6 Temmuz 2024 Cumartesi

Birgün "KÖŞEBAŞI" -6 Temmuz 2024-


Yanlış yazılan / söylenen sözcükler -Atilla Aşut-

Bir dile dışarıdan giren sözcükler, o dilin yapısına uyum sağlamak için kimi ses, biçim ve anlam değişikliklerine uğrayabilir. Bu tür değişimler dilbilim açısından doğal sayılır. Ancak yabancı dillerden ödünç alınan sözcükler, örneğin Türkçenin sözlüklerine girerek ölçünlü yazım biçimine dönüşmüşse değişim süreci tamamlanmış sayılır. Bu sözcüklerin yazım biçimine artık dokunulmaması gerekir.

Gelin görün ki yabancı kaynaklı sözcükleri sürekli bozarak kullanmak, insanlarımızın kolayına geliyor sanki! Örneğin Batı dillerinden Türkçeye giren “şarj” sözcüğünün “şarz”; “direkt”in “direk”“kontör”ün “kontur”; “koroner”in “kroner”“orijinal”in “orjinal”; “ötanazi”nin “ötenazi”; “restoran”ın “restorant”; “sezaryen”in “sezeryan”; “sutyen”in “sütyen”; “vejetaryen”in “vejeteryan” biçiminde yazılıp söylendiğine çok sık tanık oluyoruz. Bu konuda daha yüzlerce örnek verebilirim. Günümüzde “ambar” sözcüğünü “anbar”“herkes” sözcüğünü “herkez”, “sağanak”ı “sağnak”; “yalnız”ı “yanlız” diye seslendirenler de az değil…

“Pos” sözcüğü, Türkçede bıyık için kullanılan bir sıfattır. “Gür ve uzun” anlamına gelir. Ama son yıllarda dilimize giren bir başka “POS” daha var. O da kredi kartıyla alışverişlerde kullanılan elektronik ödeme aygıtının kısa adıdır. İngilizceden dilimize giren bu kısaltmanın açılımı “Point of Sale”dir. Bir tür elektronik ödeme noktası ya da “yeni nesil yazarkasa” da diyebilirsiniz…

Gelin görün ki bu aygıtın adını “post” diye yazanlar da oluyor

Örneğin Akşam gazetesi, 30 Haziran 2024 tarihli sayısındaki “Taksilerde POS Komisyonu” başlıklı haberinde sözcüğü doğru kullanmış. Ama haber metninde tutarsızlık sergileyerek “pos”u “post”a dönüştürmüş!

“Post”un Türkçede birden çok anlamı var. Ama bunlar arasında elektronik ödeme araçları yer almıyor!

                                      (Akşam, 30 Haziran 2024) Başlıkta başka, içerde başka!

OKURDAN

Karma Dile Eleştiri

Sayın Attila Aşut,

Elimden geldiğince yazılarınızı izliyorum. Ben de çok uzun süredir Türkçenin doğru kullanımına özen göstermeye çalışıyorum.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1977 yılında bitirdim ve halen hukukçu olmaya, yaşamımı bu çerçevede sürdürmeye çabalıyorum. Türk Dili’nin özleşmesi, yabancı sözcüklerden arındırılması bilincine, Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ve diğer aydınlanmacı yazar ve bilim insanlarından etkilenerek ulaştım. Bu özen nedeniyle de okuduğum her yazıya denetleyici gözle bakıyor; Türkçe olmayan bir sözcük gördüğümde, onun Türkçe karşılığını zihnimden geçiriyorum.

BirGün’ün 30.6.2024 tarihli sayısında Sayın Selin Nakıpoğlu’nun “Sessizliğin Ortasında” başlıklı yazısını okurken Arapça “mütevellit” sözcüğünü gördüm. Benden çok genç bir insan ve sanırım hukukçu olan yazarın bu eski ve Türkçe olmayan sözcüğü kullanması garibime gitti. Bu sözcük yerine kolayca anlaşılabilecek “oluşan” sözcüğünü kullanabilirdi. Ayrıca yazarın o tümcesinde geçen “teklif edilen” yerine “önerilen”; “kanunilik” yerine “yasallık”; “hürriyetler” yerine “özgürlükler”; “müdahale” yerine “el atma” gibi Türkçe sözcükler konabilirdi.

Yazıların bütünlüğü içinde yabancı ve Türkçe sözcüklerin birlikte kullanılmaması gerekir. Çünkü yazım birliğinin sağlanması tutarlılık gereğidir.

Bu kadar uzun yazdığım için bağışlamanızı diliyorum. Ancak gazetede ve internet sitesinde yazarın ve gazetenin e-posta adresini bulamadığımdan hem dertleşmek hem de Sayın Selin Nakıpoğlu’nun görebilmesi için size yazıyorum. Aydınlık ve güzel günlere ulaşmamız dileklerimle saygılarımı sunarım.

Mehmet ŞİŞMANGİL/Avukat

HAFTANIN NOTU

Tunceli’nde bir vakıf: SETKAV 

Değerli Eğitimci ve Araştırmacı-yazar Mesut Özcan, yıllarca büyük emek harcayarak Tunceli Belediyesi’nin çatısı altında Vecihi Timuroğlu Kütüphanesi’ni oluşturmuştu. Başka yazarların da kitaplarını bağışlamasıyla zenginleşip genişleyen bu kütüphane, varlığını kurumsal bir güvenceye ve özerk bir yapıya kavuşturmak için uzun süredir vakfa dönüşme çabasındaydı. Girişimcilerin hazırladığı Vakıf Senedi geçen hafta mahkemece kabul edildi ve kısa adı SETKAV olan Sanat, Edebiyat, Tarih ve Kültür Araştırmaları Vakfı, kuruluşunu tamamladı. Vakıf, yazılı ve sözlü tarih başta olmak üzere sanatsal, yazınsal ve kültürel alanlarda araştırmalar yaparak bunları toplumun hizmetine sunacak.

Vakfın Kurucu Genel Başkanı Mesut Özcan, SETKAV’ın çalışma alanları konusunda şu bilgiyi verdi bize: “Tarihsel, sanatsal, edebi ve kültürel mirasımıza ait her dilden sözlü ve yazılı, görüntülü, sesli her türlü belgeyi; kitap, broşür, bildiri, afiş, kartpostal, fotoğraf, resim, el yazması, ses kaydı gibi eserleri gerek edinerek gerek ödünç alarak araştırmacıların ve toplumun hizmetine sunmayı amaçlıyoruz. Bu materyalleri sergilemek, bunun için kütüphaneler, müzeler, müze-kütüphaneler, enstitüler açmak da uzun erimli amaçlarımız arasında yer alıyor. Genel Merkezimiz Tunceli’de ama ülkenin değişik yerlerinde şubeler açacağız. Yoğun bir çabanın ve emeğin ürünü olan SETKAV, hem Tunceli’de hem Türkiye’de önemli etkinliklere imza atacak.”

                                                                  /././

İşçi Partisi’nin seçim zaferi -Hayri Kozanoğlu-

İngiltere’de yaygın bir inanış var: Seçimleri muhalefet kazanmaz, iktidar kaybeder. Bu yaklaşımın bu seçimler için doğru olduğunu söylemek olanaklı. Muhafazakârların itibarının yerle bir olması İşçi Partisi’ne kazandırdı.

Birleşik Krallık’ta İşçi Partisi 650 sandalyeden 409’unu kazanarak büyük bir seçim zaferine imza attı. Neredeyse tüm Avrupa’da aşırı sağ yükselişini sürdürürken Birleşik Krallık’ta ibrenin sola kayması elbette sevindirici. Ancak İngiliz İşçi Partisi lideri Keir Starmer’ın politik zihniyetinin Tony Blair’in Üçüncü Yol çizgisini andırması; konuya sol, kamucu, anti-emperyalist bir mercekten bakanların sevinirken dikkatli olmasını gerektiriyor. Bilindiği gibi Blair döneminde İşçi Partisi hafif makyajlarla neoliberal politikaları uygulamış, Irak işgaline katılacak ölçüde Atlantikçi bir rota izlemişti.

Gerçekçi olmak gerekirse, İşçi Partisi bu ezici seçim başarısını “dar bölgeli” seçim sisteminin azizliğine borçlu. Böylece oyların sadece yüzde 34’ünü alarak tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde geçirdi. 2019 seçimlerine göre oylarını sırf yüzde 4.2 artırması bu sonuca yetti. Kamuoyu oylamaları İşçi Partisi’ni Muhafazakar Parti’nin yüzde 20 önünde göstermesine karşın, sandıktan bunun yarısı yüzde 10’luk bir fark çıktı. . Aslında İşçi Partisi bu başarıyı, sağ oyların Muhafazakarlar ile yüzde 14 oy toplayan İngiltere’nin Trump’ı Nigel Farage ‘ın Reform Partisi arasında bölünmesi sonucu elde etti.

Hatırlanırsa 2017 seçimlerinde Jeremy Corbyn liderliğinde İşçi Partisi oyların yüzde 40’ını toplamasına karşın, Muhafazakar Parti’nin yüzde 42.4’luk desteğinin gerisine düşüp muhalefette kalmıştı. Daha sonra müesses düzenin tüm aygıtları, Corbyn’ın sistem için arz ettiği “kızıl tehlikeye” karşı konuşlandı. Brexit sürecinin iyi yönetilememesinin de etkisiyle 2019 seçimleri kaybedildi ve emperyal heveslerini taze tutan devlet aygıtı açısından daha muteber bir isim Keir Starmer İşçi Partisi’nin liderliğine getirildi.

CORBYN’İ DURDURAMADILAR

Dünya solu ve başta Filistinliler gelmek üzere ezilen halklar seçimi hangi partinin kazanacağı kadar, Jeremy Corbyn’in Londra’nın Kuzey İslington bölgesindeki seçim sonucuna odaklandılar. Corbyn Filistin bağımsızlık mücadelesine verdiği destek sonucu haksız yere  antisemitik diye yaftalandı ve partiden ihraç edildi. Bağımsız aday olarak, çok kültürlü bir dokuya sahip, Türkiyeliler’in de yoğun yaşadığı 41 yıldır hizmet ettiği seçim bölgesinde İşçi Partili adaya 8 bin oy fark atarak yeniden seçildi. Dar bölge sisteminde bir bağımsız adayın, hele İşçi Partisi ile özdeşleşmiş bir ismin seçilmesi çok zordu ve Corbyn bunu başardı. Gönüllü aktivistlerinin kapı kapı dolaşarak seçmenle yüz yüze ilişki kurmaları da elbette bu yüz güldürücü sonuçta rol oynadı.

Bu seçimle radikal sol adaylar İşçi Partisi’nden Starmer’in İsrail’e kayıtsız şartsız desteği noktasında, Filistin direnişine destek temelinde ayrıştı. Bu kapsamda Shockat Adam Güney Leicester, Labal Mohammed Desbury ve Batley, Adnan Hussain Blackburn, Ayoub Khan Birmingham Perry Bar’dan seçildiler. Corbyn’i de katarsak Filistin yanlısı grup, parlamentoda aşırı sağcı Reform Partisi’nin 4 temsilcisinden daha fazla ağırlığa sahip olacak. Buna karşın Filistin mücadelesine destek veren, zaman zaman komplocu tezleriyle sola mensubiyeti tartışılan Britanya İşçiler Partisi lideri George Galloway Rochdale’deki sandalyesini kaybetti.

Sosyalist seçmenlerin, özellikle üniversite mezunlarının  bazılarının da desteğini esirgemediği Yeşiller Partisi yüzde 7 oy toplarken 4 milletvekilliği de kazandı. Partinin eş başkanları Carla Denyer ve Adrian Ramsay de parlamentoya girdi.

İşçi Partisi’nde Corbyn ile kader birliği yapan Sosyalist Kampanya Grubu’nun önde gelen isimleri gölge Hazine Bakanı John Mac Donnell, gölge içişleri bakanı Diane Abbott benzeri birçok isim de koltuğunu korudu. İşçi Partisi saflarında ayrıca Starmer’ın hışmından kurtulmak için seçim kampanyası boyunca keskin bulunacak siyasi mesajlardan kaçınan, parlamento açıldıktan sonra sesini yükseltebilecek azımsanmayacak sayıda sol kanat milletvekili bulunuyor.

Özetle, sadece Filistin meselesinde değil; işçi hakları, kemer sıkma politikaları, mülteciler konusu, küresel iklim değişikliği, LGBTQ talepleri ekseninde Starmer’ın “ana akım” çizgisine muhalefet edebilecek bir potansiyel var. Ancak seçim sonrası Muhafazakar Parti’nin örgütünü toparlama çabası içine gireceğini, yüzde 12 oyla 71 sandalye kazanan Liberal Demokratlar’ın Starmer politikalarından kendilerini ayrıştırmakta güçlük yaşayacaklarını düşünürsek, gerçek muhalefetin parlamento dışından sosyal hareketlerden yükseleceğini öngörebiliriz.

MUHAFAZAKÂRLARIN TÜKENİŞİ

İngiltere’de yaygın bir inanış var: Seçimleri muhalefet kazanmaz, iktidar kaybeder. Bu yaklaşımın 2024, 4 Temmuz seçimleri için kesinlikle doğru olduğunu söylemek olanaklı. Çünkü İşçi Partisi lideri Starmer’ın popülaritesinin o kadar da yüksek seyretmediği, partisinin ne önerdiğinin seçmen tarafından net algılanmadığı bir iklimde, perşembe günü Murat Nişancıoğlu’nun da ayrıntıları ile ortaya koyduğu gibi Muhafazakarların itibarının dibe vurduğu bir dönemde İşçi Partisi aradan sıyrılmayı başardı.

Becerikli, iş bitirici bir imaja sahip Muhafazakarlar 2019 seçimlerinden bu yana dört başkan değiştirdiler, parti içi hizipler ülkeyi yönetmekten çok birbirlerinin kuyusunu kazmaya odaklandılar. Hayat pahalılığı, yüksek faizler, yerinde sayan ücretler, kamu hizmetlerinin dökülmesi, düşük büyüme, verimliliğin artırılamaması gibi olgular seçmeleri iktidardan yabancılaştırdı, 190 yıllık tarihinin en büyük yenilgisini yaşamasına yol açtı.. Aslında bu semptomlar başta Almanya ve Fransa, kıta Avrupası’nda da hissediliyor, bu ortamdan aşırı sağ besleniyor. Ancak Birleşik Krallık’ta bu sorunlar hem daha uzun zamana yayılmış durumda, hem de daha şiddetle deneyimleniyor. “Sol karşıtı”, saldırgan bir dile sahip, Robert Murdoch’un The Sun Gazetesinin bile İşçi Partisi’ne destek açıklaması Muhafazakarların tükenmişliğinin en belirgin göstergesi kabul edilebilir.

İŞÇİ PARTİSİ NEREDEN NEREYE?

2019 seçimlerinde İşçi Partisi’nin seçim manifestosu demiryollarının, enerji sisteminin, su dağıtımının, posta hizmetlerinin tekrar ulusallaştırılmasını öneriyordu. Kamuoyu yoklamaları bu politikalara halkın desteğinin yüksek olduğunu gösteriyordu. Partinin ekonomi kurmayı Mc Donnel’a Marksist “suçlaması” yapılıyor, o da “Das Kapital’den daha öğrenilecek çok şey var” diye cevap veriyordu. Haftalık New Statesman Dergisi, “Manifesto Marksist değil, daha ziyade Keynesyen” diyerek ortalığı yatıştırıyor, ekonominin “kumanda tepelerinin” kamulaştırılmasının öngörülmediğini aktarıyordu.

2024 manifestosunda ise, bu kamucu yönelimden vazgeçiliyor, büyümenin hızlandırılması, verimliliğin artışı öngörülüyor, ancak bu sonuçlara nasıl ulaşılacağı ayrıntılandırılmıyor. Starmer’ın öne çıkardığı temalardan yeşil dönüşümden bile geri adım atıldı. Finans kapitali yatıştırmak, bütçe açığı sorununu gözettiklerini kanıtlamak için 28 milyar poundluk yatırım planı yarıya indirildi. Birleşik Krallık’ta önemli bir gündem maddesini oluşturan çocuk yoksulluğu konusunda net bir çözüm üretilemedi. Starmer’ın Fransa’dan “minik botlarla” gelebilecek mültecilere yönelik sözlerine tepkiler giderilemedi. Özellikle Bangladeşlilerin küçümseyen yorumları, ülkenin en meşakkatli işlerini üstlenen bu kesimde derin bir kırgınlık yarattı.

Starmer bugün küresel ekonomide büyük bir güç haline gelen varlık yönetim şirketlerinin finansmanına bel bağlıyor. Özellikle dünyanın bu konudaki en büyük firması Black Rock ile işbirliği planlıyor. Kamu-özel işbirliği projeleri aracılığıyla altyapı yatırımlarını hızlandırmayı hedefliyor. Konut sorununu da bu yolla hafifleteceğini umut ediyor. Bristol Üniversitesi öğretim üyesi Daniela Gabor bu yaklaşımın sakıncalarına dikkat çekiyor. Dünya örneklerinden yola çıkarak, konut fiyatlarının yükseleceği, kiraların artacağı uyarısında bulunuyor. Bu tarz işbirliklerini benimseyen hükümetlerin fonlara tutsak düşeceğine, başta iklim, enerji ve sosyal politikalar gelmek üzere yaşamın her alanının özelleşeceğine işaret ediyor.

Yeni başbakan Starmer dış politikada da Atlantik ekseninde Britanya’yı dünya sahnesinde daha etkin kılmaya hazırlanıyor. AB’ye tekrar  katılmayı denemeden başta Almanya,  ilişkileri yeniden kurmayı hedefliyor. NATO’ya daha fazla entegrasyon, Ukrayna’ya tam destek, İsrail’in Gazze’deki vahşetini görmezden gelmeye devam etmek gibi  Washington’un dümen suyunda politikalarla ABD’nin “en sadık dostu” imajını pekiştirmeyi hayal ediyor. Kısaca Tony Blair’in 2024 sürümü bir imaj sunuyor.

İşçi Partisi’nin ılımlı solu diye nitelendirilecek bir çizgide, saygı duyulan bir insan hakları savunucusundan nasıl bir dönüşümle Starmer 2.0 ortaya çıktı bu konu daha çok konuşulacak. Hatırlanırsa Blair, Thatcher’ın reklam şirketleriyle, o dönem Saatchi & Saatchi, kampanya yönetme stratejisini aynen kopya etmişti. Starmer de, hırslı bir veri analisti Morgan McSweeney önderliğinde, düşük profilli bir üslupla  bu başarıyı yakaladı. Ama yaşamla organik bağı bulunan sendikalar, sosyal hareketlerden, dolayısıyla onların dert ve taleplerinden kopuk bir rota izlemiş oldu.

PROFESYONEL ELİTLERİN BAŞBAKANI

Parti kadrolarında çok sayıda yönetim danışmanı, yatırım uzmanı, şirket stratejistine yer verdiği belirtiliyor. 2019 seçimlerinde Kızıl Duvar diye nitelenen İngiltere’nin kuzeyindeki işçi sınıfı bölgelerindeki yıkılmaz kabul edilen kaleler bile düşmüş, bu konu üzerine çok yorum yapılmıştı. Bugün bu kurtarılmış bölgeler yeniden fethedildi. Ancak Starmer’ın işçi sınıfının yaşam koşullarını iyileştirmeye yönelik bir vaadi bile yok, Aksine Hazine Bakanı olması beklenen Rachel Reeves, İngiliz Merkez Bankası’ndan yetişmiş klasik bir piyasacı.

The Guardian’daki köşesinde Dan Evans, Starmer’ın bir ustabaşının oğlu olmasına karşın; elit profesyonellerin, orta sınıf yöneticilerin, eğitimde başarı gösterip kariyer basamaklarını hızlı tırmanan teknokratların sınıfsal çıkarlarının temsilcisi olduğunu, onlar gibi bir düşünce yapısı taşıdığını söylüyor. Gelgelim benzer bir kafa yapısına sahip, arka arkaya 5  Oxford mezunu başbakanın ülkeyi ve partilerini düşürdüğü durumdan ders çıkarır mı, bu soruyu yanıtlamak için biraz bekleyip pratiği görmek gerekiyor. Dileğimiz Thatcher taklidi başbakanlığı 44 gün süren Liz Truss’ın akıbetine, Blair’in renksizi diye nitelenen Keir Starmer’ın uğramaması.

                                                                  /././

Halkın önünde altın yıllar yok -Nurcan Bilge Gökdemir-

Erdoğan, CHP’yi uyumlu ortağa dönüştürerek seçime kadar huzurlu bir dört yıl geçirme hayalinin sonuna geldi. Şimdi 3. Dünya Savaşı ve bölgesel kriz korkutması ile seçim dalgasını durdurmaya çalışıyor.
                                   Erdoğan, Astana görüşmelerine Emine Erdoğan'la birlikte gitmişti. (Fotoğraf: AA)

İktidarın yerel seçim yenilgisine yol açan seçmen duruşunun daha da yaygınlaştığını gösteren kamuoyu araştırmaları iktidarın kâbusu oldu. “Dört yıl daha iktidarda kalmak” hedefi Erdoğan, kurmayları ve yandaş gazeteciler tarafından sürekli kamuoyuna pompalanıyor. Bir yandan 3. Dünya Savaşı, bölgesel krizler, sözde düzelmeye başlayan ekonomik sorunlar anlatılırken diğer yandan da milletvekilleri “Sonucuna katlanırsınız” denilerek tehdit ediliyor. Erdoğan’ın “Dört altın yıl” diye ifade ettiği bir sonraki seçime kadar olan süre AKP’nin belki partneri MHP belki yeni ortakları ile altın günler vaat ediyor olabilir ama açlıkla sınanan milyonların bu süreyi beklemeye tahammülü olup olmadığı temel belirleyici.

HUZURLU DÖRT YIL CHP’DEN GELMEDİ

Erdoğan’ın 31 Mart Yerel Seçimleri sonrası süreçte CHP ile yakınlaşmasına damga vuran “Huzur içinde dört yıl arayışı” istediği gibi sonuçlanmadı. Normalleşme/yumuşama arayışı ile geçen iki ayın sonunda iktidar ile anamuhalefet olması gereken mevzilere çekildi.

CHP Lideri Özgür Özel halkın 31 Mart’ta oylarıyla verdiği “Rejimi değiştirme” görevinin gecikmeli olarak da olsa gereğini yerine getirerek, “İki ay sonra seçim, en geç 1.5 yıl sonra seçim” çağrısında bulundu. Memur ve emekli aylıklarına yapılan zammın resmi enflasyonu bile karşılamayan bir oranda olması, TBMM’nin birbiri ardına iktidarın despotik, gerici, sermaye yanlısı ajandasını hayata geçiren düzenlemeleri yasalaştırması, Sinan Ateş davası ile ülkenin bir suç ortaklığına teslim edildiğinin deşifre olması erken seçim talebini vazgeçilmez bir zorunluluk olarak hem anamuhalefetin hem iktidarın önüne koydu.

Özgür Özel’in açıklaması gelmeden bunun işaretlerini gören iktidar çok iyi bildiği manipülasyon aygıtlarını hemen devreye soktu. Önce Erdoğan’ın varislerinden biri olarak görülen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan katıldığı bir televizyon programında 3. Dünya Savaşı ihtimalini dillendirdi.

Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde MÜSİAD Yönetim Kurulu’nu kabulünde yılın ikinci yarısından itibaren enflasyonun düşmesini sağlayıcı politikaların sonuç vereceğini iddia ederek, “1 Nisan sabahı itibarıyla seçim gündemini tamamen geride bırakmış olduk. Türkiye’nin önünde 4 yıllık hazine değerinde seçimsiz bir süre var. 85 milyon olarak bu dönemi çok iyi değerlendirmemiz, gerilim siyaseti, popülist dayatmalarla heba etmemiz gerekiyor. 4 yıllık sürede inşallah ekonomi başta olmak üzere asıl gündemimize odaklanabileceğiz” dedi.

Muhalefetin erken seçim talebini halkın gündeminden kopartmayı amaçlayan şu açıklamayla stratejisini açıkça gösterdi:

“Türkiye son bir yılını seçim gündemiyle geçirmişken bölgemizde her gün yeni bir kriz ve çatışma patlak verirken milletimizin çözülmesi gereken bunca meselesi varken sırf eski ve yeni takım arkadaşlarına çalım atmak için bu tür tartışmalara meyledilmesini doğru bulmuyoruz. Muhalefet iç hesaplaşmasını ülkeye, millete ve ekonomiye zarar verecek şekilde yürütmemelidir."

MİLLETVEKİLLERİNE TEHDİT

Ülkenin karşılaştığı her güçlükte gündem saptırmaya dönük olarak kullanılan tüm enstrümanlar sahneye sürüldü. Fidan’ın Dünya Savaşı söyleminin bugüne kadar söylenenlerin zirvesi olduğunu da belirtelim.

Tek eksik erken seçim kararı alma yetkisine sahip milletvekillerinin korkutulması kalmıştı ki orada da Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum sahneye çıktı. Bir analiz yayımladı Anadolu Ajansı bültenlerinde Uçum.

Seçimlerin yenilenmesi kararını Meclis verecekse 360 milletvekilinin oyu gerektiğini belirten Uçum, “Elbette bu kararı verecek milletvekilleri de yeniden seçilmek isterlerse siyasi ve toplumsal riskleri göze almak zorundadır” korkutmasında bulundu.

Erdoğan ve kurmayları kendi istekleri doğrultusunda gereken uyarıları yapıp ülkenin önüne bir rota koydu: Seçimsiz geçirilecek dört yıl, üstelik de altın dört yıl…

Oysa ki 31 Mart Yerel Seçimlerinde ortaya çıkan iktidar karşı iradenin gerekçeleri hala orta yerde duruyor, üstelik de ağırlaşarak. Milyonlar insanca yaşamaya yetecek ücretin daha uzağında, enflasyondaki düşüşün memur ve emekli zamlarının belirleneceği aydan hemen önce düşüvermesi hiç kimseyi ikna etmiyor, adalet arayışı yakıcı bir gündem olarak orta yerde duruyor, TBMM’den iktidarın gerici ideolojisini, sermaye yanlısı tercihini yansıtan düzenlemeler birbiri ardına geçiyor… Yenileri Meclis’e sunulmak için sıraya girmiş durumda.

İktidarın ülkeyi açlığa, karanlığa boğup seçim yaklaşırken göz boyayıcı icraatlarla seçim kazanma alışkanlığını sürdürmeyi amaçladığı ortada. Ancak bu kez vadedilen altın yılların parıltısı çoktan söndü. 31 Mart bu parlaklığın geniş halk kesimleri için bir illuzyon olduğunun artık görüldüğünü gösterdi. İktidar son barutlarını kullanarak, kitabı bildiği yerden okuyarak yeni bir zafer hayal ediyor. Ancak bu kez olacak gibi durmuyor. Seçim yoluyla iktidarı değiştirmek dışında bir kurtuluş umudu olmadığı görülüyor.

CEPHEYİ TAHKİM ARAYIŞI

İktidarı zorlayan tek gerçek erken seçim dayatması da değil elbette. Ortağı MHP ile kurduğu zoraki evlilik güçlükle sürüyor. Bu ortaklık şimdi de Sinan Ateş suikastının testinden geçiyor.

Yargılama sırasında ortalığa dökülen ve MHP ile Ülkü Ocaklarını adres gösteren deliller, hazırlandığı ortaya çıkan sahte tutanaklar iktidar ortaklığını tehdit eden yeni gelişmelere yol açtı. Dönemin Ankara Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdür Yardımcısı Kerem Gökay Öner’in, Sinan Ateş cinayetinin ardından kaçan eski Ülkü Ocakları yöneticisi Tolgahan Demirbaş’ın sokakta değil MHP eski Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde gözaltına alındığına ilişkin suç duyurusunda bulunması başka sürpriz gelişmelerin de yaşanabileceği beklentisini artırdı.

Buna paralel Erdoğan’ın, MHP ile ortaklığı bozma durumunda eski yol arkadaşları ile barışma yoluna gidebileceği henüz çok ham bilgiler olarak konuşuluyor.

Tüm bunları tek bir çerçeveye oturtacak olursak, Erdoğan kendi için altın yıllar hayal ediyor. Bunun için erken seçim istemiyor, ortağı ile gündeme gelebilecek sorunların iktidarı kaybetmesini önlemek için de yeni partnerler arıyor.

Burada anahtar yoksul çoğunluğun elinde, 31 Mart’ta gösterdiği iradeye sahip çıkıp çıkmaması bundan sonraki sürecin belirleyicisi olacak.

(BİRGÜN)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder