8 Temmuz 2024 Pazartesi

Sahaflar Çarşısı (XIII) - Bizim çocukların hikayesi: Bir dönem kitabı Sinança! / Özkan Öztaş - soL

 Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki söyleşisinde Yusuf Şaylan'la birlikte bir dönem kitabını konuşuyoruz. Şirin Cemgil'in Sinan Cemgil için kaleme aldığı Sinança'ya yakından bakıyoruz.

Temmuz ayı, sarı sıcak günler. Temmuz biraz umuttur, biraz da keder. Kitabı konuştuğumuz günlerde bir yandan Sivas Katliamı'nın anmaları yapılıyor, bir yandan da yaz aylarında sokaklarda koşturan çocukların bağırışları karışıyor oyunlarına. Hayatın, bu ikiliği aynı anda taşıyor olması insana garip geliyor bazen. 

Güneyde çoktan sarardı başaklar. Orta Anadolu'da ve Doğu'da da harman vakti. Biz bu Temmuz sarısına inat yemyeşil bir bahçede buluşalım istedik Yusuf Şaylan'la. Malum Ankara'da yeşil bahçeler bulmak kolay olmuyor. Telefonda Yusuf Ağabey'e "Müsaitsen kaçıracağız seni" dedim. "Hay hay, her zaman müsaitim" dedi gülerek. Eymir'e doğru yol aldık. ODTÜ ormanlarına yakın bir yerde, yeşil bir bahçede kiraz ve kayısı ağaçlarının ortasında buluştuk. Biraz baharı ve kavgayı, gençliği ve direngenliği konuşacağız bu hafta. Sinan'ı, Şirin'i ve yoldaşlarını. 

Gölgesi geniş bir ağacın altında oturduk. Yusuf Şaylan biraz da aceleci. Söyleşiden sonra yetişmesi gereken bir buluşması daha var. Randevusu, çocuklarına "Sinan" adını veren bir kuşakla. "Hadi başlayalım" diyor. Bir kaç kitap çıkarıyor masanın üzerine, bir de şiir. 

Başlıyoruz...

'Elbet bir bildiği var bu çocukların'

"Bak" diyor Yusuf Şaylan. "Bu şiir söyleşimizin mutlaka en başında yer almalı. Çok severim bu şiiri ama bence 68 kuşağını konuşacaksak eğer bu şiirle başlamayı öneriyorum" diyor. 

Şiir Metin Demirtaş'tan. Che şiiri. 

Yusuf ağabey boğazını temizliyor ve başlıyor şiiri okumaya. Çakır gözleri gözlüklerinin arkasından hafif küçülüyor okurken. 

"Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa
Alaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp yatmağa
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara

Bizim de halkımız vardır Che Guevara
Unutulmuş uzak tarlalar yalazında
Sazıyla, türküleriyle kardeşliğe vurgun
Bütün ulusların halkları gibi
Ve yalnız büyük fırtınalarla kımıldayan
Bizim de halkımız vardır Che Guevara

Bizim de ozanlarımız vardır Che Guevara
Sağ çıkmış güneşsiz taş odalardan
Yüreğiyle barışa, sevgiye yönelmiş
Çelik öfke bir yanı, bir yanı uysal mavi
Eğilmeden dimdik geçmiş demir kapılardan
Bizim de yiğit insanlarımız vardır Che Guevara

Bizim de delikanlılarımız vardır Che Guevara
Yokluklardan biyol kopup gelmiş
Üç zeytin, az ekmek üniversitelerde
Su gibi kızlar çarpar önce, alkol vurur
Öfkeli dolanırlar caddelerde
Ve başkaldırırlar akılları suya erende

Çünkü Vietnam hepimizin Vietnam'ı
Kongo hepimizin Kongo'su
Bir kere özsu yürümüştür dallara
Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara"

Gözlüğünü çıkarıyor ve masaya, kitapların yanına bırakıyor. Kimisi gözlük kullanırken pek özenli değildir. Yusuf Şaylan da onlardan biri. Okumaya yaramıyorsa o an masada nerde durduğunun da çok önemi yok gibi bırakıveriyor masanın üzerine. 

"Şirin Abla" diyor önce. Sonra yutkunuyor. "Şirin Hanım" diye düzelterek devam ediyor. Ve ilk tanıştıkları anı, Ankara Şentepe'de katledilen üç genci, Mahmut, İbrahim ve Şadi'yi hatırlatıyor. Biri 21 diğerleri henüz 18 yaşlarında. Merak edip fotoğraflarına bakınca çocuk yüzleriyle ve okul için çektirdiklerini tahmin ettiğim kravatlı fotoğraflarıyla bakışıyorum. Şirin Cemgil Ankara'ya dönemin Vatan Partisi'nin Merkez Komite üyesi olarak geliyor. Yusuf Ağabey o gençlik zamanlarında (biraz da hala) "Doktorcu". Hikmet Kıvılcımlı'nın teorik müktesebatından geçen bir kuşak.

Şentepe'den Karşıyaka mezarlığına kadar birlikte yürüyorlar Şirin Cemgil'le. Yusuf ağabey toprağa düşenlerin yaşında. Akranı, arkadaşı. 

Akıllara Hasan Hüseyin Korkmazgil'in şiirindeki dizeler geliyor. "Elbet bir bildiği var bu çocukların, kolay değil öyle genç ölmek, yeşil bir yaprak gibi yüreği, koparıp ateşe atmak, pek öyle kolay değil" diyor şair.

'Ağaçların sola yattığı yıllar'

"Normal insanlar olduklarını düşünmüyorum" diyor Yusuf Şaylan o dönemi ve insanlarını anlatırken: 

"Hem anlatılan kişiler hem de anlatanlar benzer şekilde. İnsan üstü demeyelim ama üstün insanlar diyebiliriz bence. Boyun eğmiyorlar, eğilip bükülmüyorlar. Dönem de önemli tabi. Yalçın Küçük bu dönem için 'Ağaçlar bile sola tarafa doğru yatıyordu' der. Öyle bir dönem yani. 

Mesela benim köydeki çoban dayımın köyde duvara 'Gerçekten insanca yaşam komünizmdedir' yazdığı zamanlar. Şimdi düşününce aklın alıyor mu?

Bu kitap işte öylesi bir dönemi anlatıyor. Şirin Cemgil'in kocasını, bir devrimciyi ve aynı zamanda büyük bir aşkı anlattığı çok değerli bir eser. Kitap, sadece Sinan Cemgil'in değil, aynı zamanda bir dönemin, bir kuşağın hikayesini de gözler önüne seriyor. Şirin Cemgil, kendi anılarından yola çıkarak büyük bir samimiyetle bu hikayeyi kaleme almış. Kitapta beni en çok etkileyen şey, Şirin Cemgil'in duygularını ve düşüncelerini bu kadar açık ve içten bir şekilde ifade edebilmiş olması. Özellikle Nurhak Dağları'nda yaşanan olayları anlattığı bölümler, insanın içini sızlatan bir gerçeklikle yazılmış. Sinan Cemgil'in ölümüne dair anlattıkları, sadece bir devrimcinin değil, bir insanın, bir eşin, bir babanın kaybını da hissettiriyor."

'Bizim 68'i ayırmak gerekir'

68 kuşağı ya da dönemin ayaklanmalarını ve gençlik hareketlerini anlatırken Türkiye'de yaşananlarla Avrupa'daki örneklerini birbirinden ayırmak gerektiğini ifade ediyor Yusuf Şaylan:

"Koşullar farklı bir kere. Avrupa ülkeleri gibi gelişkin bir kapitalist ülkede yaşanmıyor bizim ülkemizde yaşananlar. Yoksulluğa, Doğu'da feodaliteye, cahilliğe karşı mücadele veriyorlar. Neye benzer desen Küba'ya daha çok benzer derim. Sinan'ı düşün. Varto depreminde yıkılan evleri yapmaya gidiyor. Hakkari'de gençler Zap nehrinin üzerine Devrimci Gençlik Köprüsü yapıyor. Kimisi bağımsızlık yürüyüşünde. Bir diğeri köyleri geziyor elinde kalem kağıt, traktörüne, çeşmesine kadar not alıyor. Memleket kadar güzel o dönemin devrimcileri de. 

Sinança kitabında Şirin Cemgil bu dönemi iyi anlatıyor işte. Anılar ve mektuplar, kitabın en güçlü yanlarından biri. Şirin Cemgil'in yazıları, o dönemin ruhunu, mücadelesini ve yaşanan acıları çok daha yakından hissetmemizi sağlıyor. Bu belgeler, tarihin soğuk sayfalarından sıyrılıp, okuyucunun kalbine dokunmayı başarıyor. Ayrıca, bu belgeler sayesinde Sinan Cemgil'in sadece bir devrimci değil, aynı zamanda bir insan olarak portresi de çiziliyor.

Şirin Cemgil'in sosyalizme olan inancı ve mücadelesi, kitapta çok net bir şekilde ortaya konuyor. O, sadece bir devrimci olarak değil, aynı zamanda bir insan olarak da bu mücadelenin içinde yer almış. Sinan Cemgil'in yanında, onunla omuz omuza vermiş ve kendi yolunu çizmiş. Şirin Cemgil'in yazdıkları, onun sosyalizme olan derin bağlılığını ve inancını yansıtıyor. Bu inanç, kitabın her satırında kendini gösteriyor ve okuyucuyu da etkiliyor. 

Ama bir şey daha. 

Şirin Hanım önemli bir kadın. Kendi doğrularını arayan, bulan ve ardından yürüyen bir kadın. Kitabı okuyunca aslında Sinan ile olan ilişkisinde Şirin Hanım'ın ne kadar derin ve birikimli olduğunu anlıyorsunuz. 12 Mart döneminde (1971) cezaevlerinde yaptığı teorik okumalar çok belirleyici bu açıdan. Hata neredeydi derken mücadele etmekte diye cevap üretenlerin zamanları değil o yıllar. Daha iyisini aramışlar hep." 

1966 yılında meydana gelen Muş Varto depreminde, depremzedelerle dayanışmaya ve yıkılan evleri yeniden yapmaya giden Sinan Cemgil aynı zamanda depremzedelerin sorunlarını dinlemiş onlarla yakından ilgilenmiştir. O dönem bölgede depremden sonra doğan erkek çocuklara sıkça Sinan adı verilmiş.

'Dışarıda güneş ve serinlik. Çıkıp dolaşmak istiyorum'

"Sinancığım,

Dışarıda güneş ve serinlik. Çıkıp dolaşmak istiyorum. Oysa mümkün değil. Taylan uyuyor içerde. Uyanır da anne derse... Oysa ben yürümek yürümek istiyorum. Ta ki, ayaklarım zonklasın, dizlerimin dermanı kesilsin... Denize bakmak, bakmak istiyorum. Ta ki gözlerim kamaşsın, bir şey seçip göremesin... Mümkün değil şimdi... Sinancığım aşık olmak istiyorum. Sana duyduğum sevda kadar güçlü, beni saran, güzel yerlere götüren bir sevda istiyorum. Mümkünü yok... Çünkü sen yoksun Sinança... Sen yoksun... İnan idealleştirmiyorum hiçbir şeyi. Öylece bir gerçek bu. Kasım gelecek yakında. Ben 7 Kasım'da sana geleceğim. İlk büyük ihtilalin yıldö­nümünde... Ah... Ne ihtilalcilerdiniz... Sinança... (Sinança sayfa 53)"

Şirin Cemgil'in Sinan'a beslediği ve Sinan'ın ardından da beslemeye devam ettiği o saf duygular Sinança kitabının merkezinde duruyor. Birlikte yaptıkları sohbetler, söyledikleri türküler, kurdukları hayaller okuru hiç yalnız bırakmıyor kitap boyunca. Bunun yanı sıra Şirin Cemgil'in kitapta Sinan'a yazdığı mektuplarda sürekli bir yurt ve dünya tahlili, yaşanan gelişmeler, Küba, Sovyetler, Avrupa'da yaşanan gelişmeler aktarılıyor. Dolayısıyla dönemi anlamak için önemli bir kaynak. 

Yusuf Ağabey ise her seferinde dikkat çektiği bir başka detayı hatırlatıyor tekrar. Kapitalizmin acımasızlığını ve hoyratlığını. 

"Aklımızdan çıkmaması gerekir" diye giriyor söze: 

"Hiç aklımızdan çıkmaması gerekir. Çok açık diyorum bu gençlerin bu düzene verebileceği zararın kimi örneklerde sınırlarını görüyoruz. Ama bu düzen bununla ilgilenmiyor. Bir ders vermek istiyor. Bu düzeni değiştirmek isteyenlere bunu sakın denemeyin diyor. 

Bu düzen acımasız yüzünü gösteriyor demek tuhaf. Sanki başka bir yüzü varmış gibi. Yok oysaki. O yüzden de biraz da sıkı tutmalıyız işimizi. Acele etmeliyiz. Bu düzende geçen her gün bir kayıptır insanlık için. 

Kitaba gelince. 

'Sinança' sadece bir biyografi değil, aynı zamanda bir dönemin, bir mücadelenin ve bir aşkın hikayesi. Kitap, sosyalist hareketin tarihine ışık tutarken, aynı zamanda insan ilişkilerini, aşkı ve yaşanan acıları da ele alıyor. Bu nedenle, sadece bir biyografi olarak değil, daha geniş bir perspektiften değerlendirilmeli. Şirin Cemgil'in anlatımı, okuyucuyu hem tarihin derinliklerine götürüyor hem de duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. 

'Sinança', tarih, siyaset ve insan hikayelerine ilgi duyan herkes için okunması gereken bir kitap. Şirin Cemgil'in içten anlatımı, Sinan Cemgil'in hayatı ve mücadelesi, okuyucuyu derinden etkileyecek. Kitap, sadece devrimci hareketin bir parçasını değil, aynı zamanda bir aşkın ve insanın hikayesini de sunuyor. Bu yüzden, herkesin bu kitabı okumasını ve bu eşsiz hikayeyi keşfetmesini tavsiye ederim.

Ve Sinan Cemgil ile Şirin Cemgil'in birlikte okudukları bir türküyü dinletiyorum kendisine. Çok eski bir kayıt. Bu kaydı 2014 yılında yine soL Radyo programında yayınlamıştık. Tavırdaki Ruhi Su etkisi çabuk fark ediliyor. Gülümsüyor Yusuf Şaylan. "Ruhi Su her zaman bizim zirvemizdir" diyor gururla. 

Öldükleriyle kalmadılar 

Bitirirken bir kitap hatırlatması daha yapıyor Yusuf Şaylan. Orhan İyiler'in "Öldükleriyle Kalmadılar" kitabı:

"Bana sorarsan Sinança'yı okuyan herkes bu kitapla tamamlamalı o dönemi. Orhan İyiler'in bir özelliği de Sinan Cemgil'in ailesi ile babası Adnan Bey ile olan yakın dostlukları. Sinan'ın cenazesinin alınmasına eşlik etmesi, yaşananlara tanıklıkları önemli.

Orhan İyiler'in diğer eserlerine kıyasla, 'Öldükleriyle Kalmadılar' çok daha derinlemesine bir çalışma. Diğer eserlerinde de devrimci mücadeleler ve toplumsal olaylar ele alınmış olsa da, bu kitapta İyiler, 1971 olaylarına ve sonrasındaki döneme odaklanarak, daha detaylı bir analiz sunmuş. Ayrıca, kitabın yazım dili ve anlatım tarzı, okuyucuyu daha fazla içine çekiyor. Bu nedenle, 'Öldükleriyle Kalmadılar' İyiler'in en önemli eserlerinden biri olarak değerlendirilebilir.

Kitap, beni en çok Sinan Cemgil'in insani yönüyle etkiledi. Sadece bir devrimci değil, aynı zamanda ailesine, dostlarına bağlı bir insan olarak tasvir edilmesi çok çarpıcıydı. Adnan Cemgil'in oğluna olan sevgisi ve gururu, dönemin zorlukları karşısında Sinan'ın direnci ve kararlılığı kitabın duygusal derinliğini artırıyor.

                                                                Yusuf Şaylan

Kitap, günümüz gençlerine cesaret, kararlılık ve adanmışlık mesajları veriyor. Sinan Cemgil'in hayatı, ideallerine ve adalet arayışına bağlılığın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ayrıca, kitapta ele alınan tarihi olaylar ve devrimci hareketlerin iç dinamikleri, gençlere tarihten dersler çıkarma ve bugünü anlama konusunda önemli ipuçları sunuyor.

Kitapta Sinan Cemgil'in hayatı ve mücadelesi anlatılırken, onun insan tarafına da geniş yer veriliyor. Ailesiyle olan ilişkileri, dostlarıyla paylaştığı anılar ve onun devrimci kimliğini besleyen fikirler okuyucuya aktarılıyor. Örneğin, kitapta Sinan'ın babası Adnan Cemgil'in oğlunun mücadelesine olan desteği ve gururu dile getirilmiş: 'Oğlumla iftihar ediyorum. Anayasa dışı davranışlarıyla her gün biraz daha meşruluğunu kaybedenlere, emperyalizme ve sömürü düzenine karşı mücadele ateşini söndürmeyen ve bu savaşın ön safında dövüşen gençlerden birinin babası olarak övünç duyuyorum' diyor. Ne hoş bir şey bu.

Sinança o nedenle okumadan geçilmemesi gereken bir kitap. Ayrıntılı okumak isteyenler de dönemi anlatan bu tanıklıklara ek kaynaklarla devam edebilirler."

Kitaptan pasajları okurken Yusuf Şaylan zaman zaman duraklıyor ve kitabı bana uzatıyor. "Sen devam et" diyor. Sesi titriyor böyle zamanlarda. Eli gözlük kutusunun yanındaki mendile uzanıyor. Ben sadece kitaba bakıyorum böyle olunca. Kitaptan bölümü okumaya devam ediyorum. 

Hava ikindi serinliğine eriştiğinde kitaba dair bir sürü şeyi konuşmuş olduğumuzu anlıyoruz. "Haftaya devam edelim" diyor Yusuf Şaylan. Yeni bir kitapla farklı bir dönemi ele almaya çalışacağız. Şaylan yürürken bir kayısı dalına uzanıyor. Genç bir ağaçtan bereketli bir meyve dalına bakarak gülümsüyor. Bir tane alıp yürürken "Haftaya görüşürüz" diyor. 

Özkan Öztaş  - soL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder