26 Temmuz 2024 Cuma

Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -26 Temmuz 2024-

Bir ikiyüzlünün hezeyanları -Ahmet Yaşaroğlu-

Sözcü Yazarı Soner Yalçın 23 Temmuz’daki yazısında yine sola attı, tuttu. Bu kez konu Kıbrıs Harekatı’nın 50. yılı. Öyle anlaşılıyor ki solun, harekatın “50. yıl şenliklerine” ortak olmayışı Soner efendiye dert olmuş. Yazısının sonunda “TİP’ten Emek Partisine (ki DEM’i saymıyorum bile) kendini solda görenler Kıbrıs zaferini niçin kutlamadı?” diye soruyor. Yazısına SPS -katı insan sendromu- hastalığından örnek vererek başlıyor. Bu hastalığın temel özellikleri arasında büyümeyi, yürümeyi engellemek gibi özellikler var. Sol bu hastalığa tutulanlar gibi büyüyemekle eleştiriliyor. Harekatın 50. yıl şenliklerine, “halkın zafer şenliklerine” katılmamak gibi nedenler bunun deliliymiş, bu nedenle büyüyemiyorlarmış vb. Harekatın 50. yılı nedeniyle Soner Yalçın tarafından peşinen işgal ve ilhak destekçisi ilan edilen halkın bir “şenlik” yaptığı pek görülmemişse de sol bu görülmeyen şenliğe katılmamakla eleştiriliyor! Bu yazıda konu Kıbrıs ama Suriye veya Irak’a yönelik harekatlar da olabilirdi ve Soner Efendi yine geçmişte söylediği gibi aynı şeyleri yine söyleyecekti. “Eleştirisinin” özü solumuz neden sosyal-şoven değil diye dövünme olarak özetlenebilir.

Önce eğer sol genel olarak devletin kutladığı 50. yıl “şenliklerine” katılmadıysa onları tebrik etmek ve bundan memnuniyet duymak gerekir. Ama en azından solda sayılan CHP’nin, aynı zamanda geçmişte bu harekatın siyasi sorumlusu olduğunu ve bu “şenliklere” aktif olarak katıldığını biliyoruz. Sol geniş bir kavram olduğundan ve kendini solda gören hemen her örgüt ve kişiyi kapsadığı için ve burada özel olarak partilerin isimleri verildiği için onlar adına bir değerlendirme yapmak olanaklı değil. Ama Emek Partisinin politikasını yakından takip eden birisi olarak bu partinin Kıbrıs’a ilişkin politikasını ana çizgileri ile birkaç cümlede özetlemek olanaklı. Emek Partisi, Kıbrıs’a dışarıdan gelen ve dış müdahalede bulunan bütün güçlerin Kıbrıs’tan elini çekmesini, adayı terk etmesini, Kıbrıslı Rumların ve Türklerin Kıbrıs halkı olarak kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesini savunmaktadır. Çeşitli biçimlere dayalı birlikte yaşama da konfederal bir yapıya da ayrı devletler olarak yola devam etmeye de ancak bu iki halk karar verebilir. Soruna böyle bakılınca devlet yönetiminin işgal ve ilhak “şenliklerine” katılmamaktan daha doğal ne olabilir ki?

Biz ekonomik baskılardan bunalan işçi ve emekçi halkın ne tür bir “şenlik” yaptığına tanık olmasak da Soner Efendi “50. yıl şenliklerine katılmak için bir dizi neden sıralıyor, adeta bir destan yazıyor. Ama “küçük” bir defosu var: Destek ve şövenizm konusunda bütün söylediklerini, hatta daha fazlasını yapan, bir zamanlar Denktaş’la da yakın ilişkiler kuran ağabeyi “Doğu”nun” partisinin neden yüzde 1’i bile bulamadığı üzerine tek söz etmiyor. Türk şovenizmini ve gericiliği desteklemekte kendisini “sosyalist vb.” sayan Perinçek’ten daha iyi bir örnek bulunabilir mi? Sağda ise zaten onların ideolojik konumlarından ötürü bunun örnekleri çoktur ve onlar şovenizme varan milliyetçililiğin gerçek sahipleridir. Aslı varken taklitlerine itibar edilmeyeceğini hayat tecrübesi olan hemen herkes çok iyi bilir. Soner Yalçın bütün bunlar üzerine bir şey yazmaz, yazdığında da bizleri MHP’nin faşist bir parti olmadığına inandırmaya çalışır. Bugün düzen partilerinin güçsüzleşmeleri, halk için güçlü bir alternatif -CHP’nin köpürtülmesine rağmen- olamamalarının nedeni halkın gerçek sorunları karşısında aldıkları ikiyüzlü tutumdur. Genel olarak düzen partilerinin önemsiz ayrıntılar dışında AKP ve MHP tarafından uygulanan mevcut ekonomi politikalarına bir itirazları bulunmamaktadır. Bu da iktidara nefes aldırmakta, onun gerici manevralarına, yeni saldırı planları yapmasına imkan tanımaktadır.

Gelelim önümüze atılan meselenin özüne: Kendi özgünlükleri olan Kıbrıs Sorunu bir yana, genel olarak sol, sosyalist, komünist partilerin ve kendini bu ideolojilerle tarif eden kişilerin kendi gericilerinin önlerine getirdiği “dış sorunlarda”, “milli sorunlarda” kendi burjuvalarının ve onların devletlerinin peşine takılmaması gerekir. Sosyalistler vb. ulusların, halkların birbirlerini kesip, doğraması suçuna ortak olamayacakları gibi, bu tür durumlarda işçi ve emekçi halkı uyarmak ve bilinçlendirmek, onları içerdeki düşmana yani kendi burjuvalarını ve yönetimlerini devirmek gibi bir göreve çağırmakla, bunu örgütlemekle yükümlüdürler. Kendi emperyalistlerinin, gericilerinin peşine takılarak halkların, tek tek ülkelerde işçi sınıflarının birbirlerine karşı savaşmalarının, birbirini boğazlamalarının en kötü örneği Birinci Dünya Savaşı’nda Birinci Enternasyonal partilerinin “vatan savunması” adına kendi emperyalist burjuvalarının, kendi gericilerinin peşlerine takılmaları olmuştu. Ama bu partiler içindeki gerçek enternasyonalistler buna karşı çıktıkları gibi, kendi burjuvalarını devirmek için, yani “içerdeki düşmanı” devirmek için çaba göstermişler, Bolşevikler bunu başaran tek parti olarak Ekim Devrimi’ni gerçekleştirmişlerdir. Kıbrıs halklarına akıl öğretecek değiliz ama halkların mücadele tecrübelerinin özetini onlara hatırlatabiliriz: Kendi gericilerini devirmek, dış müdahalecileri kovmak, kendi geleceğini kendi tayin etmek. Ülkeyi yönetenlere söyleyeceğimiz de Kıbrıs’tan ellerinizi çekin, halkların kararlarına saygı duyun olacaktır.

Sosyalistler elbet ulusal sorunlara duyarsız değillerdir. Ülkenin işgale uğraması, dış müdahaleye maruz kalması, her türlü emperyalist politikaya, müdahaleye karşı onlar, ülkenin bağımsızlığı ve kurtuluşu için mücadele ederler, savaşırlar ve gerektiğinde ittifaklar da yaparlar. Ama bütün bunlardan sonra iki de bir başımıza kakılan “solun zayıflığı” üzerine de birkaç satır yazmak gerekir: Evet, sol ve sosyalist partiler bugün zayıftır. Ama onların güçleneceği alan kendi gericilerinin, burjuvalarının, şövenistlerinin peşine takılmaktan geçmez. Bu yol halkı bölme, parçalama ve birbirine düşman etme yoludur. Oysa işçi ve emekçi halkın temel ve acil taleplerini güçlü bir biçimde savunmak, faşizmin ve sermayenin saldırısını püskürtmek için birleşmeye, ortak mücadele hattını örmeye ihtiyacı vardır. Sosyalistlerin gelişip güçleneceği alan da burasıdır. Bu başarılı olursa soldan, halktan yana gözükerek onun sağlıklı tepkilerini her fırsatta zayıflatmaya çalışan Janusların -Roma mitolojisinde bir yüzü sağa, bir yüzü sola bakan tanrı- halkın bilincini bulandırma çabaları sonuç vermeyecek, hizmet ettikleri gericilik ve sermaye yenilgiye uğratılacaktır.

                                                           /././

Dr. Savaş Çoban: "Popülizm, işçi sınıfının gerçek sorunlarını gizlemek için bir araç" -Gözde Tüzer-

Popülizm, Erdoğan ve medya arasındaki ilişkiyi, “Popülizm ve Medya” kitabının hazırlayanlarından olan Bağımsız Araştırmacı Dr. Savaş Çoban’la konuştuk.

Son zamanların tartışmalı konularından biri “popülizm”. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, işçi ve emekçilere yapılması istenen zamlarla ilgili “Popülizm batağına düşmemek için çalışıyoruz” demişti. Popülist açıklamalarıyla bilinen Erdoğan’ın bu sözlerini, popülizmin ne olduğunu ve medyada nasıl karşılık bulduğunu Bağımsız Araştırmacı Dr. Savaş Çoban ile konuştuk. Dr. Çoban “Popülizm, iktidarın işçi sınıfının gerçek sorunlarını gizlemek için kullandığı bir araç olarak görülür ve medya bu süreçte önemli bir rol oynar” dedi.

“Popülizm ve Medya” kitabının da hazırlayanlarından Savaş Çoban, popülizm tanımının genel olarak “Çoğunluğun beklentilerini karşılamak ve onların desteğini almak amacıyla hareket eden kişilere popülist denir” diyerek yapıldığını söyledi. TDK sözlüğüne göre ise popülizm; “Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika ve halk yardakçılığı” şeklindeki iki tanıma sahip.

Dr. Çoban, popülizm kelimesinin bir anlamıyla Türkçede kötü bir anlayış olarak sözlüğe girdiğini söyleyerek şöyle devam etti: “Popülizm, halkların duygularına hitap ederek, onların isteklerini ve ihtiyaçlarını doğrudan temsil etmeyi iddia eden siyasi bir stratejidir. Popülizm genellikle işçi sınıfının gerçek sorunlarını gizlemek ve sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet etmek amacıyla kullanılır. Popülist liderler, geniş kitlelere hitap ederler, basit ve çekici mesajlar, sloganlar kullanarak onların desteğini kazanırlar.”

GASP, YOLSUZLUK, KAYIRMACILIK, BASTIRMA…

Popülist iktidarların üç ana özelliği olduğunu vurgulayan Çoban, bu özellikleri şöyle sıraladı:

“Devlet aygıtını gasbetmeleri, yolsuzluk ve kayırmacılık yapmaları ve sivil toplumu bastırmaları.”

Popülist liderlerin özelliklerini şöyle sıraladı: “Popülistler, kendi yönetimlerini halkın gerçek temsilcisi olarak meşrulaştırıyor. Faşizm ve popülizm arasındaki fark, seçimlere yaklaşımlarıdır; popülistler genellikle seçimleri kabul eder ve kaybettiklerinde iktidardan çekilirler. Ancak muhalefete alan bırakmamak, her iki sistemin de ortak özelliğidir. Popülizm günümüzde daha farklı tutum ve siyasi yaklaşımları da bünyesine almıştır. Popülizm denince akla demagoji, fanatizm, yabancı düşmanlığı, faşizan görüşler, tekçi anlayış, ifade özgürlüğünün kısıtlanması, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması, karizmatik ve her şeye karar veren lider gibi antidemokratik yaklaşımlar gelmektedir.”

Savaş Çoban, Erdoğan’ın popülizm söylemlerinin, iktidarın halkın ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarına yönelik yüzeysel ve geçici çözümler sunarak sermaye sınıfının çıkarlarını koruma çabasının bir parçası olduğunu aktarıyor. Bu süreçte de işçi sınıfının yapısal sorunlarına gerçek çözümler sunmaktan kaçınılıyor. Bu arada büyük oranda işçi sınıfının örgütlendiği sendikalar ve konfederasyonlar da iktidarın denetimi altında.

MEDYA: BİLİNÇTE YANILSAMA YARATMA ARACI

Medya özelinde baktığımızda ise “popülizm” söylemleri kendini nasıl var ediyor? Medya popülizmde nasıl yer buluyor? Çoban’a göre uzun yıllardır iktidarda olan Recep Tayyip Erdoğan popülist güçlü bir lider olarak karşımıza çıkmakta. Popülizm ile ilgili tüm çalışmalarda ismi geçen bir lider olarak konu ile ilgili en önemli örneklerden birisi.

İktidarın söylemlerinin, medyada geniş yer bulup; halkın dikkatini iktidarın başarısızlıklarından uzaklaştırarak geçici rahatlamalar sunmayı amaçladığını söyleyen Çoban “Medya, bu söylemleri çoğunlukla iktidarın kontrolü altındaki organlar aracılığıyla yayar ve bu şekilde halkın bilincinde bir yanılsama yaratır” dedi.

"GERÇEK SORUNLAR GÖRÜNÜR HALE GELDİ"

Savaş Çoban’la normal şartlarda iktidar gazetelerinin emekli maaşlarının açıklanmasının hemen ardından attıkları “müjde”, “Kurtulduk”, “Emekli mutlu” gibi manşetleri de konuştuk. Ancak bu kez gazeteler sadece rakam vermekle yetindi, üstelik maaş artışının maliyet hesabına girişti. Çoban bunun popülizm bağlamında dikkat edilmesi gereken çok önemli bir yere sahip olduğuna dikkat çekti ve şöyle dedi: “Normalde müjde ve sevinç ifadeleriyle duyurulan maaş artışlarının son dönemlerde sadece rakamlarla belirtilmesi ve maliyet hesaplarına girişilmesi, iktidarın popülist söylemlerinin zayıfladığı ve ekonomik gerçeklerin halk tarafından daha açık bir şekilde görülmeye başladığının bir göstergesidir.”

Savaş Çoban bu bağlamda dünyada popülizmin kendini var ettiği ekonomik krize bu sefer popülist bir iktidarın neden olduğunu aktardı ve bu durumun, popülizmin etkisini kaybetmeye başladığı ve gerçek sorunların görünür hale geldiği bir döneme işaret ettiğini söyledi.

MİLLİYETÇİ DUYGULARI KÖRÜKLEME İSTEĞİ

Çoban’ın medyada bir diğer dikkat çektiği başlık ise “NATO”. Çoban; NATO ile ilgili popülist başlıkları, “Erdoğan’ın uluslararası arenada güçlü bir lider imajı olduğu şeklinde bir görünüm yaratma çabalarının bir parçası” olarak tanımlıyor ve şöyle diyor: “Bu tür haberler, halkın ulusal gururunu okşayarak iktidara desteğini sürdürmesini amaçlar ve milliyetçi duyguların körüklenmesi amaçlanır. Medya, Erdoğan’ın NATO toplantısındaki varlığını ve etkisini elinden geldiğince abartarak, halkın dikkatini iç sorunlardan uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Son dönemde medyada dikkat çeken benzer popülist başlıklar arasında, Türkiye’nin uluslararası başarılara imza attığı ya da ekonomik krize ve hiper enflasyona karşı başarılı önlemler aldığı yönündeki abartılı haberler bulunabilir.”

GEÇMİŞTEN BUGÜNE TÜRKİYE’DE ‘POPÜLİZM’

Dr. Savaş Çoban, Türkiye’de popülizmin 1950’lerden günümüze siyasal İslam’ın güçlenmesiyle şekillendiğini aktararak 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde uygulanan ‘Türk-İslam sentezi’ politikalarıyla, siyasal İslam’ın hızla gelişmesine neden olduğunu söyledi.

ABD’nin komünizmi kuşatma stratejisi kapsamında İslamcı akımları desteklemesi, Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi gibi partilerin yükselmesine yol açtığını aktaran Dr. Çoban, şöyle devam etti: “Bu süreçte ‘ılımlı İslam’ projesiyle AKP iktidara geldi. Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini koruyarak ve AB üyeliği yönünde adımlar atarak dikkat çekti. Erdoğan, popülist söylemi ve otoriter tutumuyla gücünü pekiştirdi. Popülist liderler, halkın tek temsilcisi olduklarını iddia ederken, siyasi rakiplerini ahlaksız elitler olarak tasvir ederler. Erdoğan da bu popülist liderler arasında önemli bir örnek olarak öne çıkmaktadır.”

                                                              /././

Hesaplaşma listesi ve yeni vergi kanunu -Nuray Sancar-

Devlet Bahçeli’nin gazeteci, siyasetçi ve ‘diğer’ kategorisinde yer alan 154 kişinin sıralandığı ‘hesaplaşılacaklar’ listesi eleştiriye tahammülsüzlüğün göstergesi ama aynı zamanda partinin meseleler karşısındaki reflekslerinin nasıl ve ne olduğunu gösteriyor. Listesindeki isimleri FETÖ’cü, liberal, Marksist, PKK’li, DEM’lenmiş diye sınıflandıran Bahçeli daha önce de yüzüklü parmağının odağında olduğu bir dosya fotoğrafı paylaşmıştı. Günlerce bu dosyanın içinde ne olabileceği tartışıldı. Muhtemelen o dosyada da benzer suçlamalar vardır. Bu gruplara girmeyenler (Artık geriye ne kadar kaldıysa!) partisinin halis Türk olarak gördüklerinden olmalı.

Bu liste-dosya çalışmalarında orta vadeli plan doğrultusunda halkı, yoksulken iki kat yoksullaştıracak dolaylı ve dolaysız vergilerin sıralandığı yeni vergi kanunu görüşülürken kimlerin vergilerinin sıfırlandığı, kimlerin devlet kesesinden bolca teşvik alarak hazineyi soyduğu yok. Zira yoksul halkın birikimlerinden beslenen ahtapot sermaye hangi zararı verirse versin halis Türklüğünden bir şey kaybetmiyor.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’yi kara listeden griye yükselttiği haberini ‘başardık’ sözüyle kamuoyuna duyuran Mehmet Şimşek’in ekonomi programı, uzun süredir nüfusun büyük bir çoğunluğunu Türk, Kürt, şucu bucu ayırmadan yoksulluk sınırının atındaki asgari ücrete mahkum etmişken Bahçeli’nin önerisi “Muhtaç ve yoksul vatandaşlara destek verilmeli” oluyor. Türklüğün derin, sınıfsal bir yarıkla da çoktan ikiye bölündüğü, uçurumun en alttakilere yardımla, destekle bir nebze kapatılmasına ilişkin tekliften de belli.

‘Yeni vergi kanunu’nda büyük şirket ve firmalara ayrıcalıklar, bu hayatta tutunamayanların faturasına yüklü zamlar ve daha fazla ezilme var. ‘Beşli çete’nin’ adı çoktan çıkmış, tekrar etmeye gerek yok. Çünkü kayırmacılık artık daha yaygın bir kesimi kapsıyor. Bu hafta Evrensel’de AKP Denizli Milletvekili Nilgün Ök ile sanayi ve ticaret odaları başkanlarının kimilerinin de vergilerini ödemediklerine ilişkin haberler çıktı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de bir soru üzerine 6 milyon 818 bin 285 mükellefe ait 4 milyar 20 milyon 616 bin 614.70 TL tutarında borcun silindiğini açıklamıştı. Dürüst gazetecilerin listeleri ise bu iltimastan yararlananların kimler olduğunu belgeliyor.

Kamu harcamalarında tasarruf başlığı altında eğitim, sağlık ve diğer kamusal hizmetlerde kısıntıya giden iktidar, sivil toplum örgütü olarak tanımladığı tarikat ve cemaatlere, eş dost-oğul vakıflarına milyonlarca liralık hibe, indirim ve ikram yapmış durumda. Hal böyleyken iktidar sözcüleri temmuz zammı verilmeyen asgari ücretin vergilendirilmemesinin bütçe yükünü ne kadar arttırdığına ilişkin cümleler kurmaktalar. Plan ve Bütçe Komisyon Başkanı AKP’li Mehmet Muş bu yıl ocakta asgari ücrete yüzde 49.1 oranında yapılan artış nedeniyle istisna tutarının 640 milyar liraya yükseldiğini, damga vergisiyle hesaplandığında ise 677 milyar liraya ulaşmasının öngörüldüğünü söyleyerek, “Bu haliyle asgari ücret istisnasının, vergi harcamasının içerisindeki payının yüzde 31’e çıktığını” söyleyebiliyor. Yani yeni vergi kanunu iktidarın asalaklarının ve sermayenin bir kesimini ihya etmeye devam ederken, asgari ücretliyi altı harlanmış bir ateşe atmaya hazırlanıyor.

Boş kasanın sorumlusu, çalışmalarının karşılığında aldıkları üç kuruşun lütuf gibi görüldüğü ücretli-maaşlı ve emekliler. Devlet bu kesime abandıkça abanıyor. Gerçekten lütuflandırılan servet sahipleri için hazineyi dolduracak kudret, yoksulun damarlarındaki tevekkül sahibi ‘asil’ kandan bekleniyor.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz “Kredi notumuz arttı, enflasyon haziran ayı itibarıyla gerilemeye başladı, cari açık kapanıyor, risk primimiz azalıyor, finansal istikrar sağlanıyor, dış kaynak gelişi güçleniyor, yatırım ortamı da iyileşecek” diye malum tekerlemeyi yinelemekte.

Köprüden geçenden 10, geçmeyenden 5 kuruş isteyen Deli Dumrul efsanesinin güncellenmesiyle yola çıkılmıştı, Nasrettin Hoca’nın fıkrasına gelindi; koyunlar büyüsün yün olsun da kazak örelim!

Emeğiyle geçinenler ağır ekonomik baskıya maruz kalırken iktidar ortağı Bahçeli, dosyalarını, hesaplaşma listesini, her eleştirinin notunun tutulduğu etki ajanlığı kaydını bir kenara bıraktığında ortalığın sadece yoksullar ve zenginler olarak ikiye bölündüğünü; her eleştirene FETÖ’cü, liberal, terörist, Marksist suçlamalarını sıralayarak bu gerçeğin gizlenemediğini de görecek belki. Ama maksat bu değil; maksat bu ekonomiyi idare eden iktidar blokunu Türklüğün bekçisi, geriye kalanları ise düşman listesinde teşhir etmek. Bugün gazeteciler, yarın başkaları. Hiç değişmiyor.                                       /././

LGS: MEB’in başarısızlıktan öte erdemsizliği -Adnan Gümüş-

Başı, sonu, ortası… Hangi konu ve onun hangi evresine baksak, nadiren olumlu yönde bir gelişime rastlıyoruz. MEB ve ÖSYM her sene daha az veri bilgi açıklıyor. Oysa LGS ve YKS sınavlarının en küçük ayrıntısı bile mevcudu değerlendirme ve daha iyisini oluşturabilme için çok önemlidir. OECD PISA raporları bunun örneğidir.

Bugün yine bir dinci skolastik sansürle, kapatmaca ile karşılaştık. Bakanlık önce LGS, şimdi de yerleştirme sonuçlarını açıkladı ama bilgi vermiyor. Ayrıntısı çok basitçe bilinen, ilerleme yönünde yeni düzenlemeler için çok temel olan, her şeyden önce analiz, doğru değerlendirme ve doğru karar için elzem olan LGS-puanlı ve yerel yerleştirme sonuçlarına dair hiçbir ayrıntı verilmemiş bulunuyor.

Boş kontenjanlar mecburen açıklanmak durumunda, o da sadece merkezi sınav puanı ile yerleştirme ile sınırlı bir tablodan oluşuyor, bu tek tablodan bazı bilgileri çıkarmaya ve yorumlamaya çalışacağım.

MEB’İN ERDEMSİZLİĞİ: LGS BİLGİLERİNİ SAKLAMA, GERÇEĞİ/BAŞARISIZLIĞI GİZLEME

MEB, “erdemli kamil/yetkin” insan yetiştirecekti hani? Erdeme ve değerlere ne anlam yükledikleri ayrı bir konu ama erdem ile ilgili tartışmasız kabul edilen unsurlardan biri hakikat arayışıdır, hakikat arayışının birinci şartı bilgidir.

MEB erdemli mi, bilgi ile hakikate erişmek istiyor mu yoksa bilgileri gerçeği mi örtmeye çalışıyor?

Bilgi ile “Kendini bil” ile bilmek ile başlar erdem/bilgelik. Yunus “Sen kendin bilmezsen” diye devam eder.

Bilgisizlik, cehalet ancak cehalet doğurur.

Daha kötüsü, kamuoyunu, halkı cahil bırakmaya kalkarsan, bunda daha büyük bir art niyet, daha büyük bir gizli niyet, cehaletten daha büyük bir kötülük olabilir.

EĞİTİM ŞART, EĞİTİM İÇİN BİLGİ ŞART: BİLMEK DOĞRUSU VE DAHA İYİSİNİ PLANLAMAK İÇİN ELZEM

Eğitim hepimizin ayrılmaz parçası ve ortak bir toplum olma hasletimiz ise her birimizi doğrudan ilgilendiriyor, her yapılan her birimizi, her aileyi, tüm toplumu ve memleketi derinden etkiliyor. Sınav sonuçlarının ayrıntılarının bile açıklanmadığı bir durumda yurttaşlar, eğitim bilimciler, bilim kişileri, her bir öğrenci, her bir veli, her bir öğretmen süreci nasıl okuyup nasıl geliştirebilecek? Bunun için bilgi şart.

MEB: LGS’DE EN TEMEL BİLGİLERİ BİLE PAYLAŞMADI, BAŞARISIZLIĞINI GİZLEMEYE ÇALIŞIYOR

2012’lere kadar soru türlerine göre doğru sayıları ve ham doğru ortalamaları illere kadar, son yıllarda da en azından okul türüne göre yerleşme durum bilgileri paylaşıyordu. Son yıllarda il ayrıntıları verilmemeye başladı.

Örneğin 2020 yılı için Türkçe: 20 soru, T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük: 10 soru, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi: 10 soru, Yabancı Dil: 10 soru, Matematik: 20 soru, Fen Bilimleri: 20 olmak üzere 90 sorudan; 

* Doğru yanıt sayısı 10+5.5 +6.39 + 3.53 + 4.89 +10.21 = 40.52 (yüzde 45.02),

* Ham doğru yanıt sayısı 7.44 + 3.86 + 5.43 + 2.56 +2.55 + 7.82 = 29.66 (yüzde 32.96),

* Sınav ortalaması 286.35,

* Öğrencilerin yüzde 29 kadarı 300-399 arası ve

* Yüzde 7.85’i 400 üstü puan almış bulunuyordu.

Sınırlı da olsa geçmiş yıllarda bunun gibi bazı tablo, grafik ve bilgiler açıklanıyordu.

MEB bu yıl bu bilgileri de vermeyerek, başarısızlığını gizlemeye çalışıyor.

2024: SINAVA KATILIM DA SINAV BAŞARISI DA YERLEŞTİRME ORTALAMA PUANLARI DA DÜŞMÜŞ GÖZÜKÜYOR

MEB bilgileri gizlemeye başladı ama açık erişilebilir tablolarda çıkarabildiğimiz birkaç nokta yine de acı tabloyu, geriye gidişi gösteriyor.

Açıklamaların satır aralarına bakılırsa, örneğin Bakanlığın şu basın açıklaması üzerinden, “Bu yıl LGS merkezi sınavına başvuran 1 milyon 38 bin 544 öğrencinin 992 bin 906’sı sınava katıldı (…) okulların kontenjanı da 203 bin 638 öğrenci olarak belirlendi. Buna göre öğrencilerin yüzde 83.85’i yerel, yüzde 16.15’i ise merkezi yerleştirme sınav puanıyla kayıt yaptıracak” ifadelerinden bir hesaplama yaparsak yani;

* Yüzde 16.15 merkezi puanlı yerleştirme ile yerleşecekse, bu kontenjan 203 bin 638 ise,

* Buna göre toplam mezun sayısının 1 milyon 260 bin 916 olduğu ortaya çıkar.

* 992 bin 906 sınava girdiğine göre, 268 bin 10 öğrenci (öğrencilerin yüzde 21.26’sı) sınava bile girmemiş demektir.

Sınava girenlerin ise bölgelere, illere, ilçelere, okullara, cinsiyet gruplarına, yaş gruplarına göre zaten bir ayrıntısını göremiyoruz ama elimizdeki tek veri okullara göre taban puanlarını dikkate aldığımızda başarısızlık kendini açığa vuruyor.

Okul Türüne Göre Ortalama Taban Puanları ve 300 Puan Altında Kalan Okul Sayısı

Okul veya Program Türü

Okul Sayısı

Ortalama Taban Puanı

300 Altı Taban Puanlı Okul Sayısı

300 Altı Taban Puanlı Okul Yüzdesi

Anadolu Meslek Programı

38923735491,00

Anadolu Teknik Programı

78727056071,16

Anadolu İmam Hatip Lisesi

71028538954,37

Hazırlık Sınıfı Bulunan Anadolu İmam Hatip Lisesi

1093801513,76

Anadolu Lisesi

476394336,93

Hazırlık Sınıfı Bulunan Anadolu 

Lisesi

6036000,00

Hazırlık Sınıfı Bulunmayan Sosyal Bilimler Lisesi

6036946,67

Sosyal Bilimler Lisesi

4838900,00

Fen Lisesi

36142610,28

Hazırlık Sınıfı Bulunan Fen Lisesi

1046900,00

Toplam

3010 135344,95

Elimizde tam sayılar maalesef yok ama okul taban puanları üzerinden ve kontenjanları üzerinden bir kestirimde bulunursak, öğrencilerin 120 bin kadarı 300 ve üstü puanlı okula yerleşebiliyor.

Yani 300 puan dikkate alınırsa 1 milyon 261 bin öğrenciden tahmini yüzde 10’u kadarı soruların yarısından fazlasını yanıtlamış olabilir.

Dahası başarısızlık önceki yıllara göre, örneğin 300 puan altında kalanları kıyasladığımızda, çok daha artmış bulunuyor. Örneğin 2019’da 300 puan altında taban puanı olan okul veya program oranı yüzde 24 iken 2024’te yüzde 45.

BAŞARISIZLIĞIN ÇOK SEBEBİ VAR, EN GÖRÜNÜRLERİ İMAM HATİP ORTAOKULLARI, DEĞERLER EĞİTİMİ, DİNCİLEŞME

Başarısızlığın sebepleri çok. Bunları değerlendirebilmek için MEB’in sınav ayrıntılarını, kişi haklarını ihlal etmeyecek her tür veriyi, okula kadar açıklaması gerekiyor.

Daha makro bir öngörüde bulunursak 2012’den bu yana en bariz değişiklik imam hatip ortaokullarının tekrar açılması ve yaygınlaştırılması ile tüm eğitim öğretim sürecinin dincileştirilmesi, değerler eğitimi altında dini muhafazakarlığın öne çıkarılması. MEB’in karar vericilerinin de yaygın şekilde AKP/Milli Görüş ve çeşitli cemaat mensuplarından oluşturulması. O halde bunların başarısızlığın artmasında ciddi bir payı olsa gerek.

En asgari yorumla, eğitim öğretimimiz zaten çok başarılı değildi, son yıllarda yapılanların işi daha da kötüleştirdiği çok açık.

O halde ne yapmalı?                             /././

Kalkınma Yolu ve umut ticareti -Yusuf Karadaş-

İktidara yakın medya organları son zamanlarda ‘Kalkınma Yolu’ üzerinden umut ticareti yapıyorlar. Yeni Şafak gazetesi, geçtiğimiz günlerde Kalkınma Yolu’nu manşetine taşıyarak yapılacak yatırım ve istihdam ile bölgenin çehresinin değişeceğini ve halkın büyük bir heyecanla bu projeyi beklediğini yazdı.

İktidar ve medyasının Kalkınma Yolu üzerinden umut ticareti yapmaya çalıştığı Kürt illeri (Bölge), Türkiye’nin sosyoekonomik gelişmişlik sıralamasının en sonunda yer alıyor. Mesela Kalkınma Yolu projesinin sınır kapısı olarak belirlenen Ovaköy’ün bulunduğu Şırnak, bu listenin en dibinde (81. sırada) bulunuyor.

Kürt coğrafyasının ekonomik olarak geri bıraktırılması, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana iş birlikçi (önce feodal ve sonra burjuva) güçler üzerinden Kürtlerin kontrol altında tutulmasının bir aracı olarak kullanılmaya çalışıldı. Öte yandan bu politika aynı zamanda Kürt sorununun inkarının en sık başvurulan biçimlerinden biri olarak kullanıldı: “Kürt sorunu yoktur, ekonomik geri kalmışlık sorunu vardır!”

Erdoğan’ın 2008’de Diyarbakır’da açıkladığı ‘GAP Eylem Planı’ bu politikanın en tipik örneklerinden biriydi. Erdoğan, 2012’de tamamlanması hedeflenen bu projeyi açıklarken “kimlik siyaseti” yapanların bölgenin refah ve kalkınmasını istemediğini ve 3.8 milyon kişiye iş olanağı sağlanacak bu proje ile “terör belası”na son verileceğini söylüyordu. Oysa Erdoğan’ın vaatlerinin aksine o günden bugüne bölge halkının işsizlik ve yoksulluğu katlanarak büyüdü ve GAP, büyük tarım şirketlerine yarayan bir proje olmaktan öteye geçmedi.

İktidar ve medyası şimdi de Kalkınma Yolu üzerinden bölge halkında beklenti yaratabilmek için umut ticareti yapıyor.

Ancak her şeyden önce gelecek yıl başlanması planlanan bu projenin geleceğiyle ilgili belirsizliklere işaret etmek gerekiyor.

Bilindiği gibi Kalkınma Yolu, 2023’te imzalanan ‘Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’nda (IMEC) Türkiye’nin baypas edilmesi sonrasında gündeme getirilmişti. Dolayısıyla böyle güçlü alternatiflerinin olması, bu yolun ne kadar işlerlik kazanacağı konusunda soru işaretleri yaratıyor.

Öte yandan Kalkınma Yolu projesiyle eş zamanlı olarak bu yolun Zengezur Koridoru ile birleştirilmesiyle Türkiye’nin Ortadoğu ve Kafkasya’da belirleyici bir güç haline geleceği propagandası yapıldı.

Erdoğan iktidarının Dağlık Karabağ savaşında da aktif bir tutum almasında önemli bir rol oynayan Zengezur Koridoru ile Türkiye’nin Nahçıvan üzerinden Azerbaycan’a bağlanması ve oradan Türki cumhuriyetlere açılması amaçlanıyordu. Ancak bu girişimi kendisine karşı bir tehdit olarak gören İran devreye girerek en azından şimdilik bu projenin önüne geçti. Dahası Azerbaycan’la Zengezur yerine kontrolün İran’da olacağı ‘Aras Koridoru’ anlaşmasını yaptı.

Kalkınma Yolu’nun ekonomik hedeflerinin yanı sıra Türkiye’yi Irak’ta askeri ve siyasi olarak İran’ın karşısında bir güç olarak konumlandırmayı hedeflediği düşünüldüğünde bu projenin geleceği bakımından İran’ın alacağı tutumun da önemli bir rol oynayacağını söylemek gerekiyor.

Fakat diğer hedeflerinin ne kadar gerçekleşip gerçekleşemeyeceğinden bağımsız olarak Erdoğan iktidarı, Kalkınma Yolu’nu PKK’nin tasfiyesi için bir fırsata dönüştürmeye çalışıyor. Bu projenin uygulanabilirliğinin PKK’nin bölgedeki askeri varlığının ortadan kaldırılması koşuluna bağlanması, Türk ordusunun son dönemlerde Irak Kürdistan Bölgesi sınırları içinde sürdürdüğü operasyonlara yönelik itiraz seslerinin azalmasını da sağlıyor.

Tam bu noktada iktidar ve medyası bu proje üzerinden bölgede ‘umut ticareti’ yapmaya çalışırken aslında bir taşla iki kuş vurmayı amaçlıyor.

Birinci olarak, işsizlik ve yoksulluğun iki kat daha ağır yaşandığı Kürt coğrafyasında bu proje üzerinden halkta iş ve ekmek beklentisi yaratılmak isteniyor. Özellikle iş birlikçi Kürt sermaye çevreleri üzerinden bu yönlü umut pompalanmaya çalışılıyor.

İkinci olarak da bu projenin uygulanabilmesi ve Kürt sorununun bir sonucu olan PKK’nin tasfiyesi arasında kurulan ilişki üzerinden de Kürtlerin insanca yaşam talepleri ve ulusal-demokratik istemlerinin karşı karşıya getirilmesi amacı güdülüyor. Yeni Şafak’ın haberinde iş birlikçi sermaye ve aşiret temsilcilerinin öne çıkartılması bu bakımdan dikkat çekiyor. Böylece iktidar, kendi politikalarının ve temsilcisi olduğu tekelci burjuva güçlerin sömürü ve yağmasının sonucu olan halkın işsizlik ve yoksulluğunu “terör örgütü”ne bağlayarak bir taşla iki kuş vurma peşinde koşuyor.

İktidar bir yandan halkın işsizlik ve yoksulluğunun gerçek nedenlerinin üstünü örtmeye ve öte yandan da yayılmacı emellerinin yanı sıra iç siyasetin dizayn edilmesinin bir aracı olarak da kullandığı savaşçı politikalarına yeni dayanaklar yaratmayı çalışıyor. Birlikte yaşamın en güvenli yolunun eşit haklara dayalı demokratik-barışçıl çözümden geçtiği gerçeğini kendi bekası ve Kürdistan coğrafyasındaki sömürü ve yağmanın devamı için reddediyor. Ancak gelinen yerde bu gerici politikanın boşa çıkartılması, halkın ekonomik-sosyal talep ve ihtiyaçları ile ulusal demokratik talep ve mücadelenin birleştirilmesini giderek daha fazla dayatıyor.

                                                EVRENSEL-GÜNDEM

Vali Nevzat Ayaz Anadolu Lisesi öğrencileri: Okulumuzu geri istiyoruz -Bahar EMREOĞLU/İzmir-

İzmir Karabağlar’da bulunan ve depreme dayanıksız denilerek yıkılan Vali Nevzat Ayaz Anadolu Lisesi binasının yerine yapılan yeni bina; 2013-2014 yılı başında “misafir” denilerek okula yerleştirilen Yunus Emre Anadolu İmam Hatip Lisesine verildi. Vali Nevzat Ayaz Anadolu Lisesinin veli ve öğrencileri duruma tepkili.(https://www.evrensel.net/haber/524121)

                                                              ***

‘Batman’da kayyumun 2 yıllık borcunu bizden kestiler’ 

DEM Eş Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, "Batman Belediyesinin 2 yıldır ödenmeyen 99 milyon TL vergisini bu ay kestiler. Buradaki niyetin iyi olduğunu kim söyleyebilir?” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/524136)

                                                                          ***
İşçinin eli prese sıkıştı, saatlerce yardım bekledi -Halis KAR-

"Kadın işçi arkadaşımızın eli prese sıkışıyor, etrafında bulunan gece vardiyasının sorumluları ve diğer işçiler presi kaldıramıyor. İşçi o halde 2 saate yakın pres altında kesilen eliyle bekliyor." (https://www.evrensel.net/haber/524126)

                                                                   ***
Sıcaktan bayılan işçilere: "Kafadan aşağı su dök, çalış!" -Merve İLHAN-

"Tersanelerde ise gün boyu sıcağın alnında çalışıyoruz. Yazın sıcaktan bayılan arkadaşlarımız var. Bir kova su dök kafadan aşağı, sonra çalışmaya devam." (https://www.evrensel.net/haber/524128)

                                                                              ***
“Gemi sıcağı emiyor, hangar desen cehennem” -Eren YÜCEBOY-

Kavurucu sıcaklarda alev topuna dönen gemilerde çalışan tersane işçileri, "Sıcaklar artıyor, sıcaklarla baş edebilmek adına herhangi bir önlem alınmıyor" diyor.(https://www.evrensel.net/haber/524135)

                                                                               ***
Arçelik ve Türk Traktör işçileri: Vergiyi işçi ödüyor, teşviği patron alıyor -Ceylan GEÇGİN/Ankara-
Arçelik ve Türk Traktör’de çalışan işçilerin ilk 6 ayda aldıkları toplam ücret 230 bin lirayı geçti. Böylelikle işçiler, yüzde 27’lik vergi dilimine girmiş oldu. Yılın geri kalanında aldıkları ücretten her ay yüzde 27 vergi kesilecek olan Arçelik ve Türk Traktör işçileri, yan haklarla birlikte yüzde 100 olarak MESS grup toplu iş sözleşmesi zammının yüzde 12’sini kaybetmiş oldu.(https://www.evrensel.net/haber/524130)

(EVRENSEL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder