19 Temmuz 2024 Cuma

soL "KÖŞEBAŞI" -19 Temmuz 2024 -

 

Türkiye'den Nijer'e 'çıkartma': Ne oldu, ne oluyor? -Can Kuyumcuoğlu-

Hükümet heyeti, Nijer’deki Batı karşıtı askeri darbeden yaklaşık bir yıl sonra ülkeyi ziyaret etti. Bu süreçte Türkiye, ülkedeki yatırımlarını artırmaya yönelik ciddi adımlar attı.

Nijer’in başkenti Niamey’e ziyaret düzenleyen hükümet heyeti, dış politika, savunma ve güvenlik konulu ortak çalışma toplantılarına katıldı. Heyette yer alan isimler arasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın ve Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün vardı.

İki ülke arasında petrol ve doğal gaz başlığında iş birliğini öngören "Petrol ve Doğal Gaz Alanında İş Birliğine İlişkin Niyet Beyanı"nı imzaladı.

Ziyaret sonrası basın toplantısı düzenleyen Fidan, yapılan ziyaretin “çok verimli” geçtiğini söyledi. Afrika ile ortaklık ilişkilerinin her geçen gün daha da ileriye gittiğini ifade eden Fidan şöyle konuştu:

"Bugün itibariyle 54 Afrika Ülkesi’nin 44’ünde büyükelçiliğimiz bulunuyor. Nijer ile tarihi ilişkilerimiz Osmanlı dönemine kadar dayanmaktadır. Son zamanlarda Nijer ile ilişkilerimizi daha yapısal bir zemine oturtmak için yoğun bir çaba içerisindeyiz. Afrika'daki güven ve istikrar da önceliklerimiz arasında. Nijer Devlet yetkilileriyle terörle mücadele, eğitim, enerji, sağlık, ticaret, güvenlik ve savunma gibi çeşitli konuları ele aldık. Üç çalışma grubu oluşturarak savunma, madencilik, güvenlik, enerji, ekonomi ve ticaret başlıklarını ayrıntılı şekilde görüştük. Toplantı sonunda ekonomi ve finans alanlarında işbirliğini ilerletmeye yönelik bir dizi ortak adım üzerinde anlaştık."

Hükümet heyetinin bu ziyareti, Nijer’deki Batı karşıtı askeri darbeden yaklaşık bir yıl sonra geldi. Bu süreçte Türkiye, askeri cunta yönetimiyle ilişkileri sıkı tutarak, ülkedeki yatırımlarını artırmaya yönelik ciddi adımlar attı.

Afrika’da ortaya çıkan yeni aktörler

Uzun yıllar boyunca eski sömürgeci güçlerin nüfuzu altında olan Afrika ülkeleri, son yıllarda yeni yabancı aktörler için geniş bir pazar haline geldi. Batı ülkeleri, bu konuda Çin ve Rusya'ya odaklansa da, Türkiye’nin da aralarında olduğu bir dizi ülke de kıtada ekonomik güç haline gelmeye başladı. Türkiye’nin yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Hindistan, İsrail, Mısır, Brezilya gibi ülkeler de kıtada ekonomik, askeri veya siyasi güç sağlamak adına buraya ciddi yatırımlar yapıyor.

Şimdiye kadar bu yeni rekabetin bir kısmı için odak noktası Nijer oldu. Ülkede geçtiğimiz yılki Batı karşıtı askeri darbeden sonra Fransız güçler çoktan ülkeyi terk ederken, ABD güçlerinin de ülkeden ayrılma süreci devam ediyor. Bu sırada, Rusya ve Çin’in yanında Türkiye ve İran’ın da ülkeye yönelik atılımları dikkat çekiyor.

Nijer’le silah anlaşmaları darbe öncesi başladı

Nijer'in savunma bağlarını Batı dışındaki ülkelerle çeşitlendirme çabaları esasında darbeden öncesine dayanıyor. Nijer'in darbe öncesi hükümeti, 2021’in sonlarında Türk Bayraktar TB2 insansız hava araçları (İHA) için bir sözleşme imzalamıştı. İHA’lar Haziran 2022'de teslim edildi. Türkiye ayrıca Nijer'e kara saldırısı ve silahlı keşif görevleri için uygun bazı zırhlı araçlar ve Hürkus-3 eğitim uçakları sattı.

Ancak Türkiye'nin savunma sanayiine dair politikası satışla da sınırlı kalmıyor, izlenen askeri politika kapsamında ülkelere satış sonrasında destek ve eğitim de veriliyor. Somali'ye gerçekleştirdiği satışların ardından ülkede askeri üs kuran Türkiye'nin benzer bir adımı Nijer'de de atmayı hedeflediği gündeme gelen iddialar arasında bulunuyor.

Erdoğan’ın daveti üzerine Şubat ayında Türkiye’ye ziyaret gerçekleştiren Nijer Başbakanı ve Ekonomi ve Finans Bakanı Ali Mahamane Lamine Zeine, ASELSAN tesislerini dolaşmıştı. Nijer heyetine eşlik eden Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, geliştirilen sistemleri Nijer heyetine tanıtmıştı.

Türkiye'nin yurt dışındaki eli: TİKA ve Maarif Vakfı

Diğer Afrika ülkelerinde de olduğu gibi Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Türkiye Diyanet Vakfı, Nijer'de de faaliyet yürüyor.

Başkent Niamey'e 2014 yılında ofis açan TİKA eğitim, hayvancılık, tarım, sağlık, gıda, sosyal ve kültürel alanlar başta olmak üzere ülkede birçok proje gerçekleştirdi. Bunlar arasında okul inşaatı ve donanımı, Türkiye'de eğitime yönelik burs programları, mesleki eğitimler, hayvan ve tarım aleti hibesi, sağlık merkezlerinin modernizasyonu ve donanımı, su kuyusu kurulumu, sosyal merkezlerin açılması, gıda ve kıyafet yardımı gibi projeler öne çıkıyor.

TİKA'nın ülkedeki en büyük projesi 2019'da hizmete giren Nijer-Türkiye Dostluk Hastanesi'nin inşası ve donanımı oldu. Üç yıl süreyle Sağlık Bakanlığı ve Nijer Halk Sağlığı Bakanlığı tarafından ortak işletme modeliyle hizmet verecek olan hastanenin sonrasında Nijer'e devredileceği açıklanmıştı.

Türkiye Maarif Vakfı'nın Nijer'deki faaliyetleri ise 2017 yılında başladı. TİKA tarafından Selçuklu mimarisiyle 40 bin metrekare alan üzerine inşa edilen Nijer-Türkiye Dostluk Okulu, Maarif Vakfı'nın kullanımına sunuldu ve okul 2017-2018 eğitim öğretim yılının başında öğrenci kabulüne başladı. Gülenci darbe girişiminin ardından Nijer’deki cemaat bağlantılı 5 okul ve 3 yurt da Maarif Vakfı'na devredildi. Nijer-Türkiye Dostluk Okulu’nda yaklaşık 1600 öğrenci güncel olarak eğitim görmekte. Okullarda, okul öncesinden lise kademesine kadar eğitim veriliyor ve öğrencilerin B1 seviyesinde Türkçe ile mezun olması hedefleniyor.

Suriyeli paralı savaşçılar yaklaşık bir yıldır gönderiliyor iddiası

Öte yandan Rusya’nın Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerin yanında Nijer’de de askeri varlığını büyütmeye başladığına dair haberler dış basına birçok kez yansıdı.  Ancak Batı medyasının son altı ayda odaklandığı bir diğer nokta, Türkiye'den Nijer’e yüzlerce Suriyeli paralı askerin gizlice uçurulduğu iddiası oldu.

Bu paralı askerler, Suriye’deki iç savaş sırasında Türkiye tarafından desteklenen cihatçı grupların mensupları. Suriyeli paralı askerlerin Nijer'e vardığı iddiasıyla ilgili Mayıs 2024'te birkaç makale dış basında yer aldı. Suudi Arabistan tarafından finanse edilen Al-Hadath televizyonuysa, bu paralı askerlerin 27 Ocak 2024'te Nijer’e vardıklarını ileri sürdü. Suriye’deki cihatçı örgütlere yakınlığıyla bilinen İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ni (SOHR) kaynak olarak gösteren Suudi kanal, Suriye'nin kuzeyinde Türkiye’nin himayesinde olan “Sultan Murad Tümeni”nden 3 bin 500'e kadar paralı askerin de Nijer'e gönderileceğini iddia etti. Suriyeli televizyon yorumcusu Fares Şihabi de, 27 Aralık 2023 tarihinde X’te yaptığı paylaşımda, Türkiye'nin Nijer'e paralı asker gönderdiğinden bahsetmişti.

Türk Dışişleri Bakanlığı iddiaları yalanlamış olsa da, Suriye’deki silahlı gruplara yakın kaynaklar, olayı doğrulayan açıklamalarda bulunuyor.

Mayıs ayında Fransız RFI kanalına konuşan SOHR kaynaklarına göre, Suriyeli paralı askerler ülkenin güneybatısındaki Tillabery bölgesinde konuşlandırıldı. SOHR direktörü Rami Abdulrahman, Amerika’nın Sesi’ne (VoA) yaptığı açıklamada, "Geçen yıl Eylül ayından bu yana Nijer'e yaklaşık 1100 Suriyeli savaşçının konuşlandırıldığını doğruladık" dedi.

Fransa merkezli bir insan hakları grubu olan Suriyeliler Gerçek ve Adalet’in Yanında (STJ) adlı sivil toplum örgütü de bu tür işe alımları belgelediğini söyledi. VoA’ya konuşan STJ yönetici müdürü Bassam el Ahmed, "Bu Suriyeli savaşçılar Suriye'den Türkiye'ye taşınıyor ve daha sonra Türk havaalanlarını kullanarak Nijer'e Türk askeri uçaklarıyla gönderiliyorlar" diye konuştu.

Libya ve Dağlık Karabağ’dan sonra Nijer

Bu durumda, Türkiye Suriye'nin dışında üçüncü kez paralı askerlerini konuşlandırmış oluyor. Türkiye ilk olarak, 2019'daki Libya İç Savaşı'nda, ülkeye Suriyeli paralı askerlerini göndermişti. Türkiye’nin paralı askerleri, burada zaman zaman Rusya’yla anlaşan Suriyeli paralı askerlerle de karşı karşıya gelmişti. Türkiye daha sonra 2020 sonlarında da Dağlık Karabağ’da Ermenistan’a karşı Azerbaycan safında savaşmaları için Suriye'deki aynı paralı asker havuzundan yararlandı.

Savaşçıların en büyük motivasyonu para

Paralı askerler, Sultan Murad Tümeni'nin yanı sıra, Sultan Süleyman Şah Tugayı ve Hamza Tümeni gibi Türkiye’nin Suriye’deki diğer birliklerinden de istihdam ediliyor. Paralı askerler, uzun süredir İslamcılık ve Türkçülük ideolojileriyle bezenmiş olsalar da, bu askerlerin asıl motivasyon kaynağı para. Aylık 1500 dolar maaş için altı aylık bir sözleşme imzalayan Suriyeli paralı askerlerin ailelerine de, askerlerin yaralanma durumunda 35 bin dolar, ölmeleri durumundaysa 60 bin dolar tazminat ödenecek.

                    Suriyeli paralı askerler bozkurt işareti yapıyor (2021). (Fotoğraf: memri.org)

Suriyeli paralı askerler, AFP’ye Mayıs ayında verdikleri söyleşide, para nedeniyle Nijer’e gitmeyi kabul ettiklerini söyledi.

Kendini “Ömer” olarak tanıtan bir asker, "Ayrılmamın asıl nedeni Suriye'deki hayatın zor olması. Kuzey Suriye'de silahlı bir gruba katılmak ve ayda 1500 Türk lirasından az kazanmak dışında iş imkânı yok" dedi. Ağustos ayında gittiği Nijer’deyse aylık 1500 dolar maaş aldığını belirten Ömer, Suriye'nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolündeki bölgeyi terk ederek Nijer'e giden 200'den fazla savaşçıdan oluşan ilk gruptan biri olduğunu aktardı.

İki diğer Suriyeli paralı asker de, Sultan Murad Tümeni bünyesinde olduklarını ve Nijer'de çalışmak üzere kaydolduklarını söyledi.

Paralı askerlerden biri, iki haftalık askeri eğitimden sonra, adını bilmediğini söylediği bir madenin yakınındaki bir alanı korumakla görevlendirildiğini aktardı. Kendisi ve diğer Suriyelilerin askeri üniforma giymiş Nijerlilerle birlikte çalıştığını ancak Nijerlilerin asker olup olmadıklarını bilmediğini ifade etti.

"Bizi birkaç muhafız ve savaşçı grubuna ayırdılar" diyen paralı asker, başka bir grubun Boko Haram'la savaşmak için gönderildiğini, bir diğer grubun da komşu ülke Togo'daki Lome'ye sevk edildiğini belirtti.

“Ahmet” takma adını kullanan bir paralı asker, eğitimden geçtikten sonra görevinin "askeri mevzileri korumaktan" oluşacağının kendisine iletildiğini ifade etti. Ahmet, "bir noktada savaşlar olabileceğini, ancak kiminle savaşacağını bilmediğini” söyledi.

Kendini “Abed” olarak tanıtan bir askerse Nijer’de ölmekten korktuğunu, ancak “Suriye'de 1000 TL’ye ölmek yerine Nijer’de 1500 dolara ölmeyi tercih edebileceğini” kaydetti.

Geçtiğimiz gün İngiliz yayın kuruluşu BBC’ye röportaj veren üç Suriyeli paralı asker de para için “Rus safında savaşmak pahasına” Nijer’e gitmeyi kabul ettiklerini aktarmıştı.

Dikkat çeken iddia: Türkiye’nin gönderdiği askerler Rus safında savaşıyor

Rus paralı asker grubu Wagner’in Nijer’de konuşlanmasına uzun süredir tepki gösteren Washington’un Türkiye’ye bağlı paralı askerlerin ülkeye vardığına dair iddialara sessiz kalması da dikkat çekiyor. Bu durum, ilk olarak dünya basınında ABD’nin “Rusların yerine Türklerin paralı askerlerini yeğlediği” şeklinde yorumlandı.

Ancak alana dair son raporlarda yer alan ilginç bir iddia, Batı medyasında kafaları karıştırmış durumda: Türk himayesindeki Suriyeli paralı askerler, Nijer’de Wagner'in muhalifleri veya rakipleri olarak değil, Rusların safında El Kaide ve IŞİD’e karşı savaşıyor.

Henüz doğrulanmayan bu iddia, bazı makaleler tarafından ABD’nin NATO üyesi olarak Türkiye’ye karşı sessiz kalmayı tercih etmiş olabileceği şeklinde değerlendirildi.

Aslında buradaki durum, Türkiye, Suriye ve Rusya üçlüsünün son diyaloglarının bir yansıması olarak görünüyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin aracılığıyla, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la ilişkileri normalleştirme adımları atmaya başlayan AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Nijer’de de bu kapsamda taraflarla birtakım uzlaşı çizgisine yönelmiş olabilir. Zira, Suriyeli paralı askerlerin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi, bir bakıma tüm taraflara yarayacak nitelikte bir hamle.

Erdoğan için Suriye’yle normalleşme sürecinde en büyük baş ağrısı, Suriye’de TSK kontrolündeki bölgelerde paralı askerlerin varlığıydı. Türkiye, burada bulunan silahlı grupları Nijer’e göndererek, normalleşme sürecindeki bu tıkanıklığı da gidermiş olacak. Silahlı grupların bölgeden çekilmesi, Esad tarafı için de bir kazanç anlamına geliyor. Diğer yandan, bu askerler, Nijer’de Rus safında savaşarak, Putin için de bir avantaj sağlamış olacak.

Cihatçılarla çatışma noktası: Üç ülkenin sınırındaki Liptako-Gourma

Bu arada, çeşitli raporlara göre, Nijer’e giden Türkiye bünyesindeki Suriyeli paralı askerlerin bazıları Nijer’deki mevcut çatışmada, bazılarıysa Nijer, Mali ve Burkina Faso arasındaki üçlü sınır bölgesine konuşlanırken öldürüldü. Liptako-Gourma adlı bu bölge, yıllardır tüm Sahel bölgesinde cihatçı çetelere karşı savaşın başlıca merkezlerinden biri oldu. Sahel bölgesindeki IŞİD ve  El Kaide'ye bağlı cihatçı gruplar bu bölgede bulunuyor.

SADAT gönderiyor iddiası

RFI kanalında ortaya atılan iddialardan biriyse, bu paralı askerlerin SADAT tarafından işe alındığı.

AFP’ye konuşan bazı paralı askerler de, Nijer’e gitmeyi kabul ettiklerini, bu kapsamda SADAT’la altı aylık sözleşmeler imzaladıklarını öne sürdüler. Bir paralı asker, "SADAT subayları odaya geldi ve onlarla sözleşmeyi imzaladık. Seyahatten konaklamaya kadar her şeyi onlar hallediyor" ifadelerini kullandı.

Geçtiğimiz günkü BBC haberinde de Nijer'e paralı asker gönderilmesinin altında SADAT'ın olduğu iddia edilmişti.

BBC’ye konuşan paralı askerler de, silahlı örgüt liderlerinin kendilerine SADAT'ın sözleşmeler imzalandıktan sonra kendileriyle ilgileneceğini ve seyahat ve lojistiklerini ayarlayacağını söylediğini aktardı.

SOHR da, daha önce Nijer'e gitmiş diğer paralı askerlerden aldığı bilgilere dayanarak, SADAT'ın sürece dahil olduğunu iddia ediyor.

İddialara ilişkin İngiliz medya kuruluşunun iletişime geçtiği SADAT, Suriyeli paralı askerlerin Nijer için işe alınmasına dair iddiaları reddetti. SADAT tarafından yapılan açıklamada, "Bunun, gerçekle hiçbir bağlantısı yok. Nijer'de hiçbir faaliyette bulunmuyoruz" denildi.

"Devlet dışı aktörlere hizmet sağlamadığını" ileri süren şirket, "Türk Ticaret Kanunu'na göre savunma ve güvenlik alanında silahlı kuvvetlere ve güvenlik güçlerine danışmanlık, eğitim ve lojistik hizmetleri" sağladığını iddia etti.

SADAT’ın, Libya ve Karabağ’a Suriyeli savaşçı gönderme sürecinde de yer aldığı öne sürülmüştü.

Tüm bu iddiaları reddeden SADAT, bir yandan da faaliyetlerine ilişkin bilgilerini şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşmıyor. SADAT’ın Türkiye’de de devlet içinden birçok kişi ve kurumla bağlantıları ortaya çıkmış, ancak şirket bu iddiaları ısrarla yalanlamıştı.

SOHR’dan Türk tarafına tepki: Çıkarlar için Suriyeli yoksullar sömürülüyor

Bir dönem Erdoğan’ın Suriye’deki önemli destekçilerinden biri olan SOHR’un, artık Erdoğan’la kavgalı olduğu görülüyor.

SOHR direktörü Abdulrahman, Türkiye'nin, Ankara'nın dış çıkarlarına hizmet eden askeri operasyonlarda "paralı asker olarak işe almak için" kontrolü altındaki bölgelerdeki yoksul erkekleri "sömürdüğünü" savundu.

Savaş gözlemcisi ve diğer insan hakları grupları, yurtdışına gönderilen paralı askerlere verilen kazançlı ödeme vaatlerinin her zaman tutulmadığını öne sürdü.

ABD’deki Suriye Adalet ve Sorumluluk Merkezi'nden Muhammed el Abdullah’sa, örgütünün Azerbaycan veya Libya'ya gönderilenlere "Türk vatandaşlığı verme konusunda sahte vaatler" belgelediğini kaydetti.

'Nijer’de şu ana kadar 50 Suriyeli öldü'

Abdulrahman, ayrıca Nijer'de çoğunlukla cihatçıların saldırısı sonucunda yaklaşık 50 Suriyeli savaşçının öldürüldüğüne dair raporlara dikkat çekti. Abdulrahman, örgütünün yalnızca dokuz ölümü doğruladığını ve dört cesedin geri gönderildiğini aktardı.

Üyeleri Nijer'e gönderilen fraksiyonlardan bir kaynaksa, önümüzdeki günlerde yaklaşık 50 cesedin geri dönmesinin beklendiğini ifade etti.

                                                              /././

Kanıtlar dizilmiş geliyor -Mesut Odman-
Kapitalizm elindeki malzemeyi istediği gibi yoğurup hazırlayacak kadar uzun sürmüştür çünkü. Hâlâ da sürüyor. Yalnız oralarda değil, bizim buralarda da…

Kapitalizmin ömrü çok uzadı;  bile isteye uğraşanların yanı sıra ondan acı çekenlerin de katkılarıyla. Bu uzamanın emperyalizm adı verilen bir aşamaya ulaşarak devam etmesi, üstelik güçlü bir düşmanın varlığı sona erdikten sonra da sürüp gitmesi, keyif çatanları hiç bitmeyecekmiş sandıkları bir mutlulukla, tarifsiz acılar içindekileri ise kapkara bir umutsuzlukla kuşatıyor. Yalnız, bu cümlede bir uygunsuzluk olduğunu belirtmeden geçmemeli: Her iki taraf için uygulanan eylemi de “kuşatma” sözcüğüyle anlatmak olmaz. Eğer kuşatma eylemine konu edilen mutluluk ise, payına tarifsiz acılar düşene uygulanan kuşatma değil, sözgelimi, boğma ya da boğulma olsa ilk okunuşta rahatsız eden uyumsuzluk giderilebilir.

Brecht’ten esinlenmiş irdelemelerin ardına düşüp gitmektense, yazının çıkış rotasına dönmek yeğdir. Böyle diyerek gereğini yapalım.

Çıkış rotamız, insanlığın, daha doğrusu emekçi insanlığın büyüyüp duran dertleriyle ilgili üç beş söz etmekti. Bunun için her okuyanın hemen kabullenmeyeceği, hatta eğer o türün içinden de bu yazıları okuyan varsa, ne saçma diyerek yahut buradaki saçma sözü yerine ona yakın anlamlar taşıyan başka sözcükler kullanarak açıkça, hem açıkça hem sertçe karşı çıkabileceği bir yargı ile başlayabiliriz. Yargıyı baştan vermek sayılmaz, çünkü yıllardır yaşamış ve yaşayıp anlatanlardan okuyup dinlemişizdir: Bugün emekçi insanlığın bütün dertlerinin kaynağı da kökeni de sorumlusu da kapitalizmdir. Buradaki “bütün” sözcüğünün yanına yöresine bir yumuşatıcı getirmiyorum. Her okuyan ya da işiten ne anlıyorsa, onu demek istiyorum. Toplumsal olarak ne kadar derdimiz varsa onu.

Çok eskiden şöyle bir tartışmanın, belki de atışma demek daha doğru olacak, yapıldığını hatırlar gibiyim. Bu sosyalistler de alem doğrusu, kirazların kurtlanmasını bile kapitalizme bağlayacaklar nerdeyse! Aşağı yukarı böyle derlerdi, bir tür aşağılamaydı. Bizim içimizden kimilerimiz de “doğrudur, sorumlusu kapitalizmdir” diye karşılık vermişizdir.

Kurtlanma bir yana da 12 Eylül saldırısı ile uygulanabilir duruma gelmiş “ihracata dönük kalkınma hamlesi”nin sonucu olarak, kirazların ya da elmaların kurtlusunu biz içerdekilerin iyisini ise başka diyarlarda yaşayıp ihraç ettiklerimizi satın alanların yiyeceklerini söylediğimiz olmuş ve söylediğimiz “aynen çıkmıştır”.

Neyse, yine rotamızdan sapma eğilimi gösteriyoruz sanki. Dümeni sıkı tutmalı.

Kanıtlar çok, hemen her zaman da dizi dizi geliyor, demiştik. Ancak, hepsi bir yana, bazılarından söz etmek bile birden çok yazıyı gerektiriyor. Dolayısıyla, son birkaç günün olaylarına değinmekle yetinmeli.

Benim ilk aklıma gelenlerden biri, hani şu “özelleştikçe güzelleşir” diye diye halkın zenginliklerini satıp savdıkları oldu. Onların arasında da şu İzmir’deki dere gibi akan sokakta karşıya geçmek üzere adımını atar atmaz yana devrilip ölen genç tıp öğrencisi çocukla onu kaldırıp kurtarmaya koşan genç adamın görüntüleri. Sokağa sular akıp gitsin diye konulan ızgaraya basıp elektrik akımına kapılan gençlerin ölümünden sonra, sorumlu aranıyor bir de. Yok belediyenin ihmaliymiş, yok özelleştirme ile kamu malına konan şirketin sorumluluğu imiş…

Birkaç hafta önce de Mardin’de yine elektrik özelleştirmeleri furyasında voleyi vuran şirketin sorumluluğu olduğunu Elektrik Mühendisleri Odası gibi uzman kuruluşların açıklamalarından anladığımız yangınlar sonunda hayatlarını kaybeden insanlar olmuştu.

Göllerimizin, akarsularımızın, su kaynaklarımızın, ormanlarımızın göz göre göre yok oluşuna yol açan hummalı madencilik yağmalarını da hemen eklemek gerekir herhalde.

Özelleştirmelerin ülke ekonomisini ve onun bin bir emekle yaratılmış ürünleri ile kaynaklarını değil sadece, toplumsal hayatımızın bütün güzelliklerini de silip süpüreceğini, yalayıp yutacağını söylemekten dilimizde tüy bitmişti. Ama doğruları söylemek de, olacakları önceden görmek de yetmiyor. Onların hayata geçirilmesini sağlamak gerekiyor. Yoksa, çok duymuşuzdur bu sözü, en acısını o seçim miydi neydi ondan hemen sonra işitmiştik: “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” Eğer hâlâ bir Üsküdar kalmışsa.

Bu yazı daha yazılmadan ABD’nin şu anda başkanı olan, ama üç beş ay sonra başka bir yerde olacağı tahmin edilen zat-ı muhteremin covid testinin pozitif çıkmakla birlikte genel durumunun iyi olduğu yolunda bir haber yayımlandı. Görür görmez şu geldi aklıma, fesatlığın bu kadarı olur diyenler çıkabilir: Acaba, dedim kendi kendime, şu geçen hafta yüce yaratıcının akıl sır ermez bir lütfuyla ölümden kurtulan Trump ya da onun kampanya danışmanları şöyle bir yorumu allayıp pullayıp yaygınlaştırsalar ne olur?

“O mermi Başkanı vurup öldürmek üzereyken, yüce Tanrı ona seslendi ve başını hafifçe şu tarafa çevir dedi. Böylece onun Amerika’yı yeniden büyük yapması için hayatını sürdürmesini sağladı. Aradan bir hafta geçmeden de artık Amerika’ya yapacağı tek iyiliğin evine çekilmek olacağı rakibine uzun süredir hepimizin unuttuğu virüsü gönderdi. Daha başka ne işaret bekliyorsunuz?”

Bu çok uzun elbette. Kampanyanın çeşit çeşit uzmanları nasıl uzatıp kısaltıp etkili kılacaklarını bilirler. Onların işidir.

Bana sorulursa, etkisi az olmaz. Hatta, olur da, Bay Başkanın hastalığı nasıl ve ne kadar zamanda atlatacağı bilinmez, biraz ağır geçer ve uzun sürerse, o Tanrısal müdahalenin varlığına iman edecek Amerikalı seçmenlerin sayısını kimse tahmin edemez.

Kapitalizm elindeki malzemeyi istediği gibi yoğurup hazırlayacak kadar uzun sürmüştür çünkü. Hâlâ da sürüyor. Yalnız oralarda değil, bizim buralarda da…

                                                                 /././

Patronları tarafından günlerce işkence gören Vedat Kurt: Şikayetimi geri çekmem için tehdit ediliyorum -Özkan Öztaş-

Otomobil bakım atölyesinde çalışırken maaşı verilmeyen ve günlerce işkence gören Vedat Kurt soL'a konuştu: Şikayetimi geri çekmem için tehdit ediliyorum.

Vedat Kurt iki gün önce Türkiye'nin gündemine girdi. Antalya'da otomobil bakım atölyesinde çalışırken maaşını alamayan Vedat Kurt, işletmenin 4 ortağı tarafından 3 ay boyunca işkenceye maruz bırakıldı. Patronlarınsa ceza almadığı ortaya çıktı. 

Adaletin geç de olsa yerini bulması için hukuki mücadelesini sürdüren Vedat Kurt yaşadıklarını soL'a anlattı. Kendisine işkence yapan eski patronları tarafından sürekli tehditler aldığını söyleyen Kurt, şikayetini geri çekmediği takdirde başına daha kötüsünün geleceğine dair mesajlar aldığını ifade etti. 

'Bana yapılan işkencelere şahit olan başka çalışanlar da var'

Vedat Kurt 2020 yılında Antalya'da girdiği otomobil bakım atölyesindeki işinden uzunca bir süre boyunca maaş alamadan çalışmış. O dönem için yaklaşık 60-70 bin lira civarındaki maaşına karşılık olarak işyerinden zorla aldığı yaklaşık 15 bin lirayla İstanbul'a gittiğini söylüyor. Ancak patronları ailesini arayınca parayı geri getirmek için otomobil bakım atölyesine döndüğünü, başına gelen olayların da o zaman başladığını ifade ediyor. 

Kurt, parasını isteyince günlerce işkence gördü. Patronlar, işkence gören Kurt'un sesinin duyulmasından çekindikleri için Kurt'u atölyeden alıp bir "personel evine" götürdü. Burada on civarında başka işçi de vardı. Bunlar da işkencelere şahit oldular. Kurt, yaraları iyileşene kadar aylarca bu evde alıkonuldu ancak sesini çıkaramadı.

soL'a konuşan Vedat Kurt, "Kimse beni ihbar etmedi. Ben de daha önce benzeri olaylara tanık olduğumda şikayet etmemiştim. Orası mafya tipli adamların işettiği bir yerdi. Herkes korkuyordu. Ben o zamanlar 18 yaşındaydım. Hukuki haklarımı ya da benzeri şeyleri de bilmiyordum. Benzer durumdaydı herkes. Zaten birçok işçi göçmendi. Kaçak çalışıyordu. Yani beni ihbar edecek olsa belki de göçmen ve kaçak olduğu için kendilerinin sıkıntıya gireceklerini düşündüler" diyor. 

'Şirketin aşçısı ağlayarak bana pipetle çorba içirdi'

Vedat Kurt'un patronları tarafından maruz kaldığı işkenceler akıl alır gibi değil. Sopayla dövülme, dişlerinin penseyle sökülmesi, parmaklarından elektrik verme gibi birçok işkenceye maruz kalmış. İşkencenin ardından uzunca bir süre yemek yiyememiş. Şirketin aşçısının kendisine pipetle çorba içirdiğini ifade eden Kurt, aşçının çorbayı içirirken gözyaşlarına hakim olamadığını ifade ediyor. 

"Kadını hatırlıyorum. Bana çorba içirirken bir yandan da gözlerinden yaşlar geliyordu. Ben ise ekmek dahi çiğneyemiyordum. Uzunca bir süre sadece pipetle çorba içtim. Mesela o kadını biliyorum. Yaşadıklarıma şahit oldu. Ama tanık olmayacak onu da biliyorum. Bana bunları yapan insanlar tutuksuz yargılanıyor. Her gün tehditler alıyorum. Şimdi başına bunlar gelen kişi bu tehditleri alıyorsa şahit olacak bir kişi kendini nasıl güvende hissetsin? Korkuyorlar ve haklılar. Elini kolunu sallayarak geziyorlar bana bunu yapanlar."

'Şikayetinden vazgeç, yoksa yaşadıklarından beterini yaşarsın diyorlar'

Türkiye bu olayları Gazeteci Mehmet Yetim'in, 15 Temmuz 2024'te sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlarla öğrenmişti. Vedat Kurt'un Türkiye'de gündem olmasından sonra işkence yapan patronlar Vedat'a doğrudan ya da dolaylı şekilde ulaşarak şikayetini geri çekmesini istemiş ve tehdit etmişler.

Vedat Kurt bu süreci şu sözlerle anlatıyor: 

"İşkence edenler olaylar basına yansıdıktan sonra bana ulaşmaya çalıştı. Yakınlarımı falan arıyorlar. Bazen şikayetimi geri çekmezsem yaşadıklarımdan beterini yaşayacağımı söylüyorlar. Bir ara başka biri aradı. 'Ben mafyayım beni onlar tuttu, seni bulacağım' falan dedi. Sonra bana işkence yapan patronlardan biri arayıp 'Biz böyle bir şey yapmadık, yalan söylüyorsun' dedi. Bir başka aramalarında da yalvardı 'Üç çocuğum var Allah rızası için şikayetinden vazgeç' dedi. Sürekli tehdit mesajları alıyorum. Yakınlarımı, tanıdıklarımı arayarak mesajlar yolluyorlar."

'Bana attıkları bir mesajda aslında itiraf ettiler'

Vedat Kurt şikayetinden vazgeçmesi için aldığı mesajların birinde işkence yapan patronlardan birinin aslında suçunu itiraf ettiğine dikkat çekiyor.

Antalya'da "Antepli Ahmet Usta Özel Otobüs Bakım Servisi"nde çalışan Vedat Kurt, şikayetinde işyerinin, tabelada da adının geçmesi sebebiyle patronu A.T'nin kendisine mesaj attığını ve "İyi yapmışsın. Sosyal medyaya yansıtmışsın. Ama olayın tek faili ben değilim. Ben cezamı çektim" dediğini belirtiyor. 

Vedat Kurt bu durumu şu sözlerle anlatıyor:

"İşkence yapanların bazıları birkaç ay tutuklu yargılandı. 'Cezamı çektim' dedikleri o tutuklu kaldıkları süre. Yani aslında mahkeme devam ediyor ve henüz dava sonuçlanmadı. Ama A.T.'nin bana attığı mesaj itiraf niteliğinde. 'İyi yapmışsın. Sosyal medyaya yansıtmışsın. Ama olayın tek faili ben değilim. Ben cezamı çektim’ diyor. Yani evet ben bir suç işledim ama tek başıma değildim diyor. Ancak hâlâ bana ulaşabiliyorlar ve beni tehdit edebiliyorlar. Bu şahısların tutuklanması ve davanın o şekilde devam etmesi gerektiğini düşünüyorum."

'Lütfen bu davayı unutturmayın'

Vedat Kurt'un davası Ekim ayında Antalya'da görülecek. Hâlâ tehditler almaya devam ediyor. Üstelik dava gününe kadar kısa sayılamayacak kadar bir zaman var. Vedat aldığı tehditlerin dışında bir kaygısını daha dile getiriyor. 

"Daha çok var. Ben o duruşmada yalnız olmak istemiyorum. Muhtemelen bir ay sonra unutulacak bu gündem. Yaşananlar yanlarına kâr kalmasın bu insanların. Adalet yerini bulsun. Hukukta ne geçiyorsa onunla cezalarını alsınlar. Ben başka bir şey istemiyorum. Lütfen bu davayı unutturmayın. Birkaç ay sonra her şey unutulup yanlarına kâr kalmasın" diyor.

Can güvenliği olmadığını anlatan Vedat Kurt'un tek umudu bir an önce dava gününün gelmesi ve adaletin sağlanması. 

                                                              /././

Yükseköğretimde 2. öğretim! -Rıfat Okçabol-

Bu YÖK’ten yükseköğretimin niteliğini artırmasını ve üniversitelerin ulusal sorunlara çözüm üretmesini beklemek, abesle iştigal etmekten başka bir şey olmuyor.

Bilindiği gibi tarikatçı olduğu söylenen ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin genel sekreterliğini yapacak kadar da piyasacı olan Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ın YÖK başkanlığında (1992-1995), Kasım 1992’de 2. öğretim programları başlatılmıştı. Bu program üniversite sınavını kazanma şansı olmayıp bir vakıf üniversitesinin bedelini karşılayamayacak olan orta sınıf aile çocuklarına verilen bir fırsat olmuştu. Bu programlar paralı idi ve dersler mesai saatleri dışında açılıyordu. Bu programın ücretini ödeyebilecekler diploma sahibi olacakları için ve programda görev alan akademisyenler de gündüz programlarına göre çok daha yüksek ders ücreti alacakları için pek memnunlardı. Bu programlar yeni kurulan taşra üniversitelerinde hızla yayılmıştı ve ciddi üniversiteler ise bu programlara pek yüz vermemişti.

2. öğretimin niteliksiz olacağı, bu programlar açıldığında olduğu gibi geçmiş yıllarda da çok kez dile getirilmişti. Prof. Dr. Erol Özvar, 30 Temmuz 2021’de YÖK başkanlığına getirildiğinde, bu programların niteliksiz olduğunu biliyordu. Üç yıldır bu programları uygulamakta bir sakınca görmeyen Erol Özvar, nedense 2024 Temmuz başında, devlet üniversitelerinde 2. öğretim programlarının kapatıldığını, mimarlık, eczacılık, psikoloji, beslenme-diyetetik ve temel bilimlerle ilgili bazı programlarda kontenjanın azaltıldığını açıklıyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır deyişini haklı çıkarırcasına Erol Özvar, “Bu dönem üniversitelerimizdeki program kalitesini artırmaya yönelik belki de en önemli çalışmamız devlet üniversitelerimizdeki ikinci öğretim programlarının kapatılması olmuştur” diyor. Açıklamasının devamında da, “Vakıf üniversitelerinde, devlette olduğu gibi, ikinci öğretim programları yerine istihdama duyarlı ve geleceğin mesleklerine uygun programlara dönüştürülmesi temin edilecektir” diyerek tek açıklamada toplumu iki kez kandırmaya yelteniyor.

Yükseköğretim konularıyla ilgilenenlerin ya da çocukları yükseköğretimde okuyanların en iyi bildikleri sorunlardan ikisi, yükseköğretimin giderek niteliksizleştiği ile iş bulamayan yükseköğretim mezunlarının çoğunluğu oluyor.

Yükseköğretime kayıtlı öğrencilerin büyük çoğunluğunun 2 yıllık ön lisans programlarında, açıköğretimde ya da uzaktanöğretimde okuması, yükseköğretimin nitelikli olmadığının temel bir göstergesi oluyor. Ayrıca ağırlıklı olarak üniversitenin özerkliğine aldırmayıp laik ve bilimsel eğitim karşıtı oldukları için atanan rektörler ve dekanlar yanında gerici sendikaların çöreklendiği yükseköğretimin nitelikli olması söz konusu olmuyor. YÖK ise gerçekte niteliğe önem vermediğini, 2. öğretimin kapatıldığını duyurduğu açıklamada, “… gelecek akademik yıldan itibaren Çocuk Gelişimi, Felsefe, Sosyoloji, Tarih ve Türk Dili Edebiyatı açık öğretim programlarına 'ikinci üniversite' kapsamında sadece 35 yaş üstündeki öğrenciler kayıt yaptırabilecek” kararıyla gösteriyor. YÖK kafasına göre, 15 yıl kadar okuldan uzak kalmış kişi, açıköğretim programında örneğin çocuk gelişimcisi olacak! Olacak iş mi?

Son yıllarda 2. öğretim programlarına kayıt yaptıranların sayısının önemli ölçülerde azaldığı görülüyor. Az sayıda öğrenci olduğunda, onlardan alınan ücret, 2. öğretim programlarında ders verenlere ödenecek ücreti karşılayamıyor. Ayrıca normal 4 yıllık lisans programlarını kazanma şansı olmayanlar, paralı 2. öğretim yerine devam zorunluluğu olmayan açıköğretim ya da uzaktanöğretim programlarını yeğliyor. YÖK herhalde nitelik konusunu bahane edip bu gerçekler nedeniyle 2. öğretim programlarını kapatıyor.

Bilindiği gibi YÖK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay gibi, anayasal bir kuruluştur. Bu kuruluşlar, yasal olarak özerk kuruluşlardır. YÖK’ün 14 üyesini Cumhurbaşkanı ve 7 üyesini de Üniversitelerarası Kurul seçiyor. Cumhurbaşkanı’nın bu üyeler ve üyelerden birini de başkan olarak ataması dışında yasal olarak YÖK’ün iç işlerine karışma yetkisi bulunmuyor. Ancak YÖK başkanları ve üyelerinin, 2008’den beri özerk bir kurulun üyesi olduklarını yadsıyıp YÖK’ü Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kurula dönüştürdüğü görülüyor. Bu nedenle YÖK’ün kararları, genelde yükseköğretimin laik, bilimsel, ulusal ve evrensel değerini yükseltmek amacına değil Cumhurbaşkanlığının istek ve beklentilerini karşılamak amacına dönük oluyor. Bu YÖK’ten yükseköğretimin niteliğini artırmasını ve üniversitelerin ulusal sorunlara çözüm üretmesini beklemek, abesle iştigal etmekten başka bir şey olmuyor.

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder