Kötülük...-Ayşen Şahin-
Ayten Mutlu’nun Kadın ve Barış şiirini arıyorum, bulamıyorum. İnsan şiire muhtaç kalırmış, sınanıyorum.
“Utanıyorum suda boğulan balık, havada düşen kuştan” diyordu, suçluyordu şair “Güneş prangalarda sen susuyorsun...”
Durulmuyor sıcaktan, nefes alınmıyor nemden, değil mi?
Değil. Hepsi kötülükten.
Kapansa bir yere onca filozof, sosyolog ve psikolog, bir isim arasalar bu devrana, içinde “kötülük” geçerdi kesin.
Bana sorsan hükümranlığı derim, kötülük öyle yaygın, öyle derin.
Irkçılık, şiddet, savaş, kıtlık, katliam, ayrımcılık, dijital şiddet, shaming, yoksulluk, yoksunluk, bilgisizlik, art niyet, cehalet, yalan, dolan, riya ve şatafatlı bir zenginlik...
İlk yazıtlardan Antik Yunan’a, Sanayi Devrimi’nden bu yana, böylesi görülmüş mü dört başı mamur.
“Kötülük etmeyi istememek başka, bilmemek başka” diyordun ey Seneca, müjdeler olsun edinmeyen kalmadı bu meziyeti, kötülüğü duymayan, bilmeyen yok tek bir kişi.
Her kötülük bilgi sanılan bir bilgisizlikten gelir diyordu Socrates ve onun savunmasını yazarken de “Kötülük ölümden hızlı koşar” dedi Platon.
Makalelerce, kitaplarca, yüzyıllarca dilden dile aktarılırken büyüdü, en görkemli haliyle çöktü üzerimize kötülük.
Ar ederim, hicap duyarım derdim cümle içlerinde bir zamanlar. İnsana dair en basit uyarılardı ağzımızdan çıkanlar, kaleme aldıklarımız.
Dereyi kurutmayın efendiler, ormanı katletmeyin, bebeğe dokunmayın, çocuğu işe koşmayın, kadını görün ey efendiler, duyun.
Bizi ayrıştırmayın, aramıza paslı çiviler sokmayın, kırdırmayın insanı insana, kimlikler renk olsun mayın değil.
Basit ve sıradan cümlelerle anlattık, süsledik zaman zaman makalelerle, verilerle, analizler ekledik peş peşe.
Dünya alır intikamını, doğa verir cezasını.
Toprak ayağının altından kayar, dağ başına çöker, güneş cehennemine çeker dedik.
Şimdi nemden değil, kötülükten bu havalar, durulmuyor.
Uyunmuyor.
Sızı bir değil, bin değil. Ne kaldı insana varlığını hissettiren? Anlat bana bu toplumu, nedir dünyaya kendini sevdiren?
Misafirperver midir? Yok artık hiç değil, masaya bir tabak daha koyacak canı yok, ikramı bitti. Son hevesi de o dolardan taksimetre açan şoför tüketti.
Çok mu güler yüzlüdür? Bir gülüş bir yüzde kaç kere donar gülüm? Şebnem’in gülüşü geldi bak gözlerimin önüne, hani solduydu ya, 10 Ekim 2015’ti gün.
Ne diyeceksin: “Biz bebelerimizi ayağımızda sallaya sallaya sabahlarız, duysan öyle güzeldir ki ninnilerimiz?” Yok anam hiç de biz değiliz bu artık. Hangi çocuğun ne kadar sağ kalacağını kimsenin öngöremediği topraklardayız.
“Kadınlarıııı bu topraklarınnnn” diye hiç girme cümleye, bir nevi katliamdır, tüm kötülüğüyle çöktü memleket kadının üzerine.
Nâzım’ın şiirleri çevrilse de elliden fazla dile, “Bu adam seni üzmez” cümlesine ikna edemezsin artık tek bir kadını, tek bir adam için bile.
Neşelidir halkımız, işte buna gülünür kahkaha ile. Dünyanın en mutsuz ülkesi olmuşuz, Afganistan’dan sonra hem de.
Vay ki vay, hey ki hey be…
Kötülüktür bu nefes aldırmayan, geride pek bir şeyin kalmaması hali bizi biz yapan.
Ne vardı biliyorsun musun dünyanın hayretle izlediği bir ortak özelliğimiz, elde son kalan?
Geceleri herkes ensesinde bir nefesten korkarken sana eve kadar yoldaş olan, bir kaldırımda gözyaşı dökerken başını sana yaslayan dört bacaklı sahipsiz bir hayvan.
Tek ortak sevgimizdi lan elimizde kalan.
Toplu taşımada görünce yüz kaslarımızda gülümsemeye yakın bir his bırakan, bankta çökmüşken bacaklarımıza dolanan, evsizlerin donmamasını sağlayan canım hayvan.
Bir mahallenin ortak belki tek noktasıydı, birinin verdiği adın o dört bacaklıda anonimleşmesi, normalleşmesi, adıyla ünlenmesi.
Her mahallenin vardı bir karabaşı, Duman’ı, Hayta’sı, Tayfa’sı...
Geride hiçbir şey bırakmayana kadar basacaklar kötülüğü, tek bir temiz his, tek bir kirlenmemiş sevgi, tek bir gerçek aşk yaşatmayana kadar.
Herkes kötüleşene kadar sürecek.
Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk dedi ki komisyon toplantısının 17. saatinde “Ömrümce, herhangi bir sebeple toplumun bir kesimini küçümsemeye karşı çıktım. Sizi küçümsüyorum, çok küçümsüyorum. Bir iradeniz yok. Bu çalışma biçiminizi küçümsüyorum, bu varoluş biçiminizi küçümsüyorum. Hannah Arendt şöyle der: “Riyakarın maskesi düştüğünde arkasında bir ‘yüz’ yoktur. Sizin bir yüzünüz yok. Siz bir yüz arıyorsunuz. İktidar savaşınız, hegemonya savaşınız bir yüz arayışıdır. Bunu size biz veremeyiz. Bu ne hevestir katliam için? Kendinize saygınız olsun, gidin kendinize bir yüz bulun!”
23 senede yaşama dair her şeyin kavgası verildi bu ülkede. Madenden dereye, ormandan denize, bebeden neneye.
Mücadele denildi adına, dayanışma, birlik vesaire vesaire.
Alanlar, mitingler, barikatlar, sloganlar ve pankartlar.
Diren dedik adına, savunma dedik.
Son viraj, avuçlarda bir pati.
Canım imza kampanyasına mail adresimi yazmak istemiyor, tweet atmak istemiyorum, kucağımda köpekle Instagram’a fotoğraf koyasım yok. Çok denendi, yapmayacağım, içimden gelmiyor. Aleni riyakarlık, yapmış olmak için yapmak işte, bir halta yaramayacağını bile bile, sırf sustu demesinler diye.
İyiliğim ölüyor içimde uzundur, cinayet elbirliğiyle işleniyor. Belki sen bile dahilsindir ey okur.
Ben avaz avaz küfürlü şiirler haykırmak istiyorum, gırtlağımı parçalayan şarkılar söylemek, ayaklarımla yer inlercesine tempo tutmak istiyorum, öyle keskin ıslıklar çalıp geceyi yırtmak. Çalakalem romanlar yazmak istiyorum, Balzac misali çıkmadan evimden, atılana kadar. Bir bir yargılayıp astık çoktan iyi niyetleri, anlaşılma kaygısını da yanına gömmek istiyorum. Elimde hep bir kürekle gezmek istiyorum.
“Vurmayın, öldüm” dedi Ali İsmail, vurdular.
“Ölmek istemiyorum” dedi Emine Bulut, gırtlağını kestiler.
Ne cenin pozisyonunda yere yatmak kurtarır artık ne gözyaşları içinde dert anlatmak ne vicdan çağrısının karşılığı var ne bilimin uyarısının.
Kim bilge bunca cehalet salgınında? Kim değil ki riyakar?
Kimsede yüz yok.
Direnmek, savunmak, mücadele etmek, dayanmak... Ne pasif fiillermiş meğer, düşününce hepsi saldırıya karşı, ikincil hamle.
Bu bir edebi köşe yazısı. Bak ne diyor edebiyatın büyük ustası:
“Kötülüğün asıl yüzünü açıkça görebilmek için, kötülük etmek gerek.”
Şu ömürde bir kez olsun, ilk yumruğu ben atmak istiyorum.
/././
TFF seçimlerinde kasa kazandı -Bülent Falakaoğlu-
Şantaj, tehdit, kumpas, rüşvet, müdahale, çekilme…
Öncesinde, mafya filmini aratmayacak bu fiillere tanık olduğumuz Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) seçimleri tamamlandı!
İktidarın açık desteğine rağmen mevcut TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi kaybetti!
Peki kim kazandı? Futbol mu?..
Soruyu tersten soralım: Açık desteği işe yaramayan iktidar kaybetmiş mi oldu?
Ya da… Kazanan aday yeniyi mi temsil ediyor?
***
Büyükekşi’nin, TFF tarihindeki ‘en kötü’ başkan olduğu konusunda hemen herkes hemfikir!
Hakem dövme…
Sahadan çekilme…
Kötü fikstür planlaması…
Suudi Arabistan’da planladığı ‘Süper Kupa’ finalinin oynanamaması vb…
Dönemi boyunca sayısız skandal yaşandı.
Bu gerçeklere rağmen Büyükekşi neden iktidarın ısrarla arkasında durduğu aday oldu ki?
***
Akıllara gelen soruların doğru cevabına ulaşabilmek için ismin arkasındaki güçlere ve güç dengelerine bakmak gerekir.
Perde arkasındaki o güçlere ulaşmak için izlenecek yolun ipuçları ortada… O uçlar, adaylıkları iktidar çevrelerinin ‘yol temizliği’ müdahalesi ile engellenen isimlerin sözlerinde saklı!
Adaylardan Samsunspor Eski Başkanı İsmail Uyanık diyordu ki…
“Büyükekşi’yi oraya getiren ve onu oradan almaya muktedir olan bir iktidar var”. “Siyasi iktidarın şu anda futbolda eli ayağı olan, kendine bağlı birkaç kol var”.
Kim bunlar?
Bu soruya dair ipuçları kamuoyunda dolanıyordu… Başakşehir Futbol Kulübü Başkanı Göksel Gümüşdağ… Kalyon grubu… Gaziantep lobisi vb…
Bu isimler, lobiler neyi koruyor, hangi çıkarları gözetiyordu?
Peşine düşülecek cümleyi, külliyeden gelen telefonla adaylıktan çekilen Servet Yardımcı kuruyordu: “Malum kirli yapı tarafından mevcut sistemin devam edebilmesi adına başlatılan kumpasa uğradım”.
‘Kirli yapı’, ‘mevcut sistem’… Ne ola ki?...
12 YILLIK AÇIK MÜDAHALE VE DÖNEN ÇEMBER
Sahaya müdahale etmekten, şampiyonu belirlemekten öte bir ağ bu! Futbolda her zaman var olan ‘siyasi ve ekonomik rant’ devşirmenin gereği.
İktidarın kah belediyeler, kah türedi zenginleri, kah sponsorluklar aracılığıyla el attığı futbola, son 12 yıldır en tepeden, TFF Başkanlığı üzerinden açıktan müdahale ediyor.
Son 12 yılın adaylarına bakalım.
Önce Yıldırım Demirören.
İktidar tarafından Aydın Doğan Medya Grubu’nu satın alması için Ziraat Bankasından yüz milyonlarca dolarlık kredi kullandırılmış… Yıllarca aldığı krediyi ödememesine göz yumulmuş bir isim.
Bahis şirketi İddaa’yı satın alınca başkanlığı bırakmak zorunda kaldı.
Çünkü…
Bir yandan bahis oynatıp bir yandan futbol yöneticiliği yapması Avrupa ve dünya futbol federasyonları birliği FIFA ve UEFA nezdinde mümkün değildi.
Sonrasında gelen isim Nihat Özdemir oldu…
Hani kamudan ballı ihaleleri alan, adları beşli çeteye çıkan, iktidar gözdesi şirketlerden biri olan Limak’ın patronu.
O da yerini beşlinin bir diğer üyesi Kalyon grubunun desteklediği adaya bıraktı; Mehmet Büyükekşi’ye…
Adaylar zincir halkalar gibi değil, bir çember gibi adeta! Demirören’den Kalyon’a doğru dönen!
Bu çemberde, AKP Türkiye’sinin ekonomi politiğine dair her şey var.
***
Yıldırım Demirören’in kızı Yelda Demirören, Haluk Kalyoncu ile evli!
Yani…
“Sabah-ATV” grubunu havuz medyası haline getiren Kalyoncularla; CNN, Kanal D ve Hürriyet’i satın aldırılan Demirören ailesi dünür.
Dünürlükle sınırlı değil mesele… İnşaat, enerji, talan, rant gibi AKP Türkiye’sinin anahtar kelimeleri de kesişiyor.
***
Açalım.
Ziraat Bankasından kullandırılan ‘kıyak’ kredi borcuna karşılık Demirörenlerin ipotek ettirdiği Kemer Country arsası…
İmara açıldı, devasa bir rant alanı haline dönüştürüldü. Burada villa projelerini yapacak şirketlerden biri Zirve Holding. Ömer Faruk Kalyoncu’nun…
Buradan yani Kemer’den, TFF spor tesislerinin bulunduğu Riva’ya uzanalım.
Riva’daki Hasan Doğan Milli Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri… Tesislere yapılan eklemeler… Tesislerin karşısında inşa edilecek spor kompleksi projesi inşaatı ve zemin iyileştirme çalışması… Hepsi tanıdık şirketlere ihale edildi.
Şimdi büyük iddia gündemde: Riva’daki TFF’ye ait arazinin bir kısmı Kalyon grubuna satıldı ve satış için son prosedürleri tamamlanmak üzere…
Henüz yalanlama yok!
Önerdikleri Büyükekşi TFF başkanı olduktan sonra TFF’yi adeta kendi çiftliğine çeviren Kalyon grubu, Riva’da yayıldıkça yayılıyor. Sitelerinde kendi projeleri Riva Country’i şöyle pazarlıyorlar: “Şehre yakın konumu ve kolay ulaşım imkanlarıyla doğayla iç içe yaşamayı tercih edenler için ideal bir seçenek”.
***
Aslen Karadenizli olsalar da Antep çıkışlı holdingleri olan Kalyoncular, Tayyip Erdoğan için de önemli isimler.
Kalyoncu ailesinin Erdoğan ile hukuku eskilere dayanıyor! Ömer Faruk Kalyoncu’nun nikah şahidi bizzat Erdoğan.
Hasan Kalyoncu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘meşhur’ eniştesi Ziya İlgen’in Ar Enerji’de ortaklarının 15 yıllık geçmişi var.
Azeri petrol devi SOCAR’ın Türkiye’de kurduğu ve Erdoğan’ın ‘yol’ verdiği şirketin ortağı Kalyoncu ailesinin himayesindeki Ark Gaz.
***
İç içe geçmiş bu ilişkiler, çarkın içindeki iktidar elinin kimler olduğunu da açık ediyor.
Kalyon Holding ve Ömer Faruk Kalyoncu…
Demirören Holding ve Yıldırım Demirören…
Ve… İşi çekip çeviren Göksel Gümüşdağ! ‘Gizli baron’ diye anılan Gümüşdağ, avukatlarını tahkim kuruluna atayabilecek kadar etkili bir isim.
50 MİLYAR DOLARLIK RANT
Bozulması istenmeyen düzenin uzandığı başka bir alan daha var: Bahis!
Demirören grubu yasal olanında tekel konumunda; iddia tekeli!
Bir de sanal bahsin, en az 50 milyar dolar olduğu söylenen yasa dışı kısmı var.
Telefonla siteye üye olup oynanabiliyor. Futbol etrafında kumar oynanan bu siteler ve iş üzerinden ciddi para kazanan gruplar var!
Nemalanan, devlet içinde yuvalanan bir kitlenin varlığından söz ediliyor.
***
İllegalden kazananlar, ekmeklerine taş konulacağı için uluslararası bahis şirketleri gelsin istemiyor.
Hakeza tekelinin kırılmasını istemeyen Demirören grubu da…
Adaylığı engellenen, ‘Kumpasa kurban gittim’ diyen Erdal Alkış bu duruma savaş açtığını söylüyordu: “Eğer TFF başkanı seçilseydim, Türkiye’de bahsi tekelleştirmeden çıkaracaktım. Uluslararası 3 büyük bahis firmasıyla ön anlaşmalar yaptık. Türkiye’ye uluslararası bahis şirketlerini getirerek, yasa dışının önüne geçecektik. Ancak mevcut düzenin devam etmesini isteyen bir grup var.”
Diğer aday Uyanık da egemenlerin parmağına dikkat çekip şu haklı soruları soruyordu:
Yasa dışı bahisçilerin tahsilatçıları yargılanıyor; bu bahsi oynatan onların patronlarının peşine kimse neden düşmüyor?
Tahsilatçılar suçlu, peki oynatanların suçu yok mu?
Egemenlerin yönettiği yasa dışı bir yapı var ve kimse üzerine gitmiyor, neden kulüpler ve federasyon ortak şekilde hareket edip gereken savaşı vermiyor?
Harekete geçmek bir yana Spor Toto’nun belirlediği kurallar yasa dışı bahise alan açıyor.
Şöyle ki…
Bahis oyunlarını oynatmak isteyen kuruluşlar Spor Toto’ya başvurarak yetki alıyor; Spor Toto’nun belirlediği kazanç oranlarıyla oyunlar oynatıyor.
Lakin belirlenen oranlar ‘piyasa’dan düşük.
Yüksek kazanç oranlarıyla oyunları oynamak isteyenler yasa dışı yöntemlerle yurt dışındaki şirketler bünyesinde bahis oyunlarını oynamaya çalışıyor.
Yoksulluk artıkça kumar, bahis benzeri bataklıklarda kısıtlı birikimlerini harcayanların sayısı her geçen gün artıyor.
20 milyar dolarlık yasal olanın, yaklaşık 2.5 katı büyüklüğünde bir ekonominin yasa dışı platformlarda oluşması bunun sonucu!
‘Tepedeki’ birileri de bu bataklıktan sağlam besleniyor.
ÇARKI KIRACAK KİŞİ HACIOSMANOĞLU DEĞİL
Devasa ‘rezervi’ kuramasın isteyenler, Mehmet Büyükekşi’nin arkasına dizildi!
Diğer AKP’li adaylara göre daha rahat kontrol edebildiklerini bildikleri için…
Antep’ten tanıdıkları ve tasfiye edilmeyen Fethullahçı bilinen ekiple arası iyi olduğu için…
Fakat…
Seçimi saf dışı edilmeyen Trabzonspor Eski Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu kazandı; birikmiş öfkenin ve AKP içi bir kavganın sonucu olarak!
Lakin…
Siyasetin, ballı ihalelerin, kara paranın, şiddetin tahakkümü altındaki futbolu kurtaracak adam Hacıosmanoğlu değil.
O da tam başkanın adamı ve göbekten bağlı…
***
AKP mitinglerinde boy gösteren Hacıosmanoğlu’nun 2013 yılında kurduğu ATR Yapı Proje Şirketi bugüne kadar 30’a yakın kamu ihalesi kazandı.
Gezi direnişi sırasında AKP’nin Kazlıçeşme mitinginde yer alan Hacıosmanoğlu’nun şirketinin Sağlık Bakanlığından TOKİ’ye, Kredi ve Yurtlar Kurumundan İBB’ye uzanan ihalelerinin toplamı milyarlarca lira ediyor.
İktidar ne derse onu yapmak zorunda; çıkarlarını zedeleyebilecek bir adım atacak durumda değil.
Üstelik de…
Güç ve şiddet üzerinden, ‘erkekliğin’ sahada yeniden üretilmesine hizmet edecek, ‘eril’ dile sahip bir figür. Tam da AKP’nin erkek egemen siyaset meşrebine uygun şekilde.
2-2 berabere biten bir Trabzonspor, Gaziantepspor kaçı sonrası hakemleri, 4 saat boyunca soyunma odasına kilitlemiş bir isim.
Sırf haksızlığa uğradıklarını düşündüğü için, cezayı kendi kesmiş… Sahanın ortasında hakem dövmeye varan şiddetin parçası olan biri.
“Ben 49 yaşına kadar adam gibi yaşadım, kadın gibi yaşamadım” diyerek yediği haltı cinsiyetçi dille savunmuş biri…
Eylemini, ‘dünya konjonktürünün gitsin diye üzerine oyun oynadığı bir liderin aramasıyla’ sonlandırdığını dile getiren bu şahsın TFF’deki bağımsız politikası da anca o kadar olur; dünya lideri sandığı şahıstan gelecek telefon kadar.
***
Kumarhane sloganıdır: Kasa her zaman kazanır!
TFF seçimlerini de çark kazandı! Tıpkı kumar veya bahis oyunlarının banko kazananının oynayanlar değil, kasa olması gibi…
Erdal Alkış ve Servet Yardımcı Fotoğraflar: DHAADAYLAR BİR BİR SAF DIŞI BIRAKILDI
Seçim öncesini hatırlayalım!
Halihazırdaki başkan için tam bir yol temizliği yapılıyordu.
Adaylardan Erdal Alkış’tı…
TFF adaylığı eksik evrak gerekçesiyle kabul edilmedi. ‘Eksik yok, plan var’ dedi. ‘Başkan Büyükekşi’nin kendisini tehdit ettiğini açıkladı.
AKP’liydi! 2004 yılında yapılan yerel seçimlerde parti seçim koordinasyonunu bizzat yürütmüş bir isimdi. Bu kimliği ‘plan ve tehdide’ maruz kalmasına engel olmamıştı.
Adaylardan biri de Eski Samsunspor Başkanı İsmail Uyanık’tı. ‘Siyasetin adamı değilim’ diye çıktı ortaya; yeterli imza toplayamadı.
‘İmza toplamak artık tehdit unsuru haline gelmiş, iktidarın imza üzerinden oluşturduğu tehdit düzeniyle savaşırken muhalefet cephesinden destek görmedik’ diye isyan etti.
Öyle ya…
AKP dönemi türedi zenginlerinin, AKP’li belediyelerin, inşaat baronlarının çiftliği haline gelen kulüpler nasıl bağımsız hareket edecekti?
Üstelik borçlar dağ gibi, sponsorluklar ‘siyasi’ iken.
Bu berbat iklimde en açık müdahale ile karşı karşıya kalan aday Servet Yardımcı’ydı.
En çok imzayı toplayan adaydı. Bir anda kazanabilir bir isim haline gelmişti. TFF yönetimine tepki duyanların arkasında birleştiği bir odak haline gelmişti.
Kulüpler için tercihte riskli de gözükmüyordu!
Rizeli… Kardeşi eski AKP İstanbul milletvekili. Kendisi de AKP camiasından bir isim.
Siyasi referansları tamam.
Aynı zamanda UEFA Yönetim Kurulu üyesi; futbolun içinden biri!
Kurumsal kimlik ve bilgisi de tamam.
Ama siyasi ve mesleki referansları yetmedi.
Önce…
Anadolu Ajansının sosyal medya hesabından bir mesaj paylaşıldı. UEFA Asbaşkanlığı yapmış Şenes Erzik’in, Avrupa Şampiyonası’nda, Milli Futbolcu Merih Demiral’ın yaptığı ‘bozkurt’ işareti nedeniyle ceza alması üzerinden Yardımcı’ya şu sözlerle yüklendiği ileri sürüldü: “Ben UEFA’da görevli, yetkili, sorumlu olsaydım bu soruşturmanın başlatılmasına dahi izin vermezdim. Soruşturma ve verilen ceza sürecinde Servet Yardımcı nasıl bir tutum içinde…”
Erzik yalanladı!
Sonra…
Yardımcı adaylıktan çekildi. Çekilme kararının Saray’dan gelen telefon üzerine olduğu bilgisi yayıldı.
***
AKP’li olmayan aday bile olamıyordu ama her AKP’li de tek bir isimde birleşmiyordu.
Servet Yardımcı’ya destek verenlerin yanı sıra… Büyükekşi’nin adaylığına cepheden karşı çıkanlar da vardı; Eski AKP Milletvekili Metin Külünk gibi!
Büyükekşi’nin telefonundan çıkan ‘ByLock’ programına gönderme yaparak şöyle diyordu: “ByLock gibi oldukça gizli ve 15 Temmuz sonrası ancak çözülebilen bir örgüt programında izi olan kişi bugün TFF’yi yönetiyorsa, onu destekleyenler ‘Milletin tepkisi ve iradesi bizi ilgilendirmez, biz istediğimiz adamı seçtiririz’ diyor demektir.”
***
Süren tartışmaların ortasında Trabzonspor Eski Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu aday olarak bitiverdi.
‘Reisin hayranı’ olduğu için kabul gördü fakat herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir aday profilinde olmadığı için de çok da önemsenmedi.
Fakat AKP’ye hiç de uzak olmayan bir isim listesine girdi: Sivasspor Başkanı Mecnun Otyakmaz. Hem de mevcut başkanı karşısına almanın bedelini göze alarak.
Aynı şekilde Sakaryaspor Başkanı Gökhan İn de…
‘Transfer yasağınızı kaldıralım, bizim tarafımızda olun’ rüşvetine… ‘Kazanamazsa sıkıntı olur’ gözdağına rağmen Hacıosmanoğlu’nu destekledi.
İktidarın topyekun hazır ola geçirme potansiyelini kaybettiği ve çelişkilerin derinleştiği dönemin özelliğine uygun olarak.
/././
Bahçeli yeni güçlerini masaya koyuyor; zoraki ortaklar arasındaki gerilim büyüyor! -İhsan Çaralan-
TBMM’nin gündemi çok yoğun! AKP ve MHP milletvekilleri temmuz sonuna kadar gündemdeki düzenlemeleri TBMM’den geçirmeyi amaçlıyor.
İktidar vekillerinin kamuoyunda büyük tepki görmelerinin ardından “Öğretmenlik Meslek Kanunu”nun görüşmelerini bir sonraki yasama dönemine erteleyerek üstlerindeki baskıyı azaltmaya çalıştı. Ama;
“Sokak Hayvanları Koruma Yasası”yla ilgili görüşmeler,Erdoğan-Şimşek programının bir adımı olan ve içinde en düşük emekli maaşını 12 bin 500 TL’ye çıkararak emeklileri açlığa mahkum eden düzenlemenin de olduğu “vergi düzenlemeleri”yle ilgili yasa teklifi,Kadınların kendi soyadlarını kullanmalarını engelleyen “9. yargı paketi” önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kuruluna gelecek.
Meclisin dışı da alev alev! Hayvan hakları savunucuları sokak hayvanlarının katledilmesinin önünü açacak yasanın geri çekilmesi için birçok kentte meydanlara çıkarak taleplerini yüksek sesle ifade etmeyi sürdürüyor.
Emekliler kendilerine reva görülen en düşük emekli maaşına yapılan 2 bin 500 TL’lik “zam” düzenlemesini ve diğer emeklilere yapılacak yüzde 24’lük zammı da kabul etmediklerini her gün ülke sathında yaptıkları basın açıklamalarıyla ifade ediyorlar.
Kadınların, evlenmeden önceki soyadlarını kullanmalarını engelleyen düzenlemeye tepkilerini ifade eden açıklamaları da sürüyor. Düzenlemenin TBMM Genel Kuruluna gelmesiyle tepkilerin daha artması bekleniyor.
Patronlar her gün servetlerine servet katarken; iktidar işçi ücretlerine “temmuz zammı” için ayak sürümeye devam ediyor. Buna karşı “temmuzda zam şart” diyen işçilerin girişimlerinin eyleme dönüşmesinin işaretleri de çoğalıyor.
BU DA GÖRÜLDÜ: ‘MAFYA EMNİYETE OPERASYON ÇEKİYOR’MUŞ!
AKP ve MHP arasında çatışma alanına dönüşmüş iki dava da bu haftanın önemli gündemiydi. Bu davalardan birincisi Sinan Ateş cinayeti. Bu davada savcı dün “esas hakkındaki mütalaası”nı verdi. 2 dakika süren duruşma 30 Eylül 2024’e ertelendi.
Geçtiğimiz çarşamba günü Ayhan Bora Kaplan (ABK) suç örgütüyle ilgili operasyonu yöneten polis şeflerinin yargılandığı davanın ilk duruşması da yapıldı. Tutuklu polisler suçlamaları reddettiler. Kendilerine yönelik suçlamaların “Organize suç örgütünün emniyete yönelik operasyonu” olduğunu söyleyerek son yıllarda çok zenginleşmiş olan yargı literatürüne “Suç örgütünün emniyete operasyon çekmesini” de eklemiş oldular. Ki bu artık “Sözün bittiği yerin bile dibinin dibi”dir!
‘SOYLU ŞOV’ BAHÇELİ’DEN İZİNSİZ OLABİLİR Mİ?
Geçtiğimiz hafta AKP-MHP arasındaki çatışmaya yeni bir unsur eklendiğine tanık olduk. Uzunca bir zamandan beri sessizliğini koruyan Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yasa gereği kendisinin kullanımına verilen biri zırhlı üç aracı Bakanlığa ilginç bir yöntemle teslim etti. Dahası Soylu dokunulmazlığının kaldırılması için Meclise başvuracağını, böylece kendisine yönelik suçlamalardan yargılanmak istendiğini açıkladı.
Bakanlık dönemiyle ilgili suçlardan ancak Yüce Divan’da yargılanabileceğini, bu yüzden de dokunulmazlığı kaldırılsa bile herhangi bir mahkemenin Soylu’yu yargılayamayacağını söyleyen hukukçular ve siyasetçiler, girişimlerin bir “Soylu şov”dan ibaret olduğunu öne sürdüler. Tabii burada Soylu’nun Bahçeli sonrasında MHP’nin başına geçme, Erdoğan sonrası AKP’nin başına geçme hayallerinden de söz ettiler. Ama AKP-MHP arasındaki büyük mücadeledeki gelişmeler dikkate alındığında Soylu’nun girişimlerinin Bahçeli’den bir işaret almadan yapılmış olması açıklanabilir değil.
Hele de iktidar içindeki ve Bahçeli’nin büyük bir dikkatle yürüttüğü kavganın hayli derinleştiği bir dönemde!
SİLAHLI GÜÇLER DE MASADA!
Son beş günde siyaset cephesinde iki önemli gelişme yaşandı.
Bunlardan ilki, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin 8. yılı dolayısıyla Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde bulunan Polis Özel Harekat Başkanlığını ziyareti sırasında oldu.
Polis Özel Harekat Başkanı Süleyman Karadeniz, karşılama sırasında Bahçeli’nin elini öptü! Bu el öpme/öptürme fotoğrafı kamuoyunda tepkiyle karşılındı. Muhalefet partileri, çeşitli toplumsal kesimler Karadeniz’in derhal görevden alınmasını istedi!...
Eli silahlı binlerce özel harekatçının komutanı olan bir kamu görevlisinin Bahçeli’nin elini öpmesi “büyüklere bir saygı” ifadesi olarak yorumlanamaz. Tersine bu tutum basit bir saygının çok ötesinde “biat işareti” olarak yorumlanmalıydı, öyle de oldu!
Bu el öpmenin/öptürmenin tam da emniyet ve yargıda AKP-MHP arasındaki çatışmanın açıkça değil ama çok derinden ve şiddetli biçimde sürdüğü, tartışmanın “Mafyanın emniyete operasyon çektiği”nin mahkeme kayıtlarına geçtiği koşullarda bu çok önemli silahlı gücün başkanının Bahçeli’nin elini öpmesi herhalde basitçe bir “büyüklere saygı” olarak geçiştirilmez. En başta da Erdoğan ve partisi böyle anlamadı. Tersine bu el öptürmeyle Bahçeli’nin Erdoğan’a aralarındaki mücadelede “Bak Özel Harekat benim emrimde!” demesi olarak anlaşıldı! Ki doğrusu da buydu.
BAHÇELİ’DEN ERDOĞAN’A: ‘SURİYE POLİTİKANI DEĞİŞTİRECEKSEN BANA İHTİYACIN VAR!’
Son beş günün ikinci önemli gelişmesi ise; Türkiye’ye gelen Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) iki komutanı Seyf Bolat ve Muhammet Cesim’in 16 Temmuz günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret ettikten sonra 17 Temmuz günü de Organize Suç Örgütü Lideri Alaattin Çakıcı’yı ziyaret etmesiydi.
Yani Türkiye tarafından eğitilip donatılıp sonra da maaşa bağlanan bu kişiler gelip kendilerini eğitip donatan, maaş veren bakanlık yetkilileriyle değil önce Bahçeli sonra da Mafya Lideri Alaattin Çakıcı’yı ziyaret ediyorlar. Çakıcı ile yedikleri yemekte masada özellikle mesaj verme amaçlı olması için konulduğu anlaşılan bir “pala” (silah) da var.
İktidarın Suriye politikasında bir değişikliğe giderek Suriye hükümetiyle anlaşmak için yollar aradığı koşullarda, ÖSO’nun nerede duracağı önemli. Çünkü Erdoğan’ın “Esat’la görüşme isteği”ne bile adeta ayaklanarak karşılık veren İdlib’de iktidarın Suriye politikasına karşı çıkan silahlı güçlerin içinde en azından bazı grupların iktidarın değil de Bahçeli’nin emrinde olduğunu gösteren bu ziyaretin zamanlaması “manidar” olmanın ötesindedir. Çünkü bu ziyaretle Bahçeli Erdoğan’a, “Bak Suriye politikanı yeni bir mecraya geçirmek için bana bağlılık ifade eden bu güçlere, dolayısıyla benim desteğime ihtiyacın var” demiş olmaktadır.
Kendisinden sonra bu kişilerin Çakıcı’yı da ziyaret etmiş olmaları, bu kişilerin Bahçeli ve MHP’ye bağlılıklarının dolaysız oluğunu göstermiş olmaktadır.
Bahçeli’nin Erdoğan’ı ziyaretlerinin çok sıklaşmış olması aralarındaki sevgi ve saygının değil, kavganın büyüdüğünün işaretidir.
Bütün işaretler de bu kavganın daha da büyüyeceğini ama “ortaklığı” da sürdürmek zorunda olduklarını göstermektedir.
/././
Tasarruf paketinden kadınların payına düşen: Zifiri tasarruf! -Laçin BARIŞ-
Geçtiğimiz hafta kamuda tasarruf tedbirlerine ilişkin düzenlemeler içeren “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı.
Düzenleme ile belediyelerin aydınlatma giderlerindeki payı 3 katına çıkarılıyor. Yasa 1 Ocak 2025’te yürürlüğe girecek. Belediyelerin ödemelerdeki payının artırılması genel aydınlatmaların azaltılmasına neden olacak. 30’u büyükşehir belediyesi, 519’u büyükşehir ilçe belediyesini etkileyecek genelgedeki oranı cumhurbaşkanı isterse 2 kat daha artırabilecek. Düzenlemeye gerekçe olarak da “genel aydınlatmanın toplam maliyetinin merkezi idare ile mahalli idareler arasındaki paylaşımı daha dengeli hale getirilerek uygulamada otokontrolün sağlanmasına daha fazla katkı sunulması” öne sürülüyor.
Sokak aydınlatmalarının mevcut durumda dahi yetersiz olması kadınların yıllardır dile getirdiği bir sorun. Son yıllarda belediyeler “bütçe yetersizliği” gerekçesiyle sık sık sokak, park ve bahçelerin aydınlatması için ampul alımı ihalelerini iptal etmişti. Ekmek ve Gül çoğu büyükşehir olmak üzere pek çok farklı ilden 572 kadına “Sokaklar kadınlar için yeteri kadar aydınlık mı?” sorusunu yönelterek anket yaptı.
Ankete İstanbul’un Esenyurt, Küçükçekmece, Üsküdar, Pendik, Tuzla, Sultangazi, Ankara’nın Altındağ, Mamak, Çankaya, İzmir’in Balçova, Karabağlar, Bursa’nın Osmangazi, Nilüfer, Yıldırım, Antep’in Şehitkamil, Şahinbey, Diyarbakır’ın Yenişehir, Kayapınar, Van’ın Köyiçi, İpekyolu, Kocaeli’nin İzmit, Derince, Gebze, Darıca ilçeleri ile Urfa, Dersim, Mersin, Antalya, Aydın, Denizli ve Balıkesir’den kadınlar yanıt verdi. Yanıtlar tablonun vahametini ortaya koyuyor.
YÜZDE 99 GÜVENDE HİSSETMİYOR
Ankete göre kadınların çok büyük bir bölümü güvenle sokakta yürüyemiyor. Kadınların yüzde 83'ü yaşadığı veya iş yerinin bulunduğu sokakta aydınlatmaların yeterli olmadığını söylüyor. Ankete katılan kadınların sadece yüzde 0.8’i gece sokakta yürürken bir sorun yaşamadığını, rahat yürüdüğünü söylüyor.
501 kadın gece sokakta yürürken tedirgin hissettiğini, 208 kadın telefonla konuşmak, 299 kadın hızlı yürümek, tek yürümemek için güzergah değiştirmek gibi farklı yöntemler kullanmak zorunda kalıyor. Ankete katılan kadınların yüzde 31’i sokak aydınlatmalarının yetersizliği nedeniyle tek başına yürüyemediğini ifade ederken katılanların yüzde 9’u karanlıkta yürürken tacize uğradığını söyledi.
‘KOŞARAK GEÇİYORUM’
Kadınların yüzde 37’si telefonla konuşarak eve yürüdüğünü kaydederken kadınların yüzde 52’si “sokaktan koşarak geçiyorum” dedi. Kadınların ankette yer verdiği yanıtlar arasında “Her an öldüreceğimi hissediyorum” yanıtı dikkat çekerken kimi kadınlar kendini korumak için “Telefon ışığını açarak yürüyorum” yanıtını verdi. “Devamlı arkamda biri var mı diye kontrol ediyorum”, “Arkamdan biri yürüyünce herhangi boş bir daireye el sallıyorum”, “Yolumu uzatıp daha aydınlık yoldan yürüyorum” ifadeleri de kadınların yanıtları arasında yer aldı.
BAŞVURULAR SONUÇSUZ
Kadınların yüzde 18’i sokak aydınlatmalarıyla ilgili belediyeye başvuru yaptığını söylerken başvuru yapanların yüzde 86’sı sorunun çözülmediğini ifade etti.
Ankete katılan kadınların yüzde 60’ı çalıştığını ifade ederken çalışan kadınların yüzde 14’ü servisle evine ulaşım sağladığını kaydetti. Çalışan kadınların yüzde 31.8’i sadece toplu taşıma kullanarak işe gidip gelirken yüzde 16.2’si ise yürüyerek işine gidip geliyor.
KADINLARIN HAYATINDAN TASARRUF
Yerel seçim sürecinde kadınların en çok şikayet ettiği konuların başında sokak aydınlatmaları ve bunun yetersizliğine bağlı maruz kaldıkları tacizler geliyordu. Tasarruf paketi kapsamında kamu kurumlarında personel servisleri iptal edilirken birçok fabrikada da “tasarruf” denilerek işçi servisleri iptal edildi. Bu durum gece vardiyasında çalışan pek çok kadının karanlık sokaklarda eve, fabrikaya, iş yerine gitmek zorunda kalması anlamına geliyor.
‘ELİNİZİ HAYATIMIZDAN ÇEKİN’
Ekmek ve Gül, sokak aydınlatmalarına ilişkin düzenlemeye tepki gösterdi. Düzenlemenin kadınlar için daha karanlık sokaklarda işe, eve gitmek anlamına geldiğine dikkat çeken Ekmek ve Gül, “Uzun süredir kadınların geleceğini karartmaya çalışan iktidar yine kadınların hayatına mal olacak düzenlemeler yapmaya devam ediyor” dedi. İktidarın kadınları şiddetten koruyacak mekanizmaları etkin işletmeyerek, kadınları karanlığa sürüklediğini vurgulayan Ekmek ve Gül, “Elinizi haklarımızdan, hayatlarımızdan çekin. Kadınları karanlığa hapseden programları, tedbirleri, paketleri kabul etmiyoruz. Kadınları aydınlık bir gelecek için mücadeleye çağırıyoruz” dedi. Açıklamada tüm sokaklarda sokak aydınlatmalarının sayısının artırılması, tasarruf adı altında işçi kadınların servis hakkının gasbından vazgeçilmesi, güvenli ulaşım imkanı sağlanması, kadına yönelik şiddeti önleme mekanizmalarının etkin işletilmesi talep edildi.
/././
Kıbrıs’ta çözüm imkansız mı? -Mustafa Yalçıner-
Enerji ihtiyacı ve giderilmesi için harcanan kaynakların büyüklüğü tek adam yönetiminin gözünü Doğu Akdeniz enerji havzasına dikmesine neden oldu.
20 Temmuz, Ecevit’in komutasındaki “Barış Harekatı” ya da Türkiye ve KKTC ile utangaçça ilişkiler kuran Azerbaycan, Pakistan, Bangladeş ve Gine gibi birkaç ülke dışında dünyanın hemfikir olduğu Kıbrıs’ın kuzeyinin işgalinin 50. yıl dönümü.
Başta -herhalde üç-beş uçağıyla- C. Bşk. Erdoğan olmak üzere siyasetçisi ve bürokrasisiyle devlet yönetimi KKTC’de olacak. Kuşkusuz geniş bir kadroyla CHP de kendi imkanlarıyla düzenlenecek törenlere katılacak.
Özel, “Ülke içinde eleştiririz ama yurt dışında Türkiye partisiyiz” demiş, açıklamıştı: “Dış politikada yüzde 85 aynı şeyi savunuyoruz. Mesela Kıbrıs...” Yine Özel’in sık sık yinelediği gibi “devleti kuran parti” olmak kolay değil! Genel Başkan seçildikten sonra ilk yurt dışı gezisini Kıbrıs’a yapmış. Bu, devlet geleneğiymiş.
Evet, Türkiye kapitalizminin muktedir ve muhalif temsilci ve sözcüleri Kıbrıs konusunda hemfikirler. Ve böyle olduğu için sorunun çözümü imkansız gibi görünüyor.
*
1974’teki işgali, Erbakan’la koalisyon yapan Ecevit gerçekleştirmişti. Gerekçeleri haklı görünüyordu. Ada sakini Rumlarla Türklere az-çok eşit haklar tanıyan bir anayasanın da kabul edildiği 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarının ardından imzalanan Garantörlük ve Kuruluş 1960 Anlaşması’na aykırı olarak Makarios anayasayı değiştirmeye çalışıyordu. Kıbrıs’ın bağımsız bir ülke olarak ilanından önce kurulan adayı Yunanistan’a bağlama yanlısı EOKA ile Türkiye’nin desteklediği adanın bölünmesini isteyen “Taksim” yanlısı TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) arasında çatışmalar aralıksız sürmekteydi. Kuruluştan önce başlamıştı. Yetmemiş; EOKA’cı N. Sampson, darbecilerin yönettiği Yunanistan’ın desteklediği bir darbeyle Makarios’u devirerek çatışmaları çığırından çıkarmıştı. Ecevit, “Adaya barış götürmek” için düğmeye bastı. Hep Amerikan emperyalizmi sağa sola “demokrasi” götürecek değildi ya!
*
O gün bugündür Kıbrıs fiilen bölünmüş halde. Önce işgalden 6 ay kadar sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1983 sonuna doğruysa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu. 1997’de Kıbrıs Cumhuriyeti Rusya’dan Türkiye depolarında çürüyen S-400’lerin bir alt modelini almaya çalıştığında patlayan “füze krizi” sayılmazsa, Kıbrıs’la Türkiye arasında olağan gerginlik sürdü. Ve tabii ki Kıbrıs sorunu, aralarında zaten fır hattı, kıta sahanlığı, batı Trakya gibi sorunlar bulunan iki NATO ülkesi Yunanistan’la Türkiye arasındaki anlaşmazlık ve hatta düşmanlığın başlıca nedenlerinden biri olmaya devam etti. Bu arada 2004’te BM Genel Sekreteri K. Annan’ın adıyla anılan planla adada çözüm arandı ancak bu amaçla iki yakada birden düzenlenen referandumda kuzeyde yüzde 65 “evet”, güneyde ise yüzde 76 “hayır” çıktı ve çözüm bir başka bahara kaldı!
*
Son yıllarda Kıbrıs’la Yunanistan ve Türkiye arasındaki sorunlara Doğu Akdeniz’de bulunan petrol ve doğal gaz dolayısıyla “Münhasır Ekonomik Bölge” (MEB) anlaşmazlığı eklendi.
“Karadeniz’de petrol ve gaz bulundu” diye sık sık “müjdeler” verilerek yatıştırılmaya çalışılan enerji ihtiyacı ve giderilmesi için harcanan kaynakların büyüklüğü tek adam yönetiminin gözünü Doğu Akdeniz enerji havzasına dikmesine neden oldu. Şimdiden İsrail ve Mısır Akdeniz’de enerji üretimine başladı, Kıbrıs İtalyan Eni ve Exxon Mobil’in aralarında olduğu enerji tekellerine 13 parselde arama ruhsatı verdi. İsrail’le Mısır gelişkin bir doğal gaz anlaşması imzalarken, Akdeniz’in kıyı ülkeleri Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Mısır ve Filistin 2019’da bir Doğu Akdeniz Gaz Forumu oluşturdu. Türkiye’nin tepkisi Libya’nın şimdi artık başbakanı değişmiş olan iki hükümetinden birisiyle aynı yıl bir MEB imzalamanın yanı sıra İtalyan ENİ’nin araştırmalarını savaş gemileriyle engelleme ve tartışmalı bölgelere araştırma-sondaj gemileri gönderme oldu.
Ancak bu hamleleri Türkiye’yi tecride götürdü. ABD, başta Fransa ve İtalya olmak üzere Avrupa ülkeleri ve yaptırım kararı alarak AB ile Rusya düzeyleri farklı tepkiler verip kimi açıktan kimi aba altından sopalar gösterdi. Tepkilerin ardından konuyla ilgili herhangi açıklama yapılmaksızın Türkiye’nin arama ve sondaj girişimleri bıçakla kesilir gibi durdu.
Kıbrıs ve Akdeniz’in sadece tartışmaların değil, çatışmaya ramak kalan hamlelerin odağı haline gelişi, öncelikle emekli amirallerin inisiyatifiyle “mavi vatan” kavramının geliştirilmesini ve kavramlaştırılmasını getirdi. Artık “vatan” sadece kara parçası değildi, denizleri de kapsıyordu ve KKTC “mavi vatan”ın temel bir parçasıydı.
Yüksek perdeden sözler ediliyor edilmesine ancak icraat yok!
*
Peki, Kıbrıs’ta çözüm imkansız mı? Ölüme bile geçici olsa da çözümler oluşturulmaya çalışıldığı düşünülürse, tabii ki imkansız değil; ancak herhalde milliyetçiliğin ve dayanağı olan kapitalizmin üstesinden gelinmesi ve en azından tarafların birinde devrim olmasıyla imkan dahiline girecek görünüyor.
/././
Bir kara para çamaşırhanesi* -Serkan Seyman-
Uluslararası denetimden azade yapısıyla Türkiye’den her tür suç yapılanmasının at koşturduğu bir alan olarak görülen KKTC’nin yanı sıra Güney Kıbrıs da kara para trafiği suçlamalarının merkezindeydi.
Bundan 24 yıl önce “Kıbrıs Barış Harekatı”nın 26’ncı yıl dönümünde KKTC o ana dek hiç olmadığı kadar gergindi. Beş gün sonra 25 Temmuz’da resmi rakamlara göre iki bin kişi sokaklara döküldü. Kıbrıs’ın kuzeyinde pek rastlanılmayacak şekilde sert polis müdahalesi yaşandı, otomobiller ters döndürüldü, kalabalık bir gösterici grubu tüm engelleri aşarak KKTC Cumhuriyet Meclisini bastı. Kürsü ele geçirildi; camlar, koltuklar kırıldı. Göstericiler büyük bir felakete dönüşen bankalar krizinde tüm birikimleri bir anda buharlaşan mudilerdi.
2000 yılında yapılan araştırmalardan kamuoyuna yansıyan bilgilere bakılırsa AB üyesi ülkeler, Güney Kıbrıs ve Türkiye aralarında olmak üzere 18 ülke ile yapılan bir mukayeseye göre KKTC, nüfusuna oranla en yüksek sayıda bankanın olduğu ülkeydi.
Batan bankalardan Kıbrıs Kredi Bankası Rauf Denktaş’ın dünürü, Serdar Denktaş’ın kayınpederi Salih Boyacı’ya aitti ve Boyacı dört yıl sonra kendisine ait şirketlere limitlerin üzerinde kredi kullandırmaktan suçlu bulunarak 4 yıllık cezasını çekmek üzere Lefkoşa Merkez Cezaevine konuldu. Batan bir diğer bankanın sahibi Elmas Güzelyurtlu’ydu. 1994’te el konulan Everestbank’ı o yıl devletten satın almış, 2000’de banka bir kez daha batıp 12 bin mudinin 42 milyon doları buharlaşınca yargılanmaktan kurtulmak için ailesiyle birlikte Güney Kıbrıs’a kaçmıştı.
KKTC’nin çoğunluğu off-shore2 statüsündeki bankalardan oluşan bankacılık sisteminin kuralsızlığı ve denetimsizliği, aslında Susurluk Kazası sonrası TBMM Susurluk Araştırma Komisyonunun raporlarında gayet net ortadaydı. Mehmet Ağar’ın makam şoförünün kardeşiyle, öldürülen MİT Görevlisi Tarık Ümit’in eşinin ortakları arasında olduğu “First Merchant Bank of Shore” gibi bankalar vardı. Banka 1993’te 3 milyon dolar sermayeyle faaliyetine başlamıştı.
‘90’lı yıllar KKTC’nin inanılmaz bir para girişine, son derece şaibeli ticari faaliyetlere, bankalara, döviz bürolarına, bahis ofislerine, kumarhanelere ve fuhuş sektörüne ait gece kulüplerine tanık olduğu zamanlardı. Susurluk Çetesi olarak uzun zaman gündemi meşgul edecek ilişkiler ağında ismi geçenlerden, Abdullah Çatlı’ya, Haluk Kırcı’ya, Korkut Eken’e; yeraltı dünyasının en tanınmış simalarına kadar herkes bir şekilde KKTC’ye sürekli gidip geliyor, tam olarak çözülemeyen faaliyetlerde bulunuyordu. 14 Mayıs 1996’da Kıbrıs’ın kuzeyinde dönen bu dikkat çekici ilişkiler ağını yazılarında konu edinen Gazeteci Kutlu Adalı evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Ancak failler hiçbir zaman bulunamadı. 2021 yılında gündemin ana maddesi haline gelen Sedat Peker yayımladığı videolarda konuyu tekrar gündeme getirip suikast ile ilgili olarak Korkut Eken’i adres gösterse de birkaç haftalık tartışmanın ardından konu yeniden rafa kaldırıldı.
2000 yılı aynı zamanda KKTC’de toplumsal hoşnutsuzluğun arttığı bir dönemdi. 16 Nisan 2000 günü yapılan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçiminde sonuç ilginçti. Türkiye’nin hem resmi ağızlardan hem de medyasından tam desteğe sahip Rauf Denktaş ilk turda yüzde 50’liyi geçememiş ve rakibi Derviş Eroğlu ile ikinci tura kalmıştı. Ancak ikinci tur yapılmadı. Çünkü Eroğlu’nun evinin bulunduğu sokaktaki bir çöp tenekesinde bir ses bombası patlamış, ardından Eroğlu “Peşimde 20 tane MİT ajanı dolaşıyor” açıklamasında bulunarak seçimden çekildiğini açıklamıştı. Ve ilginçtir o dönemde Türkiye’de kimse bu “garipliği” sorgulamamıştı.
2005’te Güney Kıbrıs’ta yaşayan Elmas Güzelyurtlu eşi ve kızıyla birlikte öldürüldü. Suikastı düzenlediği iddiasıyla gözaltına alınan kişilerin arasında 8 Şubat 2022’de yine silahlı saldırı sonucu hayatını kaybedecek olan Halil Falyalı’nın kardeşi Ali Falyalı da vardı. Zanlılar Kuzey’de yakalandılar. Cinayetler Güney’de işlenmişti. KKTC makamları zanlıların kendi vatandaşları olduğunu söyleyerek Güney yönetiminden suikast ile ilgili bilgileri istediler. Güney Kıbrıs makamlarıysa suçun kendi topraklarında işlendiğini belirterek zanlıların kendilerine teslim edilmesini talep ettiler. Adanın iki kesimi arasındaki bu inatlaşma, delil yetersizliği nedeniyle davanın düşmesiyle sonuçlandı.
Aslında bu yılların politik çekişmesinin tezahürü gibi görünen restleşme; birçok başka şeyin de aynasıydı. Uluslararası denetimden azade yapısıyla Türkiye’nin içindeki resmi ya da gayriresmi bağlantılara sahip her tür suç yapılanmasının at koşturduğu bir alan olarak görülen KKTC’nin yanı başında uluslararası sisteme dahil olmasına karşın, Güney Kıbrıs da hiçbir zaman dinmeyen kara para trafiği suçlamalarının ve tartışmalarının merkezi konumundaydı. Özellikle Rus oligarklar için Kıbrıs Cumhuriyeti uzun yıllardan bu yana çok kullanışlı bir alan olagelmişti. Güney’de faaliyet gösteren sayısız off-shore bankanın 200’den fazlası Rus sermayedarlara aitti. Ancak Ukrayna savaşı bu dengeyi son yıllarda bozuverdi. Bunda Türkiye hükümetinin Rusya’ya uygulanacak ekonomik yaptırımlarda çekimser kaldığını açıklamasının payı oldu.
Son birkaç yıldır Avrupa basını Kuzey Kıbrıs’a yerleşen Rus nüfusun varlığına dikkat çekiyor. Tam rakam bilinmese de şu an Kuzey’e yerleşen Rusların sayısının 30 bini geçtiğini tahmin edenler var. Bir de emlak piyasasındaki inanılmaz yükseliş uluslararası medyanın radarına girmiş durumda. Mağusa’nın İskele bölgesi başta olmak üzere birbiri ardına yükselen dev rezidansların, birkaç ay içinde 20’den fazla el değiştiren lüks otomobillerin ve tabii bir de sayısı belirsiz bahis ofislerinin yanına eklenen sanal bahis sitelerinin tamamen kara para aklamaya yaradığı; uluslararası raporlarda birbiri ardına kaleme alınıyor. KKTC devletinin bu alandaki yetersiz denetimi de Türkiye’nin kara para konusunda “gri alan” tabir edilen sınıflandırmaya dahil edilmesine yol açıyor. Raporlarda Güney Kıbrıs da sürekli adı geçirilen bir ülke. Herkesin çok rahatça ifade ettiği bir gerçeğe bakılırsa sadece yasa dışı mafya yapılanmaları değil, legal düzeyde bu kara para trafiğine hizmet veren Türk ve Rum avukatlar da ortak çalışıyorlar. Kıbrıs Sorunu ve çözümsüzlükse diğer yanda bıkkınlık verici politik bir tartışma olarak varlığını sürdürüyor.
*Türkçede “Kara para aklama” olarak kullanılan deyimin İngilizcedeki karşılığı, laundering yani çamaşır yıkama. Yaygın bir hikayeye göre terimin kaynağı 1920’lerde Şikago mafyasının para aklamak için bir çamaşırhane zinciri kurmayı akıl etmesiyle ortaya çıkmış. Doğu Akdeniz’de adı “sorun” sözcüğüyle anılagelen Kıbrıs adası bugün uluslararası raporlara göre her iki kesimiyle birlikte bir kara cenneti.
1-Kişinin kendi ülkesi dışında genellikle de vergi oranlarının düşük olduğu ülkelere para taşıması, yatırım yapması vb.
(EVRENSEL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder