Cennetin cinneti -Kaan Sezyum-
Günlerin günleri kovaladığı, gerçekliğin yerini manasızlığa bıraktığı, adaletin bir özleme dönüştüğü, yaşamanın hayatta kalmaya evrimleştiği, dünyanın çok özel bir noktasındayız. Başımızdakiler sağ olsunlar, sonsuza dek daha da güçlü olmak isteyen açgözlülükleriyle hepimizin tepesine çıkmış, oturmuş ve oradan da ayrılmak istemeyen bir yaşama sevinciyle bizlerden sürekli daha sabırlı olmamızı, şükretmemizi ve güzel günlerin geleceğine inanmamızı bekliyor… Olaylar böyle gelişirken, yarınımız bugünümüzden beter bir hale gelmeye, çaresizken daha da çaresiz kalmaya, fakirken daha da fakirleşmeye ısrarlı ve umursamaz bir şekilde devam ediyoruz. Düdüklü bir tencerenin içinde mahsur kalan patates parçaları gibi günden güne artan sıcaklık ve basınç yüzünden daha da parçalanıyor, daha da yok oluyoruz.
Tarım arazilerini ısrarla betona banmış, ata tohumlarını yasaklamış, topraklarını ısrarla yabancı tohuma muhtaç bırakmaya yemin etmiş idaremiz ise denizlerden ferah, güneşlerden parlak bir halüsinasyon dünyasında yaşamaya devam ediyor gibi görünüyor.
∗∗∗
Aslında herkes her şeyin farkında iken, idarecilerimiz bitmeyen konvoylarında, sayısı bilinmez özel uçaklarında, özel helikopterlerinde ülkenin üzerinde, yanan ormanların çevresinde, sahil şeritlerinin en güzel yerlerinde turlarını atmaya devam ediyor. Şizofren bir gerçeklik algısıyla sürekli “Bizi kıskanıyorlar” ve “Dıjjj güçler” nidalarını ata ata dolaşıp, vatandaşın kafasına oyuncak, eline 200 liralık banknot ikramına devam ediyorlar… Eskiden satranç seti veriliyordu, yıllar içinde mevzuya ve halkın eğitimsizliğine uyanmış olacaklar ki, çok uzun süredir neyse ki vatandaşla iyice alay etmeyip satranç seti verme işini bıraktılar. Buna da şükür. Zaten şükürsüz bir günümüz geçmiyor. Hayatta kaldığımıza şükrediyoruz, eşimiz dostumuzun başına korkunç bir iş kazası gelmedi diye şükür ediyoruz, yıllardır neredeyse tek bir hazırlık bile yapmadığımız ama vergilerini topladığımız ve onlarla da yol filan yaptığımız deprem gerçekleşmedi diye şükürden şüküre koşuyoruz. Çok şükür hala hayattayız da her gün başka bir yerde, başka birimizi kaybediyoruz. Gün geliyor zam isteyen işçilere “Patronun selamı var” dedikten sonra kafaya diz basmalı kelepçe takan kolluklarımız, gün geliyor milyonlarca ton toprağın altında kalan ve umursanmayan madencilerimiz, ya da en basitinden “Bu işler böyle olmaz” dediği için keyfi bir şekilde tutuklanan vatandaşımıza, o da olmazsa Anayasa Mahkemesi kararına rağmen içeride tutulan canlarımıza, haklarımıza ve vatandaşlarımıza üzülür halde buluyoruz kendimizi.
Bu da yetmezse, ayrı bir canilik kapısını aralıyor, paramparça edilen sokak hayvanlarına isyan ederken buluyoruz kendimizi. Türkiye insanın kadere isyanının en demokratik merkezi değil de nedir? Tabii bizimkilere sorsanız, uçuyoruz, kaçıyoruz. Sürekli bir de “Bize iki ay verin”, “Bize birkaç gün verin” diye diye, ailenin kumarbaz ferdinin tüm akrabalarının paralarını alıp ortadan sıvışması gibi bir halin de içinde yaşıyoruz. İşin güzel kısmı kumarbaz akraba bütün paraları bitiriyor, ailenin tüm arsalarını, topraklarını, ağaçlarını, nehirlerini, evin içinde ne varsa ne yoksa hepsini satıyor, sonra gelip yine bizden para istiyor. “Bu sefer çözümü buldum IBAN atıyorum, bu sefer olacak.” diyerek bizi seri bir biçimde kandırmaya devam ediyor. Bizim halkımızın en güzel yanı da bu zaten. Kendisine her söylenene inanıyor ama yaşadıklarına bir türlü inanamıyor. Ailece harikalar diyarında gibiyiz. Anamız babamız bizi pek sevmiyor. Sürekli takıldığı birkaç eşi dostu dışında kimseyi de sevmiyor. Bizim altınlarımızı bozdurup arabasını yeniliyor, o sırada “Baba biraz para ver çok sıkıştık” deyince de yeni arabasının elektrikli camını indirip “Bizim de durumumuz iyi değil, biraz sık kendini” diyerek telkinlerin en güzeliyle bizi buluşturuyor.
Dev bir açık hava tımarhanesinde gibiyiz. Sağ olsunlar itibarımızdan tasarruf etmeye etmeye, dünyanın en vasıfsız pasaportlarından birine sahip olduk sürek içinde. Kimse bizi -misafirlik için bile olsa- ülkesine almak istemiyor. Oysa biz öyle yüce gönüllüyüz ki, tüm dünyanın en karanlık isimlerine uygun bir ücret karşılığında pasaportumuzu verip, ülkemizi mafyaların birbirleriyle hasbihal edebileceği seçkin bir cennet haline getirdik. Cennette zebaniler yaşıyorsa, cennetin de cehennemden farkı kalmıyor.
/././
İnsanlar ve hayvanlar -Şükrü Aslan-
Tecrübelerin gösterdiği gibi insanların, hayvanlarla ilişkisi her zaman hiyerarşik ve hükmedici olmuştur. Şu sıralar köpeklerin öldürülmesiyle ilgili gerilimin her aşamasında, hep bu tarihsel tecrübe kendini hatırlatıyor. Hayvanlara sınırsız müdahaleyi ‘meşru’ hale getiren bu hiyerarşik ilişkinin Müslüman dünyadaki referansı, dini metinlerden gelmektedir: “İnsan, yaratılmışların en şereflisidir”!
Bu hiyerarşik ilişki, hayvanları ezen pek çok uygulama üzerine kurulmuştur. Bunlardan biri, insanlar arası küfürlü iletişimde kendini gösterir: “Hayvan oğlu hayvan”! Hayvanların en alt sırada olduğuna işaret eden bu rutin küfür hemen tüm dillerde kendine yer bulmuştur. Sonra hayvanlara yüklenen işlevler gelir ki bunların listesini çıkarmak dahi imkânsızdır. Mesela hayvanlar birer yük taşıma araçlarıdır. Bu eziyetten hayatını kaybeden hayvan sayısına dair bir araştırma bile yoktur. Gerçekte hayvanların ölümü bir haber değeri bile taşımaz. Hatta ‘öldü’ demek yerine ‘telef oldu’ ifadesi kullanılır, ‘en şerefli’ varlığın ölümüyle karışmasın diye.
İnsanın, hayvanlarla kurduğu bu ilişki, hayvanlardan maksimum düzeyde yararlanmaya yönelik çeşitli araçların inşasına yol açmıştır. Etinden, sütünden, derisinden istifade etmiş, gerektiğinde eğlence aracı olarak kullanmıştır. Mesela hayvanları açık ya da kapalı mekânda dövüştürerek para kazanmak gibi bir ‘ticari akıl’ geliştirmiştir. Pek çok coğrafyada hayvanlar, birer cinsel obje olarak da kullanılmıştır. Hatta hayvanlara tecavüz etmek, bazı topluluklarda gündelik kültürün bir parçası haline bile gelmiştir.
∗∗∗
Hayvanlar gelenekselden bugüne insanların güvenlik ve iktisadi ihtiyaçlarının araçları olarak da kullanılmıştır. Mesela köpekler evin-ailenin kapısında nöbet tutan görevlilerdir ve her şey onlara emanettir. Bu hayvanlar modern zamanlarda ve günümüzde kriminal işlerin çözümünde de kullanılmışlardır ki uyuşturucunun aranmasında yetiştirilmiş köpeklerin çok önemli rolleri olmuştur. Hayvanların iktisadi fonksiyonları sayılamayacak kadar çeşitlidir. Evcilleştirilmiş hemen her hayvan türü farklı iktisadi foksiyonlarla yüklüdür.
Bu hiyerarşik ilişki insanların, eğlence olsun diye hayvanların canına kıymasını da normal hale getirmiştir. Adına “avcılık” denen iş, gerçekte bu tür bir keyfiliktir ve bazı zamanlar yönetici kesimler için özel bir meslek ve iş olarak deneyimlenmiştir. Vaktiyle devlet yöneticilerinin hayvanları avlama zevkini gerçekleştirme mekânları olarak inşa ettikleri ‘av köşkleri’nin bir kısmı bugün de değişik coğrafyalarda gözlenebilmektedir.
Hayvanlar, insanların öteki dünyada kalıcı huzura ermeyi tahayyül eden dini hayatlarının aktif araçları olarak da kullanılmıştır. Yaygın uygulama olarak tarihe geçmiş olan ‘kurban kesmek’, Tanrıya ibadetin bir ispatı olarak dini metinlerin ve söylemlerin neredeyse anahtar cümlesidir. Bu inancın gereği olarak dünyanın değişik kültürlerinde her yıl milyonlarca hayvan kurban kesme ritüellerinde feda edilmektedir.
∗∗∗
Öte yandan devletlerin, bütçe kaynağı oluşturma politikalarında hayvanlar yine önemli işlevler üstlenmişlerdir. Bu politikaların bir gereği olarak hayvanlar için düzenli kayıtlar tutulmuştur. Özellikle köylerde hangi hanenin kaç hayvana sahip olduğu üzerinden vergi alınması politikası, biçim değiştirmiş olmakla birlikte bugün de devam etmektedir.
Modern zamanlarda hayvanları evcilleştirmek ve seyirlik bir nesne haline getirmek insan ve hayvan arasında kurulan ilişkinin yeni görünümlerinden birisidir. Doğal ortamından koparılıp kapatıldıkları kafeslerde hayvanları seyirlik malzeme yapmak, bir modern turistik deneyimdir. Geleneksel kültürleri yasaklayan ve hatta taşıyıcılarını kitlesel olarak imha eden modern insan, hayvanı da ‘medenileştirme’ iddiasındadır. Şimdi köpeklere kıyma nedeni de yine ‘medeni’ bir kentsel hayat yaratmaktır.
Daha pek çok örnek verilebilir insan-hayvan ilişkilerine dair. Bir yandan hiyerarşinin en altında savunmasız, çaresiz, masum varlıklar, diğer yandan hiyerarşinin en üstünde, hayvanlara her türlü eziyeti yapmaya ‘hakkı olduğunu’ düşünen ‘en şerefli’ varlık olarak insan! Ne tuhaf…
/././
Birgün - GÜNDEM
İletişim Başkanlığı’ndan örnek dezenformasyon: Yalanın da böylesi -Mustafa Bildircin-
İktidarın hoşuna gitmeyen haberlere, “yalan haber” yaftası yapıştıran İletişim Başkanlığı’nın yol haritasından dezenformasyon çıktı. Raporda, “ekonomide büyüme ve dışa bağımlılıkta azalma” olduğu savunuldu.
(EKONOMİ ‘BÜYÜYOR’)
Fahrettin Altun idaresindeki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın 2024-2028 dönemine yönelik yol haritası hazırlandı. Raporda, 2024 ve 2028 yıllarını da kapsayan dört yıllık dönemde yürütülecek faaliyetlerin yanı sıra ülkenin politika ve ekonomi başlıklarındaki mevcut durumuyla ilgili de değerlendirmelerde bulunuldu. İletişim Başkanlığı’nın raporunda, Başkanlığın faaliyetlerinde etkisi olabilecek politik, ekonomik, sosyal, teknolojik, yasal ve çevresel etkenlerin tespit edildiğini belirtti. Bu kapsamda, “Faaliyetler-Fırsatlar-Tehditler” tablosu oluşturuldu. Başkanlığın, “Ekonomi” başlığında sıraladığı tespitler ise “Başkanlık iktidar lehine algı yaratıyor” eleştirilerinin haklılığını ortaya koydu. Ekonomik krizin kıskacında olan ülkenin ekonomik koşullarında “büyüme gözlemlendiği” iddia edilen rapordaki diğer bazı tespitler şöyle sıralandı:
• Üretim ekonomisine yöneliş ve dışa bağımlılıktaki azalma.
• Kayıtdışılık ile ilgili bilincin ve bu yöndeki kararlılığın olması.
• Ekonomik iyileşme nedeniyle Başkanlık bütçesindeki artış.
Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi sayesinde yasal değişikliklerin hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi.”
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder