27 Temmuz 2024 Cumartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" -27 Temmuz 2024-

 

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa bir tarihçesi(I) -Hayri Cem-

Savaşlardan bıkan Elis Kralı Iphitus Delphi'deki tapınağın kutsal rahibesine savaşları durdurmak için ne yapmaları gerektiğini danışmak için gider. Delphi'nin rahibesi, Kral Iphitus'a belli dönemlerde ateşkes ilan edilip, krallıklar arasında atletizm yarışmaları yapılmasını önerir...

Ben bir pul koleksiyoneriyim. Özellikle Olimpiyat ve futbol pulları toplarım. 1976 yılında yapılan Montreal Olimpiyat Oyunlarında sportif filateli ayrı bir yarışma dalı olarak kabul edilmişti.  1976'dan 2008 yılına kadar bu yarışmaları Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) düzenlemiştir.

Yarışmanın amacı, Olimpiyatlarla ilgili değişik konuları ve olayları, pul, ilk gün zarfı ve diğer filatelik materyaller kullanarak anlatmaktır

2008 yılında Çin'de yapılan Yaz Olimpiyatlarında, IOC yarışacak koleksiyonlar için sigorta ve güvence desteğini kaldırınca, pek çok koleksiyoner bu yarışmalara katılmaktan vazgeçmiştir.

Sahibi olduğum koleksiyon, 2000 Sydney ve 2004 Atina Olimpiyatlarında gümüş madalya kazanmıştır.

2024 Olimpiyat Oyunları 26 Temmuz'da başlayacak. Bu oyunların kısa bir tarihçesini, mini bir yazı dizisi şeklinde, koleksiyonumdaki pullarla anlatmak istedim.

* * *

İlk Çağlarda spor

Tarihçilere göre ilk yerleşik düzene geçiş Sümerler döneminde gerçekleştiğinden, savaş aletlerinin kullanımının eğitiminin de de Sümerler döneminde başladığı, bir başka deyişle sportif aktivitelerin Sümerlerle başladığı kabul edilmektedir.

Antik Yunan'da spor

Bilinen ilk sportif yarışmalar Antik Yunan'da görülmüştür. M.Ö 776 yılında yapılan ilk Olimpiyat Oyunları kayıtlara geçmiş ilk spor müsabakalarıdır. Günümüzde de Olimpiyat Oyunları spor dünyasının en önemli organizasyonudur.

Yunanlılar hastalık ve savaşların tanrılar tarafından çıkarıldığına inanırlardı. Antik Çağ'da Yunan yarımadasında şehir devletleri vardı ve aralarında sürekli savaşırlardı. Savaşlardan bıkan Elis Kralı Iphitus Delphi'deki tapınağın kutsal rahibesine savaşları durdurmak için ne yapmaları gerektiğini danışmak için gider.

Delphi'nin rahibesi, Kral Iphitus'a belli dönemlerde ateşkes ilan edilip, krallıklar arasında atletizm yarışmaları yapılmasını önerir. Tanrıların kutsal mekanı olan Olympia'da ilk yarışmaların yapılmasına karar verilir. M.Ö 776 yılında ilk Olimpiyat oyunları gerçekleştirilir.

M.Ö 632 yılına kadar Olimpiyatlar dört yılda bir gün, sadece koşu yarışı olarak yapılırdı. Bu tarihten sonra oyunlar beş gün yapılmaya başlandı. 1168 yıl süren Olimpiyat Oyunları M.S. 392 yılında Romalıların Yunanistan'ı işgal etmesi ile birlikte Romalılar tarafından yasaklandı.

Antik olimpiyatların programı

1. GÜN: Yarışmacılar ve jüri üyeleri sabah erkenden Zeus'un heykeli önünde toplanıp, yarışmalarda hile yapmayacaklarına dair yemin ederlerdi.

Oyunlar başlamadan önce şairler ve tarihçiler birer resital verirdi.

Seremonilerden sonra yarışlar başlardı.  Koşu yarışları ile başlayan Olimpiyat Oyunlarına MÖ 616 yılında Boks, MÖ 632 yılında ise Güreş müsabakaları dahil edildi.

2. GÜN: Sabah Hipodromda at yarışları ve at arabası yarışları yapılırdı. Öğleden sonra ise, koşu, güreş, boks, disk atma ve uzun atlamadan oluşan Pentatlon yarışları yapılırdı. 

3. GÜN: Tüm yarışmacıların, jüri üyeleri ve elçilerin oluşturduğu bir resmi geçit töreni yapılır, öğleden sonra ise yürüme yarışları yapılırdı. Akşam ise tüm halkın katıldığı bir ziyafet verilirdi.

4. GÜN: Boks, Güreş, Pankreas ve Silahlı düello yarışları yapılırdı.

5. GÜN: Yarışları kazananlar zeytin dalından yapılan taçları takılır, bir amfora dolusu zeytinyağı ödül olarak verilir ve müzik ve dansın yer aldığı bir eğlence yapılırdı                                               /././

Pullarla Olimpiyat Oyunları'nın kısa tarihi(II): Modern olimpiyatlar -Hayri Cem-

İç içe geçmiş 5 halka kıtaları temsil etmektedir. Her halka değişik bir renktedir. Zemindeki beyaz renk ile birlikte toplam 6 renk kullanılmıştır. Dünya uluslarının bayrakları bu renklerden oluşmaktadır. Mavi halka  Avrupa'yı,  sarı halka Asya'yı, siyah halka Afrika'yı, yeşil halka Avustralya'yı, kırmızı halka da Amerika'yı temsil eder.

Romalılar tarafından MS 392 yılında sonlandırılan Olimpiyat Oyunları, asırlar sonra, 1859 yılında, Atina Belediye Başkanı Zappas tarafından tekrar canlandırmıştır. Ancak bu oyunlar Pan-Hellenic oyunlar olarak gerçekleşmiştir.

Modern Olimpiyat Oyunları'nı uluslararası bir yarışma haline getirme fikri Fransız Baron Coubertine'e aittir. İlk Modern Olimpiyat Oyunları Baron Coubertine'in öncülüğünde Atina'da, Kral Constantine ve Belediye Başkanı  Demetrius Vikelas'ın katkılarıyla, 1896 yılında gerçekleşmiştir. Bu ilk Modern Olimpiyat Oyunları'na 14 ülkeden 245 erkek yarışmacı katılmıştır.

Kral Constantine                                            Baron Coubertine                                      Demetrius Vikeleas

OLİMPİYAT OYUNLARININ SEMBOLLERİ

Ateş ve meşale

Olimpiyat meşalesinin kökeni Prometheus'un Yunan tanrısı Zeus'tan ateşi çalması ile ilgili olarak Antik Yunanistan'a dayanmaktadır.

Olimpiyat meşalesi fikri, ilk defa Amsterdam'da 1928 Yaz Olimpiyatları'nda tanıtıldı ve o zamandan beri modern Olimpiyatlar'ın bir parçası oldu.

Meşalenin, Yunanistan'dan oyunların yapıldığı ülkeye, çeşitli ülkelerden geçerek aktarılması fikri ise Berlin'deki 1936 Yaz Olimpiyatları sırasında Carl Diem tarafından sunuldu.

Olimpiyat halkaları

Olimpiyat halkalarının tasarımı 1912 yılında Baron de Coubertine tarafından gerçekleştirilmiştir. İlk kez 1920 Olimpiyat Oyunları'nda kullanılmıştır.

İç içe geçmiş 5 halka kıtaları temsil etmektedir. Her halka değişik bir renktedir. Zemindeki beyaz renk ile birlikte toplam 6 renk kullanılmıştır. Dünya uluslarının bayrakları bu renklerden oluşmaktadır. Mavi halka Avrupa'yı, sarı halka Asya'yı, siyah halka Afrika'yı, yeşil halka Avustralya'yı, kırmızı halka da Amerika'yı temsil eder.

Barış güvercinleri

Güvercinler ilk çağlardan beri barışı simgelerler. Antik Olimpiyatların amacı savaşı durdurmak olduğundan, oyunların başlamasından önce barış güvercinleri uçurulmuştur.

Modern olimpiyatlarda da başlangıç seremonisinde barış güvercinleri uçurulmaktadır.

Olimpik motto

Olimpik hareketin amaçları bu üç kelime ile özetlenir:

Citius: Daha hızlı
Altius: Daha yüksek 
Fortius: Daha güçlü

Olimpiyat yemini

Olimpiyat Oyunları'nın açılış töreninde katılan tüm sporcular bir olimpiyat yemini ederler.

Bu yemini organizasyonu yapan ülkenin ünlü bir sporcusu tüm sporcular adına söyler. Bu yemin şöyledir:

"Olimpiyat Oyunları'nda ülkemin şerefi ve sporun zaferi için kurallara uyarak dürüst yarışacağımıza ve gerçek sportmenlik ruhu içinde mücadele edeceğimize ant içeriz."

Yemin ilk olarak olimpiyat bayrağı gibi 1920 Anvers Oyunları'nda yer aldı. Ve yemini Belçika'nın ünlü eskrimcisi Victor Boin okudu.

                                               /././

Tanrı varsa evrende, bunca kötülük niye? -Hasan Aksay-

Böyle sıkıntılı zamanlarda sihirli bir şiir, öykü, roman, şarkı ya da bir film ararım ben, hiç olmazsa bir cümle...

Sizi bilmem ama ben bunaldım, sevgili okurlar. Son zamanlarda içim karardı.

Yollarda rastladığım her bir köpekle göz göze geldiğimde nereye kaçabileceğimi şaşırıyorum.

Evreni paylaştıklarımızdan biri de onlar ama şu sıralarda haberdar olmadıkları katliam planlarının hedefinde, namlunun ucundalar.

Her gittiğim mekânda insanlar pahalılıktan ve hayatın çekilmez olduğundan yakınıyor.

Evet, benzer konuşmalar hep olurdu ancak şimdi başka; artık dünyada kolay rastlanamayacak hızda bir yoksullaşma içindeyiz ve ekonomik durumumuzun kötüleşmesi yıllarla, aylarla değil, günlerle ölçülebiliyor.

Sorunların kaynağı kabak gibi ortada.

Ekonomiden hiç anlamayan bir yönetimin, ele geçirmiş olduğu ülkeyle yaptığı deneyleri de biliyoruz; insana, hayvana, doğaya yönelik herhangi bir sevgi ya da sorumluluk bilincinin bulunmadığını da.

"Biraz daha sabredelim, geliyor gelmekte olan" diyecek halimiz de pek yok doğrusu. Muhalefet bunca aşamadan sonra, bugün bile hâlâ yeterince güven vermiyor, veremiyor.

Memleket böyle de dünyanın hâli çok mu iyi? Değil elbette.

Bunaldık. Ben de bunaldım. Tatile gitsem? Belki ruhum biraz hafifler ama tonlarca ağırlığın gramlarla hafiflemesi beni kurtarır mı ki!

Ne yapmalı?

Böyle sıkıntılı zamanlarda sihirli bir şeyler ararım ben: Bir şiir, bir öykü veya bir roman, bir şarkı ya da bir film, hiç olmazsa bir cümle...

* * *

Tarihin karanlık bir dönemidir. İnsanlar insanlıklarını kaybetmiştir. Açgözlüdürler. Amaçları, yeryüzü nimetlerinden mümkün olduğunca yararlanmaktır; hep daha çoğunu ve daha iyisini tüketmektir.

Zengini de fakiri de sadece kendi menfaatini düşünmektedir. Menfaat için her türlü suç işlenmektedir. Hırsızlıklar ve cinayetler gırla gitmektedir. Kız çocukları, bir parça et karşılığında satılmaktadır.

Sevgi yoktur, dostluk yoktur, mutluluk yoktur. Nefret, düşmanlık ve hırs vardır.

Kaos giderek büyümektedir.

İnsanlık belki de yok olmayı hak etmektedir.

* * *

Ve Tanrı Nuh'a önemli bir görev verir: Her şeyi (ve bu arada aralarında çocuklarla gençlerin de bulunduğu "Tanrı'nın güvenini kaybetmiş insanlar"ı) silip süpürecek olan Büyük Tufan'dan bazı canlıları kurtarması ve daha sonra onlarla birlikte yeryüzündeki hayatın yeniden başlamasını sağlaması.

Nuh ve ailesi, kısa sürede inşa ettikleri devasa gemiye bütün hayvanlardan birer çift alarak yola çıkarlar. Geride kalanlar sular altında kalarak yok olmuştur.

Aylar sonra gemi bir dağa "oturur" (bir inanışa göre Ağrı Dağı'na, bir başka inanışa göre Cudi'ye).

Acaba bundan sonra yeryüzünde huzur ve mutluluk egemen olacak mıdır? Artık kötülükler geride kalmış mıdır?

İlk insanlar olarak kabul edilen Âdem ile Havva'nın küçük oğlu Habil'i öldüren büyük oğlu (ve "tarihteki ilk katil"Kabil'den türeyenlerden, onların şiddet ve kötülüklerinden arınılmış mıdır?

* * *

Aradan binlerce yıl geçti.

Yukarıdaki sorulara cevapları siz verin.

İlk çağlardaki insanların aklından hayalinden geçmeyecek teknolojik gelişmelerden yararlanma şansına kavuşmuş olan bizler, günümüz insanları, şiddetten ve kötülüklerden arındık mı? Yoksa...

2024 Türkiye'sine bakın bir! İçimizde biriken nefrete, hoşumuza gitmeyene zarar verme ve onu yok etme arzusuna, şiddetin her türüne (fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik vb.) eğilimli olmamıza!

Ve neredeyse isteyerek kötülüklerimizi çoğaltmamıza, yarıştırmamıza! Her geçen gün yüreklerimizin biraz daha kararmasına engel olamamamıza!

Kendini tartışılmaz derecede saygın, dürüst, namuslu, iyilik timsali sayan her birimizin içinde nasıl canavarlar gizleniyor acaba?

İstatistiklerde ülkenin cezaevlerinde cinayetlerden hırsızlıklara kadar birçok suçtan hüküm giymiş insanlarla ilgili bir sürü veri bulabiliyoruz.

Ya dışardakilerin gizli suçları? En azından suç eğilimleri, "yüz kızartıcı" davranışları ve düşünceleri?

Böyle konularda hiçbir istatistik verisi yok...

* * *

Her zaman birilerini suçlayıp kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi görmek hiçbir sorunu çözmüyor.

Gevezelikle rahatlamak değil, gerçekten bir şeyleri anlamak ve aşmak niyetindeysen, önce aynaya dikkatle bakman gerekiyor. Şiddet ve nefret sadece bizim şiddetle nefret ettiğimiz kişi ve ortamlardan yayılmıyor ki, içimizde de usulca filizlenip zamanla dal budak sarıyor.

Neyse, daha fazla uzatmayayım.

Bugünlerde eski bir filmi yeniden izledim. Nuh: Büyük Tufan.

Başrollerinde Russell Crowe, Jennifer Connelly ve Anthony Hopkins gibi ünlü isimlerin yer aldığı filmin yönetmeni Darren Aronofsky.

Ne sinema eleştirmeniyim, ne de tarih, din ya da felsefe uzmanı. Filmi didiklemek değil amacım. Sadece izlerken içimdeki karanlığı dağıtacak bir ışık, bir çıkış, bir cümle aradım.

Âdem'den sonraki onuncu kuşak sayılan Nuh'un zamanındaki şiddeti ve kötülükleri bugünle kıyaslamaya çalıştım.

* * *

Yunan filozofu Epikür'ün ünlü sorusunu çoğunuz duymuşsunuzdur:

"Tanrı varsa evrende, bunca kötülük niye? Neden Tanrı kötülüğe izin veriyor?"

Ona karşı çıkanların cevabını bilenleriniz de vardır mutlaka:

"Tanrı yoksa evrende neden iyilik var? İyilik varsa Tanrı da var demektir."

Bu soruyu ve cevabı ben de yeniden sorgulamaya çalıştım.

Tanrı varsa da yoksa da yeni bir Büyük Tufan'ın çıkıp çıkmayacağını merak ettim.

Bu sefer felâketten kurtulma aracı olacak bir Nuh'un Gemisi bulunamayabileceğini düşündüm.

İnsanların masum temsilcileri çocuklara ve insanlığın en büyük saygısızlıklarının kurbanı olan hayvanlara, bitkilere, doğaya üzüldüm.

Umutsuzluğum bir kez daha umudumu bastırdı.

                                                                  /././

Dört kişiyi bıçaklayan uyuşturucu bağımlısı gencin babası 5 ay önce CİMER'e yazmış: Cinayet olmadan devlet bir şey yapamıyor mu? -Candan Yıldız-

"Tedavi yapılmasını istiyorum fakat sağlık ve savcılık kendi isteği olmadan bir şey yapamayacaklarını söylüyor. Ben bir baba olarak ne yapabilirim"

Bingöl’de Emir Can Zazaoğlu’nun tartıştığı kişiyi bıçakladıktan sonra kaçarken çevredekilere bıçakla saldırdığı olayda 4 kişi hayatını kaybetti.

Uyuşturucu sorunu herkesin bildiği "sır". "Sır" olarak saklanamayacak kadar patlak veren bir konu aslında… Yargı farkında, emniyet farkında, siyasetçiler farkında, aileler farkında, eğitimciler farkında ama çığlık atılmıyor.

Türkiye'nin narko ülkeye dönüştüğü iddiaları arasında ağır bağımlılık sorunu yaşayan gençler ya ölüyor ya da öldürüyor.

Son olay Bingöl'den… 19 yaşındaki Emircan Zazaoğlu, hiç tanımadığı kişilere bıçakla saldırdı. Dört kişi hayatını kaybetti, 5 kişi de yaralandı. Bingöl Emniyet Müdürlüğü 19 yaşındaki gencin tutuklandığını açıkladı. Başsavcılık da soruşturmaya gizlilik kararı aldı.

Devlet görevlisi-siyasetçi-mafya üçgeninde uyuşturucuya ilişkin çok dolapların döndüğü bir sır değil. Emircan Zazaoğlu'nu tutuklamak zincirin en zayıf halkası. Sentetik uyuşturucu olan metamfetamin kullandığını öğrendiğim 19 yaşındaki bir gencin neden/nasıl uyuşturucuya bulaştığı ise devasa bir mesele…

Olayı duyar duymaz Saadet Partisi Bingöl İl Başkanı Fatih Tiryaki ile konuştum bilgi almak için. Veteriner hekim olan Tiryaki, 7-8 yıl önce kendi başına gelen olayı anlattı. "Bingöl'de uyuşturucu büyük bir sorun. 2016 ya da 2017 yılıydı. Karlıova'da muayehanemin önünde bir grup uyuşturucu müptelası genç küfür edince 60 yaşındaki babam gidip onları uyardı. Bu gençler tabure ile babamın kafasına vurunca babam hastaneye kaldırıldı. Olayda nefsi müdafada bulunarak silah sıktım havaya ve yere… 8 ay cezaevinde kaldım bu olay nedeniyle… Bingöl M Tipi Cezaevi'nde kalırken ilk kaldığım 12 kişilik koğuşta 5-6 kişi uyuşturucudan içerideydi. Sonradan kaldığım 23 kişilik koğuşta ise 15-16'sı uyuşturucudan yatıyordu. Cezaevine içici olarak giren bir genç baron olarak çıkıyordu. Yetiştiriliyorlar içeride… Bingöl'de ilçe milli eğitim müdürlüklerinde çalışıp uyuşturucu satanların olduğunu biliyorum. Emniyet diyor ki şikayet edin. Biz canımızı zor kurtardık. Emniyet bilmiyor mu, kayıtları vardır onlarda ama harekete geçmiyorlar. Son olayda insanların izlemesi, hiç müdahale etmemesi çok düşündürücü."

Gelelim 19 yaşında uyuşturucuya bulaşan ya da bulaştırılan Emircan Zazaoğlu'nun öyküsüne. Baba defalarca şikayet etmiş oğlunu. Yatırılmasını istemiş. Bingöl Sulh Ceza Hakimliği 05.07.2024 tarihli kararında Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nin raporuna dayanarak Emircan Zazaoğlu'nun tedavi amacıyla özgürlüğünün kısıtlanması talebini reddetmiş.

Baba bununla da yetinmemiş. 21 Şubat 2024'te Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER)'ne de durumu aktarıp yardım istemiş. Bingöl Sürmanşet'in ulaştığı belgede babanın çığlığı şöyle: "Sayın Cumhurbaşkanım. Benim oğlum 19 yaşında. Geçen sene liseden mezun oldu. Bingöl'de şu an gençler arasında hap, uyuşturucu madde çok fazla yaygın. Benim oğlum da bu illete alışmış ve artık baş edemiyorum. Siz devlet yöneticilerimizden bu illete çere bulmanız… Nasıl nerden geliyor bilmiyorum. Polislerimizin bu sıkıntıyı gidermelerini istirham ediyorum. Ben artık oğlumla baş edemiyorum. Evdeki tüm elektronik cihazlarımızı ya kırdı ya da sattı. Daha önce tedavi edilmesi için savcılığa başvuruda bulundum. Hastaneye yatırdılar fakat hastanedeki güvenlik ne durumdaysa bilmiyorum Elazığ'daki (Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) hastaneden kaçıp yalınayak Bingöl'e geldi. Sanki güvenlik görevlileri bana dokunmayan bin yıl yaşasın anlayışıyla uyuşturucuyla mücadelede pasif kalıyorlar. Bu illet Bingöl'de artık ortaokul seviyelerine kadar inmiş durumda. Tedavi yapılmasını istiyorum fakat sağlık ve savcılık kendi isteği olmadan bir şey yapamayacaklarını yapamayacaklarını söylüyor. Ben bir baba olarak ne yapabilirim. Bir cinayet olmadan veya kan dökülmeden devlet bir şey yapamıyor mu? Devlet bu durumda aciz davranmaması gerekir. Sonuç olarak oğlumun bir an önce tedavi edilmesini istiyorum. Önce psikolog vasıtasıyla ikna edilip bu illetten kurtarılmasını istiyorum. Gereğinin çok acilen yapılmasını arz ederim."

Babanın 5 ay önceki "Bir cinayet veya kan dökülmeden devlet bir şey yapamıyor mu" çığlığını duymayan devlet dört canı kurtaramadı.

19 yaşındaki bir genci lanetlemek ya da aileyi suçlamak en kolayı… Ama iddialara göre ortaokullarda bile kullanılan bu dev sorunun ekonomi politiğinin üzerine gidilmeden çok hayatlar kararmaya devam edecek. Zira geçtiğimiz günlerde bir hakimin aktarımından bizzat duydum. Önlerine gelen dosyaların çoğu uyuşturucu dosyasıymış.

Narko devletin izdüşümü olsa gerek Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 2023 raporuna göre 2022'de 340 bin olan hükümlü ve tutuklu sayısının 114 bini uyuşturucu ile bağlantılı suçlardan cezaevinde olan hükümlü ve tutuklulardan oluşuyor.

2021 yılında Türkiye'de uyuşturucu madde bağlantılı suçlardan ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutuklu oranı yüzde 33,6 iken 2022 yılında bu oran yüzde 35,4'e yükseliyor. (Adalet Bakanlığı, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, 2023)

Bingöl Üniversitesi ile ilgili de ciddi iddialar var. Öğrencilerin uyuşturucuya alıştırıldığı, fuhuşa sürüklenmek istendiği yönünde… Uyuşturucu-siyaset ilişkisi ile ilgili CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun dönemin İçişleri Bakanı'na dönük "Bütün kaçakçılarla fotoğrafı çıkıyor, uyuşturucu kaçakçısıyla fotoğrafı var.. Fotoroman Süleyman" sözleri beni Bingöl özelinde de şu habere götürdü.

Kasım 2022'de araçlarında kilolarca uyuşturucu ile yakalananların AKP ve MHP ilçe başkanlarının yeğeni olduğu haberlere yansımıştı. Sinan Ateş cinayeti planlayıcısı Doğukan Çep'in Maltepe-Gülsuyu'nda uyuşturucu ile mücadele eden Hasan Ferit Gedik'i öldürmekten ceza alıp 8 yıl boyunca firarda yaşayabilmesini düşündüğümüzde uyuşturucu ile gerçek mücadele siyasetin konusu…


Not: Cimer'e yazılan dilekçenin orjinaline dokunulmadı…

                                                                             /././

Ayhan Bora Kaplan’ın Emniyet’teki bağlantılarını araştıran iki polis başmüfettişi emekli edildi! -Tolga Şardan-

Siyasetçiler, hakimler, savcılar ve Emniyet Genel Müdürü başta tüm polisler, bu fotoğrafa iyi bakmalı! Bu coğrafya yaşayan hiç kimsenin sahip olmayı ya da kendisi için hazırlanmasını istemediği bir kayıt... Mafyanın ortadan kaldırılmasına yönelik bir operasyon sürecinin geldiği son noktayı net biçimde ortaya koyuyor

Emniyet teşkilatında uzunca bir süredir devam eden ilginç olaylar zincirine yeni halka eklendi.

Bir önceki halka, özellikle birinci ve ikinci sınıf emniyet müdürlerini yakından ilgilendiren terfi ve emeklilik meselesiydi.

Büyüteç’teki bir önceki yazı bu konudaydı.

Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Değerlendirme Kurulu’nun (YDK) en dikkat çekici kararları emeklilik kararlarıydı kuşkusuz. Bir üst rütbeye terfi eden amir ve müdür konumundaki personel ne kadar mutluysa, hiç beklenmedik şekilde emekli edilenler de bir o kadar hoşnutsuzdu YDK kararlarından.

YDK’nın kararlarıyla birinci ve ikinci sınıf emniyet müdürleri sayısı yaklaşık 400 dolayında. Bu sayının yarıya yakını birinci sınıf emniyet müdürlerinden, diğer yarısı da ikinci sınıf emniyet müdürlerinden oluşuyor.

Tabii diğer rütbelerde emekli edilenlerin sayısını bu rakamın dışında tutmak gerek.

Her ne kadar YDK kararlarıyla emekli edilenlerin listesi yönetimce açık biçimde ilan edilmese de hafta sonundan bugüne kadar emekli edilenlerin isimleri emniyet kulislerine düşüyor.

Edindiğim bilgiye göre; söz konusu emeklilik sürecinden etkilenen birinci sınıf polis müdürleri arasında iki isim çok dikkat çekici.

Bu iki polis müdürünün isimlerini, görevleri nedeniyle polemik konusu olmaması için yazmıyorum ama konumlarını açıklayım.

Her iki polis müdürü Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın Ankara’daki merkez kadrosunda görevliler.

Ve her iki polis müdürü, Ayhan Bora Kaplan’ın yakalanmasından sonra başlatılan idari soruşturmalarda görevliler!

İdari boyuttan kastım, Ankara’da kök salan ve her geçen gün farklı olayları ve bağlantıları ortaya çıkarılan Kaplan’ın polisteki bağlantıları elbette.

Kaplan’ın gözaltına alındığı geçen eylülden buyana devam eden takvimde iki polis başmüfettişi; organize suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla yargılanan Kaplan’ın Emniyet teşkilatındaki bağlantılarının peşindelerdi.

Araştırmalar sırasında epeyce dosya yaptılar. Hatta öyle ki, daha geçen hafta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle sürpriz şekilde Bakü’ye İçişleri Bakanlığı Müşaviri olarak atanan Önceki Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’ın bile ifadesini aldılar.

Aldığım bilgiye göre, yine önemli dosyalar üzerinde çalışıyorlardı. Fakat YDK kararı ile emekli edildiler.

Başmüfettişlerden birisi mahkeme kararıyla dönen grupta olduğu için YDK’nın aldığı prensip kararıyla emekli edildi. Diğerinin emekli edilme gerekçesi, YDK’nın aldığı “bulunduğu rütbede 10 yılını dolduranların emekli edilmesi” yönündeki başka bir prensip kararı.

Devlette, hele ki Emniyet teşkilatında devamlılık esas olmakla birlikte emekli edilen iki polis başmüfettişi üzerindeki dosyalar başka polis başmüfettişlerine devredilecek. Dosyaları ele alacak yeni polis başmüfettişlerinin performansı ise zaman içinde anlaşılacak.

İmamoğlu’nun taşlandığı dönemdeki Erzurum Emniyet Müdürü de emekli edildi

Emekli edilenler arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Mayıs 2023’te genel seçimlere yönelik çalışmalar kapsamında gittiği Erzurum’da taşlanması olayı sırasında Erzurum Emniyet Müdürü olan Levent Tuncer de yer aldı.

Bu emekliliğin gerekçesinin İmamoğlu’nun güvenliğinin sağlanamadığı olduğunu sanmayın sakın.

Sadece kadro açmak amacıyla alınan YDK kararından başka bir şey değil.

Siyasetçiler, hakimler, savcılar ve Emniyet Genel Müdürü başta tüm polisler, bu fotoğrafa iyi bakmalı!

Önceki Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Çelik, gözaltına alındıktan sonra

Bu fotoğrafı mevcut haliyle kamuoyuyla paylaşıp paylaşmama konusunu epeyce düşündüm.

Gizli bir belgenin fotoğrafı değil. Suç sicili kaydı. Savcılık talimatıyla haklarında adli soruşturma başlatılan şüpheliler için emniyet birimlerinde düzenleniyor.

Şüphelinin aynı zamanda on parmağının yer aldığı “parmak izi ve fotoğraf kayıt formu.” Milyonlarcası var, adli kolluk birimlerinde.

Haklarında söz konusu form düzenlenen kişiler, adli yargılamalardan beraat bile alsalar; bu evrak eskilerin deyimiyle ömrü billah yani seneler boyunca arşivde kalacak maalesef.

Peşinen belirteyim; belge, günümüzün moda deyimiyle gazetecilik başarısı adı altında bu satırların yazarınca emniyetten sızdırma değil. Kaldı ki, özel olarak tarafıma sızdırılmış da değil.

Ankara Emniyeti’nde patlak veren “gizli tanık” skandalı çerçevesinde başlatılan adli soruşturmada yer alan bir belge. Devam eden yargılama sürecindeki iddianamede adı geçen sanıklara ait resmi ve gizlilik derecesi olmayan, sıradan ama birden çok anlam çıkartılmasına kaynak olabilecek bir belgelerden.

Aynı dosyada gözaltına alınıp adli soruşturma yürütülen diğer sanıklarına yönelik benzer formlar düzenlendi.

Örnek olarak bu belgeyi seçmiş olmamın gerekçesi, yargılanan sanıkların içinde en yüksek rütbedeki polis müdürüne ait olması. Başka bir gerekçesi yok.

Belgede üç farklı açıdan fotoğrafı ve on parmak izi bulunan sanık, Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nden sorumlu olan ve gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra hâkim önüne çıkan Önceki Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Murat Çelik.

Çelik, geçen günlerde başlayan davanın yargı aşamasında avukatlarının tahliye talep etmesine karşın mahkemece tutukluluğuna karar verilen polis müdürü.

Esenboğa Havalimanı’ndan yurt dışına çıkmak isteyen Ankara’nın mafya dünyasının önde gelen isimlerinden Ayhan Bora Kaplan’ın geçen eylülde gözaltına alınması sırasında aracın kapısını açıp silahını Kaplan’a doğrultup yere indirilmesini sağlayan polis müdürü.

Bilmeyenler için yineleyeyim; Çelik, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü Ayhan Bora Kaplan suç örgütü soruşturmasında savcılıkla birlikte çalışan polis ekibin en tepesindeki isim.

Yanı sıra, son dönemin tartışılan polis müdürlerinden Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç’in, güvendiği isimlerden. Sağ kolu denilse yeri.

Gelinen süreci özetlemek gerekirse, mafya ile mücadele eden en üst düzey polis müdürü, mafyanın kurguladığı ortaya çıkarılan ve Emniyet içindeki başka polis müdürlerinin farklı amaçlar nedeniyle göz ardı ettiği sürecin sonunda demir parmaklılar arkasında. 

Büyüteç’i kaleme aldığım dün akşam saatlerinde; Gazeteci Tuğba Özer, tutuklu polis müdürü Çelik’in Sinan Ateş cinayetinin en önemli tutuklu sanıklarından Tolgahan Demirbaş’a cinayet sonrası mesaj attığını ortaya çıkardı. Bu bilginin Çelik’e ait cep telefonlarında yapılan bilişim incelemesi sonrasında hazırlanan raporda yer aldığı anlaşıldı.

Sıradan adli evrakın verdiği mesaj

Gördüğünüz söz konusu belge, her ne kadar sıradan adli evrak kapsamında değerlendirilse de yargı dosyasının olmazsa olmazlardan.

Bu coğrafya yaşayan hiç kimsenin sahip olmayı ya da kendisi için hazırlanmasını istemediği bir kayıt!

İşte bu belgeyi, içindeki kişinin kimliğinden bağımsız, sadece kişinin konumu üzerinden muhataplarına verdiği mesaj nedeniyle kamuoyuna taşıdım.

Kaldı ki; bu belge şimdiye kadar farklı suçlardan yargı önüne çıkarılan üst düzey polis müdürleri için hazırlanmış ilk parmak izi ve fotoğraf kayıt formu değil. Büyük olasılıkla son da olmayacak. En azından mevcut gidişat bunu gösteriyor!

Büyüteç’in başlığını tekrar etmek gerekirse; siyasetçiler, hâkimler, savcılar ve Emniyet Genel Müdürü başta tüm polisler, bu fotoğrafa iyi bakmalı!

Mafyanın ortadan kaldırılmasına yönelik bir operasyon sürecinin geldiği son noktayı net biçimde ortaya koyuyor.

Siyasetçiler açısından; devletin işlerine karışıldığında, liyakatin kulak arkası edildiğinde bilhassa kamu güvenliğinin sağlanmasında görevli kamu personeline yönelik lehte / aleyhte partizanca yaklaşımların doğurduğu sonuçtur, bu fotoğraf.

Yargı camiası açısından; adaleti sağlamakla görevli yargı unsurlarının siyaset yelpazesi altında günün koşullarına göre yaklaşım gösterip bireysel siyasi destek veya maddi istismar yolunun açılmasına gelinen son noktayı göstermesidir. Hukukun öncül olarak değerlendirilmesi gerekirken, siyasetten emir ve talimat alınması yolunun tercih edilerek yargıda kaotik tablonun oluşturulmasının aynadaki yansımasıdır. Hukuki kararların kitaba göre değil, siyasete ve siyasetçiye göre şekillendirilmesinin neticesidir. Birbiriyle benzeşen aynı konulardaki dosyalara uygulanan farklı muamelenin göstergesidir, bu fotoğraf.

Emniyet Genel Müdürü açısından; başında bulunduğu kurumun devlet sisteminden çıkıp siyaset sistemine aidiyet oluşturmasına seyirci kalınmasının, görevlendirme, atamalar, terfiler ve emekliliklerin liyakata göre yapılmamasının, dini grup ve yapıların referans alınarak görevlendirmeler ve atamalar gerçekleştirilmesinin sonucudur. Kendisine doğrudan bağlı üst düzey polis müdürlerinin bilmesine karşın, gerek ülkeyi gerekse teşkilatı karıştıran bir süreçten haberdar ol(a)mamasının, bunun hesabını sor(a)mamasının, Emniyet Genel Müdürlüğü makamının bürokraside atlama taşı olarak kullanılmak istenmesinin iz düşümüdür, bu fotoğraf.

Polis teşkilatı açısından, liyakatin tercih edilmemesinin yanı sıra kişinin bilgi ve becerisi yerine makamın verdiği güç ve kudretle görev yapılmaya çalışılmasının, en güçlü olunduğu düşünüldüğü dönemde en güçsüz olunacağı gerçeğinin hesaba katılmamasının, hukuktan uzaklaşılmasının, kişisel beklentilerin kamusal hizmetlerden üstün olduğu fikrinin doğal sonucudur, bu fotoğraf.

Sözün özü; bu fotoğraf / belgenin tüm muhatapları ders çıkartmalı.

 (T24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder