Yandı, bitti, kül oldu -Barış Pehlivan-
Arka Bahçe’nin kadim okurları bilir; Zerya Kuyumculuk dosyası hakkında birçok yazı kaleme aldım. Madem fikri takip bu işin alfabesi, devam ediyorum.
Üç ortaktılar: Zülfikar Ortaç, Zülküf Ortaç ve Serdar Adıgüzel.
Diyarbakır’da altın üreten Zerya Kuyumculuk’un sahipleriydiler. İnsanlardan aldıkları yüklü miktarda parayı ve altını işletiyorlardı. Gelin görün ki 22 Haziran 2020’de birden kayboldular. Kendileriyle birlikte, onlarca kişinin yüz milyonlarca lirası da buhar oldu. Onlar her ne kadar “İflas ettik” deseler de belgeler ve tanıklar aksini söylüyordu.
İşte o davada sona yaklaşıldı. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki son duruşmada, esas hakkında mütalaa verildi. Savcı, özetle şunları dedi:
-Sanıklar Zülküf Ortaç, Zülfikar Ortaç ve Serdar Adıgüzel fikir ve eylem birliği içerisinde hareket etti.
-Kendilerine gelen altın ve paralarla hem kendi işlerini yürüttüler hem de müştekilere ödemeler yaptılar.
-İşleri bozulunca ödemeleri yapmakta zorlandılar, aldıkları altın ve paraları borçlarını ödemek için kullandılar, çeşitli bahaneler üreterek müştekilerin bırakmış olduğu para ve altınları iade etmediler.
-61 kez ayrı ayrı “dolandırıcılıktan” cezalandırılmalılar.
Mahkeme de iki sanığın (Zülfikar Ortaç ve Serdar Adıgüzel) tutukluluk haline devam kararı verdi. Sanık Zülküf Ortaç’ın halen kayıplarda olduğu davada yeni duruşma tarihi ise 9 Eylül olarak belirlendi.
Şimdi...
Özetle, yıllardır devam eden davada iki ay sonra karar açıklanacak.
İyi, güzel de...
Görünen o ki bu davanın siyasi ayağının üstü kapatılacak.
Öyle ya, Zerya Kuyumculuk’a varlıklarını teslim edenler arasında polislerden valilere, savcılardan hâkimlere kadar geniş bir nüfuzlu kesim de vardı. Keza, söz konusu devlet görevlilerinin FETÖ borsasından kazandığı paraları ve ihalelerden aldığı komisyonları bu saadet zincirine emanet ettiklerine dair tezler tartışıldı. Hatta dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Diyarbakır’a gidip Zerya Kuyumculuk’a varlığını emanet edenlerden biri olan valinin makamında soruşturmaya yön verdiği de duruşmalarda iddia edildi.
Lakin...
Gelinen noktada, “kazandıkları” paralar buhar olan bürokratlar şikâyetçi de olmadı. Mahkeme de bu iddialara kulak kapattı, duymazdan geldi. Yani, dosyayı klasik bir “dolandırıcılık” kapsamında tutmaya gayret etti.
Platon’un sözü geliyor aklıma: “İyi insanların toplumdaki olaylara karşı kayıtsızlığının cezası, kötü insanlar tarafından yönetilmektir.”
/././
Kurban edilen Kumburnu -Murat Ağırel-
Son yazılarımda doğa harikası yerlerin nasıl üç beş kişiye verildiğini, buralardan nasıl rant elde edildiğini yazıyorum.
Ben böyle yazınca “E ne yapalım para kazanmayalım mı?” diye çıkışıyorlar. Ama kimsenin aklına cennet vatanın topraklarını vatandaşa yani gerçek sahibine ücretsiz açmak gelmiyor.
Fethiye’den devam edelim...
Bilirsiniz, Türk turizminin en sembol fotoğraflarından birisi Ölüdeniz’deki Kumburnu sahilidir ve dünyanın en iyi sahilleri arasında gösterilir.
Kumburnu’nda da bir önceki yazımda anlattığım bir al gülüm ver gülüm hikâyesi var. Bakanlık, 2014’ten bu yana hep Muğla’ya Hizmet Vakfı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Türkiye Çevre Koruma Vakfı’nın kurduğu MUÇEV şirketine veriyor. MUÇEV de alt kiralama yapıp, üstüne komisyonunu koyup bir başkasına devrediyor. Sistem 10 yıldır böyle işliyor.
MUÇEV, her yerde olduğu gibi burada da “Ahmet Şavkın” isimli, Mavi Göl Turizm AŞ’nin sahibine alt kiralama yapmış. Doğa harikası bu alanı halen bu şahıs işletiyor. Ahmet Şavkın, halen Göcek’teki Güverte Restoran’ın sahibi. Plaj, “1. Derece Doğal Sit Alanı” olmasına rağmen işletmeci tarafından ticari yapılara kurban ediliyor. Sit alanında, bazı yerlerin atölyeye çevrilerek etrafı kamışlarla sarılıyor.
Kumburnu’nda mevzuata aykırı yapılaşmanın önünü açan şey, koruma amaçlı imar planının olmaması. Ölüdeniz/Kumburnu plajını da kapsayan kamusal alanların işletmesi alt kiracılara verilmiş.
Hatta bakanlıkların kiraladığı kamusal alanlarındaki restoran, kafeterya, plaj ve büfe alanları 3. kişilere devrediliyor. Mevzuat gereği, 6 metrekare yüzölçümünde sabit yapı niteliğinde olmayan büfe izini verilen bu alanlarda yüzlerce metrekarelik kapalı ve yarı açık alanlara yayılan restoran, kafeterya vb. yapılar mantar gibi türemiş durumda. Bu durum başta 3621 sayılı kıyı kanunu olmak üzere ilgili tüm mevzuatlara aykırı.
Anlatayım...
YOLUNU DA YAPTILAR
Mesela TUI Blue Faralya Projesi:
Ölüdeniz bölgesindeki Faralya’da tam olarak Sümbeki bölgesinde, daha önce 65 dönüm olan ve halk arasında “Bakanın Yeri” (Bakan Ekrem Pakdemirli) diye bilinen alan 98 dönüm olarak genişletilip Babadağ’daki teleferiki işleten KIRTUR’a kiralandı. (Bir önceki yazıma bakabilirsiniz.)
Sümbeki Burnu, Fethiye turizmine en büyük katkısı olan tarihi Likya Yolu’nun alternatif yol rotası üzerinde. Sümbeki burnundan öncelikle Faralya halkı olmak üzere Fethiye’de yaşayan yurttaşlar ve bölgeye gelen yerli ve yabancı turistler faydalanmakta.
Sümbeki Burnu A Tipi Mesire Yeri’nin işletme hakkı Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü’nün 5 Temmuz 2022’de yaptığı ihale sonrasında KIRTUR’a yıllık 16 milyon TL’ye (o dönem için 1 milyon Avro) kiralanmış. Sözleşmede mesire yerine ulaşımı sağlayan orman yolunun da Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından yapılacağı belirtiliyor. Fethiye Orman İşletme Şefliği Amenajman Planı içerisinde kalan Sümbeki Burnu Mesire Yeri’nde son zamanlarda yoğun bir ağaç kesimi gerçekleşti ve tarihi Likya Yolu tahrip edildi. Kiralanan alan, kısa süre öncesine kadar deniz kenarında ve tamamen çam ağaçları ile kaplı 98 dönümlük bir devlet ormanıydı. Ancak ihaleden sonra Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü kepçeleri, yangın söndürme araçları, görevlileri kontrolünde ve KIRTUR’un kiraladığı iş makineleri ile 2023 Mayıs ayından itibaren yüzlerce ağaç kesildi. Faralya Sümbeki Burnu’ndaki ormanlık alanda, bu çalışmalar esnasında patlayıcı bile kullanıldı. Akıl alır gibi değil... Orman arazisi hiçbir kamu yararı gözetilmeksizin adeta bir tatil köyüne çevriliyor.
Faralya/Sümbeki Burnu’nda aslolan sadece doğanın katledilmesiyle yapılacak dev tesis değildir. Önünde bulunan koya “güneşleme terası” adı altında yapılacak iskele ile tekne bağlanması ve butik marina yapılması da çok önemli.
Niye mi? Burası, Asya’dan gelip Kızıldeniz’den geçerek Avrupa limanlarına giden gemilerin rotasına yakın stratejik bir nokta. Açık denizlere doğrudan açılan bir yer ve buraya dışarıdan kimsenin ulaşması, görmesi, denetlemesi mümkün değildir. Kısacası, Yalıkavak Marina gibi değil, göz önünde, ayakaltında bir yer değil. Yalıkavak Marina artık “deşifre” oldu. O nedenle “bazı işler için” yeni marinalara ihtiyaç var.
Karşı kıyıda Yunanistan’da aynı şeyler oluyor mu diye baktım. İşletmeler tam denetimli ve ruhsatlı. Plajların sadece küçük bir bölümünü kullanabiliyorlar. Öyle her plaja bir işletme durumu da yok neredeyse çoğu koy ve plaj ücretsiz. Kimse kafasına estiği gibi parayı basıp bir koya yerleşemiyor.
Sözün özü, plajlarımıza binlerce lira vererek ulaşmaya bir süre daha devam edeceğiz ya da hiç denize girmeyeceğiz.
/././
Sokak köpekleri üzerinden rant -Zülal Kalkandelen-
AKP’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunduğu sokak köpekleriyle ilgili yasal düzenlemede yine büyük bir algı operasyonu yapılıyor.
Aylardır sokak köpeklerinin belediye bakımevlerine alınacağını, bir ay içinde sahiplenilmeyenlerin “uyutulacağını” yani iğne yapılarak öldürüleceğini söylediler. Kamuoyundan büyük bir tepki gelince farklı kesimlerden görüş alacağız dediler. Her zaman yaptıkları gibi kendilerine yakın gazetecilerle, zaten hayvan nefreti ile bilinen isimlerle, örneğin hayvanların nasıl zehirlenebileceğini anlatan profesör unvanlı kişilerle konuşarak bir yasa teklifi oluşturdular.
Medyaya sızdırdıkları bilgilere göre bir ay içinde sahiplenilmeyen tüm köpeklerin öldürülmesinden vazgeçilmiş ancak bu süre içinde “kuduz” ile “salgın hastalık” riski olan ve “rehabilite edilemeyen” köpekler öldürülecekmiş! Yani topluma önce ölümü gösterdiler, şimdi sıtmaya razı etmek istiyorlar!
Demek ki sokak hayvanlarının belediyeler tarafından kısırlaştırılıp aşılandıktan sonra bulunduğu yere bırakılmasını hükme bağlayan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesi değiştiriliyor!
ÖLDÜRMEYE YASAL KILIF!
İşin tuhafı, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun “hayvan hastalıklarının kontrolü ve yükümlülükler” başlıklı 4. maddesinin b bendi, “ihbarı mecburi bir hastalığın ortaya çıkması veya ortaya çıkma şüphesinin varlığı halinde, hayvanların izole edilmesi veya itlaf ve imha edilmesi” yetkisini Tarım ve Orman Bakanlığı’na zaten veriyor.
Öyleyse şimdi ne yapılmak isteniyor? Şu anda ortada böyle bir hastalık ya da kuduz salgını olmadığı halde bu maddeyi sokaktan toplanan köpeklere uygulayabilmenin yasal kılıfı hazırlanıyor.
Uzun bir süredir kuduzun yayıldığına ilişkin yandaş medyada çıkan haberlerin aksine, kuduz salgını yok ve risk artmıyor. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin açık kaynaklarında yer alan bilgiye göre yıl bazında kuduz pozitif evcil ve vahşi hayvan dağılımı gerçeği ortaya koyuyor.
2018’de 437 evcil hayvan vakası varken, bu rakam 2023’te 86’ya inmiş. Buna sığır, eşek, katır, koyun, keçi, at, kedi gibi hayvanlar da dahil, en yüksek oran sığırlarda ve bunun nedeni de köylerde hayvanların yaban hayatı ile temasının daha yoğun olması.
Bu gerçekler biliniyorken ve köpeklerde salgın bir hastalık yokken, toplumda infial yaratılıyor ve bu durum bakımevlerine alınan köpeklerin öldürülmesi için kullanılıyor. Elbette devlet kurumları, insan sağlığını düşünmek zorunda. Öyleyse soruyorum: Kuduz riski varsa, neden kurban döneminde karantina uygulanıp hayvan satışları durdurulmadı?
BAHANE HAZIR: ‘REHABİLİTE EDİLEMİYOR’
Sorulması gereken sorulardan bir diğeri de, 1393 belediyenin 3/4’ünde hayvan bakımevi yoksa köpekleri nereye alacaklar? İçinde 200, 300 hayvan bulunanlarda yaşanan vahşeti yıllardır anlatıyoruz.
Konya’daki gibi binlerce köpeğin ırk ayrımı bile yapılmadan bir araya konulduğu dev tesislerde kuşkusuz köpekler agresifleşip diğer köpeklere saldırabilir. Çünkü o bakımevleri gerçekte, yetersiz ve eğitimsiz personeli ile tam bir HAYVAN HAPİSHANESİDİR. Bu durumda “Rehabilite edilemedi” denerek köpeklerin öldürülmesi sonucu doğacaktır.
Üstelik kuduz denerek öldürülen birçok köpek vakasında, otopsi sonucunda rahatsızlığın aslında gençlik hastalığı, iç parazit, travma, sinir sistemi hastalıkları, yemek borusu hastalıkları olduğunun ortaya çıktığı da bir gerçektir.
Bu konuda yapılması gerekenleri, son olarak 2 Haziran 2024 tarihinde bu köşede “Sokak köpekleri konusunda yol haritası” başlıklı yazımda bir kez daha yazmıştım.
Ancak anlaşılıyor ki konuya akılcı ve insani yaklaşılmıyor. AKP, bir yandan ormanların içinde devasa hayvan hapishaneleri inşa ettirmek, diğer yandan AKP Iğdır Milletvekili Cantürk Alagöz’ün geçen kasım ayında Sağlık Bakanlığı’na 159 milyon TL’lik kuduz aşısı satması gibi bu sorunun yarattığı ranta odaklanıyor!
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder