Ne olacak bu 17 kişinin hali? -Barış Pehlivan-
Anadolu Ajansı’ndan okuyorum: “Sinan Ateş cinayetine ilişkin hakkında işlem yapılan toplam 39 kişiden, haklarında yurtdışına çıkış yasağı getirilen diğer 17’si hakkındaki soruşturma, ayrı dosya üzerinden sürüyor.”
Hatırlatmam gereken buz gibi bir gerçek var: Devlet çalışanlarının desteğinin olduğu bir cinayet davasının akıbeti, bu topraklarda yaşayan herkesin can güvenliğini ilgilendiriyor. Bundandır ki yazdık ve yazacağız.
Önce, yanılmak istediğim bir tezi dile getireyim: Ana davanın gidişatı gösteriyor ki Ateş cinayetinde kısa süre içinde hüküm verilecek ve cezalarla birlikte birkaç kişi dışında ciddi tahliyeler olacak. Yani “Hapisten çıktılar ama bakın ceza da aldılar” diye kamuoyu baskısı hafifletilmeye çabalanacak. Sonra, kimsenin haberi olmadan adli kontroller kaldırılacak; istinaf ve temyiz süreci ile de zaman içinde dava unutturulmaya çalışılacak.
Umarım bu tahminimde haklı çıkmam. Ve kuşku yok ki MHP ile AKP’nin ilişkisindeki tansiyon bu davada gelgitlere de yol açacak. Yani nereden bakarsanız siyasi bir cinayet yine siyasi amaçların aracı olacak.
Masadaki soru şu: Dosyası ayrılan yani iddianamesi henüz yazılmayan 17 kişi için neler yaşanacak?
Benzer kaderi o soruşturma da bekliyor. MHP’li isimlerin yoğunlukta olduğu o ayrılan soruşturmanın davaya dönüşüp dönüşmeyeceği de Cumhur İttifakı’nın akıbetine bağlı.
BİLİNMEYEN ÜÇ KİŞİ KİM?
Peki kim o 17 kişi? Bu sorunun yanıtına dair ancak tahmin ve analizlerde bulunabiliyoruz. Kaynağımız da yine açılan ana davanın ek klasörleri. Yani hakkında gizlilik olmayan resmi belgeler...
1- Eski MHP milletvekili Olcay Kılavuz: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Kılavuz hakkında, “tasarlayarak öldürme” ve “kasten öldürme” suçundan işlem başlattı.
2- Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 8 Mayıs 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkış yasağı var.
3- Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 19 Ekim 2023 tarihinde verilmiş, yurtdışına çıkma yasağı ve haftada bir gün karakola imza atma şeklinde adli kontrol kararları var.
4- Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı Ömer Şanlı: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 8 Mayıs 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkış yasağı var.
5- Ülkü Ocakları Ankara İl Başkan Yardımcısı Suat Yılmazzobu: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 19 Ekim 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkma yasağı ve haftada bir gün karakola imza atma şeklinde adli kontrol kararları var.
6- Eski Çubuk Ülkü Ocakları Başkanı Gürsel Horat: Hakkında Sinan Ateş’i “tasarlayarak öldürme” suçlamasıyla soruşturma sürüyor. 19 Ekim 2023 tarihinde verilmiş yurtdışına çıkma yasağı ve haftada bir gün karakola imza atma şeklinde adli kontrol kararları var.
Bunların dışında...
MHP Milletvekili İsmail Akgül, cinayet anında Sinan Ateş’in yanında olan arkadaşı ve tanıklık da yapan Ahmet Kekiç, polis memuru Talha Atalay, Yunus Hasar, Emin Uzunlar, Emrullah Kurak, Fatih Küçükertutan, Recep Küçükertutan isimlerinin de ayrılan dosyada şüpheli olarak yer aldıkları tahmin ediliyor.
Hal böyle olunca...
Ana dava dosyalarındaki belgelere göre iddianamesi henüz yazılmamış olan 14 şüpheli var. Kimisi cinayet için Sinan Ateş’in takip edilmesi talimatını vermekle, kimisi Ateş’in evinde keşif yapmakla, kimisi ise tetikçiyi saklamakla suçlanıyor.
Lakin şu soru da ortada duruyor: Madem 17 kişinin dosyası ayrıldı ve soruşturmaları devam ediyor... Henüz isimleri bilinmeyen diğer üç şüpheli kim?
Tüm bu olguların yanında çok daha büyük bir skandalı da vurgulayıp bitireyim...
Cinayet davasının hâkimleri “iddianameye bağlı kalarak” yargılama yaptıklarını vurguluyor. İyi de... Ya henüz iddianamesi yazılmayan 17 kişinin sorgularında ve telefonlarında başka suç delilleri çıkarsa ve onlar mevcut sanıkların lehinde ya da aleyhinde olursa ne yapılacak?
Koşar adım karara giden mahkeme, bu haliyle büyük bir skandalın altına imza atmış olmuyor mu?
Diyebilirsiniz ki “Zaten o 17 kişinin soruşturması hiç bitmeyecek!” Hiç tarih okumamışsınız, derim.
/././
CHP’nin ilkeleri - Öztin Akgüç-
Münafıklık, olduğundan farklı gözükerek, gizli niyetle, sinsi eylemlerle, arabozuculuk yapmak nifak sokmaktır. CHP de zaman zaman ilkelere aykırı davranışlar, ayrıştırma, bozgunculuk yaşanır, gözlenir.
Çok partili sayasal yaşama girilmesi üzerine CHP’de görev, sorumluluk almış dört vekil Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan partiden ayrılarak 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti’yi (DP) kurmuştur. Liberal eğitimli DP, dış güçler ve savaş yıllarında zor günler, güçleşen yerli burjuvazi tarafından da desteklenmiş, geçmişi kötüleme, din istismarı eleştirilerin ana temasını oluşturmuştur. 1946 genel seçiminde DP ülke çapında örgütlenmesini tamamlayamadığı için 465 vekillik için partinin önde gelen isimleri birden fazla ilden aday olmak üzere 273 aday göstermiş resmen 62 vekil TBMM’ye girmiştir. 1946 genel seçimi şaibeli seçimlerden biridir. DP, seçimde hile ve baskı yapıldığını ileri sürerek sert tepki göstermiş; mitingler düzenlemiştir. Siyasal ortamın gerginleşmesi üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, CHP ve DP ileri gelenlerini toplayarak sağlanan mutabakat üzerine 12 Temmuz 1947 Cumhurbaşkanlığı Bildirisi’ni yayımlamıştır. Mutabık kalınan, uzlaşılan konulardan birinin laiklik olmasına karşın DP, uyum göstermemiştir. DP’nin propaganda etkinliği CHP yönetimini etkilemiş, DP ile bir anlamda aynı kulvarda yarışa girilmiş, ödünler verilmeye başlanmış; devlet girişimleri sınırlandırılmış; çiftçiyi topraklandırma, tarım reformu amacı yitirilmiş, Köy Enstitüleri Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş, imam hatip kursları açılmış, din dersleri konulmuş, parti ideolojisini bir ölçüde yitirmiştir.
Seçim sistemi olarak riski temsile karşı çoğunluk sistemi benimsenmiş; çoğunluk sistemiyle CHP’nin daha fazla vekil çıkaracağı hedeflenmiş; nisbi temsili savunanlara “tulum çıkaracağız” beklentisi karşılığı verilmiş, verilen ödünlere karşın çoğunluk seçim sistemiyle tulumu çıkaran DP olmuştur. Yüzde 40 oy alan CHP, TBMM’de ancak yüzde 15 düzeyinde temsil edilmiştir.
CHP 1965 yılında “ortanın solu” kavramını parti ilkesi olarak benimsemiş; İnönü’ye göre “ortanın solu” devletçilik, reformculuk, laiklik, halkçılık ve sosyal adaletten yana olmaktı. “Ortanın solu”, altı okun sentezi idi. Ortanın solu politikasına karşı olan 48 parlamenter (vekil, senatör) 1967 kurultayından sonra partiden istifa ederek İsmet İnönü hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevi de yapmış olan Turhan Feyzioğlu başkanlığında Milli Güven Partisi’ni kurmuştur. 1972 olağanüstü 5. kurultayında Bülent Ecevit’in başkan seçilmesi üzerine başbakan yardımcılığı, genel sekreterlik gibi önemli görevlerde bulunmuş olan Kemal Satır ve arkadaşları partiden ayrılarak daha sonra Milli Güven Partisi ile birleşen Cumhuriyetçi Parti’yi kurmuştur. Bu iki partinin birleşmesinden doğan Cumhuriyetçi Güven Partisi, CHP’ye karşı oluşturulan Milli Cephe Hükümeti’ni de destekleyerek görev almıştır.
1981 yılında Milli Güvenlik Konseyi kararı ile kapatılan CHP, 1992 yılında yeniden faaliteye geçtikten sonra 31 Mart 1924 yerel seçimine doğru etkinlik gösterememiş, 1999 genel seçiminde TBMM dışında kalmış, oy oranını yüzde 25’in üstüne yükseltememiş, 2019 yerel seçiminde Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na tepki olarak kazanılan resmi başarıyı, 14 Mayıs 2023 seçiminde genel başarıya dönüştürememiştir.
CHP’nin yeniden birinci parti konumuna yükselmesi hemen sonrası partide başkanlık, cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmasıyla bozgunculuk, nifak tohumları ekilmeye başlamıştır. Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet’te yer alan yazısından partide görevli en hafif deyişle bir işgüzarın, tüzük kurultayının seçimli konumuna getirilmesi, Ekrem İmamoğlu’nun aday olmasına da destek vermesi için Kemal Kılıçdaroğlu ile temas kurduğu bilgisi yer almıştır. Yandaş TV kanallarında da konu gündemde tutularak CHP’de bir çatlak yaratma hedeflenmektedir.
Geçmişte de parti ile nifak sorunu ile karşılaşmış olan CHP’de belit;
(i) ödün vermeden ilkeli, tutarlı davranmak,
(ii) örgütlü genç ve emekçilerle yaygınlaştırarak demokratikleştirme, seçici organ konumuna getirme; ekonomik sorunlarına çözüm bulma,
(v) devrimci kimliği ile düzenli değiştirmek olmalıdır.
/././
Sadabat Paktı (1937) -Sinan Meydan-
“Cumhuriyet hükümetinin Doğu’da uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni ve güçlü bir adım attı. Sadabat’ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış eserlerinden biridir. Bu antlaşmanın çevresinde toplanan devletleri, aynı amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler arasındaki işbirliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin bulunmaktayız.” (Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1937)
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” politikasıyla hareket eden Türkiye Cumhuriyeti, tam bağımsızlığı, ulusal egemenliği, ulusal çıkarları, komşularla iyi ilişkileri ve dünya barışını korumayı esas alan, gerçekçi, rasyonel ve çok yönlü dış politika doğrultusunda, 1930’larda barış paktları kurdu.
1930’ların başına Almanya ve İtalya’nın saldırgan ve yayılmacı bir politika izleyeceklerinin anlaşılması üzerine Türkiye, sınırlarını koruyabilmek amacıyla bazı önlemler almak istedi. Öncelikle 1930 yılında Yunanistan’la barışıldı ve iyi ilişkiler kuruldu. Türkiye’nin yoğun çabaları sonunda 1933 yılında Balkan ülkeleri ile ikili anlaşmalar imzalandı. Sonra da 9 Şubat 1934 tarihinde Atina’da Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı imzalandı. Böylece batı sınırlarını güvenceye alan Türkiye, doğu sınırlarını güvenceye almak için de Doğu ülkeleriyle Balkan Antantı’na benzer bir pakt kurmaya karar verdi.
8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabat Sarayı’nda Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı olarak bilinen dörtlü saldırmazlık antlaşması imzalandı. 1937 yılı yazında, Türkiye’nin doğudaki üç ülkeyle Sadabat Paktı’nın imzalamasında, sınır sorunlarını kalıcı şekilde çözme, bölgedeki aşiret isyanlarını önleme ve İtalyan yayılmacılığına karşı doğuda bir güvenlik duvarı oluşturma isteği etkili oldu.
DOĞUDA SINIR SORUNLARI
Sadabat Paktı’na üye olacak devletlerin tümünün İran’la sınır sorunu vardı. Bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran üçgeninde bazı ayrılıkçı Kürt aşiretleri iç güvenliği tehdit eden isyanlar çıkarmaktaydı. 1930 yılında patlak veren Ağrı İsyanı, Türk-İran ilişkilerini olumsuz etkilemişti. İsyancı Kürt aşiretlerine müdahale etmek için bölgeye gelen Türk kuvvetleri ile isyancılar arasında çatışmalar çıkmış ve isyancılar İran sınırları içindeki Küçük Ağrı bölgesine kaçmışlardı. Bunun üzerine Türk birlikleri sınırı geçerek isyanı bastırmış, ancak İran’a ait olan bu bölgeden çıkmamıştı. İran ile yapılan görüşmeler sonunda Türk-İran sınırında yeni bazı düzenlemeler yapılmıştı. Ocak 1932’de Türkiye ile İran arasında yapılan antlaşmayla iki ülke arasındaki sınır sorunu çözülmüş, Haziran 1934’te İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti ile Türkiye-İran ilişkileri ivme kazanmıştı.
1926 Ankara Antlaşması ile Türkiye-Irak sınırı çizilmiş, 6 Temmuz 1931 tarihinde Ankara’ya gelen Irak Kralı Faysal, Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından istasyonda karşılanmış ve şerefine Ankara Palas’ta akşam yemeği verilmişti. Bu ziyaretin gerçekleştiği sırada Irak Başbakanı Nuri Sait Paşa da Avrupa gezisi dönüşünde İstanbul’a uğramıştı. Gelişen Türkiye-Irak ilişikleri sonrası 10 Ocak 1932 tarihinde iki ülke arasında, “Ankara Ticaret Antlaşması” imzalanmıştı.
Bu arada İran-Afganistan ve İran-Irak arasında da sınır sorunları sürüyordu. Türkiye, İran ile Afganistan arasında sınır sorununun çözümünde, her iki ülkenin de davetiyle hakemlik yaptı. Fahrettin Paşa (Türkkan) başkanlığındaki Türk heyetinin girişimleri sayesinde, İran-Afganistan sınır sorunu 1934 yılında çözüldü. Bu sırada Irak da İran’la olan sınır anlaşmazlığı konusunda Türkiye’nin desteğini istedi.
Hem bu sınır anlaşmazlıklarını çözmek hem de doğu sınırlarını güvenceye almak isteyen Atatürk Türkiye’si, 1933 yılında İngiliz hükümetine, Türkiye, İngiltere, İran, Irak ve Sovyetler Birliği’nin yer alacağı bir Ortadoğu paktı teklifinde bulundu. Türkiye, 1934 yılında bu teklifi yeniledi. Çünkü her ne kadar 1930 yılında Irak’taki İngiliz mandası sona ermişse de Irak dış işlerinde hâlâ İngiltere’ye bağlıydı. Ayrıca Irak’ın, henüz İngiliz mandasından tam olarak kurtulamadığı bir dönemde İngiltere’nin de pakta dahil olması Sovyet Rusya’yı rahatsız edebilirdi. Bu nedenle paktın kurulma sürecinde Türkiye, İngiltere ve Sovyet Rusya’nın da pakta katılmasını istedi ve bu ülkelerle görüştü. İngiltere, pakta katılmamakla birlikte karşı olmadığını bildirdi. Sovyet Rusya ise pakta Afganistan’ın da katılmasını istedi. Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Türk-Afgan ilişkileri çok iyi durumdaydı. Böylece Afganistan’ın da pakta katılmasına karar verildi. Bu arada Irak, Suudi Arabistan’ın da pakta katılmasını önerdiyse de Afganistan, bu ülkenin Milletler Cemiyeti’ne üye olmadığını ileri sürerek -gerçekte bu ülke İngiliz etkisinde olduğu için- pakta katılmasına karşı çıktı.
İTALYAN YAYILMACILIĞI
İtalya’nın faşist lideri Mussolini, 19 Mart 1934 tarihinde Faşist Kongre’de yaptığı konuşmasında İtalya’nın tarihsel çıkarlarının Asya ve Afrika’da yattığını açıkça ifade etmişti. Mussolini’nin bu konuşması, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz ülkelerinde endişeyle karşılandı ve bölgesel güvenliği pekiştirecek bir ittifak arayışına yol açtı. İtalyan yayılmacılığı, Atatürk Türkiye’sinin Doğulu devletlerle bir pakt çerçevesinde işbirliğine yönelmesinde doğrudan etkili oldu. İşte bu süreçte Türkiye, İran ve Irak arasında 2 Ekim 1935 tarihinde, Cenevre’de üçlü bir antlaşma parafe edildi. Daha sonra Afganistan da katıldı.
3 Ekim 1935’te İtalya’nın Etiyopya’yı (Habeşistan) işgal etmesi sonrası paktın kuruluş süreci hızlandı. 1935 yılında parafe edilen antlaşmadan sonra Türkiye, Doğulu devletlerle ilişkilerini sürekli geliştirdi. İran ile 1937 yılında İkamet Antlaşması, Hava Seyriseferi Antlaşması, Telgraf ve Telefon Hatlarının Tesisine Dair Özel Antlaşma, Suçluların İadesi ve Adli Müzaheret Antlaşması, Baytari Antlaşması, Sınır Bölgesinin Güvenliği Hakkında Antlaşma, Trabzon-Tebriz-Tahran Transit Yolu Antlaşması, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması imzalandı. Bu arada Irak’la da süresi biten Dostluk Antlaşması 1937 yılında iki yıl daha uzatıldı.
PAKTIN İMZALANMASI
İran ile Irak arasındaki Şattülarap Suyolu uyuşmazlığı ve sınır sorunları paktın imzalanmasını geciktirdi. Bu sırada Türkiye, İran-Irak sınır sorununun çözümünde de arabuluculuk yaptı. Bu süreçte Tevfik Rüştü Aras Bağdat’a gitti. Türkiye’nin arabuluculuğunda yürütülen diplomatik faaliyetler sonunda 4 Temmuz 1937 tarihinde taraflar arasında imzalanan antlaşma ile Irak-İran sınır hattı sorunu da çözüldü.
Atatürk’ün, Türkiye’nin sınırlarını güvence altına almak, bölgede güvenliği ve barışı sağlamaya yönelik girişimleri sonuç verdi ve Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’daki Sadabad Sarayı’nda Sadabat Paktı imzalandı. Paktı Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras; Afganistan adına Dışişleri Bakanı Faiz Mohammed Han, Irak adına Dışişleri Bakanı Naji el-Asıl, İran adına ise Dışişleri Bakanı Enayetollah Samiy imzaladı.Beş yıl geçerli olacak ve beş yıl sonunda imzacı taraflardan biri sona erdirilmesini istemediği takdirde beş yıllar şeklinde devam edecek pakt, taraflar arasındaki barış, dostluk ve dayanışmayı devam ettirmeyi amaçlıyordu. İmzaladıkları bu pakt ile taraflar, Milletler Cemiyeti’ne ve 27 Ağustos 1928 tarihli Kellog Paktı’na bağlı kalmayı, birbirlerinin içişlerine karışmamayı, ortak sınırlarına saygı göstermeyi, ortak çıkarları ilgilendiren konularda birbirlerine danışmayı, birbirlerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmamayı ve saldırı amacı güden hiçbir siyasal birliğe katılmamayı garanti ettiler.
Türkiye-Suriye arasındaki Hatay sorunu nedeniyle Suriye paktta yer almadı.
Sadabat Paktı, TBMM tarafından 14 Ocak 1938 tarihinde 3324 sayılı yasa ile onaylandı ve diğer devletlerin de onaylamasının ardından 25 Haziran 1938’de yürürlüğe girdi.
PAKTIN ÖNEMİ
Sadabat Paktı’nın kurulmasında, ülkelerin sınır sorunları yanında Türkiye’nin sınır güvenliği, Ağrı İsyanı’nın yarattığı iç güvenlik sorunları ve İtalyan yayılmacılığı etkili oldu. Ayrıca Sadabat Paktı’nın kurucu devletleri, bağımsızlığını yeni kazanmış veya emperyalist devletlerin etkisinden yeni kurtulmuş “ulus” ve “devlet inşası” sürecindeki devletlerdir. Sadabat Paktı işte bu devletlerin bağımsızlıklarını vurguladıkları bir antlaşmadır. Bu pakt, mazlum ulusların bir araya gelerek kendi politikalarını üretme yeteneğine sahip olduklarını ve sömürge (manda) yönetimlerinin sona ermekte olduğunu gösteren bir belgedir. Bir ulusal bağımsızlık savaşı sonunda laik, çağdaş bir devlet olarak kurulan Atatürk Türkiye’sinin, Ortadoğu’dan Güney Asya’ya İslam dünyasında “model ülke” olması, Türkiye’nin paktın öncülüğünü yapmasına neden olmuştur. Türkiye, Müslüman Doğu komşuları ile yalnızca sınır sorunları veya aşiret isyanlarına ortak bir çözüm bulmak için değil, aynı zamanda bu ülkelerin modernleşmesi için işbirliği yapmıştır. Türkiye, eğer bu devletler de bağımsızlığını kazanıp çağdaşlaşabilirse sömürülmekten ve geri kalmışlıktan kurtulup gelişebilir ve rejimlerini istikrarlı bir hale getirebilirlerse Türkiye’nin ve bölgenin bundan büyük yarar sağlayabileceğini öngörmüştü. Sadabat Paktı, “Halifelik kaldırıldı, İslam dünyası bölündü, parçalandı! Türkiye, İslam dünyasından dışlandı. Türkiye İslam dünyasıyla ilgilenmedi!” gibi söylemlerin de temelsizliğini gözler önüne sermektedir. Sadabat Paktı, İslam dünyasında devletlerin halife olmadan birlikte hareket edebileceklerini gösterdi. Üstelik bu ülkeler, halifeliği kaldıran Türkiye’nin öncülüğünde, Türkiye’yle birlikte bunu yaptılar. Bu pakt, Atatürk Türkiye’sinin İslam dünyası ile de ilgilendiğinin ve iyi ilişkiler kurduğunun en açık kanıtıdır.
Sadabat Paktı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgedeki yeni gelişmeler nedeniyle önemini kaybetti, 1955’te imzalanan Bağdat Paktı sonrasında zamanla unutuldu ve 22 Eylül 1980’de başlayan İran-Irak savaşı ile fiilen ortadan kalktı.
BARIŞ KUŞAĞI
Sadabat Paktı’nı imzalayan Tevfik Rüştü Aras şöyle diyor: “O zamanki şartlara göre biz anlayışımıza uygun olarak bütün Ortadoğu’yu kaplayacak bir dostluk halkaları camiası kurmaya çalışıyorduk. Bu camianın yüzeyinin Balkanlar dahil, Avrupa güneyinden Uzakdoğu hududuna kadar olmasını istiyorduk. Sadabat Paktı’nın imzalanması münasebetiyle yapılan törende verdiğim nutukta belirttiğim üzere bütün bu sahayı, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında, tarafsız bir dostluk camiası haline getirmek için çalışıyorduk.”
1934 Balkan Antantı ve 1937 Sadabat Paktı ile Atatürk Türkiye’sinin kurduğu barış kuşağı1934 Balkan Paktı ve onu tamamlayan 1937 Sadabat Paktı ile Atatürk Türkiye’sinin öncülüğünde Balkanlar’dan Güney Asya’ya, Ege’den Basra Körfezi’ne ve Himalayalar’a kadar bir dayanışma ve barış kuşağı oluşturulmuş oldu. Bu kuşak, dünya tarihinde oluşturulmuş en büyük dayanışma ve barış kuşağıdır. Sadece Türkiye’yi yönetenlerin değil, tüm dünyayı yöneten liderlerin Atatürk’ten, Atatürk Türkiye’sinin dış politikasından alacağı çok dersler var.
KAYNAKLAR
Abdülahad Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, İstanbul 1966.
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1983.
Atatürk’ün Millî Dış Politikası, Cilt II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.
Ahmet Şükrü Esmer, Siyasi Tarih (1919-1939), AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1953.
İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983.
Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, Yeni Türkiye’nin Oluşumu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1996.
Hayrullah Cengiz, “Sadabat Paktı’nın Türk Dış Siyaseti Açısından Önemi”, Irak Dosyası, İstanbul, 2003, s.29-44.
Mustafa Serdar Palabıyık, “Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937): İttifak Kuramları Açısından Bir İnceleme”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 2, No 3, Temmuz 2010, s. 147-179.
Mustafa Edip Çelik, “Turkey’s Middle East Policy Shaped in the Axis of Sadabad Pact/ Türkiye’nin Sadabad Paktı Ekseninde Şekillenen Ortadoğu Politikası”, History Studies, Volume 10, Issue 8, November 2018, p. 93-108.
Timuçin Faik Ertan, “Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937)”, Atatürk Ansiklopedisi.
Akşam, Cumhuriyet, Ulus gazeteleri, 7-8-9 Temmuz 1937.
(CUMHURİYET)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder