16 Ağustos 2024 Cuma

Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" +Acının dindiği yer - 16 Ağustos 2024 -

Halkımız -Ahmet Yaşaroğlu-

Son günlerde gerçeğin peşindeki basına TV kanallarına yansıyan gelişmelerden bazıları şöyle: Eskişehir’in Tepebaşı ve Mihalgazi ilçelerine bağlı, doğal bakımdan oldukça zengin Alpagut ve Atalan Mahallelerine yapılması planlanan “Alpagut-Atalan Altın-Gümüş Maden Ocağı ve Zenginleştirme Tesisi”ne karşı eylemler yapıldı. Bundan yaklaşık beş yıl önce Eskişehir Tepebaşı Alpu Kömürlü Termik Santralinin yapımını durduklarını hatırlatan yurttaşlar, bu madenin yapılmasına da izin vermeyeceklerini belirttiler… Diyarbakır Kulp’taki Hasandin Yaylası’na yapılmak istenen maden projesine karşı yöre halkı “Hasandin’in İliç olmasına izin vermeyiz” diyerek ayağa kalktı. Hayvancılık, arıcılık ve ipek böcekçiliği için büyük önem taşıyan yaylada maden açılması, 12 köyü ve onlarca mezrayı olumsuz etkileyecek. Kullanılacak kimyasallar tüm bölgeyi zehirleyecek…. Fethiye Söğütlü köyünün tek su kaynağı olan Akçay’ın yönü, Akfen Holdinge ait hidroelektrik santrali (HES) için değiştirildi. Şirket yetkilisi, itiraz eden köylülere ‘Ellerinize kelepçe vurduracağım’ dedikten sonra jandarma devreye girdi. Darbedilen köylülerden 7’si ters kelepçeyle gözaltına alındı. Köylü kadınlar “Herkes o zenginlerin arkasında” diye isyan etti. Halkın mücadelesini yansıtan bu türden daha onlarca haber var.

Diğer taraftan işçi mücadeleleri ise mevzi olarak sürüyor. Şu anda ona yakın fabrikada grev var. Artan hayat pahalılığına, bindirilen zam ve vergilere karşın ücretlerine zam alamayan işçiler, Eskişehir Harp-İş’li işçilerin uyarı eylemleri gibi eylemlerine yöneliyorlar. Emekliler oluşturdukları, buldukları her platformda iktidar tarafından içine itildikleri sefil yaşam koşullarına karşı protestolarını yükseltiyorlar. Küçük üreticiler pahalı üretim koşullarına karşın ürünlerinin üç kuruşa kapatılmak istenmesine karşı isyan halindeler. MEB’in 1.5 milyon çocuk ve genci korkunç bir emek sömürüsünün içine itmesi tepkiyle karşılanıyor ve pek çok aile çocuklarının vahşi sömürüye, ölüme itilmesine tepki gösteriyor. Öğretmenler hem kendi özlük hakları için, hem de laik demokratik eğitim için mücadele ediyorlar, alanlara çıkıyorlar. Küçümsenmeyecek bir kitle sokak hayvanlarının katledilmesine karşı protestolarını yükseltiyorlar, katliamları engellemeye çalışıyorlar.

Buraya oldukça eksikli olarak yansıtabildiğimiz bu tablo bize ne anlatıyor? ilk olarak: İşçisi, köylüsü, küçük üreticisi, emeklisi, genci bütün halk kesimleri bir hareketlenme içerisinde. Yardımlarla geçinen nüfus sayısı 17 milyon civarında ve 300 bine yakın çocuk en temel gıda maddelerine ulaşamıyor. Toplumun içten içe kaynamasının fokurtusu artık daha bir görünür hale geliyor. Saray çevrelerinden sızan haberlere göre iktidarın tepesini bizde Bangladeş gibi olur muyuz korkusunun sardığı anlaşılıyor. Hatırlanacağı üzere Bangladeş halkı aşırı sömürü, yolsuzluk ve kayırmacılıkla ülkeyi yöneten diktatörü bir isyanla devirdi ve diktatör ülkeden kaçarak canını kurtarabildi. Kenya’da, Sudan’da olanlar ise daha taze duruyor.

İkinci olarak: Halkın harekete geçen kesimleri ayrımsız olarak Türk’üyle, Kürt’üyle tüm halkı kapsıyor ve sorunların ortaklığı mücadele yolunu tutmakta ortaklığı beraberinde getiriyor. Kürt halkının demokrasi, eşitlik, barış mücadelesi, bütün bir halkın Kürtlerin bu temel taleplerini de içeren politik haklar ve ekonomik kurtuluş mücadelesinde nesnel olarak birleşme eğilimi gösteriyor. Madem ki ülkeyi yönetenler kaderlerimizi bir taraftan böyle ortaklaştırırken, diğer taraftan “terörizmle, milliyetçilikle, düşmanlıkla” bizi ayrıştırmaya çalışıyorlar, o halde biz de hem ortak sorunlarımız üzerinde birleşebiliriz, hem de bizi ayrışmaya zorladıkları sorunlarımızı birlikte mücadele ederek demokrasi ve eşitlik içinde çözebiliriz” tutumunun gelişmesini ve egemen olmasını kim, daha ne kadar engelleyebilir? Bu engellenemez ve engellenemeyecektir. Halkımız üzerine düşeni her geçen gün genişleyen ve güçlenen bir biçimde yerine getirmeye çalışıyor.

Üçüncü olarak: Ülkeyi yöneten bir avuç sömürücü ve soyguncu asalak dışında her toplumsal kesimden işçi ve emekçinin mücadelesi her geçen gün böylesi ilerler ve gelişirken başta sendikalar olmak üzere, onların kitle örgütleri neden hâlâ bu mücadelenin en önünde yer almıyorlar? Onların gerek oyalama ile, gerekse doğrudan engelleme ile kurdukları bu barikatın bir biçimde aşılması gerekmiyor mu? Burada görev öncelikle öncü işçilerindir. Hareket bazı durumlarda aynı zamanda bir mıntıka temizliği yaparak ilerler. Ve bu ülkenin devrimcisi, solcusu, ilericisi işçi ve emekçi halkın emeklemekten ve hızla ayağa kalkmaya çalışan mücadelesine bugün hep birlikte azami desteği vermeyecekse, ne zaman verecek?

                                                                 /././

YKS, eğitim ve şehirler: Üniversitede resesyon, şehirde resesyon ve göç -Adnan Gümüş-

Türkiye, Ortadoğu, tüm dünya her geçen gün daha da yoğunlaşan iktisadi, siyasi, sosyal, insani gerilim ve çatışmalar döneminde bulunuyor. Ukrayna’nın bizzat Rusya topraklarına girmesi Baltık bölgesinde, ABD-AB-NATO ile Rusya ve Çin arasındaki mücadele ve çatışmanın yeni bir aşamasını oluşturuyor. İsrail üzerinden bölgedeki yayılmacılık zaten sürüyor. Arjantin ve Venezuela seçim sonrası daha derin bir iç ve dış çatışma durumuna geçmiş, Afrika’nın pek çok ülkesi öyle. Dahası artık nükleer tesislerde yangınlar, nükleer silahlar, biyolojik saldırılar konuşulur durumda.

Tüm bu yayılmacılık ve saldırganlığa rağmen ABD ve AB ekonomisi resesyona/eksiye düşmek üzere. Türkiye sanayi üretimi son yıl ciddi oranda gerilemiş durumda.

Bu gerilim ve çatışmalarla, bu resesyonlarla göç, YKS, üniversite yerleştirmeleri arasında ne bağ var, MEB’in YÖK’ün yaptıkları ile arada ne bağ var? İsrail ve ABD-NATO’nun, Rusya-Putin’in başına buyrukluğu ile Cumhurbaşkanının, AKP’nin, YÖK’ün MEB’in başına buyrukluğu, keyfiyeti otoriterliği arasında ne bağ var?

Bu keyfiyet, otoriterlik, resesyon, gerilim ve saldırganlıkların bir yapısı, bunları kolaylaştıran bataklıklar da var mı?

Ekonomi resesyonda da okul ve üniversite ne durumda?

MEB’İN, YÖK’ÜN KEYFİYETİ VE OTORİTERLİĞİ: HER AÇIKLAMA AKLİ VE BİLİMSEL YOL YÖNTEMDEN UZAK KEYFİ VE OTORİTER

MEB her gün yeni bir şey açıklıyor, artık o kadar keyfi hale geldi ki, daha içeriğine bakmadan açıklamanın kendisi büyük bir “keyfiyet” ve “otoriterlik” örneği oluşturuyor, uzun uzun araştırılması, pilot uygulaması gereken konular bakanlık kararı veya bir üst kararla emrediliyor. Daha en baştan eğitim, okul, akıl, bilim, toplum yok sayılıyor.

Dahası her okul ayrı bir sorun yumağı haline gelmiş, başörtüsü dayatması, giyim kuşam dayatması, yaşam biçimi dayatması, ders dayatması dinciliğin özünden, tarikatlar dinciler okul ve eğitimi mesken tutmuş, devleti ele geçirmiş, resmi güçle dincilik yapıyorlar.

Kalkıp ilkokulda sınav saatini kaldırdık, şu okula şu kadar kontenjan verdik, öğrencileri açık liseye ve MESEM’e yönlendirdik, mesleki öğretime okulla bir ilgisi olmayan ahiliği model saydık, okula imam hatibi model saydık… her gün bir karar var da kararın rasyonelliği, bilimselliği, güncelliği, demokratikliği, insaniliği hiç de önemli değil, resmi otoriter güç, ideolojik iktidar her şeye kadir sayıyor kendisini.

Gündem çok da bu hafta bir yandan göç istatistikleri bir yandan da YKS yerleştirme sonuçları açıklandı. Köşe sınırlı, aradaki bağlantıdan güne dair bir iki not düşmekle yetinelim.

YKS’DE, ÜNİVERSİTELERDE ALTI AYDAN DA UZUN GERİLEME, YÜKSEKÖĞRETİMDE RESESYON

Bir ekonomi altı ay süreyle gerileme içinde olursa resesyonda sayılıyor.

Ya kültür, sanat, toplum, insanlık ne halde?

Sözü uzatmadan sadece LGS ve YKS sürecine bakarsak, sınav sonuçlarına bakarsak yanıtlanabilen soru oranları maalesef iyi durumda değil, geçtiğimiz hafta ve yıllarda ara ara bunlara değindik. Bugün güncel yerleştirme sonuçlarından, okul türlerinden bir örnek verebiliriz.

2023 yılı itibarıyla örgün eğitim kontenjan sayısı 923 bin 411 idi. Bu örgün kontenjanlara ilk yerleştirmede 898 bin 24 kişi yerleşmişti.

2024 yılında hem kontenjan sayısı (800 bin 481) hem de yerleşen sayısı (802 bin 170) düşmüş.

Kısaca geçen yıla göre yükseköğretim kontenjan ve yerleştirme sayıları azalmış bulunuyor yani resesyon yaşanmış durumda.

EĞİTİM TEMEL BİR GÖÇ SEBEBİ

TÜİK bu hafta göç istatistiklerini açıkladı. Türkiye’de 2023 yılında 3 milyon 450 bin 953 kişi yani nüfusun yüzde 4.04’ü bir ilden bir başka ile göç etmiş durumda.

Göç sebepleri arasında bu yıl afet de önemli bir gerekçe. Ancak esas süreklilik gösteren sebeplerden biri eğitim. Bir yıl içerisinde 512 bin 11 kişi eğitim nedeniyle göç ettiğini beyan etmiş. Yükseköğretim/üniversite tercihleri bunun ana nedenini oluşturuyor.

“Aile fertlerinden birine bağımlı göç” ve “bilinmeyenler”, bunların bir kısmı da eğitim sebebiyle göçe işaret ettiğinden eğitim gerekçesiyle göç sayısı ve oranı gerçekte daha da yüksek bulunmaktadır.

Kentler açısından da şöyle yorumlayabiliriz: İyi okul ve üniversiteler göç nüfus almaya, aksi durumda kaybetmeye yol açıyor.

Nüfusun niteliği ve yaşam kalitesi açısından da okul ve üniversiteler temel gösterge ve araç nitelinde bulunuyor.

BİR GERİLEME BAŞKA GERİLEMELERE YOL AÇIYOR

Sözün özü bir alandaki gerileme başka alanlarda çarpan etkilere yol açıyor. Toparlanma için de öncelikle amaçların, sonra da politika ve stratejilerin sağlıklı oluşturulması gerekiyor. Uygulamada da ciddiyet gerekiyor.

Amaçlar da yol strateji ve uygulama da sonuçta bilgi bilinç işi.

Üniversitelerin, okulların, MEB ve YÖK’ün hızla toparlanması gerekiyor. Yoksa bu kafayla daha çok bedeller ödenmek durumunda kalınacak.

MEB’e, YÖK’e, tepedekilere çağrı: Bu gittiğiniz yol yol değil, yüzünüzü görünüzü akla bilime vicdana insanlığa döndürün.

                                                         /././

Siyaset Bilimci Doğan Çetinkaya: "Değişim" derdi ülke değil, iktidar için -Birkan Bulut-

“AKP içinde bir değişim beklentisi olduğu açık. Ancak bu değişim beklentisinin iktidarın uyguladığı politikalara değil, partinin kötü gidişatında bir değişim beklentisi olduğunu söylememiz lazım.”

AKP’nin 23. yılı kutlaması İYİP’ten istifa eden iki milletvekilinin rozet takmasıyla sönük geçerken, Erdoğan “Aynı gemideyiz” söylemini itiraf niteliğinde bir çağrıyla sürdürdü: “Gemideki delikleri büyütmenin kimseye faydası olmaz.” Erdoğan’ın bile partisindeki güç kaybına dikkat çektiği programda, “değişim mesajı” sadece iktidara yakın medyanın övgüleriyle parlatılmaya çalışıldı.

Peki AKP’de değişim tartışmaları neyi ifade ediyor? 

Tartışmaları değerlendiren Siyaset Bilimci Doç. Dr. Doğan Çetinkaya, “Parti içinde ve tabanında bir değişim beklentisi olduğu açık. Ancak değişim beklentisi, AKP’nin önümüzdeki seçimlerde de iktidara gelmesi, partiye güç kaybındaki kötü gidişatın engellenmesine yönelik bir beklenti. Çünkü özellikle son yerel seçimlerde AKP’nin ikinci parti olmasının yaydığı bir korku var. Ancak bu değişim beklentisinin iktidarın uyguladığı politikalarda değil, partinin kötü gidişatında bir değişim beklentisi olduğunu söylememiz lazım” dedi.

"ZAMAN KAZANMAYA YÖNELİK HAMLELER"

AKP’nin erimesinin durdurulmasını isteyen bu beklentiye karşı Erdoğan yönetiminin yaptığı girişimlerin cılız kaldığına da dikkat çeken Çetinkaya, şöyle devam etti: “Partinin kuruluşunun 20. veya 25. yılı gibi daha simgesel bir tarih seçmek yerine 23. kuruluş yıl dönümünün seçilerek, taban ve parti içindeki rahatsızlıklara PR çalışmasıyla cevap verilmek istendi. İlk olarak vitrin düzenlemesine gidildi. İktidar partisi olarak ‘Güçlüyüz ve büyük transferler yapabiliyoruz. Belediye başkanları, milletvekilleri partimize geliyor ve bu devam edecek’ denildi. İkincisi, yorulanların kenara çekilebileceği söylenerek partiyi beğenmeyenlere yol gösterildi. Çünkü çok eleştiriler var içeride. Ancak bu adımlar güç toplamak isteyen iktidar partisinin zaman kazanmaya yönelik hamleleri olarak görünüyor.”

"PASTANIN KÜÇÜLMESİNDEN HERKES RAHATSIZ"

Ancak erimenin uzun zaman önce başladığını belirten Çetinkaya, “Özellikle son bir yılda yerel seçim sonuçları ve iktisadi şartlar göz önüne alındığında çok kaygı duyuluyor. AKP, iktidarda olması ve devlet olanaklarını kullanmasıyla bir takım avantajlara sahip ama artık daha fazla toplum kesimi bu olanaklardan faydalanamıyor. Gündelik hayatını zor idare eden işçi, çiftçi,emekli değil sadece, esnaf, küçük-orta işletme sahipleri de gelinen noktada bu bölüşümden eskisi kadar faydalanamıyor” dedi.

Ancak büyük şirketler ve bankaların çok yüksek kârlar elde ettiğini ifade eden Çetinkaya, “Yine de Anadolu ve İstanbul’daki sermaye gruplarında da iktidarın dağıtım mekanizmalarının yani pastanın küçülmesinden rahatsızlık var” dedi.

Öte yandan iktidarın yönetme kapasitesini de kaybetmeye başladığını dile getiren Çetinkaya, devletin, ekonominin, siyasetin gündelik işleyişi için gerekli adımları yaratma gibi sıkıntıları var. Bu durum nedeniyle önümüzdeki süreçte de ciddi sorunlarla karşılaşılacak” dedi.

                                                        /././

Yalvar yakar kredi, yalvar yakar yatırım -Nuray Sancar-

TÜİK raporuna göre geniş tanımlı işsiz sayısı bir yılda 2 milyon 688 bin son bir ayda ise 1 milyon 718 bin artmış durumda. Emek gücünün reel fiyatının sürekli geriye çekilmesine rağmen memleketin sanayicileri ve tüccarları ücretlerden yapılan ‘tasarruf’ ve sınırlanmış tüketimden umut ettikleri rahatlamayı yaşayamıyorlar. Oysa hem kendi kalkınmaları hem de yabancı sermayeyle ortak iş yapmanın koşulunun bu olduğu ezberine sahipler.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ekonomi sert bir düşüş göstermeyecek diye teminat vermesine rağmen iktisatçılar önümüzdeki dönemin, sonbahardan başlamak üzere stagflasyona açık olduğunu söylüyor. Yılmaz’ın açıklaması bir düşüşün olacağı ama sertliğinin tartışmalı olacağının ikrarı anlamına geliyor. Bunun emareleri zaten şimdiden görülüyor. İşsizlikteki ve enflasyondaki tırmanış, vaktiyle uğruna har vurup harman savrulan yolların-köprülerin kasaya dayanan borçları iktidarı da köşeye sıkıştırdı.

Mehmet Şimşek’in adıyla anılan yine Yılmaz’ın “Bu hükümetimizin programıdır, arkasında tam bir siyasi destek vardır” dediği OVP bağlamında atılan bütün adımlar başta IMF olmak üzere uluslararası değerlendirme kuruluşlarından aferin almayı başardı. Bunun karşılığı, bugünlerde kuruluş yıl dönümünü kutlayan AKP’nin iktidarının ilk zamanlarında olduğu gibi aktıkça akan sıcak para değil. Zira dünya ekonomisi de ufak çaplı küçülmeleri ötelemekle meşgul.

İktidar da sermayesi de bu yüzden para, kredi, yabancı yatırımcının teveccühü için yalvar yakar dolanıyor. Yatırım Danışma Konseyinin eylülde gerçekleştireceği toplantıya, Jeff Bezos ve geçen yıl Türkiye’ye geldiğinde iktidarın ‘kanka’laştırdığı Elon Musk başta olmak üzere Avrupa ve Asya’dan büyük tekellerin CEO’ları davet edildi. Genellikle konvoy halinde gidilip yerlerinde ziyaret edilen ve eldeki yatırım paketleri takdim edilen şirket simsarları bu kez Türkiye’de, proje başında ağırlanacak. Erdoğan bu toplantıda ‘Türk ekonomisinde katedilen mesafeyi anlatacak ve Türkiye’ye yatırım çağrısında bulunacak.’

İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe’nin “Doları yap 37, battık batıyoruz” serzenişinin ardından dolar değilse bile avro 37 lirayı aştı. Düşük bedelli emek ve memleket arazilerini yatırım mahalline dönüştüren kararnameler ve yasalar da buna eklenince Eski Bakan Nebati’nin gözlerindeki kayıp ışıltı Mehmet Şimşek’te de görülebilir.

Fakat herkes, 27 rüzgar tribünü kurma karşılığında Almanya’dan 15 yıl vadeli 165 dolarlık finansman sağlayan, iktidarın gözdesi, Total Enerjiyle ortak Rönesans Holding kadar şanslı değil. Avro Bölgesi sanayi üretiminde yükselme beklenirken bir önceki aya göre yüzde 0.1 düşüşün gerçekleşmesi ihracat garantili krediye konmayı herkese nasip etmeyebilir! Silahlanma harcamalarındaki artış, her an savaşa dönüşebilecek bölgesel gerilimlerin uluslararası ticaret yollarında ortaya çıkardığı güvenlik sorunu evdeki hesapları pazara uydurmuyor.

Ormanlık arazilerin ‘Orman vasfını yitirdiğine’ karar veren iktidar ise enerji devlerine, maden arama şirketlerinden alınacak yüzdelere bel bağlamış durumda. Kredi kurumlarının kara listelerinden gri listeye geçildiğini gösteren berat cepte olarak karşılanacak olan CEO’lara görücüye çıkarılan yerli firmaların şimdiden kepçeleri, dozerleri bütün verimli arazileri, halkın yaşam alanlarını, geçim kaynaklarını dümdüz etmek üzere uygun adım marşla zaten sahadalar. Yeşil enerji diye yutturulan projeler için yeşil alanları, maden için köyleri-mezraları kazıyorlar. Memleket sathı koca bir obruğa dönüşmüş durumda. Yatırımcıya çeyiz bohçası hazırlamak için her şey yapılıyor. Yatırımcı ise kendisini pahalıya satmak, ‘malı’ ucuza almak derdinde.

Cevdet Yılmaz “Uluslararası firmaların ülkemize yatırım kararlarını açıkladıkları bir döneme girdik. Çok uluslu yatırımcıların önceliklerini alacak ve makro düzeyde politikalarımıza uluslararası bir bakış açısının yansıtılmasını sağlayacağız” diyor. Yani orta vadeli plan revize edilecek.

Bu yabancı sermayeye ‘Bize yatırım yapın’ çağrısı altında yapılan sözde ekonomiyi kurtarma operasyonunun, devletlerden şirketlere kredi aktarımının, yer altı ve yer üstü kaynaklarını peşkeş çekmenin, yatırımların ihtiyacı olan altyapılar için borçlanmanın nimetini yine sermaye ve iktidarı görecek, bedelini ise çoluğunu çocuğunu geçindirmek için gece gündüz çalışan işçi sınıfı ödeyecek.

İktidar, sermayenin ihtiyaçları söz konusu olduğunda emekçilerin boğazından kesmek pahasına elinden geleni yapıyor. Sanılıyor ki emekçiler buna dayanır, ekonomi düzlüğe çıktıktan sonra bir miktar parayla gönülleri alınır. Ancak bu düzlüğe çıkılıp çıkılmayacağı o kadar kesin değil. Uygulanan ekonomi politikaları sayesinde bir uçurumun başına kadar gelindi. Ekonomi kurmaylarının bütün iyimser vaat ve masalları sadece emekçileri oyalamak için değil kendi kendilerine de gaz vermek için belli ki. Sermaye aklı ne tarihten ders alır, ne uzgörüsü vardır. Varsa yoksa kısa günün kârı.

                                                           /././

Tarık Ziya Ekinci'nin mücadelesi ve mirası -Yusuf Karadaş-

1992’de JİTEM tarafından katledilen Apê Musa (Musa Anter) hatıralarında "Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim. ‘Hem yalnız şahidi mi?’ Değil!.. Sanığıyım, mahkumuyum ve davacısıyım” diyordu. Bugün tıpkı Apê Musa gibi cumhuriyet tarihinin çok büyük bir bölümüne tanıklık etmiş; Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik çözümünü savunduğu için defalarca mahkum olup cezaevine girmesine rağmen yaşamının sonuna kadar bu mücadeleden vazgeçmemiş değerli bir aydınımızı, Tarık Ziya Ekinci’yi kaybettik.

Ekinci, cumhuriyetin kuruluşu sürecinde kendilerine verilen sözlerin (özerklik, ulusal varlıklarının tanınması) yerine getirilmemesi nedeniyle başlayan Kürt isyanlarının bastırılması amacıyla Takrir-i Sûkun Kanunu’nun çıkartıldığı ve Şark Islahat Planı’nın uygulamaya konduğu dönemde (1926) Lice’de dünyaya gelmişti. Ardı sıra başlayan Kürt isyanlarının 1938’de kanlı bir şekilde bastırılması ve ardından İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın yaşanması, Kürtlerin ulusal mücadelesi bakımından uzunca sayılacak bir sessizlik döneminin yaşanmasına yol açmıştı.

Ancak İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra kapitalist gelişmenin hız kazanmasına bağlı olarak Kürdistan coğrafyasında yaşanan kentleşme, ülkede ve dünyada olup biteni yakından takip eden eğitimli bir genç Kürt aydın kuşağının ortaya çıkmasını sağlamıştır. İşte Tarık Ziya Ekinci, bu dönemde Kürtlerin yeniden uyanışının ve Kürt aydınlanmasının öncülerinden biri olmuştur.

İstanbul ve Paris’te tıp eğitimini tamamladıktan sonra 1957’de Diyarbakır’a yerleşen Ekinci, uzunca yıllardır devlet ve iktidarların hedefinde olan TTB içinde önemli görevler üstlendi. TİP’in kuruluşundan sonra (1961) birçok Kürt aydını gibi partiye katılan ve Kürt coğrafyasında kitleselleşmesinde önemli bir rol oynayan Ekinci, 1965’te Diyarbakır milletvekili seçilmişti. TİP içinde “Doğulular” olarak anılan grubun öncülerinden biri olan Ekinci, TİP’in 1967-69 yılları arasında Kürt coğrafyasındaki jandarma baskısı ve yoksulluğa karşı düzenlediği ‘Doğu Mitingleri’nin de örgütlenmesinde önemli rol üstlenmiştir. Bu mitingler, Kürt ulusal mücadelesinin Kürt yoksullarının da taleplerini kapsayarak sol-sosyalist bir çizgide ilerlemesi bakımından yol açıcı olmuştur.

Devrimci Doğu Kültür Ocaklarının (DDKO-1969) kurucularından biri olan Ekinci, 12 Mart cuntası tarafından “Kürtçülük propagandası” iddiasıyla tutuklandıktan sonra üç yıla mahkum olmuştu.1980 askeri faşist darbesinden sonra da insanlık dışı uygulama ve işkenceleriyle öne çıkan Diyarbakır Cezaevinde kalmış, buradaki işkencelerin başını çeken Esat Oktay Yıldıran’ın “Bir daha buraya gelirsen, sağ çıkamazsın” tehditlerine maruz kalmıştı.

Tarık Ziya Ekinci, 1980’li yıllardan sonra Kürt sorununun Türkiye’nin demokratikleştirilmesi temelinde ve ortak mücadeleye dayalı çözümü yönündeki girişimleri destekleyen ve bu konuda aydın sorumluluğuyla hareket eden isimlerden biri olmayı sürdürdü.

Liberal ve demokrat kimi aydınların ‘Yetmez ama evet’ diyerek AKP-Erdoğan iktidarına destek verdiği dönemde (2010 referandumu öncesinde) ‘Kürt ve Türk Demokratlarına Açık Mektup’ yazarak “AKP’ye dair pompalanan umutların tükendiğinin anlaşılması gerektiği”ni ve “Eşit haklı vatandaşlık anlayışına bağlı emek eksenli bir demokrasinin ilkelerini kapsayan” bir mücadele programı etrafında birleşmek gerektiğini söylemişti.

Erdoğan Aydın’ın 2019’da Dilop dergisi için kendisiyle yaptığı röportajda “Türk pazarı içinde kalmayı, ayrı küçük bir Kürt pazarı içinde çalışmaya tercih ediyorlar” diyerek Kürt burjuvazisinin iş birlikçi karakterine dikkat çekerken aynı zamanda mücadelenin hangi hatta ilerletilmesi gerektiğine de işaret ediyordu. (Dilop dergisi 6. sayı)

Kürt sorununun eşit haklara dayalı çözümünden, emekten, barıştan, demokrasiden yana olan ve bu uğurda neredeyse cumhuriyetle yaşıt olan ömrü boyunca mücadele eden Tarık Ziya Ekinci’nin ölümü, kuşkusuz sadece Kürt halkının değil, bütün emek ve demokrasi güçlerinin önemli bir kaybı olmuştur. Bugün artık onun mirasını yaşatmak, halkların demokratik-ortak geleceği için mücadeleyi büyütmekten geçiyor.

                                                            /././

Sırbistan'daki "beyaz altın": Lityum rezervleri -Yücel Özdemir-

6.6 milyon nüfusuyla Balkanlar'da, eski Yugoslavya’dan geriye kalan önemli ülkelerden biri olan Sırbistan’da son birkaç haftadır on binlerce insan, uluslararası tekellerin ülkenin yer altı kaynaklarını sömürmesi ve doğasını talan etmeyi planlamasına karşı sokağa çıkıyor. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan son gösteriye 40 bin kişi katıldı. Eylemlerin kitlesel boyut kazanarak devam etmesi bekleniyor. Çünkü bugünkü kitlesel mücadele geçmişte verilen mücadelelerin ürünü.

Daha önce, ülkenin batısındaki Jadar Vadisi’ndeki büyük lityum yataklarının Avustralya-Kanada tekeli Rio Tinto tarafından işletilmesi, yapılan gösterilerin sonucu durdurulmuştu. 2022’de yapılan seçimler öncesinde, halkın tepkisini göze alamayan Cumhurbaşkanı Aleksander Vuçiç, geri adım atmak zorunda kalmıştı. Ülkede siyasetin yargı üzerinde etkili olması nedeniyle mahkemeler, Rio Tinto’nun lityum çıkarma iznini iptal etmişti.

Vuçiç, seçimi kazandıktan sonra sessizliğini korumaya devam etti. Ta ki Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un 19 Temmuz’da AB Komisyon Başkanı Maros Sefcovic, Mercedes-Benz tekelinin CEO’su Ola Källenius ve İtalyan Fiat Chrysler, Fransız PSA ve Hollanda tekeli FCA’nın birleşmesiyle kurulan Stellantis tekelinin CEO’su Carlos Tavares’i yanına alarak Belgrad’a yaptığı ziyarete kadar...

Bu ziyaretten kısa bir süre önce, 11 Temmuz’da, Anayasa Mahkemesi 2022’de alınan durdurma kararını iptal ederek, lityum için kapanan kapıyı yeniden açtı. Bu, aynı zamanda mahkemenin kararıyla Scholz’un ziyareti arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Hukuk doğadan, çevreden ve halktan yana değil, çok uluslu tekellerin istediği yönde karar verdi.

Böylece, Avrupa’nın en büyük lityum yataklarının bulunduğu Jadar Vadisi’nde çalışmaların başlatılması kararlaştırıldı. Alman ve Avrupa otomobil tekellerinin, elektrikli arabalarda kullanılacak batarya için acil şekilde daha ucuza mal olacak lityuma ihtiyacı var. Scholz’un bizzat devreye girmesinin asıl nedeni de bu.

Almanya, elektrikli araç üretimi rekabetinde ABD ve Çin’in gerisinde kaldı. Ülke ekonomisinin can damarı otomobil sektöründeki sorunlar kısa zamanda çözülemezse, rekabette geri düşeceği için önemli problemler yaşayacağının farkında. Geçen hafta bu köşede ayrıntılarıyla anlattığımız gibi Alman ekonomisi zor bir dönemden geçiyor.

Bu nedenle rakipleri harekete geçmeden, Sırbistan lityumu üzerinde elde edilecek tavizler, aynı zamanda rekabette bir adım öne geçmeyi de hedefliyor. Mercedes-Benz ve Stellantis, Rio Tinto ile anlaşmaya  varmak üzere görüşmelere başladı. Dahası, Stellantis henüz lityum çıkarılmadan Sırbistan’da bir fabrika kurdu. 2028’den itibaren yılda çıkarılması öngörülen 58 bin ton lityumun 1.1 milyon elektrikli aracın üretimine yol açacağını bizzat Vuçiç açıkladı. Bu, Avrupa’da üretilen elektrikli araçların yüzde 17’sine denk geliyor.

Yakın gelecekte enerjideki dönüşümde, özellikle motorlu taşıtlarda lityumun bugünkünden daha önemli bir yer tutacağı açık. Hatta lityumun, petrol ve doğal gazdan da daha önemli olacağını ileri sürenler var. Taşıdığı önem nedeniyle “beyaz altın” olarak da adlandırılan lityum, günümüzde en fazla Şili-Arjantin-Bolivya üçgeninde bulunuyor. Değişik tahminlere göre Bolivya’da 21 milyon, Arjantin’de 19 milyon, Şili’de 9 milyon ton lityum rezervi bulunuyor. Bunların dışında Avustralya’da 7.3 milyon, Çin’de ise 4.5 milyon ton rezervden söz ediliyor. Sırbistan’ın “Jadar Vadisi”ndeki rezervlerinin ise 10 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam hem Alman otomobil tekellerinin iştahını kabartıyor hem de Sırbistan üzerinde emperyalist paylaşım mücadelesini sertleştiriyor.

Geçtiğimiz mayıs ayında da Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Berlin’i teğet geçip Belgrad’a gitmiş ve lityum pazarlıkları yapmıştı. Keza, Vuçiç, Rusya ile de iyi ilişkiler sürdürmenin peşinde. Her iki ülke arasındaki tarihsel bağların bugün de varlığını sürdürdüğü söylenebilir. Denilebilir ki, Almanya ve AB’nin lityum hamlesi, aynı zamanda Rusya ve Çin ile girdiği emperyalist rekabetin parçası.

AB, Rusya ve Çin arasındaki paylaşım sahalarından biri olan Sırbistan’da, önümüzdeki dönemde her emperyalist gücün kendi çıkarına bağlı dinamikleri harekete geçirebileceği bugünden söylenebilir. Bu nedenle sahip olunan zengin lityum yatakları, aynı zamanda Sırbistan halkının karşısına “sorun” olarak çıkarılacak gibi görünüyor. Doğa ve yer altı sularına zarar verme bunların başında. Yer altı sularının kirlenmesi, kuruması ve doğaya verilen zarar halk arasında büyük tedirginliğe ve tepkilere yol açtı. Scholz ve AB yetkilileri, halkın tepkisini yatıştırmak için, lityum çıkarma ve işleme sırasında çevre koruma için “en yüksek” standartların uygulanacağına söz verdiler. Ancak bu türden sözlerin sahada karşılık bulması genellikle mümkün olmuyor.

Vuçiç, uzun süredir AB başkentlerinde “otoriter rejim”, “Putin ile dostluk” ve “Çin ile yakın ilişkiler” nedeniyle eleştiriliyordu. Ancak lityum söz konusu olunca, Avrupa basınında bu eleştiriler hasır altı edilmeye başladı. Tekellerin çıkarı söz konusu olduğunda, insan hakları, demokrasi, otoriter rejim, küresel ısınmaya karşı mücadele ve doğa koruma gibi konular kolayca unutulabiliyor.

                                                            /././

Acının dindiği yer -Dr. Sosın FİSLİ-

                                                           Fotoğraf: Mesut Suat Acar/ Wikimedia Commons (CC-BY-SA-4.0)

Devasa bir kapının eşiğindeyim, gözlerim alabildiğine bir mavilikte, denizde daha koyu başlayıp göğe doğru mavinin açılan tonları yayılıyor. Kapıyorum gözlerimi, aldığım nefesi göğsümde hissediyorum, atan kalbimi. Dalgaların sesi kuş seslerine karışıyor. Esen rüzgarla tahta kapı kanatlarından biri gıcırdıyor, yine beni kucaklayan sonsuz maviliğe açıyorum gözlerimi. Atlasam bulutlar kucaklayacak gibi bir hafiflik, gülümsüyorum. Bir meditasyon merkezinde değil, bir asır önce inşa edilen ülkenin ilk pandemi hastanesi sanatoryumun, salgın döneminde binlerce hastayı ağırladığı, şimdi ise ayak seslerimin yankılandığı hasta odasındayım. Onlarca hasta yatağının sığdığı bir balkona geçiyorum. Güneş yüzüme vuruyor, hastaların 'Kemiklerim ısındı' dediği gibi bir sıcaklık yayılıyor bedenime. Kendine yakışan tüm ihtişamıyla karşıda Büyükada duruyor. Nizam Camisi’nden okunan ezan sesi, Çam Limanı Koyu'nun sağ tarafındaki Terk-i Dünya Manastırı’ndaki çan seslerine karışıyor. Balıkçı teknelerinin ardı-sıra martılar süzülüyor gökyüzünde.

Bu balkonda yatmış hastaları düşünüyorum: Karşılıksız sevdadan ince hastalığa yakalandığı söylenen aşıklardan, şairlere; dünya harbinden yeni çıkmış bir memlekette açlıktan beslenemeyen çocuklardan, dönemin Reis-i Cumhuru İsmet İnönü'ye... Yılın büyük bölümü güneş alan balkonda, adayı saran çam ormanlarının reçineli kokusunu zayıf ciğerlerine çeken hastalar, uzakta kalan sevdalılarını mı düşlemişlerdir bilinmez.

Reçineli çam ormanlarının, rüzgarının, yıl boyu aldığı güneşle nemin oluşturduğu mikroklimanın sadece çok uzaktaki zengin bir diyarda, Davos'ta olduğu yazıyor kitaplarda; şansı bu mudur Halki’nin*? Hem doğası çok güzel hem de bulunmaz ilaç gibi havası var...

'Oralar yıkılabilir, dönün isterseniz' sesiyle irkiliyorum. Bir anda bulutlardan yere çakılıyorum. Geriye dönüyorum, yılların vefakar Emekçisi Mehmet Bey karşımda duruyor. Herkes gitmiş bir o kalmış, son nefesini vermesini beklediği hastayı bekler gibi hâlâ burada.

Hasta isimlerinin, şikayetlerinin, tedavilerinin okunabildiği, sararmış, yanmış sayfalar uçuşuyor boş odalarda. Zeminde artık kullanılmayan akciğer röntgen filmleri, kimlere aittir bilinmez. Tavan çökmüş son yangında, tepemde gökyüzü asılı. Yıllar önce terkedilen bahçeyi otlar kaplamış, duvarda 'Game Over' yazısı, sanki oynanan bir oyunu kaybeden çocuğun yazdıktan sonra küskün gitmesi gibi. Yağan yağmurlardan paslanmış beyaz demir kapıya yöneliyorum, devrilmiş tabelada 'Heybeliada Sanatoryumu' yazmakta. Önümde, Heybeliada iskelesine uzanan yolda kimler yaşama tutunma direnciyle sanatoryuma yürümüş ya da yolu yürüyemeyecek kadar takatsiz kalanlar atların çektiği faytonlarla getirilmiş? Şimdi geride o demlerden kalan bir iz bile yok.

Bahçede duruyorum, gözüm yamaçtaki mezarlığa takılıyor bir hasta yakınının sözlerini hatırlıyorum:

“Genç yaştaki dayım verem olmuştu ve köyden son bir umutla Heybeliada Sanatoryumuna getirildi” diyor ve devam ediyor anlatmaya;

“Tabii veremin tedavisi aylarca sürüyor. Anadolu'dan gelen dedemin kısa sürede parası tükeniyor, dönmek zorundalar. Doktorlar iyileşemeyen dayımı beraberlerinde götürmelerine izin vermiyor, ‘Durumu iyi değil, kaldıramaz, acı çekmesin o uzun yolda’ deniyor. Peki nasıl olacak? diye soruyorlar biçare bir halde. ‘Bize emanet edin, biz bakmaya devam ederiz’ diyor doktorları. Dayımla son kez vedalaştıktan sonra dayımı doktorlarına emanet edip çaresizce dönüyorlar, günler sonra Anadolu'nun ücra bir köyüne bir mektup ulaşıyor: ‘Kıymetli ... ailesi, evladınızı ... tarihte kaybettiğimizi üzüntüyle bildiririz, başınız sağ olsun. Heybeliada mezarlığına, ... parsele defnedilmiştir. Huzur içinde uyusun!’”

Uğurlandıkları sonsuzluğa bakar gibi maviye ve yeşile bakan yamaçta, Heybeliada Rum Ortodoks Mezarlığıyla yan yana Heybeliada Müslüman Mezarlığı bulunmakta. Bu iki mezarlıkta geride bir mezar taşı bile kalmayan kaç gariban huzurla uyumaktadır diye düşünüyorum.

Kimsesizleri, garibanları bile sahiplenen, koca bir ülkeye hayat sunan bir kurumun, bir gecede arkaya bakılmadan terk edildiği yalnızlık, yıkım içler acısı... Yıllar önce acıları burada dinen hastaların, karşı yamaçta yattığı mezarlıklar kadar sessizliğe mahkum şimdi...

İskeleye doğru yol alırken, “Sahi ‘GAME OVER’ mı?​” diye soruyorum kendime... Peki ya sizce

*Rumcada Heybeliada, bakır anlamına gelen kelime.

                                                                              /././

                                                  Evrensel - GÜNDEM

Patronlar 2023’e göre daha az vergi ödedi

Büyük servete rağmen doğru dürüst vergi ödemeyen patronlar, ‘vergilendirilecekleri söylentileri’ üzerine soluğu Saray’da aldı. “SGK prim desteği, KDV istisnası ve teşvikler sürsün” talebinde bulundu.

İktidar, vergiyi işçi sınıfından aldı. Şirketlerin ödediği kurumlar vergisi Türkiye İstatistik Kurumu enflasyonunun dahi altında arttı. Buna göre şirketlerin ödediği kurumlar vergisi reel olarak azalırken, işçi ve emekçilerin ücret ve maaşından kesilen gelir vergisi, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 124 arttı.

Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, 2024 yılı temmuz ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 827.7 milyar lira, bütçe gelirleri 730.9 milyar lira ve bütçe açığı 96.8 milyar lira olarak gerçekleşti.

Ocak-temmuz dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 86.4 oranında artarak 3 trilyon 825 milyar 106 milyon lira oldu.

Hazinenin topladığı gelir vergisi tutarı yılın ilk 7 ayında 739.7 milyar lira oldu. Şirketlerden alınan kurumlar vergisi tutarı ise aynı dönemde 480 milyar lira oldu. Buna göre şirketlerin ödediği doğrudan vergi, emekçilerin ödediği doğrudan vergiden yüzde 35 daha az oldu.

Dolaylı vergilerin payı da arttı. Hükümet yılın ilk 7 ayında 515.1 milyar lira KDV, 743.5 milyar lira ÖTV geliri elde etti. KDV gelirleri geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 120 artarken, ÖTV geliri yüzde 82 artış gösterdi.

FAİZE 667 MİLYAR LİRA

Merkezi yönetim bütçe giderleri temmuz ayı itibarıyla 827 milyar 706 milyon lira olarak gerçekleşti. Faiz harcamaları 92 milyar 539 milyon lira, faiz hariç harcamalar ise 735 milyar 167 milyon lira olarak gerçekleşti.

İktidar hazineyi faize açtı. Yılın ilk 7 ayında faiz ödemeleri 667 milyar liraya ulaştı. Geçtiğimiz yılın tamamında ödenen faiz 674 milyar lira olmuştu.

Faiz dışı bütçe giderleri 735.2 milyar lira ve faiz dışı açık ise 4.2 milyar lira oldu.

Ocak-temmuz döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 5 trilyon 406.3 milyar lira, bütçe gelirleri 4 trilyon 562.3 milyar lira ve bütçe açığı 844 milyar lira oldu. Faiz dışı bütçe giderleri 4 trilyon 739.3 milyar lira ve faiz dışı açık ise 177 milyar lira olarak gerçekleşti.

TSK TEŞVİK VE VERGİ İNDİRİMLERİ SÜRSÜN İSTİYOR

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), önceki gün Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz'la görüşüp, talep ve beklentilerini iletmişti. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki görüşmede Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanı İbrahim Şenel ve bazı bakan yardımcıları da yer aldı.

TİSK'ten yapılan yazılı açıklamada TİSK Başkanı Özgür Burak Akkol, şunları kaydetti:

"Toplantımızda, finansman sorunları, girdi, ham madde, enerji ve işçilik başta olmak üzere artan üretim maliyetleri, kur politikası ve daralan talep gibi başlıca konularımızı değerlendirdik. Özellikle son dönemde artan finansman maliyetleri, ihracattaki kur baskısı ve artan uluslararası rekabet sebebiyle zorlanan işletmeler için SGK maliyetlerinin artırılması, teşviklerin geri çekilmesi gibi kamuoyunda dile getirilen uygulamaların hem işletmeler hem de çalışanlar açısından uygun olmayacağı yönündeki görüşlerimizi paylaştık. Sektörlerimizin önde gelen temsilcileri ile beraber iş dünyamızın görüş ve beklentilerini aktardığımız verimli bir toplantı gerçekleştirdik."

“BAŞTA 5 PUANLIK SGK PRİM DESTEĞİ OLMAK ÜZERE TEŞVİKLER DEVAM ETMELİ”

Açıklamada, TİSK heyetinin, toplantıda dile getirdiği gelecek döneme dair taleplere de yer verildi.

Buna göre orta vadeli programda açıklanan ve Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu eylem planında yer alan yeni nesil çalışma modellerinin geliştirilmesinin ve başlanan kapsamlı mevzuat çalışmasının hızlıca yasalaşmasının beklendiği belirtilen açıklamada, patrona sağlanan ve istihdamı destekleyen başta 5 puanlık SGK prim desteği olmak üzere teşviklerin devam etmesi istendi.

Ayrıca, “Mevcutta uygulanan KDV istisnasının devam etmesini istiyoruz” denildi.

                                                         ***

Üniversitelere AKP’liler rektör olarak atandı

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) üniversite rektörlerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanmasına ilişkin düzenlemeyi Anayasa'ya aykırı bularak iptal etmesine rağmen AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, üniversitelere rektör atamaya devam ediyor.  Erdoğan’ın 13 üniversiteye atadığı rektörler Resmi Gazete’de yayımlandı. ODTÜ, İTÜ, Ankara ve Dicle Üniversitesi’nin aralarında yer aldığı birçok üniversiteye atanan rektörlerin ortak özelliği ise AKP’li olmaları.(ÖĞRENCİLER: HEP KARŞIMIZDA OLDU) Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)’ye atanan Ahmet Yozgatlıgil, 2021’de ODTÜ’de 40 dönümlük kavaklık alanda yapılmak istenen doğa katliamına karşı direnen ODTÜ öğrencilerinin karşısına polislerle dikilen o dönemin rektör yardımcısı ve rektör danışmanıydı. Ayrıca üniversitedeki Onur Yürüyüşü’nün de yasaklanmasının mimarları arasındaydı. Son olarak Sanayi ve Teknoloji Bakan yardımcısı olan Yozgatlıgil, AKP’li eski bakan Taner Yıldız’ın da yeğeni. Yogaztlıgil, rektör atandıktan sonra X hesabını kapatsa da rektör yardımcılığı döneminde öğrencilerin karşısında olduğu icraatları ODTÜ öğrencileri tarafından ortaya dökülmeye devam ediyor. Öğrenciler, Yozgatlıgil’in rektör atanmasını ‘yeni kayyum rektör’ ve öğrenci düşmanı olarak niteliyor. (ABLASI VEKİLLİĞİ, KARDEŞİ REKTÖRLÜĞÜ KAPTI) Dicle Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanan Prof. Dr. Kamuran Eronat, AKP’li eski vekil Oya Eronat’ın kardeşi. Oya Eronat, Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçilen Hatip Dicle’nin YSK tarafından vekilliğinin düşürülmesiyle adeta vekilliğe çökmüştü. AKP’li Oya Eronat, 6 Şubat depremlerinde yardım isteyenlere ‘provokatörsünüz’ demişti.  Son dönem vekil olamayan Eronat’ın kardeşi rektör oldu.(İTÜ’YE DIŞARIDAN REKTÖR) İstanbul Teknik Üniversitesi  (İTÜ) Rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Hasan Mandal ise TÜBİTAK başkanlığını yürütüyordu. Mandal’ın İTÜ’ye rektör olarak atanmasına yönelik eleştirilerden biri, 271 yıllık üniversiteye İTÜ’lü olmayan bir akademisyenin atanmış olması. Ankara Üniversitesi  Rektörlüğünü yürüten AKP’li eski vekil Necdet Ünüvar ise aynı üniversiteye yeniden rektör olarak atandı.

                                                          /././

Hatay’da zeytinlikleri için nöbet tutan Çiğdem Arslan:Hem evimiz hem geçimimiz yok edildi -Dilek OMAKLILAR-

Hatay’ın Defne ilçesinin Ballıöz mahallesinde kendisinden habersizce sökülen zeytin ağaçlarından geriye kalanları korumak için mücadele eden Çiğdem Arslan, 27 gündür nöbet tutuyor.(https://www.evrensel.net/haber/525740)

                                                                         ***
Van'da artan maliyetler nedeniyle 400 esnaf kepenk indirdi -Bazid Evren-
Kahvaltısıyla meşhur Van'da, son bir yılda yeme içme sektöründe faaliyet yürüten 400 esnaf kepenk indirdi. Van Lokantacılar ve Fırıncılar Odası Başkanı Sabri Işık, esnafın artan maliyetler nedeniyle kepenk kapattığını söyledi.(https://www.evrensel.net/haber/525743)
                                                            ***
Tiyatro topluluğuna bütçe engeli: Oyun yapmak için sandviç satıyoruz - Mehmet Tosun/Tolga Türksezer-Cem Karaaslan-

Dicle Üniversitesindeki Kolektif Tiyatro Topluluğu (DUKTA) üniversite yönetimi tarafından yeterli bütçe sağlanmadığından sahne, dekor malzemeleri gibi ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Üniversitelerde öğrenci kulüp ve toplulukları yapmak istedikleri pek çok etkinlikte üniversite yönetimlerinin bütçenin yetersiz olduğuna dair cevaplarıyla karşılaşıyor. Bu nedenle pek çok üniversite öğrencisi okulunda sosyal, kültürel etkinliklere erişimde zorlanıyor. Dicle Üniversitesindeki Kolektif Tiyatro Topluluğu (DUKTA) da bunlardan biri. DUKTA, üniversite yönetimi tarafından yeterli bütçe sağlanmadığından sahne, dekor malzemeleri gibi ihtiyaçlarını karşılayamıyor. DUKTA’dan Helin Alaş toplulukta yaşadıkları sıkıntıları ve öğrencilerin çözüm arayışlarını Evrensel’e anlattı.(https://www.evrensel.net/haber/525710)


(Evrensel)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder