31 Temmuz 2024 Çarşamba

Birgün "KÖŞEBAŞI"+"GÜNDEM" -31 Temmuz 2024

 

Özel’in niyeti, Sabah’ın hedefi -Berkant Gültekin-

Yerel seçimler sonrası siyasette başlayan “yumuşama-normalleşme” süreci, gerek muhalefet gerekse de iktidar kanadında kendi taraftarlarını yarattı. Özellikle iktidar çevrelerinin sürece eleştirel yaklaşan muhaliflere dönük tavrı oldukça ilginç.

Yıllardır Erdoğan’ın arkasına dizilmeyi vazife bilen ve onun yıkıcı üslubunu sahiplenen bu kesimler, şimdilerde kimi muhaliflerin kutuplaşmış bir ortama ihtiyaç duydukları için gerginliği körükleyerek yumuşama sürecini sabote etmeye çalıştıklarını söylüyor. CHP lideri Özgür Özel’in hükümet ile diyalog kurmayı önemseyen tavrı, Saray’a yakın bu kesimlerden takdir görüyor.

“Yumuşama” ya da “normalleşme”… Adına ne denilirse densin, iki tarafın da süreçten farklı beklentileri olduğu muhakkak. CHP bunu, karşı mahalleye ulaşabilmenin yolu olarak görüyor. Liderler arasındaki görüşmelerin ve karşılıklı kullanılan “nazik” üslubun, uzun yıllar AKP’yi desteklemiş muhafazakâr seçmenin CHP’ye dönük önyargılarını ortadan kaldıracağı ve oy verme davranışını değiştirebileceği düşünülüyor.

Yerel seçimlerin ardından Özgür Özel ile iki defa röportaj yapan Sabah gazetesi ise iktidarın senaryosunda üzerine düşen rolü oynuyor. 31 Mart’taki yerel seçimden 8 gün sonra Sabah yazarı Yavuz Donat, Özel’in kapısını çalmış ve ilk röportajı yapmıştı. Röportajının başında “CHP'nin klasik siyaseti, Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığına endeksli... Varsa yoksa Erdoğan” diyen Donat, Özel’in “farkını” vurgulamıştı. Nitekim Sabah gazetesi Özel röportajını manşetine şu ifadelerle taşıyordu: “Makama saygıdan asla taviz yok” (Makamdan kasıt tabii ki Cumhurbaşkanlığı, yani Erdoğan). Altbaşlıkta da CHP Lideri’nin “Bayram günü Sayın Cumhurbaşkanı’nı arayacağım. Bayramını tebrik edeceğim” şeklindeki sözlerine yer verilmişti.

Aradan 4 aya yakın zaman geçti, “yumuşama” sürecinde bazı gerilimler oldu ama Sabah gazetesi yine Özel’e mikrofon uzattı. İkinci röportajın MHP’nin müdahalesi ve Erdoğan ile Özel arasındaki karşılıklı atışmalardan sonra gelmesi önemli. Zira söz konusu gerilim ,“Acaba yumuşama erken final mi yaptı” diye düşündürtmüştü. Sabah’ın sayfalarını bir kez daha Özel’e açmasından anlıyoruz ki iktidarın henüz böyle bir niyeti yok.

Zaten ikinci röportaj da Özel’in “Siyasette yumuşamayı halk sahiplendi” sözleriyle servis edildi. Özel’in “Normalleşme, sokakta satın alındı” yönündeki değerlendirmesi, gazete tarafından öne çıkarıldı: “Siyasi gerilimin, Türkiye'ye hiçbir faydası yok. CHP'ye de faydası yok. Millet, yumuşama istiyor. Seçimden sonra 25 ile gittim. Gezdiğim her ilde, ilçede, mahallede, sokakta şunu gördüm; Yumuşamanın, normalleşmenin halkta karşılığı var.”

Özel, Sabah yazarı Donat’a Rize’de yaşadıklarını da anlattı. Rizelilerin kavgadan şikâyet ettiğini belirttikten sonra, “Onlar Erdoğan'ın tarafında duruyor ve bizi hiç dinlemiyorlardı. Söylediklerimizi duymuyorlardı. Normalleşme ile birlikte bizi daha dikkatli dinliyorlar. Söylediklerimize önem veriyorlar. Bizim seçmen, bizim mahalle zaten arkamızda... Ama karşı mahalleye seslenebilmek için ben normalleşmeyi, yumuşamayı çok çok önemli görüyorum” değerlendirmesini yaptı.

CHP’nin Özel ile yaşadığı değişime dönük vurgu, röportajın dün yayınlanan ikinci bölümünde de sürdü. Bu kez ana konu, Fetullahçı çetenin 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiydi. Malum, eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “kontrollü darbe” tanımı epey tartışma yaratmıştı. CHP’nin yeni lideri Özel ise 15 Temmuz için “Bal gibi darbe” diyordu. Özel konuşuyor, Sabah da yazıyordu: “Buna tiyatro diyen ya gerçeklikten kopmuştur ya da eksik akıllıdır. Bunu söylemek Türkiye'ye yapılmış en büyük kötülüktür. O gece CHP adına kürsüye çıktım ve bu FETÖ meselesini haykırdım.” CHP’nin tarihine darbecilik üzerinden vuran Yavuz Donat, Özel’i takdir etmeden geçmiyordu: “Tebrikler, 100 yaşındaki CHP'nin yeni nesil Genel Başkanı Özgür Özel.”

Özel’in ve CHP’nin karşı tarafa seslenebilme niyeti bir yana, iktidarın propaganda makinası, Sabah aracılığıyla ilk röportajdan bu yana farklı bir kurgunun peşinde. İktidarın gazete üzerinden yapmaya çalıştığı CHP’yi değil, mevcut tek adam düzeninin varlığını, işleyişini ve politik anlatısını meşrulaştırmak. Yerel seçimde birinci parti olan CHP’ye de düzen içinde yeni bir rol biçiliyor. “Yumuşama”nın etkisiyle partinin muhalifliğini seyreltmesi, kontrol dışına çıkmaması ve “devletin üstün çıkarlarının” farkına vararak siyasi rotasını buna göre güncellemesi isteniyor.

İktidar, kendi tabanına, eski CHP’nin gittiğini, aslında yenildiğini, sahnede şimdi “Başkan”ı kabullenen, “Yeni Türkiye” ile kavga etmeyen, “yeni nesil” CHP’nin olduğunu anlatıyor. Bu hikâye, muhalefetin başarısından çok “iktidarın zaferine” selam gönderiyor. Alt metinde “CHP’nin yola geldiği” mesajını görmemek için hayli iyi niyetli olmak lazım. Kutuplaşmanın, gerilimin ve kaosun tüm yükü de “eski CHP”nin üzerine atılıyor, Erdoğan’a zerre kadar eleştiri yapılmıyor. CHP’ye bugün tutulan alkış, yarın şartlar değiştiğinde, CHP’ye “gerginliğin sorumlusu” etiketini vurmak için de uygun zemin oluşturuyor elbette. Çünkü bu denklemde her şey CHP’nin doğruları ya da yanlışlarıyla ilgili…

Hiç şüphe yok ki iktidar olmak isteyen bir partinin farklı kesimlere ulaşabilmesi, etki alanını genişletebilmesi gerek. Ancak bunun nasıl yapılacağına ilişkin strateji, istikrarlı olmalı ve ayaklarını yere sağlam basmalı. CHP, karşı tarafa ulaşırken, iktidar ile kurduğu diyalog ilişkisini köprü olarak kullanmayı tercih ediyor. Bu kısmen işlevli olabilir ama en nihayetinde rakibinin açtığı alana bağlı. Sadakat ve aidiyet ilişkisini de temelden değiştirmiyor. Erdoğan’ın zaman kazanmak ve güç biriktirmek için ihtiyaç duyduğu “yumuşama”nın sonuna gelinip iktidar yine sert ve kutuplaştırıcı bir dili tercih ettiğinde, CHP kendisine uzak kesimlerle buluşmak için ne yapacak?

Doğru olan, mevcut kimlik temelli siyasi saflaşmayı, iktidarın ekonomideki tercihlerini deşifre eden bir retorik ve halkçı bir belediyecilik anlayışıyla bozmak, “yumuşama/normalleşme” gibi gösterilere sıkışmadan, toplumu da denkleme dahil ederek muhalefeti derinleştirmek ve erken seçimin koşullarını “daha adil bir düzen” iddiasıyla zorlamak... Belediyeleri çalışamaz hale getirmek için “SGK tahsilatı” planını devreye alan, katliam yasası üzerinden yeni kamplaşma alanları yaratmak isteyen iktidarın çekindiği de tam olarak bu.

                                                                /././

Cehennemin içinden -Kaan Sezyum-

Yeryüzü cenneti Türkiye diye bir hayal vardı zamanında. Masmavi denizleri, eşi benzeri olmayan nehirleri, ormanları, dağları, her karışından bereket çıkan toprakları, lezzetli meyveleri, sebzeleri, binbir türlü hayvana, börtüye, böceğe ev sahipliği yapan muhteşem topraklar… O toprakların her parçası için sel olup akmış kanlar, vatanı yaratabilmek için verilen canlar, bir parça toprağına sahip çıkmak için şehit olan binlerce hayat…

Bir zamanlar, “kendi kendine yeten 7 ülkeden” biri olarak, dünyanın tahıl ambarlarından biri miydik? Dünyanın zeytin ve fındığının büyük kısmını biz mi üretiyorduk, tam hatırlayamıyoruz. Artık dünyanın yaşaması ve hayatta kalması en pahalı ülkesi olma yolunda sağlam ve cahil adımlarla ilerliyoruz. Bilimi, bilgiyi, insanı, hayatı değil sadece parayı ve gücü seviyoruz. Sadece bizi yönetenler değil, biz de artık o korkunç canavara dönüşmek zorunda kalıyoruz, hayatta kalmak, bu korkunçluğun içinde boğulmamak için çeşitli çeşitli canavarlara, korkunç fikirlere, öfkelere dönüşüyoruz. Eleştirdiğimiz gerçek üstü saçmalık 20 küsur yıl içinde, biz farkında olmadan nefes alıp verdiğimiz, yaşadığımız ya da yaşamaya çalıştığımız gerçekliğimiz haline geldi bile. Her şeyden nefret ediyor, herkesten tiksiniyor, sürekli “acaba dolandırıldık mı?” kaygısıyla düzenbazlığın her türüne maruz kalmanın verdiği deneyimle, kendimizin iyiliğini başkalarının kötülüğünün önüne koyuyoruz. Artık biz de vahşi bir hayvanız, çok yakında sıra bize de gelecek. “Sahipsiz” olanlarımız yaşama veda edecek. “Sahipli” olanlar için yine vergi indirimleri, 3-4 maaş, çakarlı araç avantajı, çeşitli hukuki kolaylıklar ve daha neler neler…

Sahiplilerin gücü nedense sadece suçsuzlara ve güçsüzlere yetiyor nedense. Yıllar içinde gördük ki, onlar ülke için değil, hep kendileri için bir şeyler istiyorlar. Bir gün yakın akrabaya bir makam, bir gün bir makam arabası, bir gün makam arabası konvoyu, bir gün uçak, bir gün vergi indirimi, bir gün kupon bir arazi… Tarikat yurtlarında çocukların başına gelmedik kalmaz, bu bizimkiler hemen mecliste oy atarken kikirder… Kadınlar öldürülür ve her geçen gün de öldürülmeye devam eder, bu bizimkiler kendi imzaladıkları İstanbul sözleşmesinden çıkarırlar ülkeyi. Vatandaş geçim derdinden iki büklüm olmuşken, kendilerine yönetim kurullarından fantastik maaşlar bağlarlar… Deprem olup binlerce can toprak altına girmişken bile satacak bir şeyler bulup, bu zorluğu da karlılıkla atlatma derdindedir bizim sahipliler.

Bizim gibi sahipsizler ise hep sahipsizdir. Vergisini daha maaşını almadan önce verir, kirasını ödese bile, dışarıda yemek yiyecek parası yoktur, et ve süt ürünleri, zeytinyağı fiyatlarına hayretler içinde bakar… Biz sahipsizlerin kimsesi yok mudur peki? İlla ki bir sahibimiz mi olmalı ve ona itaat mi etmeliyiz? Düşünen, çalışan, sorgulayan gençleri, bu ülkenin parlak yüzlerini nasıl esaret altında tutabiliriz ki?

Sevilmemiş, şiddet görmüş, çocukluğu sıkıntılar içinde geçmiş bir zihin, büyüdüğünde sevmeyi nasıl öğrenebilir, neyi sevebilir? Alırsın eline sopayı, herkesin kafasına vurursun, herkes de sana saygı gösterir. Korkudan hiçbir zaman iyi bir his doğmaz. Korkarak büyüyen, büyüdüğü zaman da korkutmak ister ama içindeki o korku hiç bitmez. İster binlerce kapının ardında bir kapıda dur, istersen en büyük piramidin tepesinde, korkusundan kurtulamamış bir zihin hayatının son gününe kadar korkmaktan ve korkutmaktan başka bir şey bilmez.

Cehennem gerçekten var mı yok mu, ne kadar yatarımız var bilemem ama sahipsizler için cehennem şu anda ve burada, onu hepimiz görüyoruz, biliyoruz, çünkü yaşıyoruz.

                                                    /././

‘Dağ Türkleri’ -Şükrü Aslan

Erken Cumhuriyet yazınının en ilgi çekici ifadelerinden birisi “Dağ Türkleri” idi. Hemen her şeyin Türklük etrafında tanımlandığı; buna göre kabul ya da reddedildiği zamanlarda üretilmiş tuhaf bir ifadeydi. ‘Tuhaf’ diyorum, çünkü bir yandan nüfus sayımlarında ‘Anadiliniz nedir?’ diye sorulup tüm kimlikler kaydediliyor, diğer yandan Türk olmak dışında herhangi bir etnik kimliğin varlığını kabul etmek yerine, yok sayılması tercih ediliyordu. İşte ‘Dağ Türkleri’ ifadesi aslında Kürtler’in diğer adıydı. Sanki Kürtlerden bahsedilmezse yok olacaklarmış gibi.

Yine de kimi zaman diğer kimliklerden ve tabii Kürtlerden bahsedildiği olmuştu. Ama bu da daha çok aşağılamak veya dışlamak anlamında bir kullanımdı. Mesela Kütahya milletvekili Naşit H. Uluğ aynen şöyle yazmıştı: “Toprağa ot gibi bağlı adama Kürt derler. Kürt toprakla alınıp satılır, toprağa sahip olanların malıdır. Türk’ün başı yukarıdadır. Esirlik damgasını alnına vurdurtmaz. Bir Türk’ün köyüne çökebilmek için, onu önce Kürtleştirmek şarttır.”

Bu tuhaf durum bazen çok daha zorlama teorilerin inşa edilmesine yol açmıştı. Mesela Kürt coğrafyasındaki nüfusun büyük çoğunlukla aslında Türk olduğu ama asırlar boyunca ağalar ve şeyhler eliyle Kürtleştirildiğini iddia eden bir yazın üretilmişti. Dolayısıyla bunların yeniden Türkleşmesini sağlamak gibi bir de ‘milli’ görev belirlenmişti. Cumhuriyet rejiminin bu politikasının toplumsal maliyeti, bugün dahi hesaplanamayacak kadar ağırdır.

∗∗∗

1937’de Dersim’de görev yapan Albay Nazmi Sevgen, bu yaklaşıma uygun olarak kendince Dersimlilerin menşeini tarif etmiş ve onların Türk olduğunu ‘tespit’ etmişti. Açık biçimde  “Kuvvetle ve selahiyetle iddia edebiliriz ki Tunceli diyarı hakiki Türk nesline uzun seneler meva olmuş ve olmakta bulunmuştur” demişti. Ona göre “anayurttan Türkmen olarak gelen Dersimliler, bu çetin yerlerde yığıldıkları otokontlara karışmış ve Zazalığa bulaşmışlardı.”

Dönemin öğretmenleri de resmi söylemle aynı dilden konuşuyorlardı. Mesela Ö. Kemal Ağar, “Tunceli halkının kendi aralarında dağ Türkçesi konuştuklarını” yazmıştı. Her nedense öteki dilin adı ‘Dağ Türkçesi’ olmuştu. Bir başka eğitimci Sıdıka Avar, müdür olduğu Elazığ Kız Enstitüsü’nde ‘çocukların Kürtçe bildikleri halde utançlarından bunu söylemediklerini’ yazmıştı. Okula teftişe gelen Bingöl Valisi’nin Dersimli kız çocuklarını görünce “Bunlar Kürt kızları mı?” diye sormuş, çocuklara ailelerini hatırlatarak tehditkâr konuşmuştu. Kendisi ise “Efendim, bunlar Tunceli’nin Türk kızlarıdır” diyerek kendince ‘milli’ bir görev yapmıştı.

Rejimin sosyolojik olgulara gözlerini kapatan tutumu bazen çok daha ilginç ifadelerle de dile getirilmişti. ‘Kürt Türkü’ ifadesi bu tuhaf düşüncenin bir örneğiydi. O yıllarda çıkan bazı kitaplarda, Kürtlere ait fotoğrafların altında “Mahalli kıyafetleriyle dağlı Türk savaşçıları”, “Kürt Türklerinden Bir Grup”, “Kürt Türkleri” gibi tanımlayıcı ifadeler yer almıştı.

∗∗∗

Erken Cumhuriyet yıllarında Kürtler ve Kürtçeyi yok saymak o kadar ölçüsüz hale gelmişti ki Birinci Umum Müfettiş Abidin Özmen, devlet dairesinde işi olan ve Türkçe bilmeyenlerin, tercüman bulup birlikte gelmelerini önermişti. Bu suretle Kürtler meramını Türkçe anlatmaya mecbur edilecekti. Keza memurlardan Kürtçe konuşanlar, birincisinde yazılı ihtar, tekrarında maaş kesme ile cezalandırılacak; konuşmaya devam ederlerse memuriyetten çıkarılacaklardı. Ayrıca her yıl yaklaşık 3 bin kişinin batı illerine sürgün edilmesi uygulamasına geçilecek, böylece 10-20 yıllık bir programla Kürtler yerlerinden çıkarılmış, kalanlar da Türk kültürüne yönelmiş olacaktı vb.

Bu politikanın diğer yüzündeki ‘Türklük’ de aynı ölçüsüz yaklaşımla literatüre girmişti. Mesela Ergenekon Dergisi 1938 Kasım ayında “Her şeyin üstünde Türk Irkı” sloganıyla çıkmıştı. Bir yıl sonra Bozkurt Dergisi de aynı ifadelerle çıkmıştı. Bu dönem dergilerinde “Türk kanın temizliği”, “asil Türk kanı”, gibi ifadeler sıklıkla yer almıştı. Bütün bu söylemler o kadar yıkıcı bir sürece yol açmıştı ki ‘Dağ Türkü’ olmayı kabul etmek bile kurtarıcı olmaya yetmemişti. Türkiye, ne yazık ki bu geçmişiyle yüzleşmek için bugüne kadar açık ve köklü bir adımı henüz atmadı.

                                                      Birgün-GÜNDEM

Hamas lideri Haniye, Tahran’da düzenlenen saldırıda öldürüldü
İran devlet televizyonu Hamas lideri İsmail Haniye'nin, Tahran'da kaldığı konutuna düzenlenen saldırı sonucu öldürüldüğünü duyurdu. Hamas, saldırıyı İsrail’in düzenlediğini açıkladı. İran basını, Haniye'nin bulunduğu konutun 02.00 sularında havadan atılan bir mermiyle hedef alındığını duyurdu. İran Dışişleri Bakanlığı ise, "Haniye'nin Tahran'da şehit edilmesi, Tahran, Filistin ve direniş cephesi arasındaki derin ve kırılmaz bağı güçlendirecek. Haniye'nin kanı boşa gitmeyecek" açıklaması yaptı.(https://www.birgun.net/haber/hamas-lideri-haniye-tahranda-duzenlenen-saldirida-olduruldu-548627)                                ***

Tahran’da suikastla öldürülen Hamas lideri İsmail Haniye kimdir?
Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye, Tahran'da kaldığı konutuna düzenlenen saldırı sonucu öldürüldü. 58 yaşında öldürülen Haniye, kuruluşundan beri yer aldığı Hamas'taki mevcut konumuna 2017'de ulaşmıştı. Yaklaşık 1,5 sene Filistin başbakanlığı da yapan Haniye'nin ailesinin bir kısmı da İsrail'in saldırılarında öldürülmüştü.(https://www.birgun.net/haber/tahranda-suikastla-oldurulen-hamas-lideri-ismail-haniye-kimdir-548639)

                                                                       ***

CHP, AKP ve MHP'li belediyelerden devralınan borçları açıkladı: SGK'ye çağrı -Mustafa Bildircin-

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek, iktidarın SGK hamlesini, “En düşük emekli aylığının 12 bin 500 TL’de tutulmasının utancını gizlemek” olarak değerlendirdi. Zeybek, AKP'li ve MHP'li belediyelerden devralınan borçları açıkladı ve SGK'ye "SGK’nın, belli bir tutarın üstünde borcu bulunan tüm kamu kurumlarını ve şirketlerini açıklamasını istiyoruz" çağrısında bulundu.

CHP Yerel Yönetimler ve Dirençli Kentlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek, belediyelerin SGK ve vergi borçlarına yönelik açıklamalarda bulundu. 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’ne kadar SGK’nın gündeminde olmayan borçların, “En düşük emekli aylığının 12 bin 500’de tutulmasının utancını gizlemek için” hatırlandığını belirten Zeybek, açıklanan borç miktarının SGK’nin 2024 yılı gelir tahminin yalnızca yüzde 3’ünü oluşturduğunun altını çizdi.

İktidarın, emekliler ile CHP’li belediyeleri karşı karşıya getirmeye çalıştığını savunan Zeybek, “SGK’nın amacı CHP’li belediyelerin vatandaşa hizmet etmesini engellemek mi?” diye sordu.

                                                                               Görsel: CHP

BÜYÜKŞEHİRLERİN BORÇLARI

CHP’li Zeybek, CHP idaresindeki bazı büyükşehir belediyelerin borçları ile AKP ya da MHP’den devralınan borçları da açıkladı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Melih Gökçek’ten devraldığını toplam borcun 2 milyar dolar olduğunu belirten Zeybek, borcun 1 milyar dolar seviyesine indirildiğini kaydetti. Adana Büyükşehir Belediyesi’nde devralınan borcun 1 milyar 18 milyon dolar olduğunu ifade eden Zeybek, borcun 362 milyon dolara kadar düşürüldüğünü vurguladı. AKP’den 535 milyon dolar borçla devralınan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin borcunun ise büyük metro yatırımlarına rağmen 548 milyon dolar seviyesinde tutulduğu bildirildi.

                                                                 Görsel: CHP

DEVRALINAN BORÇ DAĞI

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nde CHP’ye geçen belediyelerin borçları da listelendi. En büyük borçla devralınan belediyenin AKP’li Turgut Altınok’tan devralınan Keçiören Belediyesi olduğunun altını çizen Zeybek, devralınan en borçlu belediyeleri ve borç tutarlarını şöyle sıraladı:

>> Keçiören Belediyesi: 1 milyar 398 milyon TL
>> Sancaktepe Belediyesi: 1 milyar 346 milyon TL
>> Alanya Belediyesi: 1 milyar 52 milyon TL
>> Gaziosmanpaşa Belediyesi: 962 milyon TL 
>> Beykoz Belediyesi: 702 milyon TL
>> Eyüpsultan Belediyesi: 676 milyon TL
>> Beyoğlu Belediyesi: 649 milyon TL
>> Üsküdar Belediyesi: 648 milyon TL
>> Mamak Belediyesi: 591 milyon TL
>> Ortahisar Belediyesi: 498 milyon TL

                                                                                     Görsel: CHP

“AMAÇ ELİ KOLU BAĞLAMAK”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek iktidarın, “SGK borcu olan şirketleri açıklamasını” istedi. SGK’nin toplam alacağının 2023 yılı sonu itibarıyla 750 milyar TL’ye ulaştığını kaydeden Zeybek, “Üstelik bu borç Sayıştay’ın, ‘Tahsiline başlayın’ uyarısına rağmen yapıldı” diye konuştu.

Açıklanan borçların belediyelerin değil, belediye iştiraklerinin borcu olduğunu da belirten Zeybek, “SGK’nın, belli bir tutarın üstünde borcu bulunan tüm kamu kurumlarını ve şirketlerini açıklamasını istiyoruz. Anlıyoruz ki iktidar 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nde CHP’nin kazanmasını hala içine sindirememiştir. İktidar, CHP’li belediyelerin elini kolunu bağlamak içi bir yasal düzenleme hazırlığına düşmüştür” ifadelerini kullandı.                            ***

YİD (Yap-İşlet-Devret ) projelerinde gelir çok, vergi yok -Mustafa Bildircin-

Yap-İşlet-Devret kapsamındaki projeleri hayata geçiren şirketlerin vergi karnesi açığa çıktı. Ankara-Niğde Otoyolu ve YSS Köprüsü’nü işleten şirketler ile pek çok işletmenin 2021-2023 arasında vergi ödemediği belirlendi.(https://www.birgun.net/haber/yid-projelerinde-gelir-cok-vergi-yok-548626)
                                                          ***

BİM’e pankartlı protesto

Hatay’ın Erzin İlçesinde apartman sakinleri, projeye aykırı değişikliklerle  ortak alanı   işgal eden BİM Markete binaya astıkları pankartla tepki  gösterdiler. Erzin İlçesinde 24 daireden oluşan Alya Life apartmanında zemin katında BİM Marketlere ait şube yer alıyor. İddiaya göre apartmanın zemin katında bulunan BİM market, projeye aykırı değişikliklerle ortak alanı işgal etti.(https://www.birgun.net/haber/bime-pankartli-protesto-548594)
                                                                    ***

Sınıf tekrarında MESEM dayatması: Öğrencilerden vazgeçiyorlar -Deniz Güngör-
             
Ülke genelinde MESEM’lere kayıtlı yaklaşık 1,5 milyon öğrenci bulunuyor. (Fotoğraf: AA)

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) öğrencileri, çocuk işçiliğini meşrulaştırdığı Mesleki Eğitim Merkezi’ne (MESEM) yönlendirme çabasından geri adım atmazken Bakanlığın sınıf tekrarı ısrarının altından da MESEM çıktı. 8 Eylül 2023’te Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle sınıf tekrarı geri getirilirken lise birinci sınıfta, sınıf tekrarı yapacak olan öğrenciler MESEM’lere yönlendirilmeye başlandı.(https://www.birgun.net/haber/sinif-tekrarinda-mesem-dayatmasi-ogrencilerden-vazgeciyorlar-548607)
                                                                    ***

Eksi dokuz netle 4 yıllık üniversite -Mustafa Kömüş-

YÖK Atlas verilerine göre, YKS’deki tüm sınavlarının toplamında eksi net yapanlar üniversite kazandı. Toplamda eksi 9,5 netle edebiyata giren bile var. Eksi netle en çok girilen bölüm iki yıllık çocuk gelişimi olurken edebiyatı kazanıp hem Türkçe hem de edebiyatta sıfırın altında kalanlar dikkat çekti.(https://www.birgun.net/haber/eksi-dokuz-netle-4-yillik-universite-486991)
                                                              ***

İki yaşında çocuğa hacamat dönemi -Mustafa Kömüş-

İstanbul Beylikdüzü’nde bir kurumda küçük çocuklara hacamat yapıldığının ortaya çıkmasının ardından Sağlık Bakanlığı geçen günlerde inceleme başlattığını açıkladı. İnceleme başlatılsa da çocuklara hacamat yapılan tek yer o değil. Ülkenin her noktasında çocuklara hacamat yapan kurumlar bulunuyor. Bazı kurumlar 2 yaşından, bazıları 4 yaşından itibaren hacamat başlatıyor.(https://www.birgun.net/haber/iki-yasta-cocuga-hacamat-donemi-548584)
                                                             ***

Ödül satana ihale verdiler -İsmail Arı-
Belediye başkanlarına çakma UNESCO ödülü verdiği ortaya çıkan Adamor Araştırma Şirketi’ne Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 1,5 milyon TL’lik ihale verdiği öğrenildi. Ödül skandalı Sayıştay’ı bile şaşkına çevirmişti.(https://www.birgun.net/haber/odul-satana-ihale-verdiler-548611)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder