20 Temmuz 2024 Cumartesi

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM -20 Temmuz 2024-

 

Ellinci yılda bir hatırlatma yazısı -Aydemir Güler-

Türkiye gündemine sadece manipülasyon amaçlı sokulan Kıbrıs’ta solu ve solculuğu ayırt eden sosyalizm hedefinden başka bir şey olamaz. Kıbrıs’ta çözüm sadece sosyalizm seçeneğinden türeyebilecektir.

Elli yıl geçmiş üstünden! 

Kıbrıs 20 Temmuz 1974’ten bu yana uluslararası hukuk açısından bir “sorun.” 

Adadaki siyasal yapılanma dünya çapında bir anlaşmazlığın konusu. 

Baktım da, Barış Harekâtı’nın 40. yılı vesilesiyle yazmışım soL’da. Ondan bir yıl önce yine bu köşenin konusu Kıbrıs sorunu olmuş… 

                                                          * * *

Yıllar, hatta on yıllar geçiyor ve Kıbrıs’ta pek de kritik bir yenilik gerçekleşmiyor… Yenilik olmasa da zaman zaman Türkiye egemen güçleri küçük dokunuş ve büyük laflarla tartışmayı güncellerler. Bu başlıkta inisiyatif hayli uzun zamandır Erdoğan’da. CHP genel başkanlarının Ecevit’in mirasını boş bırakmaları düşünülemez tabii. Ama Özel’in son gezisinden kalan da “yavru vatan değil kardeş ülke” diye bir reklam spotundan ibarettir. 

Fazla bir değişiklik olmuyor ve Kıbrıs yılda bir resmi kutlamalar dışında kimsenin hatırına gelmiyorsa, bunun nedenini daha önce yazmışım… “NATO’suyla Washington’uyla Brüksel’iyle emperyalizm de, Ankara’sı, Atina’sı, Lefkoşa’sıyla ‘bizimkiler’ de, nihai çözümle, modellerle falan değil, ‘süreç yönetimi’ ile ilgileniyorlar. Mesele Kıbrıs’ı soldan uzaklaştırmaktı. Adanın nasıl bir statükoda birleşeceği, yasalar, dengeler... Hepsi palavra.” 

Aslında siyasal mücadelede süreç yönetimi, çoğu zaman geleceğe ilişkin modellerden daha geniş yer tutar. Ama gündelik gerçekliğe demir atmış bir siyasal pratik gündelikçi veya oportünist olmanın ötesine geçmeyecektir. Türkiye’de ve dünyada Kıbrıs’la ilgilenen burjuva siyasal merkezler, devletler, partiler, kurumlar gündelikçi pozisyonlarını gizlemeyi bile denememektedir. 

Veya şöyle diyeyim; geçmişin geçersizleşmiş ezberlerinde kalmış, “sözde ilkelerin” tekrarı gündelikçiliği gizlemeye yetmemektedir…

                                                          * * *

Önce tekrarlamak ve hatırlatmak durumundayım. 

Kıbrıs’ın Britanya sömürgesiyken gündeme girmesi, anti-kolonyalist, anti-emperyalist hareketin yükselmesiyle sağlanmıştır. Bu hareketin içinde biri devrimci-komünist, diğeri burjuva Helen milliyetçisi iki eğilim olmuştur. Enosis’e, Ada’nın Yunan “ana vatan” tarafından ilhakına denk düşen ikinci eğilim, Yunanistan’ı Kıbrıs gündemine bağlayan köprü oldu. Türkiye ise, Kıbrıslı Türkler Ada’nın bağımsızlığı mücadelesinde ağırlık taşımadıkları için benzeri bir gündem bağına sahip olmadı. Ancak küçük Ada’nın jeostratejisi büyüktü! Bağımsız bir Kıbrıs, Sovyetler Birliği’yle barışık olabilir, anti-emperyalist Bağlantısızlar hareketine boyunu çok aşan bir enerji katabilirdi. Bu “tehdit” karşısında Yunan ve Kıbrıslı Rum egemenleri Enosis hayallerini bastırmalı, Ankara ise İngiliz sömürge yönetiminin artık bölgeye yetmediğini anlamalıydı. Ankara “anladı” ve 6-7 Eylül provokasyonu DP iktidarı onaylı bir MİT operasyonu olarak hayata geçirildi. Göz açıp kapayıncaya kadar Türkiye kayıtsızlıktan “Ya Taksim ya Ölüm” hamasetine geçti. Yani Yunan ilhakçılığına karşı Türk ilhakçılığı! Eşzamanlı olarak Kıbrıs, Türkiye kontrgerillasının, yani bildiğiniz NATO-Gladio uzantısı örgütün su yüzüne çıktığı ilk coğrafya oldu. Taksim/ilhak’ın da, Enosis’in de gerçekçi politika projeleri değil ideolojik işlevli sloganlar olduğunu herkes biliyordu. Lakin milliyetçi kitlelere, ikna edici bir hap yutturulmalıydı. Ülkenin kurtuluşundan emeğin kurtuluşuna açılabilecek yol, birbirine karşı düşmanlaştırılmış halkın kanıyla bloke edilebilirdi. 

1961’de bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti bir çözüm modeli değil, temel ilkesi Adanın geleceğinin sola kapatılması olan bir barut fıçısıydı. Gündeme emperyalizme karşı mücadeleyle giren Kıbrıs’ta, süreç yönetimine emperyalizm yanlıları da katıldı. Fıçı 1974’te patlatıldı. Kıbrıslı Rum faşistlerinin Atina’daki askeri cuntaya sırtlarını dayayıp attıkları adımı, Türkiye’nin sineye çekmesini kimse beklemiyordu. Elli yıldır Ada bölünmüş durumda… 

                                                          * * *

Elli yıldır Kıbrıs’ın her kültürden halkının birinci gündemi Ada’nın yeniden birleşmesidir. Kıbrıs, iki NATO üyesi ülkenin nüfuz bölgelerine bölünmüştür. Kıbrıs, eski sömürgeci Britanya’nın çoktandır ABD’nin kullanımına sunmaktan kaçınmadığı iki çok kritik askeri üsse ev sahipliği yapmaktadır. Elli yıldır Kuzeyden ve Güneyden Kıbrıslılar akın akın ülkelerini terk etmişlerdir. Diasporası ülkede yaşayan nüfusla kafa kafaya gelen ülkeler, gelecek umudu kırılmış toplumlar sayılmaz mı? 

Elli yıldır Kıbrıs’ın birleşmesi hedefine, en fazla, egemenlik alanı Güney’le sınırlı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliğiyle yaklaşılmıştır. Ama gündem emperyalist bir çözüme bile kapalı tutulmaktadır! İlgili bütün taraflar ceplerinde bir silah tutmayı tercih etmektedirler… 

Hepsi bu kadar değildir kuşkusuz. Ankara’nın iskân politikalarının demografiyi, ekonomik güç dengelerini, ideolojik ağırlıkları ne yönde değiştirmeyi amaçladığı tahmin edilebilir. Hele bu elli yılın yarısına yakını AKP iktidarında yaşanmışken! Ama Kuzeyde Kıbrıslılık buna direnmiş, örneğin laiklik bir toplumsal değer olarak korunmuştur. Güney ise Marksist-leninist olma iddiası tamamen kâğıt üstünde kalmış olsa da, bir sol partinin hükümete gelmesine sahne olacak ölçüde görece soldadır. Ne de olsa, kontrgerilla kurşunlarına 1965’te birlikte hedef olan Derviş Kavazoğlu'nun, Kostas Mişaulis'in ülkesidir burası! Ama Derviş ve Kostas’ın devrimci mirasının, milliyetçilikler, liberalizm ve emperyalizm yanlılığı tarafından alabildiğine kemirildiği de açıktır.

                                                            * * *

Bugüne gelindiğinde temel sorun şudur: Emperyalist çözümleri liberal demokrasi diye yutturmaya kalkanlara kapıyı kapatacak bir kuvvet örgütlenememiştir. Adada sol hareketlerin bugün geri mevzilere çekilmesinin arkasında bir dönem topluca liberal-emperyalist zokanın yutulmuş olması vardır. 

Milliyetçi demagojiler karşısında da durum daha iyi değildir. Başkaları bir yana, Türkiye solunda 1974 müdahalesinin Batıya gösterilen dirençle bağlantılı algılanışı, zaman içinde Denktaşçılık biçimini alabilmiştir. Oysa en basiti NATO’ya karşı çıkmadan yurtseverlik olmaz. 

Biz ise, on yıl önce olduğu gibi yine “o güzelim Adanın birliğini savunuruz.” 

“Lefkoşa'yı bölen o aptal duvarlara, kum torbalarına nasıl katlanırız! Bu birliğin Kıbrıslı Türk ve Rumların kardeşliği üstüne bina edilebileceğini biliriz. Kardeşliğin, başkasının dilinde koca bir yalan, emekçilerin mücadelesininse en doğal parçası olduğu açıktır, sol için. O halde mücadele ederiz. Başka bir şey için değil, sosyalizm için mücadele ederiz. Toplu mezarların, Derviş Kavazoğlu'nun, Kostas Mişaulis'in acısını sosyalizmden başka bir şey söndürebilir mi? Gelinen noktada, ekmeğini aramak için adasını veya anakarasını terk eden emekçileri mücadele kardeşliğimize katmamız gerektiğini görmezden gelemeyiz. Konuştuğu dile, inandığı dine değil, emekgücüne bakarız biz. Bir de Kıbrıs'ın üstüne düşen gölgeleri ihmal edemeyiz. NATO üyesi iki kapitalist devletin, Yunanistan ve Türkiye'nin sakil gölgeleri olsa olsa bu iki ülkenin komünistlerinin öncülüğünde kaldırılır.”

“Çözüm” lafının koskoca bir yalan olduğu, yıllar geçse de pek bir değişim yaşamayan, Türkiye gündemine sadece manipülasyon amaçlı sokulan Kıbrıs’ta solu ve solculuğu ayırt eden sosyalizm hedefinden başka bir şey olamaz. Kıbrıs’ta çözüm sadece sosyalizm seçeneğinden türeyebilecektir. Bugünün verili güç dengelerine bakıp bu yaklaşımı gerçekçi bulmayanlar çok çıkacaktır. Ama diğeri, “kapitalizm altında bir çözüm” fikri, artık hiç mi hiç yoktur…                                           /././

Türkiye ŞİÖ’ye girebilir mi? -Erhan Nalçacı-

Şu doğru işçi sınıfının öncü siyaseti düzene ilişkin en köklü ve kapsamlı eleştiriyi getiriyor. Ama öte yandan yeni bir dünya kurulurken ne yapacağımızı adım adım, saat saat biliyoruz.

Erdoğan Temmuz ayı içinde birbirleriyle zıtlık içindeki oluşumlar olan ŞİÖ ve NATO zirvelerine katıldı.

Geçen hafta NATO zirvesinde alınan kararları değerlendirmiştik.1 NATO Almanya’ya Rusya’yı vuracak menzile sahip füze yerleştirmeyi, Ukrayna vekâlet savaşına devam edebilsin diye savaş uçağı vermeyi, üye ülkelerin savaş bütçelerini artırmayı, Karadeniz’de genişlemeyi ve Rusya ile sınırı olan Finlandiya gibi ülkelere askeri yığınak yapmayı karar altına aldı. Böylece savaşa doğru bir adım daha atılmış oldu.

Sermaye yanlısı medya Erdoğan’ın zirvede arıza çıkaracağını, Filistin’den bahsedeceğini filan yazıp durdu. Oysa Erdoğan NATO zirvesinden eldeki filden kurtulmak yerine bir fili daha beslemek üzere yanında getirdi: 2026’daki NATO zirvesi İstanbul’da yapılacak.

Hemen öncesinde ise Kazakistan’da yapılan Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Devlet Başkanları zirvesine katılan Erdoğan tam üyelik talebini bütün ikili görüşmelerde ileri sürdü.

Bilindiği gibi Türkiye 2012’den bu yana ŞİÖ’nün diyalog ortağı. Bu üyelik anlamına gelmiyor, üyelikle sonlanması gerekmeyen uzun bir sürece işaret ediyor.

Türkiye’nin yakın vadede ŞİÖ üyesi olması mümkün mü diye bakalım.

Çin kendi sermaye birikiminin güvenliğini almak için 1990’larda Rusya’daki karşı-devrim sonrası iktidarla sınır sorunlarını çözmeyi tercih etti. Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katılımı ile güvenlik odaklı örgüt 1996’da Şangay Beşlisi adını aldı. 2001’de Özbekistan’ın katılımı ile oluşumun adı Şangay İş Birliği Örgütü oldu.

2017’de Hindistan ve Pakistan, 2022’de İran ve bu son zirvede Belarus örgüte dâhil oldular. Aşağıdaki harita ŞİÖ’nün şu anda ulaştığı kapsamı anlamamıza yardımcı olacak.

Haritada 2024 Temmuz’unda Belarus’un da ŞİÖ’ye katılmasıyla ŞİÖ’nün kapladığı alan ve sınırları görülüyor. Bu haliyle ŞİÖ doğuda Japonya, Kore, Vietnam, batıda Finlandiya, Polonya, Ukrayna ve Baltık Cumhuriyetleri, güneyde Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Irak ve Körfez ülkeleri ile komşu bulunuyor. Bu geniş coğrafyanın içinde kalan Afganistan ve Moğolistan ise gözlemci üye olarak tanımlanıyorlar.

Orta Avrupa’dan Pasifik okyanusuna, Kuzey Buz Denizi’nden Ortadoğu’ya ve Hint Denizi’ne uzanan ŞİÖ dünya nüfusunun %40 kadarını kapsıyor, dünya üretiminin üçte biri kadarını önemli bir kısmı Çin ve Hindistan tarafından olmak üzere gerçekleştiriyor.

Türkiye sermaye sınıfının bu ekonomik olanaklara gönlünün kaydığını görüyoruz, ancak üyelik için güvenlik meselesine dönmemiz gerekiyor.

ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi 1990 sonrası birçok araçla bu bölgede hegemonyasını kurmaya çalıştı. Sermaye ihracatı, Afganistan’da olduğu gibi askeri müdahale, ikili anlaşmalar doğrultusunda askeri üsler, sivil toplum kuruluşları, renkli devrim girişimleri, yönlendirilmiş cihatçı çeteler ve terör saldırıları… Gerçek olayları listelesek sayfalar alır.

Dolayısıyla ŞİÖ öncelikle Batı emperyalizminin bu doğrudan veya dolaylı saldırısına karşı bir güvenlik örgütü olarak kuruldu. Gerçekten bu coğrafyadaki ABD üsleri hemen hemen temizlendi, Batı emperyalizminin uzantısı olan sivil toplum kuruluşlarının etkinliği sınırlandırıldı, renkli devrimlere karşı yerel burjuvaziye ait iktidarlar daha kararlı hale geldiler.

Sonrasında ise Çin’in Asya, Avrupa ve Afrika’yı içeren geniş bir alanda Çin’den mal ve sermaye ihracatının, Çin’e hammadde ve enerji sevkiyatının güvenliği sorunu ortaya çıktı. Batı emperyalizmi ve NATO bu geniş coğrafyayı askeri olarak kuşatmak için harekete geçmişti.

ŞİÖ üyesi olabilmek için başta NATO olmak üzere Batı emperyalizminin askeri örgütlerine üye olmamak gerekiyor. Üye ülkeler aralarında istihbarat değişimi yapıyorlar, suçluları birbirlerine iade ediyorlar, teröre karşı önlem alıyorlar ve ortak askeri tatbikatlar düzenliyorlar.

NATO’nun bugün temel amacının emperyalist paylaşım savaşıyla Çin’deki sermayeyi yok etmek veya kontrol altına almak olduğu düşünülürse neden iki örgüte birden üye olunamayacağı anlaşılır. Bunu ne NATO ne ŞİÖ kabul eder.

Ancak bir istisnadan bahsetmeliyiz: Hindistan NATO üyesi değil tabi ama ABD emperyalizminin Pasifik savaşı için ördüğü ABD, Japonya ve Avusturalya’nın dâhil olduğu QUAD üyesi.

Hindistan çok büyük bir ekonomi haline geldi, onu tutabilmek ve tarafsızlaştırabilmek her iki tarafın da başlıca stratejisi durumunda. Ancak Hindistan QUAD ile birlikte askeri manevra yaparken Rusya ile de yapıyor. Bu süreçte tarafsız kalacağını belirtiyor vb.

Türkiye ise öyle değil, evet Rusya ile ekonomik ilişkisini koruyor ama Rusya ile askeri manevra yapmıyor. NATO’nun sonuçta Rusya’ya, dolaylı olarak ŞİÖ’ye saldırısına NATO angajmanları çerçevesinde katılıyor. Ayrıca ŞİÖ üyesi olan Türki Cumhuriyetler ilişkisi ŞİÖ için zaman zaman bir güvenlik sorunu oluşturuyor.

Şu anda diğer bir ŞİÖ diyalog ortağı olan Azerbaycan’ın üyeliğinin çok daha gerçekçi olduğu söyleniyor. NATO üyesi değil, Rusya ile tarihsel bağlarının yanı sıra Çin’den büyük bir sermaye yatırımı çekmiş durumda.

Bu arada birçok akademisyen ve gazetecinin fonlanarak ŞİÖ zirvesine katıldığı ve Türkiye sermayesine NATO’yu bırak ŞİÖ’ye katıl diye tavsiyede bulunduğu görülüyor.

Bizse Türkiye sermaye sınıfını yakın vadede çözülmesi imkânsız bu sorunla baş başa bırakıyor, bu süreçteki yarılmalara ve hatalara gözümüzü dikiyoruz.

Türkiye işçi sınıfının ajandasında NATO’ya şiddetli bir karşıtlık var ama NATO’yu bırakıp ŞİÖ’ye katılmak yok.

Çin’in Kuşak ve Yol Projesi bir hegemonya projesi olarak alınmalı, bir ulaşım projesi olarak değil. Eninde sonunda emekçi sınıfların kapitalizme karşı başkaldırışı ŞİÖ için bir güvenlik sorunu haline gelecek.

Geçenlerde emperyalist rekabetin başlıca alanının günümüzde elektrikli araba üretimi ve bunun için gerekli hammaddeye ulaşım olduğunu yazmıştık. 2

Şimdi ismi bile tüyler ürperten ve “orta sınıf” ailelerin tüketim güdüsünü kışkırtan Çin kökenli tekel “Rüyalarını İnşa Et (BYD)” Türkiye’de elektrikli araba üretmek üzere 1 milyar dolarlık yatırım yapıyor. 

Tabi modern işçi sınıfının büyümesine, yeni teknik donanımların kazanılmasına ve petrole bağımlılığın azaltılmasına bir itirazımız olamaz.

Ama BYD Türkiye’de beş bin ücretli işçiyi sömürmeyi planlıyor. Şimdi Türkiye’de ücret, sosyal haklar ve sendikal mücadele meselesi BYD’nin meselesi haline gelecek.

Elektrikli araba üretimi farklı bir çevre sorununa yol açıyor, BYD ulusal çevre yasalarıyla yüzleşecek.

BYD de tıpkı diğer otomotiv tekelleri gibi hanelere birer ikişer araba satmaya kalkacak, bunun için bankalarla iş birliği gerekecek ve belki süreç Çin mali sermayesinin Türkiye’ye daha çok gelmesiyle sonuçlanacak.

Şimdi diyeceksiniz, siz solcular ne biçim insanlarsınız, her şeye itiraz ediyorsunuz.

Şu doğru işçi sınıfının öncü siyaseti düzene ilişkin en köklü ve kapsamlı eleştiriyi getiriyor.

Ama öte yandan yeni bir dünya kurulurken ne yapacağımızı adım adım, saat saat biliyoruz.

Bunun ne anlama geldiğini haftaya konuşalım.

Zeren Holding önce inkar, sonra itiraf etti: Akaryakıt devlerini hangi sermayeyle aldı? -Gündem(I)
Kısa sürede iki akaryakıt şirketi ve bir bankayı alma girişiminde bulunan Zeren Holding, dolandırıcılık suçlamalarına yanıt verdi. İddialar kısmen doğrulandı. Bazı soruların yanıtı eksik verildi.
Sekiz yıl önce özelleştirilen Türkiye Petrolleri el değiştiriyor. Yüzlerce istasyonun yeni talibiyse dolandırıcılıkla suçlanıyor.

Kısa sürede on milyarlarca liralık şirketlere talip olan patronun hızlı yükselişinde göze çarpan en önemli unsur Azerbaycan ve İngiltere bağlantılı eski şirketi.

Türkiye Petrolleri'nin satışı hâlâ onaylanmadı

Turkuaz Petrol'ün sahibi Zülfikarlar Holding, Türkiye Petrolleri'ni 2016 yılında 490 milyon liraya alarak özel sektördeki ilk sahibi oldu.

Geçtiğimiz haftaysa şirketin açıklanmayan bir bedelle Zeren Holding'e satışı için anlaşmaya varıldığı duyuruldu. Satışın tamamlanması için Rekabet Kurulu'nun onayı gerekiyor.

Bekleyiş sürerken iki ay önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuran bir Rus bankasının Zeren Holding'in patronu Mustafa Yiğit Zeren hakkında "nitelikli dolandırıcılık" suçlamasında bulunarak soruşturma açılmasını istediği öğrenildi.

Buna göre Zeren'a ait Mostrade adlı şirket, Credit Bank of Moscow'dan toplamda 20 milyar lira kredi kullandı. Ancak banka bugüne kadar verdiği kredilerin ödemesini alamadı.

Credit Bank of Moscow geçen yıl Temmuz ayında alacaklarını bir başka Rus bankası Akida’ya devretti. Bu banka da parayı tahsil edemeyince İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurdu.

İddiaya göre Mostrade, yurtdışından elde ettiği parayı örgütlü bir şekilde farklı kanallara, şahsi hesaplara, Zeren'in akrabalarına ve arkadaşlarına yasa dışı yollarla ve gerçek dışı işlemlerle aktardı.

Önce inkar sonra itiraf

Zeren Holding dolandırıcılık iddialarını önce "asılsız" diyerek reddetti. Yapılan kısa açıklamada herhangi bir detaya yer verilmedi. Bilgi almak isteyenlerin şirketin kurumsal iletişim bölümüne başvurması istendi. soL'un bu bölüme ilettiği sorular yanıtsız bırakıldı.

O sorularda mali müşavirlik ve inşaat alanında faaliyet gösteren bir grup şirketinin 8 ayda Alpet ile Türk Petrolleri'ni alabilecek, T-Bank'ı da alma girişiminde bulunabilecek sermayeyi nasıl edindiğine yanıt aranıyordu. Holdingin bünyesinde kurulan onlarca şirketin ticaret sicil kaydının olmaması ve faaliyetlerine ilişkin herhangi bir bilginin paylaşılmamasına da dikkat çekilmişti.

soL'un ulaştığı bilgilerde Mostrade adlı şirketin kağıt üstündeki sahibinin Rusya uyruklu Zal Suleymanov, asıl patronununsa İngiltere pasaportu taşıyan Azerbaycan uyruklu Fuad Huseynli olduğu görülmüştü. Mustafa Yiğit Zeren'in ikiliyle ilişkisine yönelik sorular da cevapsız kaldı.

Zeren Holding iki gün süren sessizliğinin ardından dün bir açıklama yayımladı. İddiaların bir kısmı doğrulanırken, bir kısmı hakkında paylaşılan bilgiler eksik bırakıldı.

Açıklamada aktarılan ilk bilgi "Mustafa Yiğit Zeren’e ulaşan bir suç duyurusu, yurtdışı çıkış yasağı veya başka bir tedbir"in olmadığıydı. Böylece yaklaşık 3 ay önce yapılan şikayetin ardından yürütülen soruşturmada Zeren Holding'e yönelik henüz bir adım atılmadığı ortaya çıktı.

Anlaşmada imzası var ama 'kredinin tarafı değil'

Rus bankasından çekilen kredinin ödenmediği yönündeki suçlamaları reddeden holding, gerekçesini şöyle açıkladı:

"Ne ülkemizde ne Dünya’nın herhangi bir yerinde bu seviyede bir kredinin; herhangi bir teminat alınmaksızın verilmesi mümkün değildir. Bu kapsamda Zeren Group Holding ve bağlı ortaklıkları böyle bir kredi sözleşmesinin tarafı olmadığı gibi anılan kredi için de herhangi bir teminat sağlamamıştır."

Soruşturma dosyasına giren protokol ise aksini gösteriyor. Mustafa Yiğit Zeren’in babası Rıdvan Zeren ve Moskova Kredi Bankası CEO’sunun imzasını taşıyan belgede şirketin borcuna karşılık yüzde 25 hissesini devretmeyi taahhüt ettiği görünüyor.

Anlaşma protokolünde Zeren Metal şirketinin yüzde 75 hissesinin teminat ve Mustafa Yiğit Zeren’in de kefil gösterildiği vurgulanıyor.

Şikayet geldi, şirketi devretti

Holdingden yapılan açıklamada "Mostrade şirketi ile halihazırda Mustafa Yiğit Zeren, Zeren Group Holding veya bağlı ortaklıklarının bir hissedarlık ilişkisi bulunmamaktadır" denildi.

Bu bilgi doğru ancak eksik. Mustafa Yiğit Zeren yıllardır kendisine ait görülen şirketle bağını 3 ay önce yani Rus bankanın şikayetinin Türkiye'ye ulaştığı günlerde kesti. 

Mostrade resmi kuruluşunu Zal Suleymanov adına, Kasım 2019'da Zeren Group'la aynı adreste gerçekleştirdi.

Suleymanov kurduktan 3 yıl sonra 2022'de Mostrade'i Mustafa Yiğit Zeren'e devretti. Zeren, şirketin resmi sermayesini 2023 yılında 10 bin liradan 40 milyon liraya çıkardı. 2024 Mayıs'ına gelindiğinde Mustafa Yiğit Zeren şirketin adresini Ataşehir'deki Allianz Plazaya taşıdı ve Savaş Özsoy'a devretti. Böylece şirketle resmi bağlantısını kopardı.

soL'un gündeme getirdiği isimle ilişkisini doğruladı

Holdingden yapılan açıklamada soL'un işaret ettiği isim Fuad Huseyinli ile Mustafa Yiğit Zeren’in ticari ilişkisi bulunduğu doğrulandı:

"Adı geçen kişi ile Mustafa Yiğit Zeren’in Mostrade şirketi hissedarı olduğu dönemde talihsiz bir ticari ilişkisi olmuş; ancak ilgili kişinin taahhütlerini yerine getirmemesi ve bu süreç içerisinde Zeren ismini kullanarak bir takım usulsüz işlemlerle Azerbaycan’daki bir bankayı da dolandırdığı duyumları alınınca bu ticari ilişki derhal sonlandırılmıştır. Yakın zamanda öğrendiğimiz kadarıyla ilgili kişi Rusya’da banka dolandırıcılığından dolayı hüküm giymiştir."

Zeren ailesi protokoldeki imzalarına rağmen Rusya'da ödenmeyen kredinin muhatabının kendileri olmadığını savunuyor. Öte yandan benzer bir dolandırıcılık vakasının da Azerbaycan'da yaşandı itiraf ediliyor.

Zeren Holding'in açıklamaları on milyarlarca liralık satın almalara hangi sermaye ile imza atıldığı sorusuna yanıt vermiyor. "Yaptırımları ihlal etmedik" diyen şirket, Rus bankanın Rusya'ya ticaretin kısıtlandığı dönemde akreditif ödemeyi hangi işleme karşılık yaptığı bilgisini paylaşmıyor. Ayrıca kredinin Zeren ailesi üyelerine aktarıldığına ilişkin iddia hakkında da yorumda bulunulmuş değil.

Sorular yanıt beklerken, Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’na devredilen dosyaya ilişkin önümüzdeki günlerde adım atılıp atılmayacağı merak konusu.

                                                                   /././

Paket komisyondan geçti: Zenginden alınmayan vergi züğürdün çenesini yordu

Tepki çeken maddeleri kırpılan vergi paketi komisyonda kabul edildi. Ekonomi yönetiminin "sermayeyi vergilendirecek" dediği paket, patronlardan alınmayan verginin sadece yüzde 8'i kadar.

AKP'nin yeni vergi paketi, emekli maaşlarına yapılacak zam da dahil edilerek Meclis'teki ilgili komisyondan geçti. Teklifin Meclis Genel Kurulu'nda değişikliğe uğramadan kabul edilmesi ve önümüzdeki hafta kanunlaşması bekleniyor.

Tartışmalı vergi paketi, neredeyse her kanun teklifinde olduğu gibi önce "kulis bilgisi" olarak kamuoyuna yansıdı. Şirketler kadar bireyleri de ilgilendiren yeni vergiler hızla tepki çekti. İddiaya göre sızıntı iktidar içerisindeki bir kanat tarafından yapılmıştı. AKP ve MHP içerisinden bazı isimlerin pakete karşı açıklamaları da dikkat çekti.

Sızdırılan ikinci "kulis" haberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın paketteki birçok maddeyi veto ettiği aktarıldı. Teklif Meclis'e getirildiğinde, Gelir İdaresi Başkanlığı'nın hazırladığı çalışmada yer alan birçok vergi kaleminin pakete dahil edilmediği ya da revize edildiği görüldü.

Paket henüz Meclis'e getirilmeden geri adım atılan maddelerden bazıları şöyleydi:

  • Borsada kazanç vergisi
  • Yemden alınan KDV'nin yüzde 10'a, gübreden alınan KDV'nin yüzde 20'ye çıkarılması
  • Gayrimenkul satışlarının muhite göre belirlenen "gerçek bedel" üzerinden vergilendirilmesi
  • Kiraya yüzde 20 stopaj 
  • Kitapta vergi istisnasının kaldırılması
  • Basit usul esnaf vergisi muafiyetinin büyükşehirlerde kaldırılması
  • Engellilere taşıt alımında sağlanan ÖTV istisnasının kaldırılması, yerine nakit destek verilmesi

Pakete Meclis'te yapılan tek müdahale, deniz ve hava taşıma araçları için liman ve hava meydanlarında yapılan hizmetler için KDV indirimiyle ilgili maddenin çıkarılması oldu. Bu maddenin uluslararası rekabeti etkileyeceği kaydedildi.

226 milyar liradan 150 milyar liraya kırpıldı

Mayıs ayında Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanıp bizzat Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunumu yapılan önerilerden beklenen gelir 226 milyar liraydı. Paketin son haliyle sağlanacak yıllık vergi geliriyse 155 milyar lira civarında.

Bu 155 milyar liranın elde edileceği kalemlerse şöyle:

  • Yurt içi asgari kurumlar vergisi (70 milyar lira)
  • Küresel asgari kurumlar vergisi (40 milyar lira)
  • EYT’li çalıştıran işverene sağlanan prim desteğinin kaldırılması (13,7 milyar lira)
  • Kısa vadeli sigorta primlerinin yüzde 2,25’e çıkarılması (10,9 milyar lira)
  • Gayrimenkul Yatırım Fonları’nın kazançlarına uygulanan istisnanın daraltılması (7,2 milyar lira)
  • Deniz taşıtlarına KDV avantajının sınırlandırılması (5,4 milyar lira)
  • Yurtdışı çıkış harç pulunun 500 liraya çıkarılması ve her yıl yeniden değerleme oranında artırılması (4,3 milyar lira)
  • Serbest bölge kazanç istisnasının ihracatla sınırlandırılması (2,5 milyar lira)
  • Kamu Özel İşbirliği projelerinden sağlanan kazançların kurumlar vergisi oranının yüzde 30’a çıkarılması (500 milyon lira)

Pakette yeni vergilerin yanı sıra vergi tahsilinin eksiksiz yapılmasını düzenleyen ve cezaların artırılmasını öngören maddeler de var.

  • Doktor, diş hekimi, restoran, cafe gibi işyerlerinde gelir vergisi mükelleflerinin beyanlarında yüzde 20’yi geçen uyumsuzluk görülmesi halinde izaha davet edilecek, aylık ve yıllık olarak hasıla tespiti yapılacak.
  • Fatura vermeyen mükellef ilk seferde 10 bin ikinci seferde 20 bin lira para cezası ödeyecek. Tüketici de bildirim yapmazsa 5 bin lira ceza alacak.
  • Başkasına ait pos ve benzeri cihazların kullanılmasında düzenlemeye gidilerek usulsüzlük cezası arttırılacak.

Teklife en düşük emekli maaşlarına yapılacak 2 bin 500 liralık zammı düzenleyen madde de eklendi. Zammın 6 aylık maliyetinin 33 milyar lira olacağı tahmin ediliyor.

Alınacak vergi alınmayanın yanında devede kulak

Ekonomi yönetimi yeni paket ile "sermayenin vergilendirileceği"ni iddia ediyor. Verilerse aksini gösteriyor. 

Devletin 2024'te patronlardan almaktan vazgeçtiği vergi 1,8 trilyon lira. Bu tutarın neredeyse tamamı sermayeye tanınan vergi muafiyeti ve istisnalarından oluşuyor.

Yeni vergi paketinin sağlayacağı 150 milyar lira, vazgeçilen vergi tutarının sadece yüzde 8'ine denk geliyor. 

                                                            /././

Türkiye'nin Afrika'daki 'enerji' hamleleri: Nijer ve Somali'de yeni adımlar

Hem devlet kurumları hem de şirketler aracılığıyla Afrika'daki birçok ülkede aktif rol oynayan Türkiye'nin, enerji alanına yönelik hamleleri dikkat çekiyor. Son gelişmeler Nijer ve Somali'den...

Afrika kıtasındaki varlığını güçlendiyermeye yönelik adımlarını hızlandıran Türkiye'nin son durağı zengin maden yataklarına sahip olan Nijer ve Somali oldu.

Bakanlardan oluşan Türk heyeti, iki gün önce Nijer'e giderek kimi görüşmeler gerçekleştirdi ve iki ülke arasında petrol ve doğal gaz başlığında iş birliğini öngören "Petrol ve Doğal Gaz Alanında İş Birliğine İlişkin Niyet Beyanı" imzalandı.

Öte yandan geçtiğimiz aylarda Somali'yle petrol ve doğal gaz alanında iş birliği anlaşması imzalayan Türkiye, dün de, ülkeyle Hidrokarbon Arama ve Üretim Anlaşması imzaladı. Türk Deniz Kuvvetleri'nin eşlik edeceği Türk araştırma gemileri birkaç ay sonra Somali'de faaliyete başlayacak.

Maden yatakları zengin, insanı aç ülke: Nijer

Nijer, zengin maden yataklarına sahip olan bir ülke. 

Dünya Nükleer Birliği (WNA) verilerine göre Afrika'nın en yüksek dereceli uranyum cevherine sahip Nijer, dünyanın en büyük uranyum tedarikçileri listesinde de 7. sırada yer alıyor. Dünyadaki uranyum arzının yüzde 5'ini karşılayan Nijer'de 311 bin 110 metrik tonluk uranyum rezervi bulunuyor.

Yaklaşık 29 bin ton toryum rezervine sahip Nijer'de küçük ölçekli 69 altın madeni bulunuyor. Nijer, bu madenlerden her yıl ortalama 2 ton altın çıkarıyor.

Nijer, halihazırda günlük 20 bin varil ham petrol üretiyor, ancak ihracat kanalları olmadığı için üretilen petrolü verimli şekilde kullanamıyor. Yaklaşık 5 milyar dolara mal olan ve martta tamamlanan Nijer-Benin Petrol İhraç Boru Hattı (PENB) projesi sayesinde Nijer'in güneybatısından çıkarılan ham petrolün, 2 bin kilometrelik petrol boru hattıyla komşu ülke Benin'deki Seme Limanı üzerinden ihraç edilmesi hedefleniyor. Projenin hayata geçirilmesiyle, ülkenin günlük 110 bin varil ham petrol üretmesi bekleniyor.

Uluslararası Para Fonu (IMF), Nijer'in günlük 110 bin varil ham petrol üretebilmesi halinde ülke ekonomisinin yaklaşık yüzde 11 büyüyebileceğine dikkati çekiyor.

Öte yandan Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik 2023 Endeksi sıralamasında 193 ülke arasında 189'uncu sırada yer alan Nijer, kişi başına düşen 594 dolarlık milli gelirle "dünyanın en fakir 7. ülkesi" konumunda yer alıyor. Dünya Bankası verilerine göre Nijer'de halkın sadece yüzde 19,5'i elektriğe ulaşabiliyor, bu oran kırsal kesimde ise yüzde 7'ye kadar geriliyor.

Fransa'nın en büyük tedarikçilerindendi

18 nükleer santralde 56 reaktörü çalıştırmak için yıllık ortalama 7 bin 800 metrik ton doğal uranyuma ihtiyaç duyan Fransa, eski sömürgesi Nijer'den yaklaşık 50 yıldır uranyum temin ediyordu. Böylece ülke, Fransa'nın 3. AB'nin de 2. en büyük uranyum tedarikçisi konumunda bulunuyordu.

Ta ki 26 Temmuz 2023 tarihinde Nijer’deki Batı karşıtı askeri darbe gerçekleşene kadar...

Fransa'ya ait nükleer enerji şirketi Orano, ülkenin kuzeyindeki Imouraren uranyum yatağını 2015'te faaliyete sokmayı planlıyordu. Ancak 2011 yılında Japonya'da bulunan Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen sızıntının ardından uranyum piyasasında yaşanan düşüş, çalışmaların askıya alınmasına neden oldu.

Nijer'in yeni askeri hükümeti ise mart ayından başlayarak 3 ay içinde söz konusu sahada madencilik çalışmalarına başlanmazsa şirketin işletme ruhsatının geri çekileceği konusunda uyarıda bulundu. Çalışmaların başlamaması sonucu, Orano'nun ülkenin kuzeyindeki Imouraren uranyum yatağındaki işletme ruhsatını 20 Haziran itibarıyla sonlandırıldı.

Imouraren uranyum yatağı, yaklaşık 200 bin ton rezerviyle dünyanın en önemli uranyum yataklarından biri kabul ediliyor.

Nijer pazarında yeni aktörler

Uzun yıllar boyunca sömürgeci güçlerin nüfuzu altında olan Nijer, özellikle yaklaşık bir yıl önce gerçekleşen Batı karşıtı askeri darbedenin ardından yeni yabancı aktörler için önemli bir pazar haline geldi. Fransa ile diplomatik ve ekonomik ilişkiler kesildi, konuşlu askerler geri çekildi. ABD'nin de ülkeden ayrılma süreci başladı.

Nijer pazarının önemli aktörleri Rusya ve Çin'in yanı sıra bir süredir Afrika kıtasındaki faaliyetlerini hızlandıran Türkiye de iki gün önce Nijer'e yönelik önemli bir adım attı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın ve Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün'den oluşan hükümet heyetinin Nijer'i ziyaret ederek dış politika, enerji, savunma ve güvenlik konulu kimi görüşmeler gerçekleştirdi.

Akkuyu iddiası gündeme geldi, İletişim Başkanlığı yalanladı

Ziyarete ilişkin Bloomberg'e konuşan kaynaklar, dünyanın en büyük uranyum tedarikçilerinden olan Nijer'e ziyaretin amacının, "uranyum yataklarına erişim talebi" olduğunu öne sürdü. "Türkiye Dışişleri, Savunma ve Enerji Bakanları, Batı Afrika ülkesi Nijer'in zengin uranyum yataklarına erişim sağlamak amacıyla ülkeyi ziyaret etti" ifadelerinin yer aldığı habere, şöyle devam edildi: 

"Konu hakkında bilgi sahibi olan ve isminin açıklanmasını istemeyen kaynaklara göre, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan başkanlığındaki ve MİT Müsteşarı İbrahim Kalın'ın da aralarında bulunduğu heyet, Türkiye'nin yeni nükleer enerji sanayisini desteklemek için Nijer'den uranyum tedarik etmek istiyor."

Kamuoyunda ise tedarik edilmek istenen uranyumun Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nde (NGS) kullanılacağına dair iddialar gündeme geldi.

Söz konusu iddialar kısa süre içinde İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından yalanlandı.

Açıklamada, "Akkuyu NGS Projesi için ihtiyaç duyulan uranyumun Nijer’den tedarik edilmesine yönelik Türkiye’nin herhangi bir girişimi bulunmamaktadır" denildi ve santralin yakıt tedariki için Rus devlet şirketi Rosatom’un yakıt şirketi TVEL ile 22 Aralık 2017 tarihinde uzun dönemli sözleşme imzalandığı belirtildi.

İş birliğine ilişkin niyet beyanı imzalandı

Her ne kadar uranyum tedarikine ilişkin iddialar yalanlansa da iki ülke arasında enerji başlığına dair anlaşıldı.

Ziyaret kapsamında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Nijer Maden Bakanı Abarchi Ousmane, Petrol Bakanı Mahaman Moustapha Barké ve Enerji Bakanı Amadou Haoua ile bir toplantı yaptı.

İki ülke arasaında petrol ve doğal gaz başlığında iş birliğini öngören "Petrol ve Doğal Gaz Alanında İş Birliğine İlişkin Niyet Beyanı"nı imzaladı.

İmzalanan beyan ile iki ülkenin ilgili kurum ve şirketleri arasında diyaloğun artırılması planlanıyor. Bu kapsamda, Nijer'de yer alan petrol ve doğal gaz sahalarının geliştirilmesinde Türk şirketlerinin desteklenmesi ve teşvik edilmesi hedefleniyor. 

Nijer'le sınırlı kalmadı: Somali'yle anlaşmaya varıldı

Türkiye'nin Afrika kıtasındaki enerji faaliyetleri Nijer'le de sınırlı değil. Halihazırda hem devlet kurumları hem de şirketler aracılığıyla kıtadaki birçok ülkede aktif rol oynayan Türkiye'nin, Somali'ye yönelik adımları da meyvesini verdi.

7 Mart tarihine Bakan Bayraktar ile Somali Petrol ve Maden Kaynakları Bakanı Abdirizak Omar Mohamed arasında petrol ve doğal gaz alanında iş birliği anlaşması imzalanmıştı.Yapılan anlaşmada, Türkiye'nin, Somali’nin kara veya deniz bloklarında petrol arama, değerlendirme, geliştirme ve üretimine yer verilmişti. Bunun yanı sıra bu projelerle ilgili taşıma, dağıtım, rafineri, petrol ve ürünlerinin satışı ile hizmet operasyonları da anlaşma kapsamına dahil edilmişti.

Petrol ve doğalgaz kaynakları bakımından Afrika'nın en büyük rezervlerinden birine sahip olan Somali'nin, çıkardığı yeraltı kaynaklarından elde edeceği gelirin yüzde 30'unu Türkiye'ye aktaracağı da gündeme gelmişti.

Türk gemileri birkaç ay sonra Somali'ye gidiyor

İş birliği anlaşmasının ardından dün İstanbul'da, Türkiye ile Somali arasında Hidrokarbon Arama ve Üretim Anlaşması'na ilişkin imza töreni düzenlendi. Bakan Bayraktar ve Somalili Bakan Mohamed'in katılımıyla gerçekleştirilen imza töreni sonrasında ortak basın açıklaması düzenlendi.

"Somali ile 7 Mart 2024 tarihinde yine bu salonda yaptığımız bakanlıklar arası anlaşmanın bugün itibarıyla artık daha somut hale döndüğünü görüyoruz" diyen Bayraktar, Türkiye'nin, Somali denizlerinde 3 blokta (Her bir blok 5 bin kilometrekarelik alana denk geliyor) hidrokarbon kaynağı arayacağını bildirdi.

Eylül ayının sonu, Ekim ayının başında 50 kişilik ekip ve Oruç Reis isimli gemi de dahil olmak üzere 6 gemi, Somali'ye giderek sismik çalışmalara başlayacak. Öte yandan çalışma yürütecek gemilere Türk Deniz Kuvvetleri'ne bağlı gemiler de eşlik edecek.

Anlaşmaya ilişkin imzalar, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürü Ahmet Türkoğlu ile Somali Petrol Otoritesi Üst Yöneticisi Abdulkadir Aden Mohamud tarafından atıldı.                                                     /././

Türkiye Kıbrıs ile Meis arasında NAVTEX yayınladı

Kıbrıs harekatının 50. yıldönümü arifesinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki NAVTEX duyurusu Yunanistan basınında “yetki alanı ihlali” diye yorumlandı.

Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a düzenlediği askeri harekatın 50. yıldönümü arifesinde Doğu Akdeniz’de yeni bir NAVTEX (denizcilik duyurusu) yayınlaması dikkat çekti.

Antalya İstasyonu’ndan yayınlanan denizcilik duyurusuyla Doğu Akdeniz’de çok geniş bir saha, diğer gemilerin geçişlerine kapatıldı. 

Duyuruda 18 Temmuz ile 5 Ağustos tarihleri arasında koordinatları belirtilen sahada Akdeniz Araştırma-1 adlı geminin bilimsel çalışmalar yürüteceği belirtildi.

Türkiye’nin bu hamlesi, Kuzey Kıbrıs’ta AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de katılacağı resmi "kutlama"lar öncesine geldi.

Türkiye’nin NAVTEX duyurusu, Yunanistan basınında yetki alanına itiraz girişimi olarak nitelenirken, bölgedeki yetkili istasyonun Antalya değil Yunanistan’a ait Iraklio olduğu savunuldu.

Kıbrıs Postası’nın aktardığına göre Protethema gazetesi, “NAVTEX ile Meis’in Güneyinde Türk Oyunları” başlıklı haberinde, şu ifadeleri kullandı:

Yunanistan'ın sorumluluğunda olan Meis’in güney, batı ve güneydoğusundaki geniş bir alanda, Türk gemisinin bilimsel araştırma yapması için NAVTEX yayınlandı. Bu alan Yunanistan’ın potansiyel kıta sahanlığı içindedir ve NAVTEX yayımlama sorumluluğu da Iraklion İstasyonu’na aittir. Türkiye'nin bu hamlesi, Doğu Akdeniz'de ‘Mavi Vatan’ teorisi ile iddia ettiği alanda, Yunan kıta sahanlığı ile Yunan NAVTEX sorumluluk alanına itiraz etme girişimi olarak yorumlanmaktadır.”

İki ülkenin iktidar ve muhalefetiyle düzen partileri Kıbrıs'ta olacak

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kabinesindeki bakanlar ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile birlikte yarınki törenlere katılmak üzere bu gece Kuzey Kıbrıs’ta olması bekleniyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise halihazırda Kuzey Kıbrıs’ta temaslarını sürdürüyor.

Öte yandan adanın güneyinde, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde de yarın işgalin 50. yılı dolayısıyla anma töreni düzenlenecek. Törene Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in yanısıra SYRIZA lideri Stefanos Kasselakis ile PASOK-KINAL İttifakı lideri Nikos Andrulakis de katılacak.

MSB'den 'Bir gece ansızın gelebilirim' paylaşımı

Milli Savunma Bakanlığı yarın Kıbrıs'ta 50 gemiyle yapılacak geçit törenini "Bu kadar yürekten çağırma beni. Bir gece ansızın gelebilirim" şeklinde yaptığı paylaşımla duyurdu.

Bakanlığın sosyal medya hesabından "Bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim" dizeleriyle yapılan paylaşımda, "Mutlu Barış Harekatı'nın 50'nci yılında, Kıbrıs'taki Türk soydaşlarımızın yaşadığı zulme son veren kahraman ordumuzun kahraman şehit ve gazilerini rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz. Yarın 50 gemiyle gerçekleşecek geçit törenine tüm Kıbrıslı kardeşlerimizi bekliyoruz" ifadeleri kullanıldı.

                                                                /././

Ankara Kıbrıs'ta çizgi değiştirdi, Özgür Özel ayak uyduramayınca topu Erdoğan'a attı

Türkiye, 50 yıllık çizgisini değiştirerek "Kıbrıs'ta tek çözüm iki devlet" dedi. Teze imza atan CHP lideri, Kıbrıslı siyasetçilerin itirazını duyunca "Siz bir AKP'yle görüşün" tepkisi verdi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan arasındaki "normalleşme" görüşmelerinin yeni turunun yarın Kuzey Kıbrıs'ta gerçekleşmesi beklenirken, Özel'in AKP ile "normalleşme"yi Kuzey Kıbrıs halkına da salık vermesi dikkat çekiyor.

Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesinin 50. yılı dolayısıyla TBMM’de dün kabul edilen tezkerede “iki devletli çözüm”ün yegane yol olduğu öne sürüldü ve dünyaya KKTC’yi tanıma çağrısında bulunuldu.

Bu tezkere, Türkiye'nin yarım asırlık pozisyonunda değişiklik anlamına geliyor. Kıbrıs'ta 1950 ve 60'lı yıllarda komünist hareket güçlü olduğu için milliyetçiler kışkırtılmış, etnik saldırıların büyüttüğü sürecin ardından Türkiye adaya çıkarma yapmıştı. Kuzeyde kurulan fiili devlet uluslararası toplumda tanınmıyor. Türkiye'nin pozisyonu da bu fiili durumu sona erdirecek çözüm arayışı yönündeydi.

Bu yaklaşım, dün TBMM'de kabul edilen ve "İki devletli çözüm siyaseti, Akdeniz bölgesinde istikrar ve kalıcı barışı sağlamanın da yegane yoludur" ifadesi geçen tezkereyle terk edildi.

Kuzey Kıbrıs'ın mevcut hükümetince memnuniyetle karşılanan ve “tarihi bir olay” diye nitelenen tezkereye CHP de onay verdi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Kuzey Kıbrıs’ta “kardeş parti” diye nitelediği Cumhuriyetçi Türk Partisi’ni (CTP) ziyaretinde kendisine bu durum soruldu.

CHP liderinin yanıtı ilginçti.

CTP lideri Erhürman 'federal çözüm' dedi

CHP heyetinin genel merkezlerine yaptığı ziyaretin ardından düzenlenen basın toplantısında konuşan CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman “iki devletli çözüm”e karşı çıktı.

“Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili tek gerçekçi yolun, iki toplumlu iki bölgeli siyasi eşitliğe dayalı federal çözüm olduğu” görüşüyle hareket ettiklerini dile getiren Erhürman, “Biz yıllar boyunca gene masada dirsek çürütmek istemiyoruz. Biz çözüm istiyoruz” dedi. 

Sonuç odaklı bir çözüm istediklerini söyleyen Erhürman, “Kıbrıs Rum liderliği masadan kaçarsa bugünkü statükoya dönüşü de kabul etmediklerini” ifade etti. 

Tezkereye onay gerekçesi: 'İktidar-muhalefet ayrışmak doğru olmaz'

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise “Kıbrıs'ı bir bütün olarak sahipleniyoruz. Kıbrıs halkının çözüme yönelik iradesinin her zaman arkasında olduk. Bundan sonra da arkasında olacağız” dedi. 

Bir gazeteci Özel’e “Geçtiğimiz günlerde bir röportajınızda ifade ettiğiniz ‘yurtta barış, adada barış’ söylemiyle ve çözüm ifadeleriyle işaret ettiğiniz şey Kıbrıs'ta bir federal çözüm modeli mi? Eğer öyleyse iki devletli çözüm modeli adada kalıcı barışı sağlamanın yegâne yoludur ifadesini barındıran ve dün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilen Meclis Başkanlığı tezkeresine CHP vekilleri neden onay verdi?” diye sordu.

“CHP olarak biz Kıbrıs Türkü'nün evet demediği hiçbir şeye evet demeyiz” diyen Özel’in, yarın Erdoğan’a CTP ile görüşmesini önereceğini söylemesiyse dikkat çekti.

CHP olarak müzakere ve çözümden yana olduklarını ancak Türkiye’nin garantörlüğünün olmadığı bir durumu “son derece riskli” gördüklerini belirten Özel dün TBMM’de kabul edilen metne “Kıbrıs'ın egemenlik haklarına yapılan vurgulardan, Kıbrıs ile dayanışma duygularından” dolayı imza attıklarını söyledi.

Özel tezkereye ilişkin “Metin genelinde, her bir satırına katılamazsınız, çünkü Türkiye'deki bütün siyasi partileri düşünün, hepsinin birden altına imza atabileceği veya el kaldırabileceği bir muhteşem metnin ortaya çıkarmak her zaman mümkün olmaz. 50'nci yılda dünyanın gözünün önünde de Kıbrıs meselesinde iktidar-muhalefet ayrışmak da doğru bir yaklaşım olmaz” dedi.

Kıbrıs'a da AKP ile 'müzakere'yi salık verdi

“Türkiye'de Kıbrıs üzerinden iç siyaset kavgası yapmak kolay. Bu zamanında çok yapıldı. Ama kimseye bir faydası olmadı” diyen Özel “Biz Türkiye'de iktidarla muhalefetin müzakere de ettiği mücadele de ettiği bir süreci yaşıyoruz” diye konuştu.

Türkiye'deki tüm siyasi partilerin Kıbrıs'taki tüm siyasi partilerle görüşmesi gerektiğini savunduklarını söyleyen Özel AKP’nin de CTP ile görüşmesi gerektiğini belirterek Erdoğan’a da CTP ile görüşme çağrısında bulundu.

Özel “Benim bugün ve yarın ayırıp da görüşmediğim hiçbir siyasetçi yok. Herkesin görüşlerini dinlemen lazım. Ama örneğin AKP'nin de CTP'yi de mutlaka dinlemesi gerekiyor, görüşlerini dinlemesi gerekiyor. Çünkü ortak fikirler ortaya konmadan, özgürce tartışılmadan çözüme ulaşmak mümkün değildir. Bugünkü durumdan Kıbrıs'taki hiç kimse ve Türkiye'deki hiç kimse memnun değildir. Kıbrıs Türkü çok daha iyisini hak etmektedir. Bunun için de müzakere edilmelidir. Ben AKP'yi, Genel Başkanı sayın Erdoğan'ı Kıbrıs'taki tüm partilerle görüşmeye ve Kıbrıs'ta her geçen gün gücü artan, anketlerde güçlendiğini hep birlikte takip ettiğimiz CTP gibi bir partiyi mutlaka, belki de bu ziyaretinde kabul edip görüşmeli ve bundan sonra diyalog zemini içinde olmaya davet ediyorum. Bu hepimizin faydasınadır” diye konuştu.

Özel dün de Türkiye’nin NATO’ya üye olmasının ardından Kıbrıs’ta faaliyetlerine başlayan kontgerilla örgütü Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurucusu ve daha sonra Kuzey Kıbrıs’ın ilk cumhurbaşkanı yardımcısı olan Fazıl Küçük’ün anıt mezarını ziyaretinde, Kuzey Kıbrıs iç siyasetine "gerilimi düşürme" tavsiyesinde bulunmuştu.

“CHP’nin son dönemdeki uzlaşma, müzakere ve mücadeleyi eş değer tutarak geliştirdiğiniz yaklaşım, Türkiye’de bahar havası estirdi ve o hava, buraya da yansıdı” sözleri üzerine Özel şu değerlendirmeyi yapmıştı:

Türkiye’den daha çok normalleşmeye ihtiyacı olan bir yer varsa o da Kıbrıs’tır. Çünkü burada tüm tarafların tek yumruk olması lazım. Geçmişte, Kıbrıs’ta aylar iç siyasetin askıya alındığı ve hep birlikte olunduğu süreçler var. Kıbrıs’ın, Kıbrıs Türkü’nün ortak çıkarları ve haklı davası için Kıbrıs’ta da gerilimin düşmesinin büyük faydası var. Bunu duyduğuma da çok memnun oldum. Kıbrıs’a katkı sağlamaya devam edeceğiz. Biz buraya ‘yavru vatan’ da demiyoruz. Burası bizim kardeş ülkemiz.”

                                                                 /././

Ekrem İmamoğlu ABD Büyükelçisiyle buluştu: İBB duyurmadı

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Flake'in önceki gün İmamoğlu'na yaptığı ziyaret İBB Başkanı tarafından duyurulmadı. Büyükelçiliğin resmi sosyal medya hesabından görüşme için "işbirliği" denildi.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake, önceki gün İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu ziyaret etti.

Buluşmayla ilgili sadece Flake'in İmamoğlu ile "yeni işbirliği fırsatlarını değerlendirdikleri verimli bir görüşme" gerçekleştirdiğini biliyoruz. 

Bu bilgiyi Türkiye'nin ABD Büyükelçiliği resmi sosyal medya hesabından paylaşılan gönderiyle öğrendik. Çünkü ziyaret, İmamoğlu'nun resmi hesapları ya da İBB tarafından paylaşılmadı. Görüşme medyada da yer bulmadı.

İmamoğlu’nun söz konusu görüşmeyi paylaşmaması dikkat çekerken, ABD Büyükelçiliği'nin hesabından "yeni işbirliği fırsatları"nın ne olduğuna dair detay da paylaşılmadı.

Görev süresi bitiyor

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake'in Türkiye'deki 3 yıllık görev süresinin sona ereceği açıklanmıştı. ABD Büyükelçiliği Sözcüsü'nün aktardığı bilgiye göre, Flake'in Türkiye'deki görevi 1 Eylül'de sona erecek.

Açıklama sırasında sözcü, Flake'in "tarihi bir dönemde ABD-Türkiye stratejik ortaklığını güçlendirme konusunda kendisini şanslı hissettiğini söylediğini" kaydetmişti.

Büyükelçi Flake de 16 Temmuz'da X sosyal medya hesabından, "Hizmet etmek bir onurdu" paylaşımında bulunmuştu. 

İmamoğlu-Flake görüşmesi bu kararın hemen ertesinde 17 Temmuz'da gerçekleştirildi.

Ekrem İmamoğlu, 31 Ocak 2022'de atanan Flake’i  o dönem Saraçhane’deki makam odasında ağırlamıştı. Çok konuşulan görüşmede yine ikilinin "muhtemel işbirliği alanları ve yerel girişimleri destekleme konularında fikir alışverişinde bulunduğu" söylenmişti.

(soL)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder