12 Temmuz 2024 Cuma

soL "KÖŞEBAŞI" -12 Temmuz 2024-

AKP'li rektörden tepki çeken kararlar: Kreş kapatıldı, yurt zamlandı -Aslı İnanmışık-

Ege Üniversitesi personelinin çocuklarının yararlandığı üstelik ücretli olan kreş "zarar ediyor" denilerek kapatıldı. Okulun "Öğrenci Köyü" isimli yurdundaysa fahiş zam kararı alındı.

İzmir'de Ege Üniversitesi personelinin çocuklarına hizmet veren anaokulu/kreş "zarar ettiği" gerekçesiyle "tasarruf tedbirleri" kapsamında üniversite rektörlüğü yönetim kurulu kararı ile kapatıldı. Anaokulunun "sayıştay denetlemelerinde gelir-gider dengesi sağlanamadığı" söylendi.

Yaklaşık 120 çocuğun yararlandığı okuldaki öğretmenlerle birlikte aşçı ve temizlik personelinin de aralarında olduğu çalışanlarsa işsiz kaldı.

40 yılı aşkın süredir hizmet veren anaokulu için çalışanlardan 7 bin 500 lira ücret alınmasına, yılda 2 kez de zam yapılmasına rağmen kapatılma kararının alındığı öğrenildi.

Sendikalardan ortak açıklama

Kapatma kararı sonrası bugün 7 sendika okul önünde ortak açıklama yaptı. Basın açıklamasında kreşin bir hak olduğu ve buradan tasarruf edilemeyeceği belirtilirken, kadınların çalışma yaşamından koparılmak istendiği hatırlatıldı.

HEP-Sen, SES, Birlik Sağlık-Sen, Eğitim-İş, Eğitim-Sen ve Türkiye Sağlık ve Sosyal Hizmet İşçileri Sendikası'nın ortak açıklamasında emekçiler, "Kurumdan hizmet alan 120’nin üzerinde evladımızı hangi özel işletmelere kurban edeceksiniz? Anaokulumuzda fedakarca hizmet eden, emek üreten, açlık sınırı olan 19 bin 926 liraya adeta köle gibi çalıştırdığınız öğretmenlerimiz, sınıf annelerimiz, temizlikçilerimiz, aşçılarımız ve emekçilerimiz ne olacak?" diye sordu.

"Ege Üniversitesi tarafından zarar ettiği için alınan kreş kapatma kararı akıllara durgunluk vermektedir. Kamu kurumlarında kar zarar amacı gütmeden ücretsiz verilmesi gereken hizmet, zarar ettiği için kapatılması, hem 657 sayılı devlet memurları kanunu 191. Maddeye, hem de Yüksek Öğretim Kurumları, Mediko-Sosyal Sağlık, Kültür ve Spor İşleri Dairesi Uygulama Yönetmeliğinin 15. Maddesine göre; 'Üniversitede çalışanların okul öncesi çağdaki ve okul çağındaki çocuklarının çalışma saatleri içinde bakımları ve eğitimlerine yardımcı olmak üzere, kreş, yuva ve benzeri birimler kurmak ve bu konuda ilgili kuruluşlarla işbirliği yaparak hizmetin en iyi şekilde görülmesini sağlamak' hükmüne aykırıdır, ayrıca kreş kadınların iş hayatında ve sosyal hayatta daha etkin olması açısından elzemdir, bu karar kadınları iş hayatından koparıp evlere kapatılmasının da önünü açacaktır."

Sendikalar karara tepki gösterdi: "Ege Üniversitesi'nin bu hizmetten "kâr" etmediği gerekçesiyle vazgeçiyor olması kabul edilebilir değildir."

'TİS  gereği kreş açılması zorunlu'

soL'a konuşan Eğitim İş 4 No'lu Şube Başkanı Elbey Kale de, Ege Üniversitesi'nin emekçilerle yaptığı Toplu İş Sözleşmesi (TİS) gereği bu kreşin açılmasının zorunlu olduğunu, rektörlüğün kararın altında imzası bulunduğunu söyledi. 

Mevcut kreşlerin ücretlerine de dikkat çeken Kale, "15-20 bin liralardan bahsediliyor. Burası ticarethane değil. Bu 'ben yaptım, oldu' anlayışına artık dur denilmeli" dedi.

Kale, Ege'de aynı şey yemekhaneler için de yapıldığını sonra yemekhanelerin özelleştirildiğini hatırlattı.

                                  Kreş, sabah 7 buçuktan 17.30'a kadar hizmet veriyordu.

Öğrenci Köyü'ne fahiş zam

Ege Üniversitesi yönetimi bir de okulda öğrencilerin kaldığı yurtlara zam kararı aldı. Zam kararıyla okulun "Öğrenci Köyü"ndeki iki kişilik odaların ücretlerinin bin 480 TL'den 6 bin TL'ye çıkarıldığı öğrenildi. 

Çok sayıda öğrencinin çalışarak okuduğu ve masraflarını karşılamakta zorlandığı Ege Üniversitesi'nde alınan bu karar tepki çekti.

Konuyla ilgili açıklama yapan İzmir Eğitim İş 4 No.lu Şube, öğrencilerin mağduriyetine işaret ederek, "TÜİK verilerine göre, enflasyon sepetinde 500 liranın altında gösterilen yurt ücretlerine göre, bu orantısız artış kabul edilemez" ifadelerini kullandı.

Asgari ücretin 17 bin TL, emekli aylıklarının ortalama 10 bin TL civarında olduğu ülkemizde zamların ailelerin bütçelerine ağır bir yük getirdiği belirtildi. Açıklamada yurtlardaki hijyen koşullarının yetersizliği de hatırlatıldı.

"Eğitim, herkesin hakkıdır ve öğrencilerin barınma ihtiyaçlarının uygun koşullarda karşılanması gerekmektedir. Eğitim-İş Sendikası olarak, bu fahiş artışın geri çekilmesini ve yurt koşullarının iyileştirilmesini talep ediyoruz. Öğrencilerin ve ailelerinin bu süreçte mağdur edilmemesi için yetkilileri göreve çağırıyoruz."

Kararlarda imzası olan rektör kim?
2008'de Engelliler Haftası kapsamında milletvekillerinden oluşan Meclisspor ile Başkent Görme Engelliler Spor Takımı sembolik bir dostluk maçı yaptı. Necdet Budak, maç sırasında görme engellilere attığı dört golle gündem olmuştu.

Üniversite rektörü Necdet Budak, eski bir AKP'li vekil.

Budak, 22 Şubat 2017'de eski bakan Faruk Çelik'in danışmanlığına atandı. 

Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak göreve başlayan Budak, 1990-1994 yılları arasında ABD'den kazandığı bursla Nebraska Üniversitesi'nde Bitki Islahı ve Genetiği konusunda doktora yaptı. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde profesör unvanını alan Budak, 2002 ve 2007 seçimlerinde AKP'den Edirne milletvekili seçildi. Budak, 2012'den itibaren TOBB'un finanse ettiği Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nda (TEPAV) Gıda ve Tarım Politikaları Araştırma Enstitüsü direktörü olarak çalıştı. 

Sicili kabarık Budak, Ekim 2017'de Erdoğan tarafından atandığında rektör sıfatıyla ilk ziyaretini patronlara gerçekleştirdi. Hemen ardından da üniversitesinin yemek, temizlik, büro ve benzeri hizmetleri satın aldığı taşeron şirket bünyesinde çalışan işçileri işten çıkardı.

Budak'ın göreve gelmesiyle Türkiye'de ilk kez bir üniversiteye resmen emniyet müdürü tahsis edildi.

Rektör, 2018 yılında da İzmir’e gelen Erdoğan’ı karşılamak için 382 akademisyen ve idari personeliyle yollara düşmüş, akademisyenlere "Sayın cumhurbaşkanımız şehrimize hoş geldiniz" yazılı pankart taşıtmıştı.

Necdet Budak, rektörlüğü sürecinde kişiye özel kadro ilanlarıyla da gündeme geldi. Kendi yakınlarını üniversitedeki çeşitli görevlere getirdiği iddia edildi.

Ege Üniversitesi en son yerel seçim döneminde Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ile AKP'den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan Hamza Dağ'ın okulda düzenlenen panele öğrencilerin zorla katılımının sağlanmasıyla gündem oldu.

                                                            /././

Milliyetçilik dansı ve Türkiye’nin son çıkışı -Kemal Okuyan- 

“Türkiye’ye yapılırsa kötü, Türkiye yaparsa iyi” anlayışı bu ülkedeki anti-emperyalist birikimi ciddi ciddi kemiriyor.

TKP tarihinin en yaratıcı afişlerinden biriydi, şu soru yer alıyordu: “Ankara’da Irak askeri görmek ister miydiniz?” ABD Irak’ı işgale hazırlanıyor, AKP iktidarı da bu kanlı operasyona katılmak için pazarlık yapıyordu. Olmadı, toplumsal tepkiler AKP içinde çatlakları derinleştirdi ve 1 Mart’ta TBMM’de yapılan oylama Türkiye’nin işgale ortak olmasını engelledi.

Öncesinde Amerikancılar ile savaş ve emperyalizm karşıtları arasında kıyasıya bir mücadele yaşanmıştı. “Irak’a biz de girelim” çırpınışındakiler, Türkiye’ye para yağacağını, Musul ve Kerkük’ün arada cebe indirilebileceğini ileri sürüyor, ABD’yi kızdırmanınsa hiç de iyi sonuç vermeyeceğini ima ederek aba altından sopa gösteriyordu.

İşte TKP’nin “Ankara’da Irak askeri görmek ister misiniz” afişi o sırada hazırlandı, aynı başlıkla bildiriler dağıtıldı. Yurttaşlarımız şaşkınlık içindeydi, “ne münasebet” diyorlardı. Bazıları ise panikleyerek “gerçekten böyle bir olasılık mı var” diye soruyordu.

Doğal karşılayan yoktu. İyi ki… 

Başka ülkelerde, hele hele o ülkenin rızası olmadan, asker bulundurmanın doğallaşması hiç iyi değil.

Peki nasıl oldu da Türkiye için bu doğallaştı?

Bugün bozkurt işareti nasıl doğallaştırılmaktaysa öyle…

“Türkiye’ye yapılırsa kötü, Türkiye yaparsa iyi” anlayışı bu ülkedeki anti-emperyalist birikimi ciddi ciddi kemiriyor.

Şu sıralar Yeni Osmanlıcı zihniyetin emperyal vizyonu tam da bu türden bir adalet yoksunluğunu topluma dayatmakta. Patron sınıfımızın kabaran iştahının bu süreçteki rolünü hatırlatmaya gerek yok. Ancak MHP ve benzeri partiler “Türkiye bir yana dünya bir yana” felsefesinde yalnız kalsaydı, bu akıl tutulmasına toplumda bu ölçekte bir onay alınamazdı.

Mesele şu ki, ABD ve Avrupalı emperyalistlerin on yıllar boyu süren ekonomik, siyasi ve kültürel saldırısının ve insanımızı hor gören kibirinin, “mazlum” bir ulusa sonsuz bir kredi açtığı düşüncesi yalnızca toplumda değil aydınlar arasında da kabul görmüş durumda. Dahası, birçok aydın için, ne kadar gelişirse gelişsin, ne kadar yayılırsa yayılsın, Türkiye kapitalizminin bağımlı, azgelişmiş, zayıf ve çarpık karakteri değişmiyor.

Bir de bunun üzerine Kürt milliyetçiliğinin bir kısım solcuyu da içine çekerek uluslararası alana taşıdığı ve “Lozan anlaşması feshedilsin” noktasına varan “Türkiye düşmanlığı”nı eklediğimizde, kendisini milliyetçi olarak tanımlamayan birçok kişi “hepimiz milliyetçi değil miyiz” noktasına geliveriyor.

Ülkemizi severiz, vatanseveriz, yurtseveriz. Ama milliyetçi değiliz. Aradaki farkı sürekli vurguluyoruz ve aldığımız yanıtın standart bir biçimde “bizimkisi ırkçı olmayan milliyetçilik” ya da “Atatürk milliyetçisiyiz” olması artık usandırıcı hale geldi.

Mustafa Kemal’in işgale ve saraya karşı kurtuluşu örgütlerken “milliyetçi” bir çizgide olduğu açık; adı üzerinde Milli Mücadele. Ancak dönem ulusal kurtuluş savaşları dönemi, milliyetçiliğin ilerici bir karakter kazanması için koşullar uygun. 

Bugüne dönelim. 

Hemen her kritik başlıkta, milliyetçiliğe alan açıp onu meşrulaştıran CHP’ye değinmeden geçemeyiz. Bir düzen partisi olarak CHP’nin barındırdığı ideolojik unsurların çeşitli olması son derece doğal. Ancak CHP’nin kendisini başka ideolojik kimliklerle tanımlayan destekçilerini yeri geldiğinde milliyetçiliğe çekmesi üzerinde durulmayı hak ediyor.

Bozkurt işareti tartışmasında aynısını yaşadık. “Özgür Özel bile sahip çıktı…” Böyle dedi birçok kişi. Ama CHP ve Özel bu zaten…

Kuşkusuz bozkurt işaretine ceza verilmesi abes.

Kurdun dünyadaki başka örnekler gibi Türkiye’de uzun süredir bir simge olarak kullanılmasının sorgulanması da saçma.

Ancak, nereden çıktı bozkurt işaretinin bütün Türkiye’ye ait olduğu!

Türkeş şu tarihte kullanmaya başlamış filan… Geçiniz. 

Düpedüz MHP ve türevlerine ait, onunla özdeşlemiş bir jestten söz ediyoruz.

Zafer işareti ya da sıkılı yumruk gibi uluslararası bilinirliği olan sembollerle kıyaslanması ayrı bir tuhaflık. Medyamızın biraları yuvarlamış Hollandalı taraftarların bozkurt işareti yapmaya çalışmasından onlarca haber çıkarmasına bakılacak olursa, pek de evrensel ve yaygın bir işaretten söz etmiyoruz!

Köşesinde “bozkurt bizim kutsalımızdır” yazıyordu gazetecinin biri. Kutsallaştırmayı seviyoruz çünkü en dayanaksız iddiaları bile dokunulmaz kılıveriyor.

Kurtlar, özellikle bazı türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya, onlara dokunmayalım ama kutsal ilan etmek nedir gerçekten?

Bütün bunlar kâr hırsıyla kontrolden çıkan Türkiye kapitalizminin ve Yeni Osmanlıcı ideolojinin tehlikeli açılımlarına meşruiyet sağlama girişimleri…

Hollanda maçında tribünlerde on binlerce kişi “Burası Türkiye buradan çıkış yok” diye bağırdı, spiker kendinden geçti. Maç Berlin’deydi. “Türkler dışarı” sloganıyla sokakta yabancılara saldıran, ev yakan Alman faşistlerine hak veren Almanların sayısında büyük artış olduğundan emin olun. Zaten ırkçılık her yerde olduğu gibi Almanya’da da yükselişte.

“Ama biz Türküz, ırkçı değiliz!”

Kötü haber, Almanya’nın başkentinde “Burası Türkiye buradan çıkış yok” diye bağrılmasından rahatsız olmayan herkesin yüreğine o kötü tohumdan serpildi bir kere…

Düşünsenize, İstanbul’da oynanan bir kupa finalinde, Bayern Munich taraftarlarının “Her ist Deutschland, hier gibt es keinen Ausgang” diye haykırdığını…

Ertesi gün Sabah gazetesinde “Büyük Küstahlık”, Hürriyet’te “Hitlerin Torunları” başlıklarının atılacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.

İçeride eşitsizlik, adaletsizlik, zorbalık ve sömürü üreten bir toplumsal sistemin uluslararası alanda adalet, eşitlik ve barış rüzgarları estireceğine dair saçma sapan efsane bugün Türkiye’nin bütün kaynaklarını iç eden büyük sermayenin yeni pazarlar, yeni yatırım alanları, yeni ucuz işgücü arayışlarını cesaretlendiriyor.

Bütün bunlar, kimilerinin sandığı gibi Türkiye’yi ABD emperyalizmi karşısında daha dirençli ve korunaklı hale getirmiyor. Çünkü Türkiye’ye emperyal bir vizyon dayatanlar bir yandan da ABD ve NATO ile işbirliğini derinleştiriyor, pazarlık ve gerilim ile işbirliği iç içe geçiyor. Ve Türkiye kapitalizmi burnunu rekabet ve çatışmanın yoğun alanlarına soktukça çok sayıda fay hattının kırılgan hale getirdiği ülkemizin, o çok sevilen sözcüğü kullanacak olursak, “beka sorunu” katmerleşiyor.

Biliyoruz, milliyetçi retoriğin son sığınağı “e ne yapalım, bu dünyada ya kurt ya kuzu olacaksın” düsturu. Mesele tam da bu: İçeride önüne gelen her şeyi parçalayıp yutan bir avuç sömürücü ve emeği ve bedenleriyle yoksulluğa yatan, hırpalanan, yaşam ve ölüm arasındaki farkı unutmaya başlayan, geleceksiz milyonlar…

Dışarıda da aynısı…

Bağımsız, egemen, güçlü bir Türkiye isteyenler… Son çıkışa yaklaşıyoruz. 

Bu ülke ya eşitlikçi bir düzen temelinde ayağa kalkacak ve uluslararası alanda adaleti, barışı, kardeşliği, anti-emperyalizmi onuruyla temsil edecek ya da bugünkü düzen Türkiye’yi emperyalist dünyada kanlı ve uğursuz yeni paylaşım savaşlarının içine sürükleyecek.

                                                            /././

Hande Fırat Akkuyu'da: Pekiyi neden şimdi? -Ogün Eratalay-

Hande Fırat Mersin Akkuyu’daki nükleer santral inşaatına gitmiş. Fırat, bu özel haberiyle yıldızının parladığı 15 Temmuz’un yıldönümüne yaklaştığımız günlerde, yine bir “yaranma” haberiyle gündemde.

Hürriyet yazarı Hande Fırat Mersin Akkuyu’daki nükleer santral inşaatına gitmiş. Fırat, kendisi için özel olarak düzenlenen gezide gördüklerini okurlarıyla paylaşmış. Planlamasından yapımına skandallarla anılan proje, işçilerin çalışma koşullarının kötülüğüyle nam salmış, santral mülkiyetinin kime ait olduğunun kamuoyundan gizlenmesiyle biliniyordu. Fırat, bu özel haberiyle yıldızının parladığı 15 Temmuz’un yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde, yine bir “yaranma” haberiyle gündemde. 

Pekiyi neden şimdi?

Yazıyı Hande Fırat yazısı bağlamında kaleme alıyoruz, yazı genel olarak kamuoyunda bizim gösterdiğimiz ilgiyi görmese de sahibinin sesi Demirören Medya manşetten görmüş, şaşırtmamıştır.

                                                         Hürriyet’in iddialı manşeti

Türkiye ve Rusya’nın 2010 yılında nükleer güç santral inşaatı için ilk imzaları attığını hatırlatan Fırat, dört üniteden oluşan santralin ilk ünitesinde son aşamaya gelindiğinin müjdesini veriyor. 2025 yılında devreye girmesi planlanan santralin kapıları özel olarak Hürriyet’e açılmış. Reaktörün enerji kaynağı olan radyoaktif çubukların yerleştirileceği bölümdeki işlemlerin son aşamasına gelinmiş durumda. Reaktörün çalışma sistematiğine dair kendisini gezdiren yetkililerden bilgi alan Fırat okuyucularına kabaca nükleer reaktörün çalışma mantığını da anlatmış.

                                                    Hande Fırat reaktörde

Fırat, sonrasında Türkiye’nin projeden kazancının Rus ekiple beraber çalışarak Rus teknolojisinin uygulanmasında çok değerli bir pratik kazanacağını söylüyor. Öte yandan inşaat sürecinde yüzlerce Türk şirketinin inşaat alanında destek verdiğini, inşaat hammaddesinin de Türkiye’den sağlandığını söylüyor. Ayrıca Rusya’ya nükleer enerji mühendisliği için gönderilmiş olan ve 6,5 yıl sonra mezun olarak dönen eğitimli personelden bahsediyor.

Haberinin devamında nükleer santralin son nesil teknolojiye sahip olduğunu ve 9 büyüklüğünde bir depreme dayanıklı olacak şekilde tasarlandığını söylüyor. Yazısında brifing aldığı uzmanların sözlerine de yer veren yazar, nükleer santralin herhangi bir çevre kirliliğine yol açmadığını söylüyor. Bir de radyasyona maruz kalınmasına dair bir örnek veriyor, yorumsuz aynen alıntılıyoruz:

Radyasyon doğal bir olaydır. Örneğin Brezilya’nın Copacabana plajında bir ay tatil yapan insanın vücudu, bir nükleer santralın yakınındaki bir şehirde 10 yıl boyunca yaşamaktan daha yüksek dozda radyasyon almaktadır.

Fırat, nükleer reaktörün kimi aksamının Ukrayna Savaşı nedeniyle alınması gereken Almanya’dan tedarik edilemediğini, bunun yerine Çin’e yeni sipariş geçildiğini bildiriyor. Daha sonra santralin 4 reaktörünün de devreye alındığı bir senaryoya dair somut veriler aktarıyor. Buna göre Akkuyu yılda yaklaşık 35 milyar kW/h üretim yapacak. Bu da tüm Türkiye’nin elektrik ihtiyacının onda birine denk geliyor. 

Yazısını dört ünitenin de aynı anda inşa edildiğini ve şantiyede yüzde 80’i Türk olmak üzere 34 binden çok işçinin çalıştığını söyleyerek tamamlıyor.

***

Hürriyet sıradan bir gazete değil, Hande Fırat sıradan bir yazar değil, Akkuyu sıradan bir proje değil. O zaman bayram değil, seyran değil Hande Fırat bizi neden öptü diye sormak hakkımız sanırım.

  • 2010 yılında başlanan proje neden hala bitmedi?
  • İlk ünitenin 2025 yılında tamamlanacağı söyleniyor. 4 ünite ne zaman tamamlanacak?
  • Haberden uranyum yakıtlarının reaktöre konulacağı yerin henüz tam olarak hazır olmadığı anlaşılıyor. Eğer öyleyse radyoaktif yakıtlar neden seçimlerden önce (Nisan 2023’de) büyük bir tantanayla getirildi? Bu radyoaktif yakıtlar nerede depolanıyor?
  • Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi, 13 Aralık 2010 tarihinde Rusya tarafından kuruldu. Şirket tamamen Rus Rosatom kurumuna ait. Şirketin internet sitesinde projenin Build-Own-Operate yani Yap-Sahip Ol-İşlet modeline göre yapılan ilk nükleer santral olduğu yazılıyor.1 Yani Rusya yapıyor, tesisin sahibi Rusya ve işleten de Rusya. Burada Türkiye’nin ne gibi bir çıkarı var?

Bu sorulara Hande Fırat’ın yazısında verilen cevap yok. Aslında düzen içi “uysal” muhalif Fatih Altaylı’nın çekingen sorularının bile cevabı yok.2 Altaylı süreç içerisinde projenin neden geciktiğini sorgulayıp, alım garantili anlaşılan elektrik üretiminin pahalı olduğunu belirtmiş, ayrıca Sinop’ta yapılması planlanan yeni nükleer reaktörün de Rusya tarafından yapılmasını eleştirerek tek ülkeye aşırı bağımlı olmanın yaratacağı sorunlara işaret etmişti.

Türkiye’nin enerji politikalarına dair yorumda bulunmak bu yazının amaçlarını çok aşıyor. Ancak elektrik enerjisi üretim amacıyla kullanılacak olan nükleer santralin kâr amaçlı kapitalist işletme mantığıyla kullanılmasında ortaya çıkacak sayısız sorunu görmek için alim olmaya gerek yok. Yıllarca işçi sınıf iktidarını ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne kara çalmak için Çernobil Kazasını kullananların bugün Japonya’nın okyanusa tonlarca radyoaktif su döktüğünü görmezden geliyor. Bırakın Avrupa’daki sayısız nükleer kazayı, doğrudan ABD topraklarında kaybolan nükleer bombalar olduğunu biliyor muyuz?3

Yine anlayabilecekleri şekilde madde madde soralım:

  • Reaktörde kullanılacak olan nükleer yakıtların üretilmesi, taşınması, depolanması nasıl olacak? Türkiye mevzuatında nükleer reaktörlerde iş güvenliğine dair hangi adımlar atıldı?
  • Daha kaba inşaatında işçilerin ücretini vermeyen, insanca barınma koşulları sağlayamayan kapitalist mantık, radyoaktif bir tesisi nasıl bir yaklaşımla yönetecek?
  • Nükleer reaktörün çevre dostu olduğu söyleniyor. Hiçbir nükleer kaza olmadığını varsayalım, nükleer reaktörün soğutma suyunun Akkuyu açıklarına deşarj edileceği ve deniz suyu sıcaklığında artışa neden olarak ekolojik dengeyi bozacağını bilmiyor muyuz?
  • Kullanım ömrünü doldurmuş olan nükleer yakıtların uluslararası standartlara uygun şekilde gömülmesi gerekiyor. Bu standart uygulama Avrupa’da bile uygulanamaz, rüşvet karşılığı yoksul ülkelere nükleer atık olarak satılırken, Türkiye’de uygulanması nasıl sağlanacak?

Bütün bunları bir kenara bıraktık, ülkede teknik altyapısı ve teknolojik bilgi envanteri mevcut olmayan bir sanayii kolunun tamamen dış kaynaklı olarak getirildikten sonra işletilmesinde sadece operatör olarak bulunmak başlı başına bir egemenlik sorunu. Teknoloji transferinin gündemde olmaması, bilimsel araştırma ve üretim süreçlerinde yer alınmaması, tersine santral inşaatında yerli betonun kullanılmasıyla övünülmesi AKP’nin tüccar kafasının sonuçları.

Akkuyu sözleşme sürecine rüşvet mi bulaştı?

BirGün’den Özgür Gürbüz’ün 4 Temmuz günü yaptığı haberde tüm hisseleri Rusya’ya ait olan Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Üyesi Gennadiy Saharov’un 28 Mart 2024 tarihinde Moskova’da rüşvet suçlamasıyla tutuklandığı belirtiliyor. Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin 12 Mart günü yapılan son genel kurulunda ise Saharov’un görevinden istifa talebi gündem ediliyor ve kendisi istifaya zorlanıyor. Buradan, Saharov’un tutuklanacağını gördüğü anlaşılıyor. Merak edilen şey ise Akkuyu Nükleer A.Ş.’nin rüşvet verdiği kişiler arasında kimler olduğu ve pahalıya üretilen elektriğin kamu zararına rağmen neden imza edildiği?

Kimdir bu Rosatom?

Kurum sosyalizm döneminde 1953 yılında Makine İmalat Bakanlığı bünyesinde kurulan müdürlüğe dayanıyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber kamu mülkiyetinin yağmalanması sırasında özel şirket haline geliyor. Putin döneminde atılım yapan firma dünyadaki nükleer santral piyasasının en önemli aktörlerinden birisi haline geldi. Bugün nükleer yakıt üretimi, madencilik, mühendislik, proje ve güç aktarımı alanlarında uzman olan firma Rus dış siyasetinin önemli bir aracı halinde. Şirketin Rusya’daki çok sayıda aktif santralinin dışında Beyaz Rusya, İran, Mısır, Finlandiya, Mısır ve Hindistan’da aktif nükleer santralleri mevcut.4 Bu ülkeler arasında (elbette Türkiye dışında) özellikle ABD emperyalizminin güdümünde diyebileceğimiz Mısır ve Hindistan ile yürütülen nükleer mesai dikkat çekici.5 Şirketin ayrıca Rus sermayesinin Afrika kıtasına yaptığı açılımla paralel olmak üzere başta Gana olmak üzere çok sayıda ülkeyle nükleer anlaşma imzalama arifesinde olduğu biliniyor.6imzalama arifesinde olduğu biliniyor.6

Öğretmenlik Meslek Yasası Taslağı Meclis'te, öğretmen sokakta -Rıfat Okçabol-
Cumhuriyet değerlerine sahip çıkan kişi ve kuruluşların, ülkenin geleceğinin karartılmaması için bu taslağa karşı çıkan öğretmenleri desteklemesi gerekiyor.

Liderlerinin bir dediğini iki etmeyen AKP’li 265 ve MHP’li 50 milletvekili, muhalefetin haklı hiçbir eleştirisini göz önüne almadan istenilen her konuda ve istendiği gibi yasa çıkarma sayısal gücünü elinde bulunduruyor. Cumhur ittifakının Mart 2023 belediye seçimlerinde seçmen desteğini kaybetmiş olması, demokratik ilkelere değil de lidere bağımlılık ilkesiyle hareket eden ittifak üyeleri için bir şey ifade etmiyor. Bu sayısal gerçek, çağdaş eğitimden yana olan öğretmenlerde, Öğretmenlik Meslek Yasası taslağının da, diğer yasalar gibi oldubittiye getirileceği kaygısını artırıyor. Duyulan kaygının temel nedeni, bu taslağın öğretmenlik mesleği ile ilgili sorunlara merhem olmadığı gibi, laiklik ve bilimsellik karşıtı olacak AKP’li öğretmen yetiştirmeye kalkışmasından kaynaklanıyor. Bu öğretmenlerin kaygıları, bu taslakla da sınırlı kalmıyor. 

Örneğin

  • AKP’nin kadrolaşmasını kolaylaştıran ve de ÇEDES projesi ile gerici kuruluşlarla imzalanan projelerin çok daha kolay uygulandığı proje okulu sayısının 3.000’e yaklaşmış bulunması;
  • Danıştay’ın iptal etmesine karşın bakanlığın gerici kuruluşlarla yaptığı protokollerin yaygınlaşması;
  • Tarikat gibi gerici kuruluşlara, devlet okullarında etkinlik yapma izni verilmesi;
  • Daha çok öğrenci çekmek için imam hatip liselerinin, sosyal bilimler, fen lisesi, güzel sanatlar programı uygulayan Anadolu imam hatip liselerine dönüştürülmesi;
  • Kendi içişlerinde laik düzene önem veren Avrupa Birliği’nin, ülkemizdeki gerici kuruluşlara proje desteğiyle ya da doğrudan bağış yoluyla parasal destek vermesi;
  • 1960-1970’lerde ülkemizde görülmeyen türbanın neredeyse milli simgeye dönüştürme çabası gibi, 1990 öncesinde hiç kullanılmayan kurt işaretinin de milli simge sayılmasına kalkışılması;
  • Bir lisede çağdaş giysilerle gelen mezunların törene sokulmaması ve hatta bir üniversitede topuklu ayakkabı giyen kızların mezuniyet törenine alınmaması;
  • Bazı tıp fakültelerinin, ‘Hekimlik Andı’nda yer alan cinsel yönelim ifadesini yasaklaması;
  • Öğrenci karnesinde bulunan ‘Davranışlar’ maddesi yerine ‘Sosyal Etkinlikler’ ve ‘Kulüp Danışman Öğretmenin Öğrenci Hakkındaki Görüşü’ maddelerinin getirilip öğrencinin değerler eğitimi ve ÇEDES ile ilişkisi üzerinden değerlendirilmesi;
  • Var olan binlerce Kuran kursuyla yetinilmeyip TÜGVA’ya devlet okullarına Kuran kursu açma yetkisi verilmesi;
  • Bakanlığın bu yıl LGS ile girilen ‘nitelikli lise’ dediği okulların kontenjanlarını toplamda 5.620 azaltırken, imam hatip liselerinde 1192, meslek liselerinde ise 824 artırması;
  • Bazı okulların yılsonu etkinliklerinde 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarına başörtüsü, erkek çocuklara ise takke taktırılması;
  • Bakan Tekin’in, çağdaş giysili kızların törene alınmamasını “Basit bir olay” olarak geçiştirebilmesi; “Tarikatlar sivil toplum kuruluşlarıdır” ve “Dünyanın hiçbir tarafında bu kadar büyük bir öğretmen kitlesi kamu tarafından fonlanmıyor” diyebilmesi;
  • Eğitim bakanlığının ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni uygulamaya koyması,
  • Bakanlığın yayımladığı ‘Eğitim Bakanlığının 2024-2028 Stratejik Planı’ ve ‘2003’ten 2023’e Milli Eğitim’ adlı kitaplarla ‘Diyanetin 2024 Stratejik Planı’nın açık ve gizli amaçları;
  • Okula aç giden öğrencilerin olduğunu bile bile ücretsiz öğlen yemeği çıkarmayan bakanlığın, gerici vakıflara milyarlarca lira destek vermesi ve de yoksul çocukların meslek okullarında sömürülmesini yaygınlaştırmaya çalışması;
  • Laiklik ve bilimsellik konularına yeterince duyarlı yaklaşmayan ve örneğin Diyanet Akademisi kurulmasına onay veren ve gerici eylemlerle söylemleri hoşgörüyle karşılama eğilimindeki muhalefetin bu taslağa da onay vermesi olasılığı;
  • Laik eğitim karşıtlığı almış başını giderken ve bu taslak yasalaştığında eğitim fakültelerinin kapatılacağı belli olmuşken, eğitim fakültelerinden bir tek ses çıkmaması; ….

yasa taslağına karşı çıkan öğretmenlerin kaygılarını daha da artırıyor. Çünkü bu öğretmenler, taslak yasalaştığında yukarıda örneklenen olumsuzlukların daha da artacağını biliyor.

Kaygılı olan öğretmen örgütleri, taslağa neden karşı olduklarını açıklamak için demokratik ve yasal haklarını kullanarak seslerini duyurmak istiyor. Ancak şeriat sloganları atanlara dokunmayan güvenlik güçleri, öğretmenleri yürütmemeye ve konuşturmamaya çalışıyor, onlara saldırıyor ve de tutukluyor.

Cumhuriyet değerlerine sahip çıkan kişi ve kuruluşların, ülkenin geleceğinin karartılmaması için bu taslağa karşı çıkan öğretmenleri desteklemesi gerekiyor.

                                                             /././

Türkiye'nin Afrika Boynuzu serüveni (II): AKP'nin kuşatması altındaki Somali -Yalçın Cuğ-

Etiyopya ve Somali arasında arabuluculuk görevi üstlenen Türkiye, iki ülkede de oldukça faal. Türkiye'nin Afrika Boynuzu'ndaki serüveninin ikinci bölümünde Somali'yle kurduğu ilişkileri irdeliyoruz.

Ailesini, bakanlarını, patronlarını ve sanatçılarını yanına alan Erdoğan, 2011 yılında Somali'ye gitti ve Somali'den şöyle seslendi: Aslında bu Türkiye'nin bir sorunu değil. Bu bir insanlık sorunudur. Fakat biz Türkiye olarak, kimse yokmuş gibi davranmak suretiyle buradayız. Buradan ülkeme de sesleniyorum. Bazı kuru dedikodular var. Yani 'Türkiye'de açlar, sefiller varken Somali'de ne iş var?' gibi yaklaşımlar ortaya koyanlar var. Onlara tavsiye ederim. Gelip şöyle Somali'yi bir gezsinler bakalım."

"Tarihi ziyaret" sonrasında Türkiye kapitalizmi Somali'ye giriş yaptı. Okullar açıldı, hastaneler kuruldu, patronlar sokuldu, askeri üs faaliyete geçirildi...

Sürecin sonunda Türkiye, Afrika Boynuzu'nun komşu ülkeleri Etiyopya ve Somali arasında arabuluculuk yapabilecek konuma geldi. Türkiye'nin Afrika Boynuzu'ndaki serüveninin ikinci bölümünde Somali'yle kurduğu ilişkileri irdeliyoruz.

1993'te asker, 2011'de sermaye çıkartması

Her ne kadar Somali'yle olan ilişkiler Osmanlı Devleti dönemine dayandırılsa da Türkiye Cumhuriyeti'nin Somali'deki ilk büyükelçiliği 1979 yılında açıldı. Ancak Büyükelçilik, Siad Barre yönetiminin devrilmesine ve kabileler arası çatışmalara neden olan Somali İç Savaşı nedeniyle 1991 yılında kapatıldı. 

Birleşmiş Milletler, 1993 yılında "iç savaş ve kıtlığa karşı insani yardımların ulaştırılması ve barışın korunması" gerekçeleriyle ABD yönetimindeki "barış gücünü" ülkeye gönderdi. Türkiye de BM'nin görev gücü içerisinde yer alan ülkelerden biri oldu. Böylece Somali, Kore ve Kıbrıs'tan sonra Türk askerlerinin görev yaptığı üçüncü yabancı ülke olarak tarihe geçti.

Somali'yle ilişkiler, 2011 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, dönemin TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’i de yanına alarak ülkeye düzenlediği ziyaretle birlikte hız kazandı. Erdoğan'ın ziyaretinden kısa bir süre sonra, 1991 yılında kapatılan Mogadişu Büyükelçiliği yeniden açıldı.

Erdoğan'ın Somali ziyareti Türkiye basınında "Somali'nin kaderini değiştiren ziyaret" olarak tanımlandı. Türkiye'nin Mogadişu Büyükelçisi Olgan Bekar ise "Sayın Cumhurbaşkanımızın 19 Ağustos 2011'de Mogadişu'ya yaptığı ziyaretle ülkenin unutulmuşluk kaderi değişti ve burada yaşayan insanlarda yeniden bir umut ortaya çıktı" yorumunda bulundu.

Somali pazarının kapıları patronlara açıldı

2010 yılında başlayan ve iki yılda 260 bine yakın insanın açlık nedeniyle ölmesine neden olan kıtlığı bahane ederek Somali'ye Erdoğan'ın ziyaretiyle giriş yapan Türkiye sermayesi, kısa sürede bir havalimanı bir de liman elde etti. Önce, 2013 yılında AKP'ye yakınlığıyla bilinen Kozuva Şirketler Grubu 15 yıllığına Mogadişu Uluslararası Havalimanı'nın işletmesini aldı. Ardından 2014 yılında Albayrak Grup 20 yıllığına Mogadişu Limanı'nı işletmeye başladı.

Yıllar içerisinde iki şirkete yönelik hazırlanan izleme raporlarında birçok kusura yer verildi. Bunlar arasında iş cinayetleri ve yaralanmalarla sonuçlanan iş kazalarının gizlenmesi, işçi maaşlarının büyük oranda azaltılması, Somali devleti ile yapılan gelir paylaşımına ilişkin kriterlere uyulmaması ve Somalili bürokratlara rüşvet verilmesi gibi iddialar yer aldı.

Somali Mogadişu Yol Rehabilitasyonu Yapım İşi dahil birçok inşaat işi de AKP döneminde büyütülen En-Ez İnşaat’a verildi. Sürecin devamında Somali pazarının kapıları diğer inşaat patronlarına da açıldı. Bu dönemde Türkiye'nin Somali'ye ihracatı da düzenli olarak artış gösterdi. 2019 yılında 200 milyon dolar civarına ulaşan ihracat kapasitesi, geçen sene 360 milyon doları aştı.

Somali ordusu TSK'ye emanet

Başlayan iç savaşla birlikte otorite boşluğundan yararlanarak ülkenin kuzeybatısında tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Somaliland ve 2012 yılında ülke topraklarının kuzeyinde yine tek taraflı bağımsızlık ilan eden Khaatumo'nun yanı sıra 2006 yılında faaliyete başlayan Eş-Şebab da ülkenin güney kesmini kontrol etmekte.

Eş-Şebab tarafından düzenlenen saldırılar nedeniyle hayatını kaybeden veya yaralanan on binlerce sivili gerekçe gösteren Türkiye devleti ise ülkede askeri faaliyetlere başladı. 2017 yılında Türkiye'nin yurt dışındaki en büyük üssü olan Somali Türk Görev Kuvveti Komutanlığı'nı faaliyete sokan Türkiye, bugüne kadar binlerce Somali askerine eğitim verdi. Ayrıca birçok Somali askerinin de eğitim için Türkiye'ye geldiği biliniyor.

Subay ve astsubay adayları ile erlere TSK personeli tarafından eğitim verilen üs, Somali Silahlı Kuvvetlerinin teşkilat, eğitim, öğretim, askeri altyapı ve lojistik sistemlerinin iyileştirilmesi gibi nedenler gösterilerek kuruldu. Muharebe, silah bilgisi, mayın ve el yapımı patlayıcı, temel denizcilik, tanksavar, ağır makineli tüfek ile mekanik nişancılık ve atış eğitimi alan askerlere, silah, teçhizat, donanım ve kıyafet desteği de sağlanıyor.

Faaliyete geçtikten kısa bir süre sonra Anadolu Ajansı tarafından gerçekleştirilen ziyaretin ardından yayımlanan haberde, üssün atmosferi şu cümlelerle anlatılıyor: "Temel askeri eğitimlerden 'yanaşık düzen eğitimi' kapsamında 'yürüyüş kararı sayma' komutunun ardından yürüyüşe başlayan askerler, Somali Milli Marşı'nın yanı sıra İzmir Marşı ile Harbiye Marşı'nı seslendiriyor."

Somali'ye 1992’de BM Güvenlik Konseyi tarafından uygulanmaya başlanan silah ambargosu kapsamında hafif silahlar ve makineli tüfeklere izin veriliyordu. Türkiye de askeri eğitim ve savunma sanayisi alanlarında iş birliğine yönelik yapılan anlaşmalar kapsamında 2017'de Somali'ye envanterinden yüzlerce Milli Piyade Tüfeği (MPT-76) hibe etti.

Savunma sanayisini Baykar domine etti

2022 yılına gelindiğinde BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından alınan kararla Türkiye, Somali’ye uygulanan silah ambargosundan muaf tutulan ülkeler kategorisine alındı. BMGK, 2023 yılının sonuna doğru da söz konusu ambargoyu "Eş-Şebab tehdidini azaltmak" amacıyla kaldırdı.

Türkiye'nin Somali'ye uygulanan silah ambargosundan muaf tutulan ülkeler arasına eklendiği 2022 yılında, Baykar'ın Somali'ye İHA sattığına yönelik haberler basına yansıdı. Somali İçişleri Bakanı Ahmed Fiqi, Eş-Şebab'a karşı yürütülen saldırılarda Baykar'ın Bayraktar TB2 tipi silahlı insansız hava araçlarının kullanıldığını aktardı. Baykar'ın ülkeye yönelik ihracatı günümüzde de devam ederken, İHA'ların etkin kullanımı için de Türkiye'den giden ekipler eğitim vermekte.

Yaklaşık beş ay önce Türkiye'ye ziyarette bulunan Somali Dışişleri Bakanı Abdulkadir Mohamed Nur'un duraklarından birisi de Baykar oldu. Nur, Haluk ve Selçuk Bayraktar ile fotoğrafını "Bütün dünyada kendinden saygıyla söz ettiren, dosta güven düşmana korku veren, Türk savunma sanayisinin göz bebeği Baykar’ı ziyaret ettim. Rabbim yollarını açık etsin" notuyla paylaştı. Nur, paylaşım açıklamasına, gerici şair İsmet Özel'e ait olduğu iddia edilen "Hey Joe" şiirinin "Sevgilin varsa silah kuşanacaksın, basacaksın kurşunu bir göz koyan olursa!" dizesini ekledi. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı bursuyla Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde eğitim alan Nur, 2016 yılında mezun olmuştu.

Ayrıca geçtiğimiz Mayıs ayında Uluslararası Af Örgütü tarafından da dikkat çekici bir açıklama yapıldı. Açıklamada, 18 Mart 2024'te Aşağı Şabelle bölgesinde Eş Şebab ile çatışan güvenlik güçlerinin iki SİHA saldırısı düzenlediği duyuruldu. Hava saldırılarında 14'ü çocuk olmak üzere 23 sivilin öldürüldüğünü, 17 sivilin de yaralandığını belirten Örgüt, saldırılarda Bayraktar TB2 ve ROKETSAN tarafından üretilen MAM-L mühimmatının kullanıldığını iddia etti.

Somali İçişleri Bakanı Ahmed Malim Fiki'nin geçtiğimiz yıllarda yaptığı bir açıklamada "Somalili komutanların sağladığı hedeflerin Türkiye'nin yönettiği SİHA'lar tarafından vurulduğunu" söylemesi göz önüne alındığında, saldırı sırasında TB2'lerin kontrolünün Türkiye mi yoksa Somali kuvvetlerinde mi olduğu bilinmiyor.

Öte yandan savunma sanayiine yönelik ihracatı her ne kadar Baykar domine etmiş olsa da Somali pazarında faaliyet gösteren başka Türk şirketler de bulunuyor. AKP'ye yakınlığıyla bilinen Tosyalı Holding'e bağlı BMC, ülkeye Kirpi tipi askeri araç satarken, ROKETSAN'ın da mühimmat satışı gerçekleştirdiği biliniyor.

Darbe girişiminden bir gün sonra Cemaat'in faaliyetleri durduruldu

Erdoğan'ın 2011 yılında gerçekleştirdiği ziyaretle birlikte iki ülke arasında giderek sıkılaşmaya başlayan ilişkiler, 15 Temmuz 2016 sonrasındaki günlerde AKP hükümetinin işini kolaylaştırdı. Afrika'daki birçok ülkede olduğu gibi Somali'de de faaliyet gösteren Gülen Cemaati'nin darbe girişiminin ardından, Somali hükümeti AKP'yi bile şaşırtacak şekilde hızlı aksiyon aldı.

Somali, Türk hükümetinin talebi üzerine darbe girişiminden yalnızca bir gün sonra Cemaat'in "Nile Academy" çatısı altındaki 3 okul ve 1 hastanenin faaliyetlerini durdurdu ve söz konusu kurumlarda çalışanlara ülkeyi terk etmeleri için bir hafta süre tanıdı.

Yaklaşık bir hafta sonra ise Cemaat'in kurumları Türkiye'ye devredildi. Kapatılan hastane başkent Mogadişu'da açılan Recep Tayyip Erdoğan Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin kullanımına geçti, okulları ise Türkiye Maarif Vakfı devraldı. Dönemin Mogadişu Büyükelçisi 2017 yılında yaptığı bir açıklamada "Somali içinde FETÖ ile ilgili bir sıkıntı kalmadığını" duyurdu.

Vakıf, Somali'deki eğitim alanını "Eğitimin neredeyse tamamen özel kurumlar aracılığıyla verildiği başkent Mogadişu'da siyasiler, iş adamları ve bürokratlar dışında pek çok ailenin çocuklarının eğitim almasına gücü yetmiyor" ifadeleriyle tanımlıyor.

21 Kasım 2016’da Somali’deki faaliyetlerine başlayan Maarif Okulları, günümüzde üç kampüste 1200’ü aşkın öğrenciye eğitim veriyor. Anaokulu seviyesinden lise düzeyine kadar verilen eğitim, öğrencilere sağlanan burs kapsamında gerçekleştiriliyor.

Maarif Okulları’nda yoğunlaştırılmış Türkçe dersleri bulunurken, Vakıf da Türkçe dersinin ülke genelinde seçmeli ders olması için çaba gösteriyor. Türkiye Maarif Vakfı Somali Temsilcisi İhsan Cerrah, Maarif öğrencilerinin yüzde 98’inin Türkiye'deki üniversitelerden kabul aldığını aktarıyor.

Eğitim faaliyetleri Maarif Okulları'yla sınırlı değil

Türkiye'nin ülkedeki eğitim faaliyetleri Maarif Okulları'yla da sınırlı değil. Erdoğan'ın talimatıyla 2015 yılında kurulan Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Özbekistan ve Sudan'ın yanı sıra Somali'de de faal durumda. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Somali Mogadişu Recep Tayyip Erdoğan Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, 2016 yılında ülkede eğitime başladı.

Yurtdışında eğitim faaliyeti yürütme yetkili tek devlet üniversitesi olan Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin Somali’deki eğitim ücreti, son bilgilere göre 250 dolar. Sağlık alanına yönelik eğitim veren üniversiteye öğrenci alımı ise bilimsel yeterlilik sınavı ve başarı sıralamasına göre yapılıyor.

Eğitim-öğretim dili Türkçe olan okulun ilk yılında Türkçe hazırlık eğitimi veriliyor ve Üniversite ile Yunus Emre Enstitüsü arasında yapılan protokol kapsamında, dil eğitimi Enstitü tarafından gerçekleştiriliyor. Öğrenciler zorunlu stajlarını ise Somali – Türkiye Recep Tayyip Erdoğan Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapıyor.

2012’de inşasına başlanan 2014 yılında hizmete geçen hastanenin resmi açılışı 2015 yılında Erdoğan’ın katılımıyla yapıldı. TOKİ'nin inşa ettiği hastanenin donanım ve tefrişatı da Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından gerçekleştirildi. İki ülke arasında hastanenin ortaklaşa işletilmesi için imzalanan protokolle, Sağlık Bakanlığı 5 yıl boyunca uzman personel ve finansal destek verdi. Yaklaşık 1000 personelin istihdam edildiği hastanenin kadrosunun önemli bir kısmı Türk sağlık emekçilerinden oluşuyor. Ayrıca hastane içerisinde hemşirelik okulu da bulunuyor.

Hastanenin 5 yıl süreyle iki ülke tarafından müşterek işletileceği ve süre sonunda Somali'ye bedelsiz devredileceği belirtiliyordu. Söz konusu süre 4 yıl önce dolmuş olmasına karşın, hastanenin Somali’ye devredildiğine dair bir bilgi bulunmuyor. Öte yandan yönetim kadrosu dahil personelin büyük kısmının Türklerden oluşması ve hastaneye, Sağlık Bakanlığı’nın internet sitesindeki “hastanelerimiz” bölümünde yer verilmesi dikkat çekiyor.

TİKA: AKP’nin Somali’deki eli

Hastanenin donanım ve tefrişatını gerçekleştiren Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı'nın Somali macerası da Erdoğan’ın 2011 yılındaki “tarihi” ziyaretiyle başladı. Ziyaretten kısa bir süre sonra Mogadişu Program Koordinasyon Ofisi’ni açan TİKA, AKP’nin Somali’deki eli oldu.

TİKA 13 yılda sağlık, eğitim, tarım, sosyal ve idari yapıların güçlendirilmesi, acil insani yardımlar gibi alanlar başta olmak üzere Somali’de birçok faaliyet gerçekleştirdi. Bu faaliyetlerden yalnızca birkaçı şöyle:

  • Somali Dışişleri Bakanlığı binası, Anayasa Kurucular Konseyi konferans binası ve eklentilerinin tadilat ve tefrişat işlemleri yapıldı. Bu bağlamda, Somalili diplomatlara yönelik Türkiye Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi tarafından düzenli mesleki eğitimler uygulanmaya başlandı.
  • Temiz içme suyu temini kapsamında, Devlet Su İşleri (DSİ) iş birliğinde ülkeye onlarca su kuyusu açıldı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı'na bağlı Türkiye Su Enstitüsü (SUEN) ile de Somali Federal Cumhuriyeti Enerji ve Su Kaynakları Bakanlığı heyetine atık su ve sanitasyon alanında eğitim programları düzenlendi.
  • "TİKA Türk Traktörlerini Afrika’ya Taşıyor" gibi projeler kapsamında tarımsal eğitim ve uygulama seraları kuruldu. Tarım aletleri, gübre, ilaçlar, tohumlama ve hasat için gerekli makineler hibe edildi. Ayrıca İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı iş birliğinde "Somali Tarım Okulu” projesi başlatıldı. Proje kapsamında 2014’te kurulan Anadolu Ziraat Fakültesi bina inşaatı tamamlanarak hizmete açıldı.
  • Mogadişu içerisinde yaklaşık 40 kilometre uzunluğunda modern standartlarda asfalt yol yaptırıldı ve yaklaşık 800 aydınlatma direği sokaklara yerleştirildi.
  • Sivil havacılık eğitim merkezi inşa edildi.

SONAD İşitme Engelliler Okulu’nun tadilatı ve gerekli materyallerin temini, çeşitli hastanelere ekipman hibe edilmesi, Somali İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na donanım desteği, Somali Ulusal Üniversitesi’ne sosyal faaliyet alanı oluşturulması gibi çeşitlendirilebilecek birçok projeye imza atıldı.

Ancak TİKA'nın en çok üzerinde durduğu projeler Türkçe eğitimine ve yetimlere yönelik oldu. Ülkedeki şubelerinde Türkçe dersleri veren kurum, aynı zamanda Bondhere Kız Yetimhanesi ve Kaaran Erkek Yetimhanesi'nde oluşturduğu sınıflarda, temin ettiği materyallerle de Türkçe dersi veriyor. Kurum, yetimhanelere yönelik tadilat, tefrişat, donanım, kıyafet ve gıda desteği de veriyor.

Resmi kurumlar tarafından yaklaşık iki yıl önce yapılan son açıklamalara göre TİKA'nın, yetimhaneler ve yetimlere yönelik projeleri aracılığıyla 10 bini aşkın yetim çocuğa temas ettiği biliniyor. Kurumun faaliyetleri göz önüne alındığında günümüzde bu sayının çok daha yukarda olduğu tahmin ediliyor.

Somali gerici dernek ve vakıfların merkez üssü oldu

TİKA’nın Somali’deki varlığının yanı sıra Türkiye’den birçok vakıf ve dernek de ülkede faal durumda. Öte yandan tarikat ve cemaatlerle bağlantılı olduğu bilinen birçok kurum da Somali’yi adeta kıtadaki faaliyet üssü olarak kullanıyor.

Ülkede aktif olarak faaliyet gösteren dernek ve vakıfların bir kısmı şöyle:

  • Türkiye Kızılay Derneği: Binlerce koli gıda yardımı yapan ve yemek organizasyonları düzenleyen Kızılay, ülkede su kuyuları açmakta, yetimhanelerde yemek dağıtımı gerçekleştirmekte. Dernek, El-Beşir Kör ve Sağırlar Okulu’nun tüm eğitim ihtiyaçlarının karşılarken, Mogadişu Merkez Cezaevi’nde tutuklu bulunan kadınlar için dikiş atölyelerinin devam ettirilmesine yönelik Somali Adalet Bakanlığı ile de iş birliği protokolüne imza attı.
  • Türkiye Diyanet Vakfı: Vakıf, gıda, kıyafet ve insani yardımlarda bulunuyor, su kuyuları açıyor, bayramlarda et dağıtıyor. Şeyh Sufi İmam Hatip Lisesi'ni ve iç savaş yüzünden zarar gören Somali’nin en büyük camisi olma özelliğine sahip Somali Merkez Camisi de vakıf tarafından restore edildi.
  • İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı: Somali için bağış toplayan ve bu bağışlarla binlerce kolilik gıda ve kıyafet yardımında bulunan vakıf, en yoğun mesaisini bayramlarda dağıttığı et yardımı organizasyonlarında yürütüyor. Vakfın en önem verdiği projeler ise yetim çocuklara yönelik. Yetimhanelerde verdiği desteklerle öne çıkan vakıf, aynı zamanda ülkenin en büyük yetim barınma merkezi olan Anadolu Eğitim Merkezi’nin de kurucusu.
  • Şefkat Eli Derneği: 2017 yılında kurulan dernek, kurulduğu yıldan beri Somali’de faaliyet yürütüyor. Bağışçılardan aldığı paralarla gıda, su kuyusu, katarakt ameliyatı, kurban, kıyafet ve ilaç yardımında bulunuyor. Öte yandan Kuran dağıtımı ve sünnet organizasyonları düzenliyor.
  • Darul Eytam Vakfı: 1000’e yakın yetim çocuğa aylık olarak burs dağıtıyor. Ayrıca ülkede üç derslikten oluşan bir okul da inşa ettirdi.
  • Hüdayi Vakfı: Somali için bağış toplayan vakıf, bugüne kadar yüzlerce aileye nakit ve erzak yardımında bulundu, binlerce kişiyi kapsayan iftar yemekleri organize etti.
  • Umuda Koşanlar Derneği: Erzak kolisi ve kıyafet yardımında bulunan dernek, ramazan aylarında iftar organizasyonları düzenliyor.
  • Yeryüzü Doktorları Derneği: Dernek, 2019 yılından bu yana Somali’de faaliyet yürütüyor. Düzenli aralıklarla ülkeye giden sağlık personeli, bu zamana kadar binlerce muayene ve yüzlerce ameliyat gerçekleştirdi.

Türkiye tarafını seçti: Somali mi, 27 bin lira değerindeki can mı?

Söz konusu kurumlar da dahil edildiğinde, 2011’den günümüze kadar ki süreçte, Türkiye’nin Somali’ye yaptığı yardımların toplam değerinin 3 milyar doları aştığı belirtiliyor.

Keza Erdoğan da “TİKA, Türk Kızılay, AFAD Başkanlığımız başta olmak üzere birçok kurumumuz sahada faaliyetlerini sürdürüyor. Sadece resmî kurumlarımız değil, önemli sayıda sivil toplum kuruluşumuz da yardımlarıyla Somalili kardeşlerimizin yanında yer alıyor" ifadeleriyle bahse konu kurumların ülkedeki faaliyetlerini doğruluyor.

Öte yandan Erdoğan'ın bu açıklamayı yaptığı basın toplantısında, ona eşlik eden Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud da Türkiye kamuoyunun aşina olduğu bir isim. Çünkü Mahmud'un oğlu Muhammed Hasan Şeyh Mahmud, 30 Kasım'da İstanbul'da trafikte seyir halindeyken motokurye Yunus Emre Göçer’in kullandığı motosiklete arkadan çarpmış, yaralı olarak hastaneye kaldırılan Göçer 6 Aralık 2023'te hayatını kaybetmişti.

Kazanın ardından "taksirle yaralama" suçlamasıyla gözaltına alınan Mahmud serbest bırakıldı. Göçer'in hayatını kaybetmesi sonrasında hazırlanan bilirkişi raporunda, Göçer'in kusurlu olmadığının belirtilmesiyle Mahmud hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Ancak Mahmud çoktan yurt dışına kaçmıştı.

İletişim Başkanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre olayın ardından Erdoğan ve Mahmud'un ilk iletişimi,  Yunus Emre Göçer'in hayatını kaybetmesinden ve zanlının ülkeden kaçmasından sonra telefonda gerçekleşti. Görüşmede cinayet konu edilmezken, gündem Somali'deki terörle mücadele oldu.

Olaya ilişkin dava sürecinde, Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlu Mahmud'un "Taksirle ölüme neden olma" suçundan aldığı cezaya önce indirim uygulandı ve 2 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Ardından sanığın "kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikler" dikkate alınarak hapis cezası, para cezasına çevrildi. 

Peki, mahkeme, Erdoğan'ın deyimiyle "Cumhurbaşkanlığı görevini deruhte eden değerli kardeşi" Mahmud'un oğlu tarafından öldürülen motokurye Yunus Emre Göçer'in hayatına ne kadar para biçti? 27 bin 300 lira...

Sonuçta, bir tarafta darbe girişiminden hemen sonra Gülen Cemaat'ine müdahele eden, askerlerini TSK'nin güvenli kollarına bırakan, kapılarını Türk patronlarına açan ve istedikleri gibi at koşturmalarına izin veren Somali, diğer tarafta ise Somali Cumhurbaşkanının oğlu tarafından öldürülmüş "sıradan" bir motokurye vardı...

(soL)



                                           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder