerçeği hatırlatmak istiyorum. Sizlerle çok zaman beraber oluyoruz ama televizyonda ayrıldığımız şahsiyetler var. Onları kabul etmekte zorlanıyoruz ama yakın takip altındayız. Şu görmüş olduğunuz liste kimin hangi gün hangi saatte hangi programda nasıl konuştuklarının kimlerle konuştuklarının, MHP'ye hangi hakaretleri yaptıklarının toplamıdır. Bu dosya elimizdedir. Günü geldiğinde bu dosya eyleme de geçecektir. Eylem hukuki nitelikte olacaktır. Bizi hedef gösteriyorlar saçmalığından da korkaklığından da kendilerini kurtarsınlar. Onlarla muhatap olmayı dahi kabul etmeyiz ama hukuk zemininde mutlaka hesaplaşacağız. Bizlere her türlü hakareti yapıyorlar iftira ediyorlar olayları olduğundan fazla abartıyor ve saptırıyorlar. Konuşmaması gerekenleri konuşmaya mecbur ediyorlar. Bütün bunları dikkate alarak sizler cevap verdiğinizde bakınız bizi hedef gösteriyor diyorlar. Bizim hedefimiz adalettir kendileri muhatabımız dahi değildir."

* * *

Listeye girememiş olmak elbette üzüyor insanı. Üzüyor zira listedeki gazetecilerin her biri, aynı listede bulunmaktan onur duyacağınız insanlar ve sadece gazetecilik yaptıkları için bu listeye girmiş durumdalar.

Ancak MHP'nin de açık seçik ne istediğini belirtmesi lazım bu listeyi açıklarken…

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş gibi bir isim Ankara'nın göbeğinde öldürülecek, azmettiriciyi eski MHP Milletvekili koruyacak, bilirkişi raporundan Ülkü Ocakları'nın Ateş'in açık adresleri ve konumunu düzenli olarak emniyetten öğrendiği bilgisi çıkacak, milletvekilleri bunları yazan gazetecileri aralıksız tehdit edecek ve bunlar haber olmayacak mı, yapılmasın mı?

Zaten dokunulmaz olan MHP, bu işlere karıştığı savcılığın hazırlattığı raporla ortaya çıkan isimler için başka türlü bir ayrıcalık daha mı istiyor? Neden bu işin aydınlatılması için çaba göstermek yerine, ilk günden itibaren aydınlatmaya çalışanlarla meselesi var?

* * *

Olağan şartlarda zaten bir siyasi lider, bir açıklama yapıp, bir ismi eleştirdiğinde aklımıza "hukuk zemini" gelir.

Ancak MHP lideri, haklı olarak, "Günü geldiğinde bu dosya eyleme de geçecektir" dedikten sonra, "Eylem hukuki nitelikte olacaktır" diye ekleme gereği duyuyor. Zira bunu eklemezse akla neyin geleceğini gayet iyi biliyor…

* * *

Bir de Bahçeli'nin sözünü ettiği hukuk zeminine bakmak lazım.

Gariptir, siyaseti de yakından ilgilendiren iki davaya; Sinan Ateş cinayeti davasına da Ayhan Bora Kaplan suç örgütü davasına da aynı mahkeme bakıyor, Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi…

Ayhan Bora Kaplan'ın duruşmada defalarca "bir tanem" diye hitap ettiği mahkeme başkanı ve heyet, Sinan Ateş cinayeti davasının ilk duruşmalarını hızla bitirdi. Kovuşturmayı derinleştirme gereği bile duymadan savcıdan esas hakkındaki görüşünü aldı. 30 Eylül'de yapılacak duruşmalardan sonra rekor bir hızla davanın karara bağlanması bekleniyor.

Kaplan dosyası ile Sinan Ateş dosya arasında nasıl bir paralellik var, hangisinin sanıkları, diğer dava için nasıl yorumlar yapıyor, yakında açığa çıkar!

Ancak iki davada da mahkeme katiyen çizilen bir çerçevenin dışına çıkmamasıyla dikkati çekiyor.

Ateş cinayetine ilişkin duruşma tutanağı açıkça bu tavrı gösteriyor.

Eski Ülkü Ocakları yöneticisi olan ve cinayetin azmetticisi olmakla suçlanan Tolgahan Demirbaş'a, eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz'la cinayet saati ve öncesi ne konuştuklarının sorulması isteniyor, heyet izin vermiyor.

Tetikçilerin kaçırıldığı saatlerde eşlik eden araçlarla ilgili soru sorulmak isteniyor, izin verilmiyor. Bağlantıların, görüşme trafiklerinin sorulmasına katiyen izin vermiyor heyet. Gerekçe aynı: "Biz iddianameyle bağlıyız…"

Peki iddianamede neler var ve neler yok…

Sinan Ateş'in eşi Ayşe Ateş'in beyanları yok, bağlantıları gösteren bilirkişi raporu yok, eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz ve sanıklarla temasta bulunan MHP'liler yok…

Ateş'in silahlı bir çete ve birkaç eski ülkücü tarafından öldürüldüğü çerçevesi çiziliyor ve dosya bu şekilde kapatılmak isteniyor.

Ayhan Bora Kaplan soruşturması da farklı değil. Ancak o iddianamede en azından Kaplan hakkında son yıllarda açılan bütün dosyaların nasıl sümenaltı edildiğini görmek mümkün.

* * *

Bahçeli'nin işaret ettiği "hukuk zemini" bu. Kayganlığından kimsenin kuşkusu yok. Kimsenin de adaletli davranılacağı konusunda inancı yok. Aksi olsa bu soruşturmaların haber değeri bu kadar yüksek olmazdı. Hakikati gazeteciler değil savcılar açıklamış olurdu.

Ortada, yapılan itiraflara rağmen silahlı saldırıların, gazetecilerin dövülmesi eylemlerinin hesabını soramayan, sormak istemeyen, failleri merak bile etmeyen bir yargı var.

Böyle bir ortamda liste açıklayıp, hukuk zemininde hesap sorulacağını söylemek de çok anlamlı değil.

Kamuoyuna ve siyasete düşen, o listede ismi yer alan herkesi korumaya çemberine almak. Yakın tarihe baktığımızda bunun neden zorunluluk olduğu da net biçimde görülüyor.

                                                                     /././

Hayırsız ülke -Mine Söğüt-

"Artık" deyin "Köpek saldırısından ölmeyeceksiniz. Sadece açlıktan, yoksulluktan, cahillikten öleceksiniz. Tecavüze uğramaya, istismara maruz kalmaya devam edeceksiniz. İnşaatlarda, karanlık atölyelerde kaçak olarak rahat rahat çalışacaksınız. Kaldırımlarda gönlünüzce dilenebileceksiniz. Küçük yaşta evlendirilip, felaketlere sürüklendirilebileceksiniz. Savaşlar çıkaracağız daha, bekleyin o savaşlarda öleceksiniz"

Çocukların sokaklarda rahat rahat dilendirilebildiği bir ülke burası.

Çocukların evsiz kalabildiği, parklarda gecelediği...

Enseste kurban gidiyorlar, evlerde, tarikatlarda tecavüze uğruyorlar.

Aç uyuyor çocuklar bu ülkede, üzüntüden kendilerini asıyorlar tavanlara iplerle.

Çocuklar var bu ülkede, erkenden evlendirilen, erkenden evden gönderilen, erkenden zorla büyütülen…

İnşaatlarda, atölyelerde kaçak işlerde çalıştırılıyor, iş kazalarına kurban gidiyorlar.

Mayına basan çocuk var, okulun penceresinden kendisini atan, babası annesini gözlerinin önünde sokak ortasında vuran.

Ormanlarda, kuyularda, kuytularda çocuk cesetleri…

Kimin kimi neden öldürdüğü aslında hep belli.

Çocuklar var bu ülkede köpeklere sarılıp kaldırımlarda bir başına uyuyan ve çok uzun süre hayatta kalamayan.

Hadi gidin şimdi o çocukları uyandırın, o çocukları mezarlarlarından kaldırın, saklandıkları deliklerden çıkartın, kayboldukları dünyalarda bulun ve onlara anlatın.

"Biz" deyin "Sizi sokak hayvanlarının dehşetinden korumak için çok güzel yasalar çıkarttık. Başıboş olanları, saldırgan olanları, tehlikeli olanları, etrafı rahatsız edenleri yakalayıp öldüreceğiz. Köpekler ve kediler sokakta artık size kötü hiçbir şey yapamayacaklar" deyin.

Ve itiraf edin "Size ne kötülük yapılacaksa biz bizzat yapacağız" deyin.

"Sağlıksız koşullarda doğup büyümeye devam edeceksiniz" deyin.

"Anneniz babanız hep işsiz kalacak, çalışsalarda karınları hiç doymayacak" deyin.

"Asla fırsat eşitliği olan bir dünyada yaşayamayacaksınız" deyin.

"Paranız olmadıkça iyi okullarda okuyamayacak, bir meslek sahibi bile olamayacaksınız" deyin.

"Artık" deyin "Köpek saldırısından ölmeyeceksiniz. Sadece açlıktan, yoksulluktan, cahillikten öleceksiniz. Tecavüze uğramaya, istismara maruz kalmaya devam edeceksiniz. İnşaatlarda, karanlık atölyelerde kaçak olarak rahat rahat çalışacaksınız. Kaldırımlarda gönlünüzce dilenebileceksiniz. Küçük yaşta evlendirilip, felaketlere sürüklendirilebileceksiniz. Savaşlar çıkaracağız daha, bekleyin o savaşlarda öleceksiniz."

Söyleyin hadi bunları çocuklara, sevindirin onları.

Sonra meclisinize geri dönün, bakın bakalım vasfı değiştirilecek daha başka orman kalmış mı ortalarda?

Henüz imara açılmamış SİT alanları hangileri? Başka yeşil alanlar var mı talana müsait? İnşaat yapılmamış yer kalmış mı sağda solda? Madenlere kiralanmamış dağları tepeleri gözden geçirin bir daha.

Yeniden cami yapılacak müze var mıdır başka acaba?

Kadınlara verilmiş haklara bir bakın sonra, geri alınabilmeleri için neler yapılabilir, başka hangi anlaşmalar, kanunlar iptal edilebilir?

Üniversitelerde yerinden edilmemiş iyi hoca kalmıştır inşallah? Biraz daha fazla din dersi mi koysanız okullara?

Bütçeleri yeniden gözden geçirin. Düşmandan kısıp dosta verilecekleri bir daha belirleyin. Hâlâ arttırmadığınız vergileri arttırın, yeni vergiler çıkartın. Zamlar yapın. İhaleler açın, onları eşinize dostunuza dağıtın.

Gazete var mı kapatılacak, gazeteci var mı içeri atılacak, sansür kalmış mı hiç ona buna uygulanacak? Yeni, hedefler belirleyin, o hedefleri tek tek terörist ilan edin. Anayasa'yı tekmeledikçe tekmeleyin.

Sonra arada başarılarınızı kutlayın.

Zira şu muhteşem iktidarınızda, çok güzel uyutuyorsunuz hayvanları da insanları da.

Siz bunları yaparken biz de bir kez daha düşünelim…

Hayırsız Ada'dan hayırsız ülkeye nasıl vardık, hangi hataları yaptık da çağdaşlığı barbarlığa kaptırdık…

Artık bir zahmet anlar mıyız acaba?

                                                                 /././

"Basın Özgürlüğü için Mücadele ve Dayanışma Günü" mü, "Basın Bayramı" mı? -Mustafa Durmuş-

Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde (2024) Türkiye 31,6 puan ile 180 ülke arasında 158'nci sırada yer alıyor

24 Temmuz, Türkiye'de  "Basın Özgürlüğü İçin Mücadele ve Dayanışma Günü" olarak kutlanmalı.

"Bayramdan ziyade mücadele ve dayanışma günü" olarak anılmasının nedeni ülkedeki basın özgürlüğünün kutlanamayacak kadar kötü bir durumda olması. En son 154 kişilik malum listede yer alanların 36'sının gazeteci ya da basın mensubu olması tesadüf olmamalı.

Türkiye'nin karnesi zayıflarla dolu

Nitekim Reuters'in "Basın, Yayın, Sosyal Medya Türkiye Raporu (2024)" Türkiye'nin basın özgürlüğü karnesinin hiç iyi olmadığını ortaya koyuyor. (1)

Raporun Türkiye ile ilgili kısmı şu tespitle başlıyor: "Geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kıl payı zafer kazanan Recep Tayyip Erdoğan, yeni dönemine yenilenmiş bir güçle ve medya üzerindeki sıkı kontrolünü sürdürerek başladı".

180 ülke arasında 158'inci

Öncelikle, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde (2024) Türkiye'nin 31,6 puan ile 180 ülke arasında 158'nci sırada yer aldığının altını çizelim.

Raporda yer alan bulgulara göre, Türkiye'de basın ve yayında yer alan haberlere olan yurttaş güveni de çok düşük: Ortalama yüzde 35.

Her 100 kişiden sadece 35'i haberlere güveniyor!

Yani her 100 izleyiciden sadece 35'i mevcut haber kanallarında yer alan haberlerin gerçeği yansıttığına inanıyor. Bu açıdan Türkiye 47 ülke arasında 26'ncı sırada bulunuyor.

Bir devlet kuruluşu olan TRT'nin yayınlarına olan güven ise yüzde 45 (geçen yıldan bu yana 3 puan düştü).

İktidar yanlısı yayın organları en az güvenilenler

Haberlerine en az güvenilen yayın organları ise iktidara en yakın ya da iktidarca yönlendirilen basın yayın kurumları. Örneğin A Haber'in güvenirliği yüzde 35, ATV'ninki yüzde 36 ve Sabah'ınki yüzde 39.

En yüksek güvene sahip haber kanalları ise kamuoyunda daha ziyade "muhalif" olarak değerlendirilenler. Sırasıyla: NOW (eski FOX) yüzde 60, Cumhuriyet yüzde 54, Sözcü yüzde 53 ve Halk TV ve NTV yüzde 52.

Online haberler ilk sırada

Habere erişimde yüzde 70 ile online haberler (sosyal medya dahil) ilk sırada iken, yüzde 56 ile TV'ler bunun gerisinde kalıyor (TV izleme oranı 2016'da yüzde 75 idi).

TV'den haber izleme oranı anlamında, NOW TV haftalık olarak, hem TV, Radyo hem de online olarak en çok izlenen haber kanalı konumunda.

Özgür basın demokrasinin olmazsa olmazıdır. Özgür basın susturulamaz.


Dipnotlar:

(1) Reuters Institute Digital News Report 2024, s. 110-111)

(T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder