Deprem davalarına kamuoyu ilgisinin önemi -Gözde Bedeloğlu-
6 Şubat depremlerinde, Adıyaman’daki İsias Otel’de hayatını kaybeden Kıbrıslı ortaokul çocuklarının aileleri, her gece yayınladıkları sosyal medya mesajlarıyla, adaletsiz geçen günleri sayıyor. Bugün 522’inci gün.
İSİAS OTEL DAVASI
Sonuncusu 12 Haziran’da olmak üzere üç duruşma yapıldı. Tutuklu otel sahibi Ahmet Bozkurt, suçlamaları reddetti, “projede olan mühendislerim, görevlilerim işlerini çok doğru yapmışlar, hiçbir eksiğim yok” dedi.
Gazi Üniversite’sinden gelen bilirkişi raporuna göre Bozkurt asli kusurluydu. Ama Bozkurt, otel inşaatında her türlü malzemeyi fazlasıyla kullandığını savundu. Uzmanların tespitine göre yapıda dere çakılı kullanılmıştı. Kolonlar saniyeler içinde göçmüştü. Binada deprem yönetmeliği eksik uygulanmıştı. 12 Haziran’daki son duruşmadan önce, 28 Mayıs’ta, Adıyaman Valiliği İl İdare Kurulu, yapı ruhsatında imzaları bulunan ve sorumlulukları tespit edilen dönemin ruhsat büro teknisyeni, ruhsat büro şefi, imar müdürü ve belediye başkan yardımcılarından hayatta olan dört kişi aleyhine soruşturma izni vermişti. Denetim görevini yerine getirmeyen kamu görevlilerinin yargılanmasının önünü açan bu karar mağdur aileler için memnuniyet vericiydi. Bu konuda, ülkece adaletin peşine düşen Kıbrıslıların çabası ve azminin etkisi büyük elbette. 72 kişinin öldüğü İsias Otel ile ilgili davanın dördüncü duruşması 22 Ekim’de yapılacak.
RÖNESANS REZİDANS DAVASI
6 Şubat’ta yıkılan bir diğer bina Hatay’daki 12 katlı, 250 daireli Rönesans Rezidans’tı. 269 kişi öldü. Müteahhit Mehmet Yaşar Coşkun, depremden dört gün sonra Karadağ’a kaçmaya çalışırken İstanbul Havalimanı’nda gözaltına alındı ve tutuklandı. İfadesinde Rönesans Rezidans’ın neden yıkıldığını bilmediğini söyledi ama bir tahmini vardı; deprem yeryüzüne çok yakın bir mesafede olduğu için yıkılmış olabilirdi. Ayrıca dediğine göre Karadağ’a kaçmıyordu, iş için gidiyordu. Saniyeler içinde yıkılan binanın temel atma törenine devlet erkanı da katılmış ve daireler ‘cennetten bir köşe’ sloganıyla satışa çıkarılmıştı. Uzmanlara göre, sarsıntının şiddetini toprağın sertliği belirliyordu ve binanın da buna uygun olarak tasarlanması gerekiyordu. Sarsıntının şiddeti fark etmeksizin, binalar, hele de deprem bölgesindekiler, hasar alsa da yıkılmamalıydı. Müteahhit Coşkun, Rönesans Rezidans’in çökmediğini, yan yattığını söyledi. Binanın dağılmamasını sağlam yapılmış olmasının göstergesi saydı. İddianamede yer alan bilirkişi raporlarında, kullanılan betonun düşük kalitede olduğunun tespit edildiğidi ve parçaların elle ufalandığı belirtildi. İlk duruşma 18 Nisan’da yapıldı. Sanıklar depremi suçladı. Mağdurlar, dere yatağına 12 kat izin verenler ve imar affında imzası olanlar da yargılansın dedi. Bir sonraki duruşma 17 Temmuz’da.
EZGİ APARTMANI DAVASI
Maraş’taki 10 katlı Ezgi Apartmanı depremde yıkıldı. 35 kişi hayatını kaybetti. Bilirkişi raporunda, müteahhit ve tadilatı yapılan giriş katındaki Kervan Pastanesi’nin yıkımda asli kusurlu oldukları belirtildi. Pastanede perde duvarında havalandırma delikleri açılmış, kolon kesilmiş ve servis asansörü için projede bulunmayan bir boşluk açılmıştı. Ezgi Apartmanı imar barışından faydalanan binalardan biriydi. Haklarında ‘olası kastla öldürme ve yaralama’ suçlarından dava açılan pastane sahipleri Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel yaklaşık 300 gündür firari durumda. Kırmızı bülten çıkarılması talebi, sanıkların kiriş ve kolon kesmediğini savunan avukatları Ersan Şen’in itirazı ve mahkeme heyetinin kararıyla reddedildi. Apartman sakinleri 2021 yılında Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne verdikleri dilekçede Kervan Pastanesi’nin tadilatının binaya zarar verdiğine dair endişelerini dile getirmiş, ancak müdürlük tadilatın imar affına girdiğini ve binanın taşıyıcı sistemlerine zarar verilmediğini bildiren yazılı bir açıklama yapmıştı. Ayrıca, firari sanıkların haklarında yakalama kararı verilmeden önce Ankara’da TEKNOFEST’e katıldığı basına yansımıştı. Karar çıkar çıkmaz ortadan kaybolmaları, öncesinde durumdan haberdar edildiklerine dair şüpheye sebep olmuştu. Bu davada da sorumlu herhangi bir kamu görevlisi yargılanmıyor. Ezgi Apartmanı davasının üçüncü duruşması bugün görülecek.
FURKAN APARTMANI DAVASI
6 Şubat’ta yıkılarak 51 kişiye mezar olan binalardan biri de Gaziantep’teki Furkan Apartmanı. İnceleme raporunda bodrum kat seviyesinden kolon kesildiği, bazı kolonların ise inşa edilmediği vurgulandı. Binanın inşası tamamlandıktan ve kullanıma başlandıktan sonra zemin, asma ve teras katlarda projesiz ve izinsiz bir şekilde eklentilerin yapıldığı tespit edilmiştir, dendi. Apartmanın taşıyıcı sistem elemanlarının inşasında donatı detaylandırma yetersizliklerin olduğu kanaatine varılmıştı. Raporda müteahhit, projesiz ve ruhsatsız olarak yapılan teras kat ilavesi ile zemin ve asma katlarda yapılan tadilat ve değişikliklerden sorumlu olan kişi veya kişiler ve belediyenin ilgili birimindeki yapı ruhsatlarında proje kontrollerinden sorumlu kişilerin asli kusurlu olduğuna dikkat çekildi. Ayrıca belediye yapı denetim kontrol birimi ve belediyenin ilgili biriminin ise tali kusurlu olduğu belirtildi. İki müteahhit Hasan Hüseyin Sever ve Abdullah Devrim Sever halen firari durumda. Avukatları Ersan Şen’in, sanıklara tutuklanmayacakları yönünce bir güvence verilmesi halinde geleceklerini söylemesi bir pazarlık olarak görüldü ve yakınlarını kaybetmiş olan ailelerden büyük tepki çekti. İlgili kamu görevlileri bu davada da yargılanmıyor. Bununla birlikte içerde tutuklu yargılanan da kimse kalmadı. 19 Temmuz’da bir kez daha görülecek olan davanın karar duruşması olması bekleniyor. Davada, araziyi imara açan, inşaat planlarını onaylayan ve inşaat ruhsatlarını veren kamu görevlileri yargılanmıyor. Sonuca bağlanacak olan bu davanın diğer süregiden davalar üzerinde nasıl bir etkisi olacağı merak konusu.
İMAR AFFI
Depremin yıktığı illerde toplam 300 bine yakın kaçak yapının imar affı kapsamında affedildiği ve uygulamanın ülke genelinde de yaygın şekilde kullanıldığı biliniyor. Üstelik mevzuata uygun olmayan bu yapıların affedilmesi için beyan yeterli görülmüştü. 6 Şubat depremlerindeki yıkımın ve can kaybının büyüklüğünde, hiç kuşusuz, kuralsız kaidesiz yapılan binaların yasallaştırılmasının payı çok, ama ne yazık ki sorumlusu yok!
/././
Sol, Vesaire -Zafer Arapkirli-
Birkaç gün önce İngiltere topraklarına ayak bastığımı öğrenen eş dost, hep birlikte aynı lafı kullanmaya başladı:
“12 yıl aradan sonra Britanya’da sol yeniden iktidara yürüdü. Yine, 58 yıllık (1966’dan bu yana) bir aradan sonra İngiltere milli takımı ilk kez bir kupa kazanmaya çok yakın.”
Gerçekten tarihi günler yaşıyor bu ülke. 4 Temmuz günü yapılan genel seçimde 650 sandalyeli Avam Kamarası’nın 411 üyeliğini kazanarak iktidara gelen Sir Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi (Labour Party), 79 yıl sonra ilk kez oyların bu kadar büyük ölçüde kanat değiştirdiğine (İngiliz siyasi jargonunda “swing” derler) tanık oluyor.
Yaklaşık 20 sene bu ülkede mesleğini icra etmiş biri olarak, haliyle çok yakından izlediğim bu ülke siyasetinde, Labour’ın seçim zaferinin analizini (naçizane) biraz daha geri plan bilgisine sahip olarak yapabilecek konumda sayarım kendimi.
Bence soru şu:
İngiltere’de gerçekten “sol”mu iktidara geldi, yoksa sadece ülkeyi yöneten “siyasi parti” mi değişti?
Londra’daki oldukça uzun gazetecilik yıllarımda Margaret Thatcher’ın 11 yıl sonra (gözyaşları dökerek) Downing Street 10 numaradan ayrılışına da tanık oldum, 1994 yılında İşçi Partisi liderliğine Tony Blair’in seçildiği andan itibaren Labour’ın “sol”dan ışık hızıyla uzaklaşmasına da, 10 yıllık Blair Hükümetlerinde Thatcherist politikaların nasıl devam ettirildiğine de, başarısızlığın (maalesef sola mal edildi bu) seçmeni nasıl Labour’dan hızla uzaklaştırdığına da, ve devamında bugünlere nasıl gelindiğine de.
1994 yılında Blair partinin başına seçilir seçilmez yapılan program değişikliğinde ilk iş, Labour’ın “kamucu/devletçi ve özelleştirmeye karşı” anlayıştan uzaklaştırıldığı Kurultay’da da oradaydım. 1997 seçim manifestosunu açıkladığı basın toplantısında Tony Blair’a bizzat (en ön koltuklardan birinde) şu soruyu sorarken de:
“Seçim beyannameniz, bayağı bir Thatcherizm kokmuyor mu?”
Önce bir kahkaha attığını, sonra hangi ülkenin gazetecisi olduğumu sorup, aynen şu cevabı verdiğini anımsıyorum:
“Bizim ülkeyi, bizim gazetecilerimizden daha iyi izlediğiniz belli…”
İşin (sol ve sosyalistler açısından) vahim yanı, şimdiki unvanı ile “Sir Tony” (o aralar ona herkes partinin geleneksel kültürü içinde ‘comrade/yoldaş’ diyordu) ağır bir suçlama içeren bu sorumdan rahatsız bile olmamıştı.
Sonraki dönemde yaptıkları, ülkeyi monetarist politikalarla idare etmesi, özelleştirmenin daha da azgınlaşarak devam etmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin artmasıi, adeta “yemin billah” yüksek öğretimi asla paralı yapmayacakları yolundaki vaatlerine rağmen, “cart” diye paralı yapması, başta eğitim, sağlık ve ulaştırma olmak üzere kamu hizmetlerinin kötüleşmeden çöküşe, çöküşten enkaza doğru hızla yol alması, “Yoldaş Tony”i, gelmiş geçmiş en başarısız Muhafazakar (Tory), sağ liderlerden biri konumuna getiriyordu. Dış politikada Bush’un ve Clinton’ın peşine takılarak imza attığı emperyalizmin utanç verici adımlarını sanmıyorum bile.
Arada bir tek Nisan 1998 Kuzey İrlanda Barış Anlaşması “başarı çıkıntısı” sayılabilir. Ama onun da esas olarak Clinton’ın başarısı olduğunu, meselenin (Kuzey İrlanda meselesi) bir “terörü bitirme meselesi” olmanın ötesinde ele alınıp çözülmüş sayılmayacağını da bilen bilir.
Özetle, 10 yıllık Blair döneminde, “solun iktidar olduğu” efsanesi de, bugün parti içindeki solu tasfiye ede ede yürüyen Sir Keir Starmer ile “solun yeniden gerçekten iktidara gelip gelmediği” de çok tartışma götürür.
O halde, siyasetin “fundamental”ını bir kez daha önümüze koyup düşünmenin ve hatta bu düşünme egzersizini Türkiye’ye de uyarlamanın gereği ortadadır.
Uluslararası siyasette Britanya’nın “Çok özel stratejik müttefiklik ilişkisi” içinde olduğu ABD ile hem İsrail - Filistin hem Suriye hem de Ukrayna - Rusya meselelerinde aldığı ortak tavrın değişip değişmeyeceği merakla beklenirken. Sir Keir Starmer’ın vergi ve gelir dağılımı politikalarından tutun da, kamu hizmetlerini düzeltmeye kadar hangi konuda ne yapabileceği ya da yapmak isteyip istemediği kocaman soru işaretleridir. Ama millet sağ - muhafazakar iktidardan ve politikalarından o kadar bezmiştir ki, “haydi bir daha , bir kez daha şu Labour’u deneyelim?” mi demiştir, yoksa “sola yönelmek” midir 4 Temmuz seçiminin sonucu? Bu hala tartışmalıdır.
Size, 31 Mart’ta CHP’yi 47 yıl sonra birinci parti yapan ve Özgür Özel’i “umut gibi” gösteren sandık iradesini hatırlatmıyor mu bu?
“Sol” mu kazanmıştı burada da?
Halkın açıkça “kırmızı kart” gösterdiğini ve bir an önce erken seçim istediğini bir türlü kabullenmeye yanaşmayan Özgür Bey mi, ülkeyi bir erken seçime götürerek “Sol” siyasete yönelecektir? Hala büyük bir soru işaretidir.
Tam da İngiltere seçiminin yapıldığı gün, Sayın Özel’e “parti programı, sol muhteva, bu konuda bir değişiklik ihtimali” içerikli bir soru sorduğumda nasıl rahatsız olduğunu ve soruyu (biraz da agresif bir tavırla) nasıl geçiştirdiğini üzülerek not almıştım.
Tam bir hafta önceki, mezkur mülakatta “Ben sokakçıyım. Sokak adamıyım” diyen Özgür Bey’in bugün “evlerdeki elektrik düğmeleri ile kitle eylemi” aradığını da aynı şekilde izliyoruz. O Özgür Bey’in “buram buram sol alternatif” olabilecek bir 1 Mayıs eyleminde kitleyi nasıl Bozdoğan Kemeri önüne terkedip aracıyla uzaklaştığını not aldığımız gibi.
Biri “sol” mu dedi?
(Birgün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder