16 Ağustos 2024 Cuma

Birgün " KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -16 Ağustos 2024 -

 

Hegemonya mücadelesinde savaşlar, çatışmalar, krizler -İbrahim Varlı-

Küresel hegemonya mücadelesinin şiddetlendiği, savaş ve çatışmaların yeni boyutlar kazanarak derinleştiği kaotik bir süreçten geçiyoruz. “Üçüncü dünya savaşı” söylemlerinin gölgesinde güç merkezleri arasındaki bilek güreşinin tehlikeli boyutlara ulaştığı bu jeopolitik denklemdeki hesaplaşmada tüm gelişmeler birbiriyle bağlantılı.

Ne Ukrayna’nın savaşı Rus kentlerine yayması ne İsrail’in eş zamanlı olarak İran, Lübnan ve Suriye’yi vurması ne de Amerikan emperyalizminin Haşdi Şabi bahanesiyle Irak’ı bombalaması tesadüf. Kuzeyde Ukrayna savaşından güneyde İsrail’in soykırıma varan katliamına her gelişme bir diğerinin uzantısı.

İsrail’in Hamas ve Hizbullah liderlerine yönelik Şam, Beyrut ve Tahran’da düzenlediği suikastları Kiev’e inen NATO savaş uçaklarıyla birlikte ele almadan ne emperyalistlerin küresel yönelimlerini ne de yaşananları anlamak mümkün.

NELER OLUYOR?

Eşzamanlı olarak; Ukrayna, Filistin, Yemen, Libya, Sudan’da kanlı savaşlar sürdürülüyor. Afrika’nın batısında, Sahraaltı’nda ve Güney Amerika’da nüfuz mücadelesi, güç ilişkilerinde yeni bir denklem yaratmış durumda. Rusya ile “kolektif emperyalizm” arasında kanlı bir savaşın sahnesi olan Ukrayna’da savaş yeni bir stratejik boyuta evrildi. ABD ve NATO’nun desteği ve yönlendirmesiyle Ukrayna, savaşı Rusya topraklarına yaydı. 6 Ağustos’tan bu yana Ukrayna askerleri Rus kentlerine girdi. Katar’daki göstermelik ateşkes müzakereleri sürerken İsrail savaşı Ortadoğu’ya yaymak için tüm tuşlara aynı anda basmış vaziyette. Libya’daki güç mücadelesi uzun bir aradan sonra yeniden alevlendi. Türkiye ile Katar’ın desteklediği Trablus yönetimi ile Rusya, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’ın desteklediği Tobruk hükümeti yeniden ordularını cepheye sürdü.

NEDEN OLUYOR?

Küresel güç denkleminde uzun süredir birtakım değişiklikler yaşanıyor. Gerileyen ekonomik yapısına paralel olarak ABD’nin hegemonik gücü de aşınıyor. Buna mukabil “uyuyan dev” Çin başta olmak üzere yeni aktörler ABD emperyalizminin yarattığı boşluğu doldurmaya başladı. ABD yanına Batılı müttefiklerini alarak bu “aşınmayı” rakiplerini kuşatarak durdurmaya çalışıyor. Rusya’nın savaşa sürüklenmesi, Çin’in kuşatılması, “hizaya girmeyen” Venezuela, İran, Suriye, Kuzey Kore gibi ülkelerin hedef alınması bütünlüklü bir stratejinin ürünü. Tam da bu nedenle savaşın Ortadoğu’ya yayılması, İran’ı da saracak şekilde yangının büyümesi, Ukrayna’daki savaşın uzun yıllara yayılması ABD/Batı emperyalizminin temel isteği.

NELER YAPILIYOR?

ABD ve haliyle Batı emperyalizmi gerilemeye başlayan hegemonyasını yeniden tesis etmek amacıyla bir taraftan Rusya’yı direkt hedef alırken diğer yandan da Çin’i kuşatma hamlesini sıkılaştırıyor. NATO’nun genişleme hamlesi üzerinden Rusya istenilen tuzağa düşürüldü. Ukrayna topraklarında Rusya ile girişilen savaşın boyutları gün geçtikçe büyüyor. Son bir yılda Hint-Pasifik’e yığınak yapan ABD’nin dünya genelinde bir bölümü radar olmak üzere irili ufaklı 800 civarında askeri üssü küresel hegemonya tesisinin ürünleri. ABD Afganistan’dan çekilse de bu üslere Suriye gibi ülkelerde yenilerini ekliyor. Diğer taraftan da NATO’ya eklemlenen yeni ülkeler ve Hint-Pasifik’teki müttefik ağlarıyla bu tahakküm pekiştirilmeye çalışılıyor. Rusya ve Çin gibi “hasımlar”ın sıkıştırılması için her yol denenirken, İsrail’in Ortadoğu’yu ateşe atmasına destek sunuluyor.

NE OLACAK?

Ukrayna savaşının uzun yıllara yayılarak Rusya’nın yıpratılması amaçlanan hedeflerden. F-16 savaş uçaklarının Kiev’e gönderilmesi, Ukrayna’nın stratejik değişiklikle Rus kentlerine girmesi yaşanacaklara dair ipuçları veriyor. Rusya’nın Ukrayna’ya hapsolması küresel denklemdeki hamlelerini doğallığında törpüleyecek. Çin ise başta Tayvan olmak üzere Güney Çin Denizi ve Uygur üzerinden sıkıştırılmaya devam edilecek. Tayvan üzerinden Çin’e yönelik yaptırımların katlanarak artması gündemde. Ortadoğu’da İsrail’in “güvenliği” için bölgenin İran’ı da içine alacak şekilde dizaynına hız verilecek. Eller tetikte. İran’ın savaşın içine sürüklenmesiyle kurulan tuzakların işlemesi bekleniyor. Kapitalist-emperyalist sistemin derinleşen krizinin yol açtığı savaş, çatışma ve krizlerin bir sonucu olarak dünya genelinde otoriter-sağcı liderler güç devşiriyor. Sistemin krizinin ve egemenlerin kapışmasının faturasını ise her halükârda halklar ödüyor.

                                                                  /././

“Keenlemyekûn” ve istifaya davet -İlhan Cihaner-

TBMM bugün Can Atalay gündemi ile olağanüstü toplanacak. Toplantı CHP, DEM Parti, Saadet Partisi, TİP, DEVA, Demokrat Parti ve Emek Partisi’ne mensup milletvekillerinin başvurusu üzerine gerçekleşecek. MHP “AYM’yi milli güvenlik sorunu, Can Atalay’ı ise vatan haini” ilan ederek toplantıya katılmayacağını açıkladı. AKP ise ne yapacağını Efkan Ala aracılığı ile açıkladı: Önce karar yeter sayısını sağlayıp sağlayamadığını görüp sonra olası bir oylamaya (ve muhtemelen çıkacak kavgaya!) katılmak ve Can Atalay’ın “milletvekilliği sıfatını kazanmasına engel olmak” üzere görüşmelere iştirak edecekler. Ancak TBMM teamüllerine göre oturumu CHP’li Başkan Vekili Gülizar Biçer Karaca yönetmesi gerekiyorken Bekir Bozdağ’ın görevlendirilmesi, AYM kararının sonuca etkili bir oylama yapılmadan ayak oyunlarıyla çöpe atılacağı izlenimini veriyor.

Olağanüstü toplantıya destek veren partiler, İYİP ve bağımsızların sayısı gözetildiğinde MHP’nin katılmayacağı olası bir oylamada AKP’nin işi zor görünüyor. Tabii ki tüm milletvekilleri katılırsa. Bunlar TBMM’nin işleyişine ve İç Tüzüğe dair tartışmalar. Ancak Can Atalay’ın milletvekilliği etrafında yaşananlar çok daha önemli ve hukuk devleti bakımından vahim şeyler barındırıyor.

Öncelikle Anayasa Mahkemesi olağanüstü toplantıyı gerektiren kararında: “… Anayasa Mahkemesinin 25/10/2023 tarihinde verdiği hak ihlali kararı sonrasında Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY ile ilgili kesinleşen bir hükmün varlığından söz etmek hukuken mümkün değildir. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararından sonra kararın hüküm fıkrasında belirtildiği şekliyle ihlale yol açan  kararın ortadan kaldırılması anayasal bir zorunluluktur. Anayasa Mahkemesince Anayasa’yı ihlal ettiği tespit edilen bir yargısal kararı mahkemeler dâhil hiçbir kamu otoritesi esas alamaz ve Anayasa’ya aykırılığı sabit olan bir karara hukuken geçerlilik tanınamaz. Anayasa Mahkemesinin ihlal kararları yol gösterici veya tavsiye mahiyetinde kararlar olmayıp bağlayıcı ve gereğinin yapılması konusunda ilgili otoritelere takdir alanı bırakmayan kararlardır. Bu kapsamda, Anayasa Mahkemesinin ihlalin kaynağı olarak tespit ettiği önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemelerinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır (bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 59). Sadece mahkemeler değil ihlal sonucunun oluşmasına yol açan veya ihlalin giderilmesi sürecinde etkin konumda bulunan diğer kamu otoriteleri de ihlal kararının gereğini yerine getirmek, ihlali gidermek ve ihlalin sürmesini önlemekle yükümlüdür… Anılan Daire Başkanlığı yazısının okunması suretiyle  Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY’ın milletvekilliğinin düşmesinin yok hükmünde olduğunun tespitine ve Anayasa’nın 85. maddesi uyarınca iptaline karar verilmesi talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA… ” tespitini yapmıştır.

BUGÜN DE OLMAYACAK

Çok açık değil mi? AYM diyor ki kararlarım TBMM dahil herkesi bağlar. Daha önceden verilen milletvekilliğinin düşmesi kararı yok hükmünde  (yani Keenlemyekûn), ben de bunu zaten “tespit edip” size bildirdim o nedenle ihlali giderin. Ama böyle olmadı, bugün de olmayacak!

Tam burada bir soru sormalıyız: Anayasa Mahkemesi niye var? Hatta “mahkeme” dediğimiz kurumun en önemli bileşeni “üyeleri” olduğuna göre üyeler niye var? Kararları -tek bir karar olsa bile- açık Anayasa hükmü hilafına TBMM tarafından “takılmayan”, mahkemeler tarafından adeta alay edilip “hukuki değer ve geçerlilik izafe edilemeyeceği” söylenen, “iktidar tarafından” milli güvenlik sorunu olarak ilan edilen, varlık nedenini kaybetmiş bir kurum söz konusu.

Tarih bazen insanların önüne fırsatlar koyar. Şimdi AYM üyelerinin önünde -karşı oy kullananlar dahil- böyle bir fırsat var: hukukun ve hukuk devletinin savunusu.  Yaşananları izlemeleri, onları kendilerine tanınan olanaklar için o mevkileri işgal ettikleri izlenimi verecektir ki bu “zillet” bir hukukçunun katlanabileceği bir durum değildir. Verdiği kararın uygulanıp uygulanmayacağı siyasi iktidarın keyfine kalmış bir hakim ya da mahkeme üzerinde bu sıfatları taşıyamaz! Can Atalay’ın milletvekilliği etrafında yaşananlar aslında hukuka aykırı olarak alınan TBMM kararının değil “Anayasa Mahkemesi’nin “Keenlemyekûn” sayıldığını ortaya koymaktadır.

AYM üyelerine düşen bu hukuksuzluğu reddetmek, hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü ve varlık nedenlerini hatırlatmak için istifa etmektir!

                                                                 /././

Hep Erdoğan, her zaman Erdoğan -Nurcan Bilge Gökdemir-

Kadrolarda yenilenmenin sinyalini veren Erdoğan, sorumluluktan kurtulma peşinde. Simge isimlerden vazgeçen, kendi seçtiği bakanlar başta olmak üzere birçok ismi siyasetten silen Erdoğan’ın ajandasında yeni isimler var.

Kurucularının yanısıra parti yönetiminde, AKP kabinelerinde göre yapanların büyük bölümünün bugün siyaset sahnesinden silinip gittiği, değişmez tek ismin Erdoğan olduğu bir parti AKP…

Halk desteğinin azaldığı, yıpranma sürecinin iktidarı kaybetme riskini güçlendirdiği, söylemlerinin inandırıcılığını yitirdiği, krizlerle baş etmenin her güçlendiği dönemde, vitrinde değişiklik yaparak yol alma sanatının ustalarından biri oldu Erdoğan. ‘Kardeşim’ dediği siyasetçilerden bile kolaylıkla vazgeçebildiği, başbakanlık koltuğu dâhil önemli icrai görevleri rahatlıkla teslim ettiği yol arkadaşlarından büyük bölümünden kolaylıkla vazgeçebildiğinin örnekleri ile dolu Erdoğan’ın siyaset yolculuğu…

Liyakat tartışmaları, hanedan görüntüsü verme suçlamalarını göğüsleme cesaretini göstererek ülkenin en önemli bakanlığını teslim ettiği damadının bile üstünü “fatura kesme” söz konusu olduğunda kolaylıkla çizebildiğini biliyoruz.

KÖŞEYE SIKIŞTI

AKP’nin 2002’de başlayan siyasi tarihinin önemli kırılma noktaları oldu. Genel seçime göre oylarının 9 puan gerilediği 2009 yerel seçimleri, tek başına hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşamadığı 2015 genel seçimleri ve ikinci parti konumuna gerilediği 31 Mart 2024 yerel seçimleri ilk akla gelenler. AKP için iktidarı kaybetme riskinin en görünür olduğu gün, 31 Mart 2024. AKP için iktidarı kaybetme riskinin en görünür olduğu gün, 31 Mart 2024.

“SUÇLU ONLAR” DEDİ

Daha önceki riskli süreçlerden iktidarını bazen talepleri karşılayarak bazen de ülkeyi yangın yerine çevirme pahasına çıkmayı başaran AKP, ilk kez şimdi yerel seçim sonuçlarının uyarının ötesinde anlamlar taşıdığını, oy desteğinin Erdoğan’ın deyimiyle “güneş karşısındaki buz gibi eridiğini” görüyor… Bu gidişata “dur” diyebilmek için denenen “yumuşama” sürecinden sonuç alamayan Erdoğan’ın elindeki ikinci enstrüman sermaye yanlısı, despotik, gerici politikalardan vazgeçmesi… Bu da mümkün olmadığından Erdoğan için tek yol kalıyor, kadrolarda değişim, faturayı başkalarına kesmek…

Seçimin hemen ardından “yenilenme” diyen ancak bunda acele etmeyen ya da sınırlı değişikliklerle yetinen Erdoğan en güçlü mesajı, partisinin 23’üncü kuruluş yıldönümünde verdi. “Önümüzdeki aylarda başlatacağımız Büyük Kongre sürecimizi sadece bir ‘vitrin yenilenmesi’ olarak değil, milletimizin bizden beklediği kapsamlı değişimin ana zemini olarak görüyoruz” dedi. Seçmen  Erdoğan’a  yerel seçimde “Değişim” dedi, ancak Erdoğan’ın bundan anladığının ise “Kendin dışındakileri değiştir” olduğunu bu konuşmada gördük.

Bununla da yetinmedi, “sorumluları (!)” şu sözlerle işaret etti: “Heyecanını kaybedenler, millete hizmetin önünde engel olmamalıdır. Bunun vebali ağırdır. Bunun hesabı ağırdır. Şunu unutmayın: Biz bu aziz milletin umuduyuz. Biz, bu aziz ümmetin de umuduyuz. Onların umudunu boşa çıkarak işler içine girenler altından kalkamayacakları bir yükle ezilirler. Açık söylüyorum, buna bizim de tahammülümüz olamaz. Milletin ve ümmetin umudunu ziyan edenleri hoşgörü göstermeyiz, gözünün yaşına da bakmayız. Yenilenerek ilerlerken kimsenin bize ayak bağı olmasına müsaade etmeyiz.” AKP’nin tüm politikalarının iki dudağı arasında olduğu bilinen 2017’deki Anayasa değişikliği ile ülke yönetiminde de bu konumunu yasal çerçeveye oturtan Erdoğan’ın buna karşın her sorunda başkalarını işaret ettiği, hesabı onlara kestiği bir gerçek. Bu arada sınırlı sayıdaki isim de Erdoğan’la yol yürümekten kendi isteğiyle vazgeçti elbette.  Ancak dedik ya bunlar çok sınırlı sayıdaki isim. Daha geniş bir kesim Erdoğan’ın deyimiyle “AKP treni”nden indirildi.

ERDOĞAN DEĞİLSE KİM?

Bunların büyük bölümüne trenden indirildikleri söylenmedi bile, televizyon yayınlarında öğrendiler. İstifa etmek zorunda bırakılanların “görevden af talebinde bulundum” sözleri ise Erdoğan tarzı siyasetin simgesi oldu.

2009’DAN BU YANA

2002’de başlayan siyaset yolculuğunda AKP ilk sarsıntıyı bir önceki seçime göre 9 puan oy kaybettiği 2009 yerel seçimlerinde yaşadı. Erdoğan’ın ilk yaptığı kabine revizyonu oldu. Programı, kadroları belirleyen tek isim olmasına karşın kabinede büyük bir değişikliğe gitti.  İsim isim belirlediği 26 bakandan sadece 10’u görevini sürdürebilirken 16 bakanı kabine dışı bıraktı. İmam Hatip lisesinden arkadaşı Nazım Ekren’in üstünün çizilmesi bu değişikliğin simgelerinden oldu.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına adaylık süreci de başarısızlık sonucu değilse de kıyım açısından  önemli günlere sahne oldu. Erdoğan’a karşı Abdullah Gül’ün adaylığını desteklediği bilinen Beşir Atalay kabine dışı bırakıldı. Daha sonra gözden düşecek olan Ahmet Davutoğlu Başbakanlık koltuğuna oturtuldu. Beşir Atalay gibi simge isimlerden olan  Hayati Yazıcı da bu dönemde kabineden  uzaklaştırıldı.

2015 FATURASI

AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran 2015’in ardından seçim hükümetinden sonra da kapsamlı bir kabine değişikliği gündeme geldi. Seçmenin sandığa yansıyan tepkisinin yönlendirileceği isimler parti kurucusu olmalarına bile bakılmadan etkisizleştirildi.

Çözüm sürecinin sonuçsuz kalması ve AKP’nin bu süreçle ilgili eleştirilerin hedefi haline gelmesi krizini de Erdoğan, Dolmabahçe mutabakatında olan tüm bakanları uzaklaştırarak aşmaya çalıştı.

BİLDİĞİ YERDEN AÇTI

Her zaman tek karar vericinin Erdoğan olduğunun tartışmasız kabulüne karşın kadrolar cezalandırılarak, uzaklaştırılarak yol alındı. Erdoğan şimdi de seçmenden en büyük tokadı yediği 2024 yerel seçimleri sonrası aynı yönteme başvurarak “Onlar yanlış yaptı, hızımızı kesti, ben onlardan kurtulursam yine yaparım” söylemiyle seçmeni ikna etme peşinde. Ancak geride kalan 23 yılın sonunda bilinen ve genel kabul gören gerçek şu: AKP kadro değil, Erdoğan demek, o ne isterse o yapılır, isimler gelir gider, onun isteği dışında o partide, hükümette yaprak kıpırdamaz…

                                                             /././

AKP artık cazip bir adres değil -Nurcan Bilge Gökdemir-

Siyasete 51 milletvekili transferiyle başlayan AKP, en zayıf döneminde yine transferlerle güçlü görünme çabasında. Şimdilik iki vekille yetinmek zorunda kaldı. AKP artık siyaset profesyonellerinin cazip adresi değil.

Türkiye siyasetinde bazen Hazine yardımından yararlanmak, bazen yeniden seçilme olanağı elde etmek, bazen iktidar olanaklarından yararlanmak ya da TBMM’de grup kurmak gibi birçok gerekçe ile milletvekili transferlerine sıklıkla tanıklık edilir. Tümünün gerekçesi farklı görünmekle birlikte, maddi ya da manevi güç devşirmek, gittiği yere güç katmak, gelinen adresin de güçlü görünmeyi sağlama arayışı temel motivasyon olarak ortaya çıkar. Ama gerekçe ne olursa olsun ya da nasıl sunulursa sunulsun toplumun değerlerine çok uygun olmayan bu tercih, siyasetçilerin ya da partilerin karnesine olumsuz bir niteleme düşmesine neden olur.  “Hizmet, fedakarlık, halkın yararı…” gibi parlak sözlere karşın her zaman “Ne vadedildi, ne aldı, ne alacak?” sorularının yanıtı aranır. Sadece ayrıldıkları yerlerin sevilmeyeni değil gittikleri yerlerin de güvenilmezi olarak konumlandırılırlar. İstisnai örnekleri olmakla birlikte çoğunun siyasi yaşamının sürekliliğinin olduğu da pek görülmez.

Siyasette “transfer” denildiğinde akla gelen en çarpıcı örnek Güneş Motel ya da diğer adıyla 11’ler Olayı…  1977 seçimlerinden sonra 11 Adalet Partili milletvekilinin “bakanlık” vaadi ile partilerinden istifa ederek Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılması ve Bülent Ecevit’in hükümet kurmasını sağlamaları olarak bilinir. Siyasetin ayıplı sayfalarından biri olarak anılan bu olayın sonu da bu ayıp nitelemesini doğrular nitelikte gelişti, kendi partilerinin yolunu keserek rakip partiye yol açanlardan bazıları yolsuzlukla suçlandı, yargılandı…

İLKESİZLİĞİN SİMGELERİ

Bir daha bu büyüklükte ve sarsıcı sonuçlar yaratan bir olay yaşanmadı ancak her dönem vekil transferleri gündeme geldi. Geçiş hızı dolayısıyla “Fırıldak” olarak isimlendirilen bir siyasetçi de Güneş Motel olayı kadar ilkesiz siyasetin simgelerinden biri oldu. Sonu bir otel odasında intiharla sonuçlanan bu isim önce DSP’den 20. Dönemde milletvekili seçildi, takibinde güçlük yaşanacak kadar hızlı transferlerin aktörü olarak siyasi etik tartışmalarına neden oldu. Bazıları günlerle ölçülen sürelerle değişen siyasi parti tercihleri ile iki yıl içinde altı kez parti değiştirdi.  Bu ismin süratine yetişebilen olmadı ama siyasi yelpazenin bir ucundan bir ucuna savrulanlar, parlamentoya girip milletvekili yeminini ettikten hemen sonra seçildiği partinin siyaseten en uzağındaki partiye geçenler gibi sayısız örneğe tanıklık edildi.

PRAGMATİZMİN ZİRVESİ

Münferit birkaç katılım dışında bu transferler hemen her zaman güç gösterisinin bir yöntemi oldu. AKP de siyasetin bu tartışmalı ya da genel olarak çoğu zaman kabul görmeyen, eleştirilen bu yöntemine pragmatist karakterinin gerektirdiği şekilde yaklaştı. AKP siyasetin güç kazanma aracı olduğunda katılımlara kolaylıkla yol verdi, zarar göreceğini hissettiğinde de engellemek için yasal düzenleme yapmak dahil her yola başvurdu. İçinden iki partinin çıktığı süreçte milletvekili transferini zorlaştırıcı değişiklikler gündeme getirildi. CHP’nin iktidar karşısında güçlü bir alternatif yaratmak için öncülük ettiği ittifak oluşumları AKP’yi en fazla kızdıran siyasi hareketlilik oldu. AKP içinden yeni partilerin çıkması, bunların CHP ile ortak hareket etmesi gibi iktidar açısından tehdit oluşturucu hareketler ortaya çıktığında dönemin AKP TBMM Grup Başkanvekili Naci Bostancı bu hazırlığı ağır ifadeler de kullanarak kamuoyuna duyurdu. Bostancı, sosyal medya hesabından şu tweeti paylaştı:

“Milletvekillerinin temsil ettiği siyasi iradenin çeşitli oyunlarla ahlaka, demokrasiye aykırı şekilde değiştirilmesine, pazara çıkartılmasına imkan vermeyecek bir hukuki çalışmayı MHP ile birlikte yürütmekteyiz. Tekemmül ettiğinde diğer partiler ve kamuoyu ile paylaşacağız.”

YİNE TRANSFERİN İPİNE SARILDILAR

O dönemde “Ahlaka aykırı, antidemokratik, pazara çıkma…” gibi nitelemelerle tepki gösterilen milletvekili transferlerinin aslında AKP’nin siyasi yolculuğunun en önemli kilometre taşı olduğunu hatırlayanlar bilir. AKP en fazla milletvekili transferi yapan, 2001’de siyasette bu yolla görünmeyi başaran bir parti. 2001 yılında kurulduğunda DYP ve ANAP’tan 51 milletvekilini partisine katarak TBMM’de grup kuran, her güç kaybettiğinde de yine bu yönteme başvuran bir parti.

Bugüne kadar AKP’ye katılan çoğu isim için “Bir kenarda unutuldular” demek abartı olmaz. İstisnai durumlar da yaşanmadı değil TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş gibi bir isim TBMM Başkanlığı ile onurlandırıldı, Süleyman Soylu’ya sonu başladığı gibi gelmese de uzun süre kabinede İçişleri Bakanlığı gibi etkili bir görev verildi.

ARTIK ÇOK KOLAY DEĞİL

2001’de yola çıkarken bir anda 51 milletvekilini partisine katabilen AKP’nin şimdi büyük beklentilere karşın iki milletvekili ile yetinmek zorunda kalması da üzerinde düşünülmesi gereken siyasal bir gerçek.  Esas büyük transferlerin Ekim ayında yapılacağı yönünde bir propaganda pompalanıyor ama AKP’nin artık profesyonel siyasetçiler için çok cazip bir adres olmadığı da gerçek. Üstelik de başka partilerin inayetiyle seçilme şansı elde eden, çözülme sürecinde olan, bir genel seçimde bulundukları yerlerde yeniden seçilme şansını yakalayamayacak onlarca milletvekili bulunmasına karşın AKP artık koşa koşa kapısı çalınacak bir parti görünümü vermiyor.

                                                                /././

Nükleer silaha gerek kalmadı -Özgür Gürbüz-

Amacım ukalalık yapmak değil, öyle anlaşılırsa peşinen özür dilerim ama bunları yazmak zorundayım…

Akkuyu Nükleer Santralı yapılırsa Güney Kıbrıs’taki füzelerin menzilinde kalacağı haberini sanırım 1997 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışırken yapmıştım. Nükleer enerjiyi savunanalar bunu bir fantezi olarak değerlendirmiş, ciddiye almamıştı. 2004 Kasım ayında, Elektrik Mühendisleri Odası’nın Elektrik Mühendisliği dergisine yazdığım, “Nükleer Lobi Kapıda, Sakın Açma” başlıklı yazımda ise nükleer kaza riskine dikkat çekerek, özellikle Japonya’da meydana gelen kazaları sıralamıştım. Şu cümleyi de ekleyerek: “Bırakın Çernobil’i, en modern teknoloji ve standartların eksik olmadığı Japonya’da bile kazaların ardı arkası gelmemektedir.” Nükleeri savunanlar ise bir daha Çernobil olmaz masalını anlatmaya devam etti. Yedi yıl sonra Fukuşima kazası meydana geldi. Çernobil’de bir reaktörün kalbinde erime olmuştu, Fukuşima’da üç reaktörde birden oldu.

∗∗∗

Nükleer karşıtlarının nükleer enerji meselesine nükleeri savunanlardan çok daha fazla hakim olduğunu gösterecek daha çok örnek var. Rusya Ukrayna savaşı Zaporijya Nükleer Santralı’nı tehdit etmeden önce de defalarca nükleer santralların savaş ve terör saldırılarının hedefi olabileceğini yazmış, söylemiştik. Dört gün önce Zaporijya Santralı’ndaki soğutma kulelerinin birinden yükselen kara duman, tüm dünyanın gözlerini tekrar nükleer tehlikeye çevirdi. Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) santralda inceleme yapan heyeti, ilk raporunda lastik yakılması ve drone saldırısı iddialarını desteleyen bir bulguya rastlamadıklarını söylese de soğutma kulesinde hasar olduğunu ve bunun orta kısımlarda olduğunu doğruluyor.

Bildiğiniz gibi santraldaki ilk çatışma bu değil. Santrala giden ve soğutma sistemlerinin çalışması için hayati öneme sahip elektrik hatları da birkaç kez hedef alınmış ve devre dışı kalmıştı. O saldırılardan sonra santraldaki altı reaktör de durdurulmuştu. Yine de tehlike geçmiş değil çünkü santral sahasında kullanılmış nükleer yakıtlar var. Yakıtlar reaktörlerden çıkarılsa bile soğutulmaları için 10-15 yıl su dolu havuzlarda bekletilmeleri ve sürekli soğuk su pompalanması gerekiyor.

∗∗∗

Nükleer tehlike Zaporijya ile sınırlı değil. Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine yaptığı saldırı, çatışmaların yaklaşık 50 km uzağındaki Kursk Nükleer Santralı’nı da tehdit ediyor. Rusya’nın Kursk Santralı’nda iki çalışır durumda reaktör var, iki yeni reaktörün yapımı da sürüyor. Bir tanesi bu yılın başında kapatılan iki reaktöre ait kullanılmış nükleer yakıtların sahada olma olasılığı da çok yüksek. UAEA, 9 Ağustos’ta Kursk Nükleer Santralı konusunda da tarafları uyaran bir mesaj yayımlamıştı.

Nükleer santralların savaşta hedef olduğu ve olacağı Rusya-Ukrayna savaşı ile iyice netleşti. Amacınız tarihin en alçak suçlarından birini işlemekse artık nükleer silaha ihtiyacınız yok. Türkiye’de nükleer santral isteyenlerin önemli bir bölümünün, nükleer santralı nükleer silahla karıştırdığını veya silah üretmek için nükleer santral istediğini gösteren araştırmalar var. Bu isteğin milliyetçi muhafazakâr cephe tarafından söze döküldüğünü de sokakta veya sosyal medyada biraz dolaşsanız görebiliyorsunuz. Bu kitle, Türkiye’nin nükleer silah yapmayacağına dair uluslararası anlaşmalara imza attığını veya Rusya’nın Akkuyu’daki santralından silah üretmek için hem Rusya hem de Türkiye’nin tüm dünyayı karşına alması gerektiğini bilmiyor. Nükleer silah üretmek için nükleer santrala sahip olmanın şart olmadığını da.

∗∗∗

Türkiye’de bazı kesimlerin inanışının aksine, hedef olma riski nedeniyle nükleer santrallar artık bir ülkeyi güvenlik açısından da daha zayıf yapan bir unsur haline geldi. Bir nükleer santralın, nükleer silaha sahip olmayan başka ülkeler tarafından hedef alınabileceğini, Rusya ve Ukrayna’daki son gelişmeler bir kez daha ama hiç olmadığı kadar net biçimde herkese gösterdi. Yurtta barış, dünyada barış ilkesinden uzaklaşmış bir Türkiye için nükleer santral yapmak artık ateşle oynamaya benziyor. Bu uyarım, benzer hayallerle kandırılmış ve nükleer santral satılmış İran ve Mısır için de geçerli. Son olarak, nükleer santralın tüpgaz gibi patlamadığını da hatırlatalım.

                                                                /././

Ay, ne korktuk ne korktuk(!) -Zafer Arapkirli-

Dilruba, sokakta kendisine uzatılan mikrofona aslında hepimizin içinden geçenleri söyledi. Hile ve hud’a ile değiştirdiğiniz rejimin özünü "tam da 12’den vuran" birkaç cümle ile, on milyonlarca insana tercüman oldu.

Bundan 23 sene önce, bugün dilinizden düşmeyen bir tabirle hep kulaklarını çınlattığınız "dış güçler"in açık ve utanmazca desteği, içerideki libişko ve liboşkoların "Niyet okumayın" ve "Adamlar değişti şekerim. Gömlek değiştirdiler. Bunlar radikal-şeriatçılar değil, siyasal islam bunlar. Tatliş şeyler aslında" gibilerden taşıdıkları sularla değirmeni döndürmeye başlamışlardı.

Bugün bir okul yönetiminin "Hiçbir öğrenci okula başı açık gelmeyecek" buyruğu ile uyanmışlar mıdır bilemem, bu işbirlikçiler.  Gelir gelmez kolları sıvayıp önce laiklik adına ülkede ne varsa silindirle üzerinden geçmeye başlayıp, özgürlükler anlamında ne varsa dibine dinamit koyup topyekûn bir tahrip harekâtına giriştiler. 2009-10 yıllarına gelindiğinde, bugün bile irtibatlarını kesmedikleri ve "hasım rolü" oynadıkları Feto’cu hain çete ile kolkola, ülkenin bütün vatansever, Cumhuriyet ve ATATÜRK Devrimleri yandaşı-savunucusu güçleri "enterne ve elimine etmek" için kumpaslar kurdular.

O yıllarda bile, bizim "Libişko ve liboşkolar" bir yandan bu "tahrip harekatını" keyifle kenardan izlerken, bir yandan da "E ama baksanıza adamlar neler yapacakmış? Fatih Camii’ni bombalayacaklarmış. Fenerbahçe Stadı’nın üzerinde F-16’larla keşif yapmışlar. Darbe yapıp insanları statlara toplayacaklarmış" diye yılışık alkışları ile destek vermesine rağmen, sonradan kumpas olduğu ortaya çıktı bütün o davaların.  2013 Şanlı Haziran Direnişi’nde bile utanmadan boy gösteren o hain destekçi sürüsü, sıkıya gelince "İlk birkaç gün iyiydi de, sonradan yasadışı şeyler şey edince iş şeyden çıktı" diye lekelemeye kalktılar, bu toprakların yaşadığı en onurlu halk hareketlerinden birini.

Aradan geçen onca yıl boyunca, yani 2013’ten sonraki 11 yıl süresince ekonomiyi, eğitimi, adaleti, tarımı, çevreyi, dış politikayı, onarılması güç bir enkaz yığını haline getirip, özgürlükleri hunharca boğazlamaya devam ettiler ve bugün o enkazın üzerine çıkmış, "Yaş günü - yıldönümü" kutluyorlar milletin suratına bakmaya utanacakları yerde, kendilerince gururla! Ve bu kutlamalara eşlik eden havai fişekler misali, "giderayak" yeni salvolarla, akıllarınca halkı korkutmaya ve sindirmeye çalışıyorlar.  Gün geçmiyor ki, iktidar mahfillerinde ve onların çeperindeki çanak yalayıcılarla ilgili bir yolsuzluk, bir pislik, bir uğursuzluk haberine "erişim engeli" getirilmesin.  Gün geçmiyor ki, rejim karşıtı birinin, üstelik yasalar çerçevesinde en küçük bir eleştirisine dava açılmasın.

Gün geçmiyor ki, Basın İlan Kurumu ile, RTÜK ile, yandaş, yılışık, yalaka, kiralık medyalarındaki hedef göstericilerin ihbarı ile bir muhalif gazete, bir TV ve/veya oraların çalışanları baskı altına alınmak amacıyla savcılıklara ve karakollara davet edilmesin.

Güçsüzlüğün en bariz belirtisinin, yani "hot - zot" düzeyinin artması olduğu gerçeğini bir kez daha tarihi biçimde kanıtlarcasına, sopa sallamayı her geçen gün daha da abartıyor rejim.

Kafa kesme tehdidinde bulunanlar, ellerinde uzun menzilli silahlarla poz verip "muhalif avına çıkma" söylemlerinde bulunanları, "Listeler yaptık. Hepsini ezeriz. Ağaçların altına gömdüklerimizi çıkarttırmasınlar bize. Nefesimiz ensenizde" gibi faşist söylemlerle halka korku salmaya çalışanlar dışarıda cirit atarken, Dilruba gibilere yetiyor rejimin gücü.

Ülkede, geçen yıl Ekim ayından beri, hatta 2023 milletvekili seçimlerinin sonuçları açıklandığı andan itibaren, aleni bir hukuk darbesi yaşanırken, Hatay Milletvekili  Can Atalay, Anayasa’nın amir hükümlerine ve AYM kararlarına rağmen Silivri zindanında esir tutulurken, o darbeye destek rejimin tam kalbinden, Saray danışmanlarının ağzından seslendiriliyor. TBMM, çaresiz ve aciz biçimde bir üyelerinin esaretine karşı bir şey yapamıyor.  Ülkenin dört bir yanında, rejimin faşist karakterine tam da yaraşır bir şekilde, sokak hayvanları, ağaçlar, akarsular, yaşama dair her türlü güzellik alenen boğazlanırken, işsizlik dizboyu hale gelmişken, hayat pahalılığı artık insanları yoksulluktan açlığa, açlıktan ölüm çizgisine doğru acımasızca sürüklemeye devam ederken, muhalefet partileri abuk bir "iç didişme ve hesaplaşma süreci"nin içinde kaybolmuş görünüyorlar.

Fabrikadan tarlaya, okul kampüsünden çarşıya pazara kadar bir "direniş ateşinin ilk kıvılcımları" parlamaya başlamışken, müflis rejim milletvekili transferleri, belediye başkanı ayartmaları ile sözüm ona "yitirilmiş kan ihtiyacını" gidermenin hesabında.  Ama, Dilruba’nın savcılık ifadesinde ve sonradan zindandan yaptığı açıklamada olduğu gibi, bu halkı korkutmayı başaramayacaklarını hala anlayabilmiş değiller.

Elindeki sopayı utanmazca sallamayı sürdüren rejim, sonunun yaklaştığını da elbet anlayacak.

Korkmuyoruz sizden!

Çünkü artık, zincirlerimizden başka yitirecek bir şeyimiz kalmadı! O elinizdeki sopayı usulca yere bırakın ve çıkış kapısına doğru ilerleyin artık!

                                                               /././

                                           Birgün - GÜNDEM

Kontrolden çıkabilir: Acil eylem planı şart -Sibel Bahçetepe-

DSÖ’nün maymun çiçeği hastalığına ilişkin küresel acil durum ilan etmesinin ardından hekimler uyarıda bulundu: Sağlık Bakanlığı’nı hastalık ile ilgili gerekli izlem ve önleme çalışmalarını yapmaya, elde ettikleri bulguları şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşmaya davet ediyoruz.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Afrika'da yayılmaya başlayan maymun çiçeği (Mpox) virüsü salgıı nedeniyle ‘‘acil durum’’ ilan etmesinin ardından "yeni bir salgın mı başlıyor?" endişeleri de beraberinde geldi. Sağlık Bakanlığı, vaka olmadığını ve herhangi bir kısıtlama veya ek tedbir ihtiyacının olmadığını açıkladı. Enfeksiyon ve halk sağlığı uzmanları, hastalığın kontrolden çıkabileceğini belirterek "Tedbir alınmalı. Sağlık Bakanlığı acil eylem planı oluşturmalı" dedi.

YAKIN TEMASLA BULAŞIR

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, maymun çiçeği (Mpox) hastalığının insandan insana çok yakın temasla bulaştığını söyledi. Şenol, hastalığın bulaş yollarına ilişkin şu bilgileri verdi:

‘‘Covid’den farklı olarak hava yoluyla bulaşmıyor. Hastalık cinsel yolla cilt teması ile bulaşıyor. Sonra yayılımı hızlanıyor, bunda da seks işçilerinin rolünün olduğu düşünülüyor. Yakın temasla, damlacık ve salgılarımız yoluyla yani dokunma ve öpüşme, ortak kullanılan eşyalarla bulaştığı düşünülüyor. Bazı dövme salonlarından da bulaşabilir. Hijyene dikkat etmeyen yani cilde değen ve dokunan şeylerle bulaştığını gösteriyor.’

Hastalıkta kullanılan aşıya dikkat çeken Prof. Şenol, ‘‘Çiçek için hazırlanan aşının formu değiştiriliyor ve maymun çiçeği hastalığında kullanılıyor. Aşının üç versiyonu var. Biri DSÖ'nün en çok önerisini alan aşısı, en çok da o uygulanıyor’’ dedi. Risk gruplarının aşılanmasının çok önemli olduğunu belirten Şenol, özetle şunları söyledi: ‘‘Temas etmiş ya da temas etme riski olanlar aşılanıyor. Kritik eşiğe gelinirse hastalık daha çok bulaşabilir, daha çok bulaşırsa daha ölümcül olur. O bölgeye gidecek askeri birlikler, mpox olabilecek insanlarla ilişki kurmuş ve temas etmiş kişiler, sağlık çalışanları öncelikli risk grubu. Hastalığın kuluçka süreci 2-4 hafta. Bu durum kontrolü güçleştiriyor. O dönemde hastalık yayılabilir. Tedavisinde işe yarayacağını bazı şeyler olduğunu düşünüyoruz ama doğrudan bir tedavisi var diyemiyoruz. Eğer ölümcül seyretmezse kabarcıklar kendiliğinden geçer. Bu virüs, kalp kasının tutabilir, döküntülerin üzerine ikincil bakteri enfeksiyon eklenebilir, sepsise yol açarak ölümcül olabilir.’’

FARKINDALIK YOK

Sahada farkındalılık olmadığını söyleyen Prof. Şenol ‘‘Uyuz sandığımız vakaların bir kısmı ya da cinsel yolla bulaşan hastalık sandığımız vakalar maymun çiçeği olabilir. Her zaman tipik bulgularla hastalığın gelmediğiniz de biliyoruz. Sağlık Bakanlığı acil eylem planı oluşturmalı. Afrika'ya gidecek uçuşlar için maske önerisi, personelin bilgilendirilmesi, orada çalışanlar ile sağlıkçıların bilgilendirilmesi, 1. ve 3. basamak arasında iyi bir köprü kurulup tüm kamu sağlık kurumlarının bilgilendirilmesi, aktif taramaya geçilmesi ve aşı tedariğinin yapılması önemli. Hastalığın görülmediği olmayacağı anlamına gelmez. Önleme yoluna gidilmezse, fırtına geldiğinde kaçacak yer bulmak güç olabilir’’ dedi. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz da sosyal medya hesabından özetle şu açıklamaları yaptı: ‘‘2022'de tüm dünyayı etkileyen Mpox salgınında hem Türkiye'de, hem de dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde olgular görüldü, şu ana kadar dünya genelinde yüz bine yakın olgu tanımlandı. Türkiye’de saptanmış kesin olgu sayısını bilmiyoruz ama CDC sitesinde 12 olarak görülüyor. Salgın şu anda büyük oranda kontrol altında. Yeni Mpox salgınına yol açan soy 1b biraz daha hızlı bulaşıyor, biraz da daha ölümcül olabilir, biraz daha fazla kişiyi etkileyebilir, önlemlerinizi alın diye acil durum ilan edildi.’’

Türk Tabipleri Birliği de özetle şunlara yer verdi: ‘‘Gerek dünya gerekse ülkemiz sağlık otoriteleri hastalıkla ilgili gerekli izlem ve önleme çalışmalarını gerçekleştirmemiş durumda. Bu nedenle sorunun boyutları konusunda yeterli bilgiden mahrumuz. Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşları, Mpox salgını ile ilgili gerekli izlem ve önleme çalışmalarını yapmaya, tanı olanaklarını geliştirmeye, elde ettikleri bulguları hızlı ve şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşmaya davet ediyoruz.’’

BU BELİRTİLERLE ORTAYA ÇIKIYOR

• Vücutta içi sıvı dolu kabarcıkar, kabuklar

• Ciltte kızarıklıklar

• Yüzde, ağız içinde ve genital bölgede kızarıklıklar

• Halsizlik

• Eklem ağrıları

• Gözde kızarıklık

• Şiddetli baş ağrısı

ÖNLEM ALINMALI

CHP Genel Başkan Yardımcısı Zeliha Aksaz Şahbaz, DSÖ’nün maymun çiçeği virüsünün yeni varyantının 13 ülkede hızla yayıldığını, toplamda 14 bin vaka ve 524 ölüm bildirdiğini duyurduğunu anımsatarak "Ancak, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun, virüsün Afrika’dan dünyaya yayıldığını ve Türkiye’de şu an için herhangi bir alarm durumunun söz konusu olmadığını belirtmesi, doğal olarak endişeleri artırmaktadır. Sayın Bakan, önceki Sağlık Bakanının Covid-19 sürecinde yaptığı açıklamaları unutmuş olabilir. O dönemde de ‘herhangi bir alarm durumumuz yok’ denmişti, sonuç olarak ülkemiz büyük bir sağlık krizine girmişti" dedi. CHP Bursa milletvekili, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala ise Sağlık Bakanı Memişoğlu’na "Maymun çiçeği hastalığı ile ilgili acil eylem planı nedir?" diye sordu.

                                                                  ***

Avrasya Tüneli'ne büyük zam

Avrasya Tüneli'ne yüzde 40 zam yapıldı. Tünelin tek yön geçiş ücretleri gündüz tarifesinde otomobiller için 112 liradan 156 liraya yükseldi. Minibüs geçişi 168 liradan 234 liraya çıktı. Motorsiklet ücreti ise 43,7 liradan 60,8 liraya yükseldi. Zam kararını Avrasya Tüneli İşletme İnşaat ve Yatırım A.Ş. (ATAŞ) internet sitesinden duyurdu.(https://www.birgun.net/haber/avrasya-tuneli-ne-buyuk-zam-552506)

                                                                    ***

Tasarrufun adı, israfın tadı var -Havva Gümüşkaya-

Asgari ücret ve emekli aylıkları zammına ‘kaynak yok’ diyerek milyonları yoksulluğa mahkûm eden iktidar, harcama alışkanlıklarını değiştirmedi. Tasarruf genelgesinde öne çıkan maddelerin ödenekleri suyunu çekti.

Asgari ücret ve emekli aylıkları zammına ‘kaynak yok’ diyerek milyonları yoksulluğa mahkûm eden iktidar, harcama alışkanlıklarında değişim yapmadı.

Merkezi yönetim bütçesi temmuz ayında 97 milyar TL açık verdi. Temmuz ayı bütçe giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 81,6 oranında arttı.

Kırtasiye, yayın, baskı ve büro malzemesi alımları için mayıs ayının ardından yılın en yüksek tutar harcandı. Tasarruf tedbirleri kapsamında harcamaların kontrol altına alınacağı iddia edilen ve 2023 Temmuz ayında 500 milyon 949 bin TL gider kaydedilen bu kalemde, 2024 Temmuz ayında 1 milyar 381 milyon TL tutarında gider yazıldı. En yüksek harcamalarda ise ilk üç sırayı 870,8 milyon TL ile baskı ve ciltleme gideri, 371,9 milyon lira ile kırtasiye alımı, 76,1 milyon lira ile büro malzemesi alımı oluşturdu.

Kırtasiye, yayın, baskı ve büro malzemesi alımları için 2023 Ocak- Temmuz döneminde harcanan tutar yüzde 73,4 oranında artarak 6 milyar 699 milyon liraya çıktı.

Tasarruf genelgesinde öne çıkan ve zorunlu haller dışında kullanılmayacağı belirtilen temsil ve tanıtma ödeneğinin yüzde 87’si Ocak-Temmuz döneminde harcandı. Başlangıç ödeneği 1 milyar 853 milyon TL olan temsil ve tanıtma giderleri kaleminden Ocak-Temmuz döneminde 1 milyar 610 milyon TL harcandı. 2023 Temmuz ayında 43 milyon 615 bin TL olan temsil ve tanıtma giderleri kalemindeki harcama tutarında 5 kat artış yaşandı. Bu kalemde 2024 Temmuz ayında 234 milyon 999 bin lira tutarında para harcandı. Harcamanın 57 milyon TL’si temsil, tanıtma ve ağırlama gideri, 177,9 milyon lirası da toplantı ve organizasyon gideri olarak kaydedildi.

TAŞIT KİRALARI DEVAM

Kamunun israf harcamaları arasında işaret edilen kiralama işlemlerinin de tasarruf genelgesine rağmen devam ettiği ortaya çıktı. Başta lüks makam araçlarında olmak üzere kamuda hemen her alanda “kiracılık” anlayışını hâkim kılan iktidar, Ocak-Temmuz döneminde toplamda 4 milyar 750 milyon TL’yi araç, hava taşıtı ve yüzer taşıt kiralamasına harcadı. Geçen yılın aynı döneminde bu tutar 3 milyar 86 milyon liraydı.

Sadece Temmuz ayında 733,9 milyon hava taşıtı kirasına, 367,9 milyon taşıt kirasına ve 925 bin TL ise yüzer taşıt kirasına harcandı.

Cumhurbaşkanı tarafından kullanılan ve hesabı sorulamayan “örtülü ödenek” olarak isimlendirilen Gizli Hizmet Giderleri kaleminden yapılan harcamaların tutarı ocak-temmuz döneminde 6 milyar 384 milyon TL oldu. Böylece 2 milyar 853 milyon TL harcanan 2023 Ocak-Temmuz dönemine göre bu kalemde iki katından fazla harcama yapıldı.

7 AYLIK AÇIK 844 MİLYAR TL

Ocak-temmuz döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 5 trilyon 406,3 milyar TL, bütçe gelirleri 4 trilyon 562,3 milyar TL ve bütçe açığı 844 milyar TL oldu. Faiz dışı bütçe giderleri 4 trilyon 739,3 milyar TL ve faiz dışı açık ise 177 milyar TL olarak gerçekleşti. Ocak-temmuz dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 86,4 oranında artarak 3 trilyon 825 milyar 106 milyon TL oldu.

                                                             ***

Üniversitede gelecek görmediler: 878 bin öğrenci okulu bıraktı -Mustafa Kömüş-

YKS sonucu 987 bin kişi yükseköğretime giriş hakkı kazansa da gençler üniversitede gelecek görmüyor. YÖKAK verilerine göre son 3 yılda 878 bin 909 öğrenci çeşitli nedenlerle üniversite eğitimini yarıda bıraktı.(ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ ZİRVEDE) Bazı üniversitelerden geçen yıl ayrılan öğrencilerin sayıları şöyle: *Ege Üniversitesi: 1432 *Dokuz Eylül: 1981 *Adıyaman Üniversitesi: 4040 *Akdeniz Üniversitesi: 4022 *Ankara Üniversitesi: 1569 *Atatürk Üniversitesi: 12276 *Uludağ Üniversitesi: 4918 *Erciyes Üniversitesi: 2388 *Gazi Üniversitesi: 2194 *İstanbul Üniversitesi: 3261 *Kütahya Dumlupınar Üniversitesi: 2429 (https://www.birgun.net/haber/universitede-gelecek-gormediler-878-bin-ogrenci-okulu-birakti-552420)

                                                                   ***

Ülke onlar için çok ‘huzurlu’ -Mustafa Bildircin-

AKP’li isimlerin yönetiminde yer aldığı TK Kooperatifleri iştiraki Bereket Sigorta’da huzur hakkı bir kez daha zamlandı. Çift koltuklu bürokratların olduğu şirkette huzur hakkı ücretleri, 25 bin TL’ye çıkarıldı.

Türkiye’de giderek derinleşen ve milyonlarca yurttaşı yoksulluğa mahkum eden kriz, kamuda birden fazla koltuğu bulunan isimleri yine teğet geçti. Emeklileri ve işçileri açlık sınırının altında ücrete mahkum eden politikalar, “İktidarın çiftliği haline getirildiği” gerekçesiyle eleştirilen kamu kurum ve kuruluşlarında koltuk kapanlar için adeta 360 derece değiştirildi. Tarım Kredi Kooperatifleri iştiraki Bereket Sigorta’nın 26 Nisan’da gerçekleştirdiği olağan genel kurul toplantısında alınan kararlar da “muslukların iktidara yakın kamu çalışanları için açıldığını" ortaya koydu.

25 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirilen Bereket Sigorta Anonim Şirketi Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda şirketin 2023 yılına yönelik faaliyet raporu okundu. Ardından ise mevcut Yönetim Kurulu Üyeleri ibra edildi. Toplantının yedi numaralı gündem maddesine ise “Yönetim Kurulu Üyelik Ücretlerinin Belirlenmesi” yazıldı.

‘HUZUR’A ZAM

Yapılan görüşmelerin ardından, 2022 yılında 12 bin TL, 2023 yılında ise 18 bin TL olan üyelik ücretine zam yapılması kararlaştırıldı. Şirketin yönetim kuruluna belirlenen isimler ise Temel Tayyar Yeşil, Erol Göncü, Faruk Gökçen, Rüveyda Çiftçi ve Enes Baki Yener oldu. Çiftçi ve Baki’nin, “Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi” olarak şirket yönetiminde yer alacağı belirtildi. Oy çokluğu ile yönetime seçilen isimlerin 2024 yılında aylık 25 bin TL ücret alacağı kaydedildi.

Şirketin yönetim kurulu da dikkati çekici isimlerden oluştu. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Rüveyda Çiftçi’nin aynı zamanda Gençlik ve Spor Bakanlığı Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü Dairesi Başkanı, Faruk Gökçek’in ise Emeklilik Gözetim Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi olduğu öğrenildi.

ÇARPICI ARTIŞ

Bereket Sigorta A.Ş’nin yönetim kurulu üyelik ücretlerinde yıllar itibarıyla çarpıcı artış yaşandı. Şirkette 2018 yılında 3 bin 500 TL olan yönetim kurulu üye ücretinde yıllara göre yaşanan artış şöyle: *4 bin 500  * 6 bin * 12 bin * 12 bin * 18 bin * 25 bin

                                                                 ***

1 salon, 6 ihale, 4 kat maliyet -Mustafa Bildircin-

Kamil Ocak Spor Salonu’nun yerine yapılacak salon, kaynakların nasıl harcandığına ayna tuttu. 6 farklı ihale düzenlense de tamamlanamayan salonun maliyeti 4 kat arttı.(https://www.birgun.net/haber/1-salon-6-ihale-4-kat-maliyet-552437)

                                                                         ***

Eskişehir halkı maden projesini protesto etti: Cengiz’in bürokratı AKP’nin adayı -Gökay Başcan-

Cengiz’in siyanür projesinin ÇED toplantısına yurttaşların protestosu damga vurdu. Yurttaşları provokasyonla suçlayan il müdürünün ise seçimlerde AKP adaylığıyla anıldığı ve ilçe yönetim toplantısına katıldığı ortaya çıktı. Şirketin savunuculuğunu yapan Çelik, “Provokatif eylemlere, galeyana gelmeyelim” dedi. Yurttaşlar provokatif eylemlerde bulunmakla suçlayan İl Müdürü Çelik’in yerel seçim döneminde AKP’nin Odunpazarı Belediyesi adayı olarak anketlerde adı geçiyordu. Seçim döneminde adaylığı hakkında sık sık haber yapılan Hikmet’in ayrıca, AKP Odunpazarı İlçe Yönetim Kurulu toplantısına katılarak bölgedeki proje ve planlara dair ‘bilgi’ verdiği ortaya çıktı.(https://www.birgun.net/haber/eskisehir-halki-maden-projesini-protesto-etti-cengizin-burokrati-akpnin-adayi-552449)

                                                                    ***

Zeytin de dalında kalacak!

Ürettiği ürünü maliyetin altında satmak zorunda kalan çiftçi eylemleri gündemdeki yerini koruyor. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi, CHP Manisa Milletvekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu domateste yaşanan krizin gerekli önemler alınmazsa önümüzdeki ay sezonu başlayacak olan zeytinyağında da yaşanacağına dikkat çekti.

İhracat engeli kalkmazsa sezona zaten stokla giren üreticilerin elinde bulunan yağlarla birlikte fiyatların üreticiler için oldukça düşeceğini vurgulayan Bakırlıoğlu “İktidar kendi yarattığı enflasyonist ortamdaki zeytinyağı fiyatlarını dengelemek için ihracat yasağına sarıldı ama yasağa rağmen raflardaki yağ fiyatlarında düşüş olmadı. Ama üreticilerimiz dış pazardaki müşterilerinden oldu. Yanlış uygulanan politikalar yüzünden hem üretici hem de yurttaş mağdur edildi” ifadelerini kullandı.

HER YANLIŞ YENİ BİR YÜK

Aynı hataların domates, kavun ve hububat ürünlerinde de yaşandığına işaret eden Bakırlıoğlu, “İktidar yarattığı ekonomik krizin çözümünü, üreticilerimizin ihracatına kota koyarak arıyor. Attıkları her yanlış adım üreticimizin sırtına yeni bir yük olarak dönüyor” dedi.

Domateste alınan ihracat kotası kararı nedeniyle, üreticiler ürünlerini toplamayıp tarlalarını sürdüğünü hatırlatan, “Üreticilerimiz bu pazarı şu anda Hindistan’a kaptırdı. İktidar iç piyasadaki fiyatları baskılamak adına aldığı bu ihracat yasağı kararını sürdürmeye devam ederse aynı senaryo önümüzdeki ay zeytinyağında da yaşanacak. Geçen dönemde yapılan kısıtlamalardan sonra ihracatımızda yüzde 70 bir azalma yaşandı. Üreticilerimiz dış pazardaki müşterilerini kaybetmeye başladı. 9-10 avroya satılacak zeytinyağı, stokta kaldı. İktidarı uyarıyoruz, domatesteki uyarılarımızı dikkate almadınız. Üreticilerimiz domatesini tarlada bıraktı” diye konuştu.

YASAĞI KALDIRIN

“Şimdi zeytinyağında aynı sürece doğru sürükleniyoruz” diyen Bakırlıoğlu, “Bu sene zeytin sezonunun verimli geçeceği öngörülüyor. Yasağı hemen kaldırın ve üreticilerimizi elinde stokla sezona girmeye mecbur bırakmayın. Yoksa bu girdi ve toplama maliyetleriyle zeytin de dalında kalacak” ifadelerini kullandı.

(BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder