29 Temmuz 2024 Pazartesi

soL "KÖŞEBAŞI"+"GÜNDEM" -29 Temmuz 2024-

 

Vergi reformu ve TÜSİAD’ın dokunulmazlığı -Anıl Çınar-

Tekelci düzenin kuralıdır, pasta küçüldükçe büyük tekellerin ne kadar büyük olduğu daha rahat anlaşılır. 

Büyük şirketlerin vergi vermemek için bin takla attığını biliyorduk. Ama son “dedikoduların” yetkili organlar tarafından doğrulanması yeni bir gelişme oldu. 

Vergideki adaletsizliğin başka adaletsizliklere karşı duyarlılığı kaşıması kuşkusuz mümkün ve iyi bir şey. Bu açıdan “sosyal” medyada oluştuğu iddia edilen tepkinin ne kadarının gerçek ne kadarının yaratılmış olduğuyla ilgilenmiyoruz.

Ancak, “adalet” keskin bıçaktır. Adalet arayışının, kendisi adaletsizlik üreten bu düzeni sorgulamaya varması düzenin tepesindekiler için en son istenecek şeydir.

Bunun üstesinden nasıl gelindiğini biliyoruz. Hatırlayalım, Bill Gates “en zenginleri vergilendirmeliyiz” diyenlerden biriydi. Ali Koç ise “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” diyecek kadar uyanıktı.

Şunun farkındalar: Kapitalist düzenin kimse için bir albenisi kalmadı. Ama kapitalizmin çarklarının çalışması için yağlanmaya ihtiyacı var.

“Ben de biliyorum bütün bunları, ama değişmiyor, en azından…” 

Patronlar derslerine iyi çalışıyor. Devrimci bir dönüşümün zehri olan, ortalamacılık ve bitkinlik üreten o kadim ideolojiye başvuruyorlar. Ayrıca bu büyük bir avantaj sağlıyor onlara. Kendilerini gizleyebilme kabiliyetini…

Evet, medyada dolaşıma çıkan büyük şirketlerin listesine bakıldığında özenle seçildiğini görüyorsunuz. İktidar bloğundaki gerilimler, küçülen pastadan kimlere ne pay kalacağı, kimlerin birbirinin ayağına bastığı muhtemel nedenlerdir.

Listede Amazon, Trendyol, Yemeksepeti gibi yeni palazlanan teknoloji/tedarik şirketleri var. Adlarını herkesin ezberlediği inşaat şirketleri ve Demirören, Turkuvaz gibi medya baronları da. Oysa, büyüğün de büyüğü var. Ve listelere baktığımızda asıl büyükleri nedense pek göremiyoruz. Asıl büyükler, TÜSİAD'ın çekirdek aileleri ve holdingleri yok.

Yanlış anlaşılmasın, adı geçsin geçmesin, vergi meselesinde halkın cebinden çıkana konan herkesle derdimiz var. Ama sermayenin güzeli çirkini olmazken bu farklılık nereden ileri geliyor?

Yorumlara bakıldığında nedeni kolayca anlaşılıyor: Bir grup misyon sahibi ekonomist ve gazeteci bu hengamede TÜSİAD'ın, söz konusu vergi reformunun asıl destekleyicisi olduğunu anlatıyor. 

Ne diyordu TÜSİAD’ın sözcüleri? “Vergi yükünün adil dağıtıldığı etkin bir vergi sistemine ulaşılmalı, vergi vermeyenden vergi almanın yolu bulunmalı”. Demek istedikleri aslen şuydu: Türkiye ekonomisinin kaynakları bize kadar var. Herkesin bir ısırık aldığı o büyük pasta artık yok. Herkes boyunun ölçüsünü alsın ona göre konuşsun.

Üstelik “vergi reformu” ne Mehmet Şimşek’in ne de diğer TÜSİAD’cıların ilk defa gündeme getirdiği bir şey. Tekelci düzenin kuralıdır, pasta küçüldükçe büyük tekellerin ne kadar büyük olduğu daha rahat anlaşılır. 

Nitekim TÜSİAD’ın Görüş dergisi 2011 Aralık’ında çıkan sayısı 2008 kriz dalgasının gecikmeyle gelen bir aksi gibidir. “Verginin kutsallığı”, “kayıt dışılığın önlenmesi” ve hatta sorumlu vatandaşın vergisini vermeyenden hesabını sorması TÜSİAD’ın topluma sunduğu çözüm önerileridir.

Bazı nüanslar dışında TÜSİAD’ın alet çantası o günden bugüne pek değişmedi. Aynı teknik çözümlemeler, aynı hikayeler…

Yani, bizim anladığımız, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras’ın “Vergi vermeyenlerden vergi almalıyız” derken kastettiği holdinglere TÜSİAD’ınkiler dahil değil.

Neden? Çünkü zaten Koç kadar Sabancı kadar büyükseniz oyunu “vergi kaçırmak” üzerinden kurmazsınız. Vergi kaçırmanın çok ötesinde bir oyun kurarsınız. O oyunda da attığınız adımlar baştan sonra “yasaldır.”

Nitekim, Kamuyu Aydınlatma Platformu’ndan ulaşılması mümkün belgelerde Koç’a, Sabancı’ya ve “oyunu kuralına göre oynayan” diğer büyük holdinglere sunulan cenneti fark etmek hiç de zor değil. Şirket açıklamalarında yazılanlar “vergiden yasal olarak nasıl düşülür?” sorusunun yanıtı gibi.

Tabii bu da yetmez. Yetmeyeceğini bildikleri için “biz yatırım yapıyoruz” argümanına başvururlar.

Asıl mesele de burada. TÜSİAD bir yandan Türkiye ekonomisinin kaynak yönetimini kontrol ederken diğer yandan itinayla inşa ettiği networkü kendi adına konuşturmaktadır.

Bu networkte aile adıyla kurulan üniversiteler, köşe yazarları, “siyaset bilimciler”, fon kavşağına dönüşmüş “sivil toplum kuruluşları”, düzen siyasetinin her kanadından siyasetçiler ve elbette “solcular” bulunuyor. 

Yani aslında TÜSİAD’ın konuşmasına ihtiyaç yok. Bunlar konuşsun, tartıştırsın, normalleştirsin. Kimse Koç’un kârını sorgulamasın, sorgulayana da “zamanı mı” denilsin, kimse TÜSİAD’a dokunamasın.

Bu ideolojik kirlenmede gedik açmadan halk adına bir çıkış imkansız.

İnsanın aklına ister istemez Umut Sarıkaya’nın ünlü karikatürü geliyor: “Doğru diyorsunuz da sonuçta işverenler de o kadar kişiye ekmek yediriyo…” Ama bir önemli farkla, karikatürde konuşan “teyze”nin yerini Ali Koç sempatizanları ve holding profesörleri almış durumda.

Buna yanıtı polis saldırırken “biz burada yirmi sene ekmek yedik” diyen, mücadele eden Polonez işçisi veriyor.

Biz ürettik ve biz yedik. Şimdi de hakkımız olana el koyma zamanı.

                                                           /././

Görülen lüzum üzerine...-Engin Solakoğlu-  

Vatanınızı sevdiğinizi kanıtlamak istiyorsanız, kaynaklarını tüketmeye ve öldürtmeye yönelik kandırmacaların amigoluğunu yapmayacak, kapitalist yağma ve emperyalizm kalfalığından vazgeçeceksiniz.                                          Devlette çalışanlar ve devlete işi düşenler bilir. Sık karşılaşılan bir ifadedir. Arkasından genellikle pek olumlu bir haber gelmez. Tatsız, sevimsiz bir şeyle karşılaşırsınız. Bu haftaki yazı öyle olacak. Sevimsizliğinin ötesinde içinde yaşadığımız cehennemvari ekonomik koşullarda hayatta kalma mücadelesi veren Türkiye halkının ezici çoğunluğu bakımından hiçbir önem ve öncelik taşımıyor. Bununla birlikte ülkenin yazgısına yön verme iddiasını taşıyan bir kesimin oyuncağı, asıl sorunlarımızı gizlemenin bir aracı olarak kullanıldığı için irdelenmesi ve tekrara düşmek pahasına ısrarla açıklanması gerekiyor.

Konumuz “Mavi Vatan” ya da “Mavi Masal”...

Dün gece geç saatlerde bugün ne yazacağımı düşünürken, ABD’deki seçimlerde ve Paris olimpiyatlarının “tartışmalı” açış töreni arasında kararsızken bu mesele gelip aklımın orta yerine çöreklendi.

CHP Milletvekili Büyükelçi Namık Tan TBMM”de Somali Tezkeresi konusunda bir konuşma yaptı. “AKP iktidarı Somali’de ne arıyor”, daha genelleştirirsek “Doğu Afrika’da neyin peşinde” sorularına son derece ayrıntılı yanıtlar içeren Yalçın Cuğ imzalı iki makaleyi1 okumanızı öneriyor ve o konuya girmiyorum.

Büyükelçi Tan, bir meslektaşım. Kendisiyle tanışıklığım, doğrudan olmamakla birlikte aynı konularda birlikte çalışmışlığım var ama bu köşenin okuyucularının hiç zorlanmadan tahmin edebilecekleri gibi ideolojik olarak hiçbir yakınlığım yok. 

Tan’ın TBMM konuşmasının ardından CHP’nin içinde küçük çaplı bir kıyamet koptu. Parti içinde “Ölesiye Batıcı, sosyal demokrat/liberal ve elbette anti-komünist” kanat ile “Mahçup Batıcı, 1930 model milliyetçi ve ziyadesiyle anti-komünist” kanat birbirine girdi. Daha sonra bu küçük kıyamet dalga dalga CHP’nin dış çeperlerinde ve seküler şovenizmin eteklerinde bekleşenlere de yayıldı. “Yedirtmeyiz!” çığlıkları yeri göğü inletti. İçi boş slogan sözcükleri yinelenip sonuna yazıyla “nokta” yazılmak suretiyle konunun tartışılmaya açık olmadığı pek “veciz” biçimde vurgulandı. 

Sermaye sevdasından vaz geçemeyen bu iki kanadın birini diğerine tercih etmek gibi bir mecburiyetimiz yok. Yine de yeri geldiğinde  doğruları söyleme mecburiyetimiz baki. Zira halka yalan söylemek suçtur! 

“Mavi Vatan” konusunda 7 Haziran 2021’de yazdıklarımı anımsatarak başlayacağım:

“Tehdit algısının öznel sebeplerle köpürtülmesi bir ülkenin gücünü değil, güçsüzlüğünü berkitir. Karar alıcıları akılcılıktan uzaklaştırır, hataya iter, sonuçta kayıpları çoğaltır. Zihinlerimizi birkaç yıldır meşgul eden, ateşli tartışmalara neden olan “Mavi Vatan” kavramı bunun en güzel örneğidir.

Bir yandan gerçekten tümüyle içdeniz niteliği taşıyan Marmara’yı zehirli ve sümüksü bir “AKlığa” büründürürken, diğer yandan ülke haritasının çevresindeki suları 'paint-brush' ile maviye boyamanın ve kendi topraklarında kapitalizmin her geçen gün şiddetlenen saldırısı sonucu yoksullaştırılmış, açlık sınırına itilmiş kitleleri “Mavi Vatan” sloganlarıyla sarhoş etmeye kalkışmanın, yurtseverlikle de ulusal çıkarla da bağdaşır yönünü bulmak güçtür. 

Bir kere şunu yineleyelim. Vatan, yurt veya ülke diye tanımladığımız alan klasik ve kabul görmüş tanıma göre sınırlarınız içindeki topraklar ve karasuların toplamından ibarettir. Kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge kavramlarıyla tarif edilen alanlar bu alana dahil edilmez zira vatan dediğimiz alandan farklı olarak bunlar üzerindeki egemenlik haklarınız sınırlıdır. Örneğin Marmara Denizi'ne karşı hesap verme kaygısı taşımadan ve kaygısızca işlediğiniz suçları bu alanda aynı rahatlıkla işleyemezsiniz. Somutlaştıralım: 'Derin deniz kolektörü' adını verdiğiniz ve Marmara’yı bir lağım çukuruna dönüştüren cinayet tekniğini, Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge olarak tanımladığınız alanda, yani karasularınızın ötesinde kullanırsanız, uluslararası planda hesap vermek zorunda kalabilirsiniz.

'Mavi Vatan' söyleminin zaafları bununla da sınırlı değildir. İddiaya temel oluşturan Münhasır Ekonomik Bölge kavramı Türkiye’nin taraf olmadığı 1982 tarihli BM Deniz Hukuk Sözleşmesine dayanır. Bu konuları benden çok daha iyi bilen Aydın Sezer ve Selim Kuneralp gibi uzman ve diplomatların da altını ısrarla çizdikleri gibi, aynı sözleşme, içinde yerleşim bulunan adaların da kıtalar kadar deniz alanına sahip olduklarını varsaymakta ancak Türkiye’nin 'Mavi Vatan' tezi örnekse Kıbrıs, Rodos ve Girit yokmuş gibi yapmaktadır. Deyim yerindeyse Türkiye aynı ayetin içindeki 'Namaza yaklaşmayın' ifadesini benimseyip 'sarhoş iken...' kısmını yok saymaktadır.

Bunlar meselenin teknik görünen kısımları. Bir de işin politik dram bölümü var. Meslek hayatım boyunca birçok subay tanıdım. Özellikle Kıbrıs bağlamında Deniz Kuvvetleri kurmaylarıyla çalıştım. Şimdi 'Mavi Vatan' diyenlerden birkaçını tanıma fırsatım oldu. Aralarında kendi dünya görüşleri ve ölçüleri içinde yurtsever olmadığını düşündüğüm hiç kimseye rastlamadım. Kaldı ki, o insanlardan kimileri yurtsever oldukları için sümüklü vaiz çetesinin hedefi oldular. Ağır haksızlığa uğradılar ama ne yazık ki çetenin suç ortağının kim olduğunu hatırda tutmak istemediler. O yüzden bir sonraki paragrafı biraz da içim burularak yazdığımı itiraf etmek zorundayım. İspanyol solculara atfedilen bir söz var ya hani 'Sınıf savaşını göz ardı eden çevrecilik, bahçıvanlıktır' diye. Aynı şekilde sınıf olgusunu dikkate almayan yurtseverliğin de akıldışı bir ırkçılık veya en iyi ihtimalle ağır bir hüsranla sonuçlandığını söylemek yanlış olmaz.

Tek önceliği iktidarda kalmak olan her yönüyle çürümüş bir rejimin katarına, büyük olasılıkla yurtseverlik duygularıyla ve 'belki yönünü değiştirim' düşüncesiyle tutunmanın size en az iki zararı dokunabilir. Bunlardan birincisi, katarın vardığı noktadan hiç mi hiç memnun kalmayabilirsiniz. İkincisi daha o hedefe dahi varmadan yolun en sevimsiz bölümlerinden birinde katardan bir uçuruma fırlatılabilirsiniz.”

Aradan 3 yıldan fazla zaman geçmiş. Fırsatçı bir dış politika uygulayan, uluslararası sistemin boşluklarına sızarak temsil ettiği sermaye sınıfının imkanlarını genişletmeye çalışan, boşluk bulamadığında hızla rota değiştirip aksi yönde gitmekten kaçınmayan Akepe iktidarı “Mavi Vatan” hikayesini müzeye kaldırmış, önceki süreçte tespih tanesi gibi peşine takılanlar ise hâlâ aynı renkli vatan söyleminde çırpınarak yavaş yavaş batıyorlar. Neresinden baksanız acıklı bir görüntü...

Şimdi lütfen kimse bana elden düşme vatanseverlik pazarlamaya kalkmasın. Vatan ve vatanseverlik konusunda kendi adıma sınavına girip çaktığım bir ders kaldığını sanmam. Kaldı ki Fransa’dan Küba’ya, Sovyetler Birliği’nden Yunanistan’a kadar dünyanın bir çok yerinde vatan savunmasının ne anlama geldiğini çarpışarak ve can vererek gösterenler Komünistlerdir. Vatan sınırları genellikle savaşlar sonucunda belirlenir ancak buna ilave olarak diplomatik müzakere masasında kesinleşir. Bunun ötesindeki vatan tanımları masal bile değil kandırmacadır zira masalların hiç değilse bazılarında öğretici, sempatik, iç ısıtan unsurlar mevcut olabilir.

Üç yanı denizlerle çevrili Türkiye’nin güçlü bir donanmaya sahip olma hedefi ne kadar meşru ise, o denizleri yaşatarak kaynaklarından yararlanma ve halkının esenliği için kullanma hedefi de o kadar geçerli ve saygıdeğerdir. Ancak bu hedefe ulaşmanın aracı fütuhat çığırtkanlığı yapmak, “o da benim, bu da benim” diye haykırmak olamaz.  O anlayışın somut sonuçlarını tamamı bizim olan, yani rengi ne olursa olsun vatanın parçası olan Marmara Denizi’nde, aidiyeti hiçbir tartışma götürmeyen adalarımızda yarattığımız dehşet verici tahribatta görüyoruz.

Vatanınızı sevdiğinizi kanıtlamak istiyorsanız, halkı uyutmaya, sınırlı kaynaklarını tüketmeye ve son tahlilde öldürtmeye yönelik kandırmacaların amigoluğunu yapmayacak, kapitalist yağma ve emperyalizm kalfalığı sevdasından vazgeçeceksiniz. 

Yönünü, yolunu bulmakta zorlanan, hurafelerle vakit ve enerji harcayan bu kesime bir de ipucu vereyim: Washington’da yapılan NATO zirvesinin sonuç bildirgesinde benimsenen Montrö Sözleşmesi’ne dair 31. Madde’ye bir daha göz atarak işe başlayabilirsiniz. İşte orada haklı olarak ve avazınız çıktığı kadar bağırmanızı zorunlu kılacak, daha açık bir deyişle Türkiye’yi Karadeniz’de ateşe atacak ifadeler mevcut.

                                                                     /././

Hakkari'de mayına basarak yaşamını yitiren çobanın ardından: Ölenler haber konusu, kalanlar göç yolcusu -Özkan Öztaş-

Geçtiğimiz günlerde Hakkari'de mayına basarak hayatını kaybeden çoban Bedrettin Düzen'in ardından mayınlı araziler tekrar gündem oldu. Yüz binlerce mayın emekçilerin yaşamını tehdit ediyor.

Geçtiğimiz günlerde Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde, Sat Buzul Göllerinin olduğu Doski Vadisinde hayvancılık yapan çoban Bedrettin Düzen, mayına basarak hayatını kaybetti. 

Bölge halkı iki köy arasındaki alanın yasaklı olmadığını söylüyor. Bu alan çobanların hayvancılık faaliyetleri her gün sürdürdüğü mıntıkalara bir örnek. Ancak köylüler bu tür örneklerle zaman zaman karşılaştıklarını ve arazide hayvancılık yapanların can güvenliğinin olmadığını ifade ediyor. 

Uzmanlar "patlayıcı cisim" diyor. Bölge halkı ise mayın diyor en kısa haliyle. İşte Bedrettin Düzen, çobanlık yaparken bu mayınlardan birine basarak yaşamını kaybetti. 

Üç çocuk babasıydı Bedrettin Düzen. Geride çalışmaktan başka yaşama şansı olmayan ve geleceğe kaygılardan uzak bakmak isteyen bir aile bıraktı. Bir de ülkenin acı gerçeğini; mayınlı arazilerde tarım ve hayvancılık yaparken mayına basarak can veren emekçilerin hikayesini bıraktı Bedrettin. 

Çobanlar ve çiftçiler: Ekmeğini mayınlı araziden çıkarıyorlar

Resmi rakamlara göre 1984 yılından 2009 yılına kadar arazilerde bulunan mayınlara basarak yaşamını yitirenlerin sayısı 1269. Üstelik bu vakaların neredeyse tamamı tarım ya da hayvancılık faaliyetleri sırasında meydana geldi; veya bölgede yaşayan insanların pikniğe gittiği örneklerde yasaklı olmayan arazilerde yaşandı. Yani ailenizle pikniğe gittiğinizde ya da hayvanlarınızı otlatmak için arazide gezdiğinizde bir mayına basarak yaşamınızı kaybetmeniz hâlâ büyük olasılık. Sayısı binden fazla örneği mevcut. 

Konuya dair açıklamalarda bulunan DEM Parti Hakkari Milletvekili Öznur Bartın, bu mayınların tamamının Kürtlerin yaşadığı illerde olduğuna dikkat çekiyor. Ve ne yazık ki sadece sınırda bulunan iller değil bunlar. Dersim gibi Diyarbakır gibi örnekler de mevcut. 

Çobanlar ve çiftçiler işte böylesi arazilerde ekonomik faaliyetlerine devam ediyor. Deyim yerindeyse ekmeklerini mayınlı arazilerden çıkarıyorlar. Yine resmi verilere göre anti-tank ya da anti-personel türüyle ifade edilen mayınların bölgedeki sayısı bir milyondan fazla. Tam sayısıyla 1 milyon 3943 mayın hâlâ bu arazilerde bulunuyor. 

Hakkari Barosu yaptığı açıklamada bu ve benzeri olaylara neredeyse her yıl denk gelindiğine dikkat çekiyor. 

"Bölgemizde temizlenmeyen mayınlar ve çatışma artıklar yaşam hakkı ihlallerine neden olmakta ve bölge halkı için tehlike oluşturmaya devam etmektedir. Hemen her yıl benzer ölüm ve yaralanma ile sonuçlanan vakaları yaşamaya devam ediyoruz. Yaşam hakkına önemli bir risk alanı oluşturan mayınlı alan haritalarının paylaşılması ve temizlenmesi gerekmektedir." 

Açıklamaya imza atan 14 il barosu mayınlı arazilerin temizlenmesini ve Türkiyen'in tarafı olduğu Ottowa Sözleşmesi'nin gereklerini yerine getirmesini talep ediyor. 

                        Hakkari Yüksekova'da mayına basarak yaşamını kaybeden çoban Bedrettin Düzen

'Mayınlar yalnızca sınır hatlarında değil'

Konuya dair soL'a konuşan İnsan Hakları Derneği (İHD) Hakkari Şubesi Eş Başkanı Sibel Çapraz, tarım ve hayvancılık yapılan alanlardaki mayınların yalnızca sınır hatlarında olmadığına dikkat çekiyor. Sadece ölümle sonuçlanan patlamaların gündeme geldiğini ifade eden Çapraz, patlayıcı cisimlerin yaralanmalara da sebebiyet verdiğini belirtiyor.

Sibel Çarpaz'ın konuya dair değerlendirmeleri şu şekilde:

"Bölgenin özel güvenlik alanlarında zaman zaman patlayıcı cisimlerin yol açtığı can kayıpları yaşanmıştı. En son 2012’de yine Dağlıca (Oremar) bölgesinde olan Gulord köyünde, evinin bahçesinde bulduğu yabancı bir cisim ile oynarken patlama gerçekleşmiş ve Uğur Çavmak (12) ailesinin gözü önünde can vermişti. 11 Mayıs 2024’te Hakkari kent merkezine 35 km uzaklıktaki Üzümcü köyünün Derav mezrasında bulunan askeri alana yakın bir bölgede pikniğe giden Uğur Koşar bulduğu bir cismin patlaması üzerine yaralanmıştı. Geçtiğimiz günlerde çobanlık yaptığı Veregoz bölgesinde, mayın patlaması sonucu hayatını kaybeden Bedrettin Düzen oldu. Patlamaların yanı sıra yine kolluk güçlerinin açtığı ateş sonucu yaralanan ya da yaşamını yitiren insanların sayısı da fazla. 

Bu bölgelerin çoğunluğu yaşam alanlarının olduğu bölgeler ve orada yaşayan insanlar yaşamlarını idame ettirmek için bahçelerine ya da hayvanlarını otlatmak için arazilere gitmek zorunda kalıyorlar. Sadece sınır güvenliği değil, sınır hattına yakın bölgelerde yaşayan insanların güvenlikleri de sağlanmalıdır. Devlet, yurttaşların yaşamını güvenceye alacak tedbirler almadır."

'Mayınlı araziler hayvancılığı bitirmiş durumda. İnsanlar göç ediyor'

Ekonomik faaliyetlerini sürdürmek için mayınlı arazilerde tarım ve hayvancılık yapan köylüler yaşadıkları sorunlardan dolayı çoğunlukla köylerden ilçelere göç ediyor. Ancak yetkinlik alanları tarım ve hayvancılık olan köylüler ilçe merkezlerinde de tutunamıyor hayata doğal olarak. Hal böyle olunca büyük kentlere göçler başlıyor. Bu durum yalnızca bireylerin göç etmeleri ve kurulu düzenlerinin değişmesi manasına gelmiyor. Aynı zamanda ülke tarımının ve hayvancılığının da belli bölgelerde bitme noktasına geldiğini gösteriyor. 

İHD Hakkari Şubesi Eş Başkanı Sibel Çapraz bu durumu şu şekilde anlatıyor: 

"Sınır hatlarındaki tüm bu ihlallerden kaynaklı insanların yaşam alanları, çekilmez bir hal alıyor ve insanlar ekonomik olarak geçinme ve güvenlik sorunu yaşıyor. Bu anlamda tarım ve hayvancılık yapmanında gittikçe güçleştiğini hatta yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu da söyleyebiliriz. İnsanlar da ciddi anlamda bir göç başlamış durumda. İlk başta Köylerden ilçeye geçme durumu yaşanıyor ve orada da geçinemeyince bu sefer metropollere göç etmek zorunda bırakılıyorlar."

Bedrettin Düzen'in yaşadığı ve hayatına mâl olan olay aslında mayınlı arazilerde çobanlık yapan binlerce ailenin yaşadıklarının ya da yaşayabileceklerinin bir örneği. Bu olay bir milyondan fazla mayının, mayınlar yüzünden can veren binden fazla insanın ve kalanların hayatı yeniden kurmak için göç etmesinin hikayesi. Bölgede yaşayan insanlar bu mayınların biran önce temizlenmesini talep ediyor.

                                                               soL - GÜNDEM

Mafya lideri Falyalı'nın eski ortağı Kuzey Kıbrıs'a büyükelçi yapıldı

Kuzey Kıbrıs’ta öldürülen mafya lideri Halil Falyalı’nın eski ortağı Yasin Ekrem Serim Türkiye’nin yeni Lefkoşa Büyükelçisi oldu.(https://haber.sol.org.tr/haber/mafya-lideri-falyalinin-eski-ortagi-kuzey-kibrisa-buyukelci-yapildi-394400)

                                                               ***

Murat Kurum zam farkını soran kadına yardım kartı uzattı: Eli boşta kaldı

Murat Kurum, dul/yetim aylıklarındaki zam farkının neden yatırılmadığını soran kadının eline yardım kartı tutuşturmaya çalıştı.(https://haber.sol.org.tr/haber/murat-kurum-zam-farkini-soran-kadina-yardim-karti-uzatti-eli-bosta-kaldi-394396

                                                              ***

TKP, Zorlu Holding'in yıllık kârıyla yapılabilecekleri saydı: 'Halkımıza feda olsun'

Özelleştirmelerle büyüdü, AKP ile palazlandı, milyonların emeğiyle kârını katladı. TKP'nin "Holdinglerin mal varlıkları ve kârları halkımıza feda olsun" kampanyası bu kez Zorlu Holdingi hedefe koyuyor. Zorlu ailesinin el koyduğu bu tutarla yapılabileceklerin bir kısmı şöyle: 2 milyon 73 bin ailenin bir yıl boyunca doğal gaz faturası ödenebilir * Bir yıl boyunca 1 milyon 382 bin emeklinin günlük bir öğün yemeği bu rakamla karşılanabilir *306 bin hanenin ihtiyacı olan beyaz eşya alınabilir * 4 bin adet park Zorlu Holding’in bu dört şirketinin yıllık kârı ile yapılabilir.(https://haber.sol.org.tr/haber/tkp-zorlu-holdingin-yillik-kariyla-yapilabilecekleri-saydi-halkimiza-feda-olsun-394391)

Van'da ırkçı yazılama yapan 16 yaşındaki çocuk: Beni devlet görevlileri yönlendirdi

Van'da belediyenin Kürtçe trafik uyarılarının üzerine “Türkiye Türktür, Türk kalacak” yazılamaları yapanın, TEM'de polis tanıdığı olan 16 yaşındaki lise öğrencisi olduğu belirtildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/vanda-irkci-yazilama-yapan-16-yasindaki-cocuk-beni-devlet-gorevlileri-yonlendirdi-394399)

                                                              ***

Milli Eğitim’e siyah çelenk: ‘Çağdışı müfredatı tanımıyoruz, ÖMK’ye boyun eğmeyeceğiz’

Eğitim-İş üyesi öğretmenler bugün Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’na ve tüm yurtta il milli eğitim müdürlüklerine siyah çelenk bırakarak Meclis’teki ‘meslek kanunu’ tasarısını protesto etti.(https://haber.sol.org.tr/haber/milli-egitime-siyah-celenk-cagdisi-mufredati-tanimiyoruz-omkye-boyun-egmeyecegiz-394401)

                                                               ***

Erdoğan'ın İsrail'e verdiği 'gözdağı': Karabağ ve Libya'ya nasıl girildi, Suriye'den neden bahsetmedi?

Erdoğan, İsrail için "Libya'ya, Karabağ'a girdiğimiz gibi gireriz" dedi. Türkiye Karabağ'a hiç doğrudan girmedi, Libya müdahalesi "siyasi fiyasko" oldu. Suriye müdahalesini ise hiç ağzına almadı.(https://haber.sol.org.tr/haber/erdoganin-israile-verdigi-gozdagi-karabag-ve-libyaya-nasil-girildi-suriyeden-neden-bahsetmedi)

                                                                  ***



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder