Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Demirtaş Ceyhun'un Yağmur Sıcağı romanını konuşuyoruz. Yusuf Şaylan'la olan söyleşimizde 1970'li yıllara romanın penceresinden bakıyoruz.
Yağmur sıcağı bulantıcıdır biraz. Hele ayaklarınızı bastığınız toprak sıcak memleketler olunca bu sıcak daha bir dayanılmaz olur. Hemen boşalsın gökyüzü olduğu yerden de bir nebze serinlesin ister insan böylesi zamanlarda. Bir yandan da bulutlar yağmur toplar böylesi sıcaklarda. Bazen öncesinde bir fırtına ya da gök gürültüsü ile çıtır çıtır başlar yağmurun taneleri ve ıslatır toprağı.
Toprak kokusu bereketli toprakların imgelerinden biridir.
Biraz da bu yüzden yağmur sıcağı bunaltıcı olduğu kadar o serinliğin de öncesidir. Sadece yağmura değil, serinliğe de gebedir.
Belki de yine öylesi "sıcak günlerden" geçtiğimiz için Yusuf Şaylan elinde Demirtaş Ceyhun'un Yağmur Sıcağı kitabıyla geldi. Bu buluşmamızda 1960'lı ve 1970'li yıllara bakacağız yakından. Yusuf Ağabeye Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde rastladığımda bir masaya oturmuş bir bardak çay eşliğinde kitabın son sayfalarını okuyordu.
"Her hafta yetişebiliyor musun bu kitaplara?" diye sordum kitabı bitirip masaya koyunca. "Evet, planlı bir okumayla hepsi mümkün. Yeter ki okumak hayatımızın olağan akışında mutlaka yer alan bir alışkanlık olsun" diye cevap verdi. Aldığı notları, gözlüğünü ve kalemini çıkarıp masaya koydu. Bu "başlayabiliriz" manasına geliyordu.
Çaylarımız tazeleniyor.
Başlıyoruz.
'Hiç bir şey değişmiyor bazen, değişen onca şeyin arasında'
1970'li yıllar Türkiye devrimci mücadelesinin belki de yeni arayışlara dair en bereketli olduğu dönemlerden biri. Gençlik hareketleri, sendikal mücadeleler, siyasi partiler ve daha birçok örnekte arayışların toprağa saçılmış tohum gibi filizlendiği yıllar.
Yusuf Şaylan bu açıdan edebi bir ayrıntıya da dikkat çekiyor. Zira bu dönem edebiyatta ve siyasette yeni bir dil kurma uğraşının da olduğu yıllar. Dolayısıyla zaman zaman propaganda metinlerine zaman zaman da edebi metinlere yansıyor bu. Gözlüğünü burnunun üzerine oturtup notlarına bakarken "Mesela erinç, erinçsizlik, ansımak gibi sözcükler yer alıyor romanda. Bazı örneklerin keyifli bir arayışın sonucu olduğu çok belli. Bazı örneklerin de zorlandığını düşünüyorum. Zira türetilen kelime de Türkçe değil zaten. Öyle olunca yeni bir yabancı kelimeye ne gerek vardı diye düşünüyor insan. Ama yeni bir ülke kurmak isteyen insanların yeni bir dil kurma arayışı da pek keyifli değil mi" diyor Yusuf Şaylan.
Demirtaş Ceyhun'un Yağmur Sıcağı romanı sadece yazıldığı dönemin politik atmosferini değil, aydınların arayışlarının nasıl somutlandığını anlamak için de kıymetli veriler sunuyor. Ve ekliyor Şaylan:
"Mesela o döneme bakınca bazı şeyler de pek değişmemiş diyor insan. Kitap ilk baskısını 1976 yılında yapıyor. İnsan ilişkileri, toplumsal yapı ve topluma dair yazarın çözümlemelerine bakınca Türkiye pek de değişmemiş diyor insan. Birazcık da normal aslında bu. Üretim ilişkileri değişmeden bunların topyekun değişmesi de çok mümkün değil zaten. Bir sürü şey değişiyor şu hayatta ama bazı şeyler aynı kalıyor işte. Umudu büyütenler mesela hala umudu büyütmeye çalışıyor. Romandaki kaypak karakterler sanki bir anda yanı başımızda bitiveriyormuş gibi tanıdık geliyor insana. Ancak 1970'li yılları anlamak için kıymetli bir kitap olduğunu düşünüyorum."
Türkiye panoraması
Demirtaş Ceyhun 1934 yılında Adana'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Adana'da tamamladıktan sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde yüksek mimarlık okudu. Mimarlık eğitimi almasına rağmen, edebiyat ve gazetecilik alanında çalışmalar yaparak tanındı. Roman, öykü ve deneme türlerinde eserler vermiştir. Gazeteci olarak çeşitli gazetelerde yazılar yazdı ve toplumsal sorunlara dikkat çekti. "Yağmur Sıcağı", "Gecekondu", "Çıkmaz Sokak" gibi önemli eserleri ilk akla gelenler arasında.
Demirtaş Ceyhun'un "Yağmur Sıcağı" romanı, Türkiye'nin toplumsal ve siyasi değişimlerinin etkisi altında olan bireylerin hayatlarını anlatan eseri. Roman, köyden kente göç, sınıfsal çatışmaları ve bu süreçte yaşanan zorluklar gibi konuları ele alıyor. Kitabın merkezinde bireylerin toplumsal değişim karşısındaki direnişleri, uyum süreçleri ve değişimleri.
Yusuf Şaylan bu ayrıntının altını çizerken "Bu kitap bana 'insan her yaşta ve her koşulda değişebilir' umudunu veriyor. Hani bazen insanlarımıza bakıp 'Bunlardan bir şey olmaz' diye eleştirenler oluyor ya. Aslında bu bir yanıyla 'Benden bir şey olmuyor değiştiremiyorum insanları' demenin kaçamak bir itirafı gibi geliyor bana. Yoksa insanlarımız burada ve onları çürüten düzen de ortada. O yüzden bu roman bir tür Türkiye panaroması sunuyor bence insana" diyor.
Yağmur Sıcağı köyden kente göç eden insanların karşılaştığı zorlukları, toplumsal değişimlerin bireyler üzerindeki etkilerini ve bu süreçte yaşanan toplumsal çatışmaları ustalıkla ele alıyor. Roman, Türkiye'de sanayileşmenin getirdiği sancılı sürecin yeni yaşam biçimlerine uyum sağlama çabalarını ve bu süreçte yaşanan kimlik bunalımlarına da değiniyor. Köyden kente göç, toplumsal sınıf farklılıkları, modernleşme ve kimlik bunalımı romanın merkezinde duran konular arasında yer alıyor. Roman, Türkiye'nin toplumsal değişim sürecindeki bireylerin yaşam mücadelelerini ve bu süreçte yaşadıkları zorlukları derinlemesine ele alıyor. Diğer yandan, karakterler üzerinden toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve bu değişim karşısında bireylerin direniş ve uyum süreçlerini ustaca işliyor.
Romandaki karakterler, genellikle gecekondu mahallesinde yaşayan, ekonomik zorluklarla boğuşan ve sosyal adaletsizliklere karşı direnen insanlardan oluşuyor. Bu karakterler, yaşadıkları zorluklar ve bu zorluklara karşı verdikleri mücadeleler aracılığıyla romanın temalarını ve mesajlarını somutlaştırıyor. Gecekonduların mekanı İstanbul'dur. Kahramanlarımız ise hayatta kalma mücadelesi veren insanlardan oluşuyor çoğunlukla.
Demirtaş Ceyhun romanda 1960'lı yılların ikinci yarısından 1970'lerin başına kadar uzanan dönemi ele alıyor. Kitabın temel tezi, kapitalist düzenin ve bu düzenin yarattığı adaletsizliklerin, emekçi sınıf üzerindeki baskılarının ve bu baskılara karşı gelişen direniş hareketlerinin anlatımı üzerine kuruludur. Demirtaş Ceyhun, bu romanında, kapitalizmin toplumda yarattığı eşitsizlikleri ve insanların bu eşitsizliklerle başa çıkma çabalarını gerçekçi bir bakış açısıyla ele alır. Roman, bireylerin kendi yaşamları üzerindeki kontrolsüzlüklerini ve sistemin onları nasıl ezdiğini, aynı zamanda bu koşullar altında gelişen dayanışma ve direniş ruhunu gözler önüne serer.
Satır aralarında yer alan Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişin sancıları, kendi devriminden korkan Halk Fırkası'nın cumhuriyetin tekerini ileriye döndüremeyince "Osmanlı'yı cumhuriyetleştirme" çabaları, Şeyh Sait isyanı, birçok yazarın "Doğulu" demeye dahi çekindiği yıllarda Kürt olmanın neden gururla ifade edilebileceğine dair ayrıntılar anlatımı zenginleştiren imgeleri oluşturuyor.
İşçiler, parti, öncü ve yağmurdan sonra toprak kokusu
Yağmur Sıcağı romanı bir yandan dönemi anlamak için diğer yandan da o romanın merkezinde duran TİP'in bıraktığı boşlukları ve kadrolarının tercihlerinin nasıl sonuçlara gebe olduğunu anlamak için de kıymetli veriler sunuyor. Tüzük tartışmalarına sıkışan öncülük, biçimsel tartışmalara yenik düşen sınıf çalışmaları ve gençliğin arayışları kitabın yine merkezinde duran konular arasında yer alıyor.
Şaylan bu dönemi anlatırken birazcık uzaklara bakıyor. Matematik hesabı yaparak yılları ölçüp tartıyor.
"Milli Demokratik Devrim ve Sosyalist Devrim tartışmaları, gençliğin arayışları ve örgütlenip dağlara çıkmaları, tüzük tartışmaları ve zaman zaman komik duruma düşen sendika tartışmalarına rastgeliyor okuyucu. Bu neden önemli dersen, bence eksikleri görmek, hataları anlamak bazen merkezde duran sorunların nasıl etrafından dolaşıldığı anlamak için önemli. Ya da başka bir ifade ile bugün sınıf mücadelesinin neleri geride bıraktığı, hangi tartışmaları tükettiği ve ne kadar mesafe aldığının da göstergesi.
Mesela politik tartışmaların etrafında yer alan bazı şeylerden bahsetmek isterim. Bazı şeyleri idealize etmenin yarattığı sonuçlar, değişimin her yaşta ve koşulda bir şekilde olabiliyor oluşu, türküler üzerine yapılan sohbetler, ajanstan haber dinlemenin ne denli önemli olduğunun hissettirilmesi. Yalnızlık üzerine yapılan tartışmalar ya da kahramanımız Zekeriya'nın 12 Mart Askeri Müdahalesini alkışlaması, aşka dair hatta gülmeye dair yazılan şeyler çok keyifli bence.
Bir de örgütlü olmanın önemi. Romanda bir yede insan örgütlü olmazsa nasıl arınır burjuvazinin kirinden diye bir ifade geçiyor. Bir vesile insanların bunu hatırlatması çok kıymetli. O yüzden de roman bir kez daha önemli hale geliyor bence. Herkes yağmur sıcağından bunalmış durumda o yıllarda. Ancak gökyüzünü patlatıp o yağmuru yağdıracak irade neden ortaya çıkmadı? İşte romana bakınca biraz daha anlıyor insan. Belki de toprak kokusu o günlerden ders çıkaranlara nasip olacaktır" diyor ve gülümsüyor Şaylan.
Yağmur sıcağı ve Gogol'un paltosu
Dostoyevski Rus edebiyatını anlatırken "Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık" der. Zira Palto öyküsü Rus edebiyatın önemli bir eşik olarak kabul edilir.
Yusuf Şaylan bunu 1960'lı yıllardaki TİP'i anlatırken anımsatıyor. "Türkiye solu bu dönem çeşitlendi ve filizlendi. TKP ve TİP o dönemin ana unsurları olmakla birlikte Gogol'un paltosu gibi sol siyasetin de şemsiyesi oldu. O dönemi anlatan bir kaç kaynak daha var" diyor ve "Hatta dur bir saniye" diyerek telefonu eline alıyor. Mesud Odman'ı arayarak "Mesud Abi senin ve bir de Yalçın Küçük'ün yazdığı bir eleştiri yazısı vardı kaçıncı sayılardaydı o?" diye soruyor.
Mesud Odman biraz müsaade isteyerek arşive bakıyor. Ve ekliyor. "15 ve 22 Şubat 1977 tarihli Yürüyüş Dergileri" diyor.
Önce Mesud Odman kaleme alıyor eleştiri yazısını. "Yazılması gerekenin yazılmayan romanı" başlığını taşıyor yazısı. Yalçın Küçük Yağmur Sıcağı'nı değerlendirdiği yazı da onun hemen ertesindeki hafta yayınlanıyor. "Bilinçsiz öfkeliler ve sezgi gücü" başlığını taşıyor onun yazısı da. Mesud Odman o dönemi anlamak için bir de Adalet Ağaoğlu'nun "Ölmeye Yatmak" romanını ekliyor. Tavsiyeler listesinde başa alıyoruz bu nedenle.
Ancak Yusuf Şaylan bir şerh düşüyor Gogol hatırlatmasıyla tekrar. Ve ekliyor:
"Romanın yazıldığı dönemde ele alınan değerlendirme yazıları ile bugün arasındaki ayrımı okuyucu iyi ölçüp tartmalı. Bizler o dönemden yaklaşık 50 yıl sonra birçok tartışmanın netleştiği ve çözümlendiği bir yerdeyiz artık. O yüzden bizim için mevzu o dönemi bir laboratuvar olarak görmek olmalı. Bazen okur dönemin eksiklerine ve bırakılan boşluklara odaklanırken romanın kendisini günah keçisi gibi görebiliyor. Bu hataya düşmemeli. Her şey bir yana bu roman o dönemi en yalın ve en sade anlatan romanlardan biri.
Mesela konuya dair Sadık Albayrak'ın bir anekdotunu paylaşmak isterim seninle.
Sadık Albayrak roman için 'Demirtaş Ceyhun romanlarında neoliberalizmin dünya çapında egemen olduğu, 1980'lerden sonra emperyalizmin kültürü ve insan aklını bozan saldırısına karşı kitaplarla, yazılarla yürüttüğü etkin bir mücadele var. Edebiyatımı Geri İstiyorum kitabıyla 12 Eylül'den sonra gerçekçi damarı kesintiye uğratılarak sunulan, Yalçın Küçük'ün "Küfür Romanları" dediği sistem güdümlü edebiyata karşı köklü bir eleştiri getirdi. Yine günü gününe postmodernizmin felsefe ve edebiyatı esir almasına karşı eleştirel bir mücadele başlattı. Aynı dönemde laikliğin adım adım kemirilmeye başlayarak bugünkü yıkımına yol alırken Demirtaş Ceyhun Sis Çanı kitaplarından biriyle sürüklendiğimiz karanlığa karşı erken uyarı yapıyordu' diyor. Bunlar önemli notlar."
Bitirirken belki o dönemin eleştirilen romanları, kültürel iklimi ve öncülük ilişkisinin bıraktığı boşlukları ve yarattığı sonuçları hatırlamak adına bir makale daha hatırlatılabilir diye düşünüyoruz. Yalçın Küçük'ün "Kolay okuyucuyu aşmak ya da aydıncıklar" makalesi. 1979 yılında Edebiyat Cephesi'nde kaleme aldığı makaleyi Yeni Gelen dergisi bir süre önce yeniden paylaşmıştı.
Sohbetimizin sonuna gelirken gözlüğünü tekrar burnunun kemerine yerleştiriyor Yusuf Şaylan: "Bu kitap neden okunmalı sorusu çok zor bir soru. Ama şöyle kolaylaştıralım. Ben okurken en çok neresinden etkilendim.
Bak şimdi şu sözlere.
'Kavganın amacı, elbet yenmektir karşıdakini. Lakin, her zaman insan rakibini yeneceğim diye inanınca mı girer kavgaya? Tövbe. Kavganın çaresizi de vardır, bre yiğen . . . Unutma. Ve de, kavga etmesini de kavga öğretir anca adama. Say ki, bizimkisi de o, işte. Yo yo yoooo, konuşmak yok. Bir şey anlatma bana. istemiyorum. Hele dinle biraz da. Sus da, dinle. Çünkü, aslolan paniğe kapılmamaktır bu aşamada. Ben de, işte bunu bile bile kavgaya geldim haaa. Yani, iyi bilirim, bu kavgamız, henüz kavgayı kazanma kavgası değildir. Kavgayı öğrenme kavgasıdır. Öyleyse, deney kazanacağz. Başlıca amacımız, deney çoğaltmak olacak. Ders alacağız."
Şaylan biraz duruyor ve "Ders alacağız" kelimesini yineliyor.
Sonra gözlüğünü ve kitabını masaya bırakıyor. Kitap için sohbetimizin yeterli olduğunu anlıyorum bu hareketinden. Son bir çay daha söylüyoruz kalkmadan önce. Hava sıcak. Çivi çiviyi söker hesabından. Henüz havada yağmur yüklü bulutlar yok ama sıcak da biriktiriyor taneleri.
Haftaya bu sıcağın başka öykülerine bakmaya devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder