13 Ağustos 2024 Salı

Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -13 Ağustos 2024-

İki eksiden bir artı çıkmaz!..-Mustafa Yalçıner-

El Fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Mahmut Abbas yarın Türkiye’de.

Pek gelmek istememişti, elde edeceği bir şey olmadığını düşünüyor olmalıydı, sonunda razı oldu. Erdoğan, bayağı sert eleştirmiş; “Davet ettiklerini, ama icabet etmediğini” açıklayarak, “Özür dilemesi gerektiğini” söylemişti. Neden dilemesi gerekiyordu -meçhuldü! Biden kaç kez  davet edilmiş, ama gelmemişti. Ondan özür istenmemişti! Tersine, o gelmeyince, Erdoğan ABD’ye gitmek için çok uğraşmış, ama davet alamamıştı. Herkes dünyada bir hiyerarşi olduğunun farkındaydı. Eski “Eyy Amerika…”, “Eyy Avrupa…” türü tiratlara aldanılmasın. Tümü iç politikaya yönelikti. Şimdiyse durum iyi değil, güç ve taban kaybını en iyi kaybeden bilir. Kayıpların nedenini de. Gerçek o ki artık ayaklar suya ermiş durumda. Eskiden de kim nedir ne değildir, hangi ülkeye nasıl davranılır bilinirdi. Ancak şimdi “uçan kuşa muhtaçlık” durumunda her şey çok açık. Kime kükrenir, kime mızıldanılır, bilinir. “Dişe göre” olan Biden değil, Abbas’tır.

Abbas’a da doğrusu müstahak! Elinde avucunda pek bir şey kalan birisi değil çoktandır.

Eskiden Arafat’a bile diklenmiş, kendisini başbakan atamaya zorlamıştı. Arafat Oslo’yla İsrail’i tanıma ve onunla az-çok da olsa uyumlanma yolunu açınca, Abbas alıp başını yürümüştü. İkisinin de yolunu düzleyen aslında henüz 1979’da Camp David’in ardından Washington’da Mısır’ın anlaştığı İsrail’i tanımasıydı. Ardından 1993 ve ’95’teki iki Oslo görüşmesi arasında, bu görüşmelerden cesaret alan Ürdün Kralı Hüseyin İzak Rabin’le el sıkışıp İsrail’i tanıdı. “Normalleşme” başlamıştı. Abbas doludizgin gitti. 2003’te başbakan atanır atanmaz İsrail’le yakınlaşma sürecini başlattı. Filistin’i İsrail’le “normalleşme”ye sürükledi. Silahlı direnişi durdurdu ve diğer Filistin direniş örgütlerini de durdurmaya zorladı.

2004’te Arafat ölünce yerini alıp onun koltuğuna oturdu, ama yürüdüğü “normalleşme” yolu yol değildi ve 2005’teki Filistin devlet başkanlığı seçimini az farkla kazanmaya güç yetirse bile, aldığı tepkiler El Fetih’in 2006’daki parlamento seçimlerini açık farkla kaybetmesinin nedeni oldu.

HAMAS’la çatışması silahlı çatışmaya dönüşerek bu dönemde başladı ve 2007’de HAMAS El Fetih’i Gazze’den, El Fetih te HAMAS’ı Batı Şeria’dan silah zoruyla sürüp çıkardı.

O zamandan bu yana M. Abbas iflah etmiyor. Giderek halktan aldığı tepkiler büyüyor. O ne denli İsrail’le yakınlaşma politikası izlese, İsrail yolundan milim sapmayıp Filistin’in aleyhine işgal altındaki toprakları, özellikle Batı Şeria’da dört bir yana yeni yerleşimciler yerleştirerek genişleterek Filistinlileri bir kentten diğerine gidemez kıldıkça tepkiler büyümesini sürdürdü. Abbas’ın çözümü ilerleyişini durdurabilmek için İsrail’e daha fazla yakınlaşmaya çalışmak oldu. İsrail egemenleri “yakınlıktan” anlamayınca, M. Abbas bu kez ABD’den beklentilerinin çıtasını yükseltti. En son 7 Ekim sonrası Gazze’yi hedef alan İsrail saldırıları bir türlü durmayıp Refah’a yönelince, Abbas, “İsrail’i bir tek ABD durdurabilir” deyip çıktı işin içinden. Oysa El Fetih ondan bundan İsrail’i durdurma beklentileriyle değil, 1968’de karargah edindiği hemen Şeria Nehri yakınlarındaki El Karameh kasabasında İsrail’in başlattığı yok etme saldırısını kendi gücüne dayanarak püskürttüğünde El Fetih olmuştu.

İsrail gibi, ABD de, güçsüzlüğünden dolayı ciddiye almıyor artık Abbas’ı, ancak, İsrail kabul etmese de, “Savaşın sona ermesinin ardından Gazze’de Mahmut Abbas’ın söz sahibi olmasını istiyor”.

Abbas artık ciddiye alınır gibi değil. Durumu ve Batı Şeria nüfusunun yüzde 90’ından fazlasının istifasını istemesi nedeniyle popülaritesi eksilerde.

Ancak sadece Abbas o durumda değil. “Türkiye’nin Gazze Şeridindeki saldırılara müdahale edebileceği” türünden söylemleri Filistinliler arasında hâlâ bir parça karşılık buluyor olsa bile, hâlâ dolaylı yollardan ticareti sürdürdüğü İsrail’i Uluslararası Ceza Mahkemesine şikayet bile etmediği biliniyor. Türkiye üstelik İsrail’i tanıyanlardan. AKP HAMAS’ın “Müslüman kardeşi”, ama Haniye’ye ev sahipliği bile yapmaktan kaçındı.

Sonuç şu ki, Erdoğan-Abbas görüşmesinin bir kıymetiharbiyesi yoktur. İki eksi ancak birbirleriyle çarpıldığında artı yapar!

                                                         /././

Sakaryaspor’un sahası millet bahçesi olunca…-Alper Kaya-

Geçen hafta sonu Süper Lig ve 1. Lig’de ilk haftanın santra düdükleri çalındı ve ligler başladı. Tabii, kaos ve skandallar ile dolu bir futbol ortamımız olduğu için ilk haftadan “Olmaz” denilen pek çok şeyin oldurulduğuna şahit olma ayrıcalığını yaşadık.

Bunların arasında pik noktası ise sanıyorum dünya futbol yayıncılığı tarihinde de bir ilk olan, cep telefonlu 1. Lig yayınıydı! Daha önce kulüplerin kendi sosyal medya hesaplarında benzer yayınları (ama daha kaliteli çekimlerle) yaptığına aşinaydık fakat ilk kez resmi bir yayın kuruluşu cep telefonu ile maç yayımladı… 1-1 biten Sakaryaspor-Keçiörengücü maçının neden cep telefonuyla yayımlandığı konusunda farklı iddialar var ancak hiçbirisi, ihmalkarlıkların önünü kapatmıyor.

Zaten görüntüler ortada, fazla söze gerek yok.

Ben farklı bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Belki düşük çözünürlüklü yayından fark edilmemiştir ama Sakarya temsilcisinin, başkent temsilcisi ile yaptığı maç Pendik’te oynanıyordu. Hani, kupa maçları veya playoff maçlarının tarafsız sahalarda oynanmasına aşinayız veya kulüplerin tarafsız sahada maç oynama cezası aldığı da vakidir ama bu maç öyle bir maç değildi…

Biraz kurcalayınca, Sakaryaspor’un stat mevzusunun çok daha karmaşık olduğunu fark ettim.

Hikaye 2018’de başlıyor.

Sakarya’nın tarihi Atatürk Stadyumu, 8 Eylül 2018’de taraftarların da formalarıyla katıldığı adeta şenlik havasında geçen bir törenle kullanıma kapatılıyor ve millet bahçesi yapılmak için 19 Ekim 2018’de çalışmalar başlatılıyor. 2019 yılında, TOKİ’nin ilk projesinde yıkılmayacağı açıklanan eski açık tribünün yıkılması için iş makineleri getirilince taraftar bu kez ayaklanıyor ve tarihi stadyumdan kalan tek ‘anı’ olan açık tribünün yıkılmaması için eylem yapıyor. Neyse ki bunu başarıyorlar ve açık tribün yıkılmıyor.

5 Haziran 2020’de açılışı yapılan, eski stadyum arazisine yapılan millet bahçesindeki bir yapının tavanı 7 Kasım 2020’de çöküyor ve binayı su basıyor.

Bu skandallar sürerken, Sakarya’nın maçlarını oynamaya başladığı Yeni Sakarya Atatürk Stadyumu da tepkileri üzerine çekiyor. İlk olarak 1. Lig’e uygun olmadığı için 2022’de çeşitli tadilatlardan geçiyor. Ardından geçen sezon zemini nedeniyle ciddi eleştiriler alan bu stadyumun zemini yenilenmeye başlıyor. 60 günde tamamlanması planlanan çalışmalar bilin bakalım ne oluyor? Tabii ki aksıyor.

Düşünün ki, Süper Lig’de ve Avrupa’daki Kupa Galipleri Kupası’nda ev sahipliği görevi üstlenebilen bir stadyumu veriyorsunuz; yerine iç saha maçlarınızı oynamakta zorlandığınız, iki yılda bir çeşitli sebeplerle tadilat gören bir stadyum alıyorsunuz. Ticarette böyle hata yapsanız, hesabını sorarlar. Futbolda olunca her şey mübah.

                                                         /././

Dokufest'te "Yeni Düzen"in savaşları ve kadın bedeni | Benim bedenim, kimin kararı? -Nil Kural-

                                                     Stray Bodies filminden bir sahne

DokuFest , temasıyla “Yeni Düzen”e odaklanırken seçkisinde bu düzenin tahakküm kurduklarının başında kadın ve işçi bedenlerinin geldiğini işleyen filmlerle dikkat çekiyor.

10 Ağustos’ta sonlanan 23. DokuFest Uluslararası Belgesel ve Kısa Film Festivali, Yeni Düzen (New Order) temasıyla savaşların, silahlanmanın ve gitgide derinleşen gelir adaletsizliğinin kol gezdiği bir dünya düzenini işaret etti. Seçkideki filmler sıklıkla, bu ‘yeni-eski’ düzende tahakküm kurulan ve sömürülenlerin başında bedenin ve özellikle de kadın bedeninin geldiğini gösteriyordu.

Festivalin İnsan Hakları Yarışması’ndan En İyi Film Ödülü ile dönen Kumjana Novakova imzalı “Silence of Reason”, Yugoslavya İç Savaşı sırasında Bosnalı kadınların Sırplar tarafından kitlesel tecavüze uğramasını, kadınların mahkeme verdikleri ifadeler ve suç mahallerinin fotoğraflarıyla gösteren bir makale film. Kuzey Makedonya-Bosna Hersek ortak yapımı filmde, kanıtlar ve ifadelerle kurulan mesafeli anlatım, daha önce kurgusal sinemanın da işlediği bu savaş suçunu daha da kan dondurucu bir şekilde resmediyor. Ataerkil ve askeri düzende savaşın kadın bedenine nasıl amansız bir saldırı gerçekleştirdiğinin altını çizen film, bir kabusu andırsa da tamamen karanlık değil. Zira yaşadıklarını saklamayıp kitlesel tecavüzü dünyaya duyuran Bosnalı kadınlar, filmde gösterilen hukuki sürecin sonunda savaşın bir parçası kabul edilen ve neredeyse sorgulanmayan tecavüzü insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında kabul ettirdiler. 

                                                                Silence of Reason filminden bir sahne

Bosnalı kadınların cesareti ve hukuki kazanımları kadın bedeninin savaş bölgelerinde sömürülmesini durdurmuş değil. Festivalin İnsan Hakları Yarışması’nda yer alan Hasan Oswald imzalı “Mediha”, çocukken IŞİD tarafından kaçırılan ve birkaç yıl sonra amcasının çabalarıyla kurtarılan ergenlik çağındaki Mediha’ya odaklanıyor. ABD yapımı filmde, Yezidilere zulüm eden IŞİD tarafından esir alınmasından sonra bir köle gibi alınıp satılan Mediha’nın travmasını anlattığı video günlüklere, ailenin IŞİD tarafından kaçırılan diğer üyelerinin kurtarılma çabaları da eşlik ediyor. 

Mediha, Ankara’da onu kaçıran IŞİD’li aileyle yaşadığı ortaya çıkan küçük kardeşinin kurtarılmasını beklerken IŞİD’in elinden alınmış diğer erkek kardeşlerinin bakımını da üstleniyor. Mediha’ya yakınları tarafından geçmişi unutması öğütlenirken, genç kadın yaşadıklarını unutup bu kabusu atlatmakta güçlük çekiyor. Film, Mediha üzerinden IŞİD’in kadınlara uyguladığı zulmü birçok yönüyle işliyor. Mediha’nın “Silence of Reason”ın kadınlarıyla bir diğer ortak noktası da işkencecilerinden birini tespit edip hukuki süreç başlatan bir avuç insandan biri olması. 

Elina Psykou imzalı “Stray Bodies”, kadın bedeninin sadece savaşta değil, günlük yaşamda da din, siyaset veya toplumun ilerici olmayan bir bölümü tarafından nasıl etkilendiğini gösteriyor. Yunanistan-İsviçre-İtalya-Bulgaristan ortak yapımı olan ve festivalin Balkan Yarışması’ndan mansiyon ödülü kazanan film, üç kadına odaklanıyor: Malta’da kürtaj yasak olduğu için İtalya’ya giden Robin; İtalya’da evli olmayan kadınlara tüp bebek tedavisi olmadığı için Yunanistan’a giden Gaia ve Yunanistan’da yaşayan ve tedavi edilemeyen bir hastalık nedeniyle ötanaziyi seçmek isteyen Kiki. Kadınların kürtaj hakkı gibi kazanımlarının geri alındığı günümüzde, “Stray Bodies” çok yönlü bir anlatımla ölüm kalım meselelerini işlese de oyuncu bir anlatımı seçiyor. Film, “benim bedenim, benim kararım”ı izleyicisine güçlü bir şekilde hissettiren, bedenlerimizle ilgili kararların siyaset veya din üzerinden alınmasına karşı açılan bir isyan bayrağı gibi. 

                                                                  Workers' Wings filminden bir sahne

Festivalin ulusal kısa yarışmasından Yetenek Ödülü’nü kazanan “Workers’ Wings” ise sömürülen işçi bedenleri üzerine. Kosova yapımı ve Ilir Hasanaj’ın imzasını taşıyan filmde, iş kazalarında bedenleri hasar gören işçilerin anlatımlarına güçlü portreler ve endüstriyel görüntülerle örtüşen bir ses kurgusu eşlik ediyor. Yaratıcı bir anlatımı başarıyla kuran film, bedenleri sermaye tarafından hiçe sayılan işçilerin yüzlerinde sömürü düzeninin izlerini akıldan çıkmayacak bir güçle yakalıyor.   

DOKUFEST’TE TÜRKİYE

Geçen yıl “Boşlukta” ile festivalden En İyi Balkan Filmi Ödülü’nü kazanan Somnur Vardar’ın Balkan yarışması jürisinde yer aldığı festivalde Türkiye yapımı iki film izleyiciyle buluştu. Berke Baş’ın yönettiği “Dargeçit”, festivalin Hakikat Belgeselleri Yarışması’nda yer aldı. 1995’te Mardin Dargeçit’te kaybolan Kürt gençlerin ailelerinin ve avukatlarının davayı sürdürme ve adalet arayışını uzun zaman boyunca takip eden belgesel, bu yılki İstanbul Film Festivali’nden En İyi Belgesel Ödülü ile dönmüştü. Yakup Tekintangaç’ın dünya prömiyerini Obenhausen Kısa Film Festivali’nde yapan filmi “Morî” ise festivalde Kısa Film Yarışması’nda izleyiciyle buluştu. Kurmaca film, babasını özleyen Morî adlı küçük kızın yeni atanan köy öğretmenini babası sanması üzerinden ilerliyor. Türkiye kökenli İsveçli Yönetmen Aylin Gökmen’in imzasını taşıyan ve Balkan Yarışması’nda yer alan kısa metraj  “O gün bu gündür, uçuyorum” ise Vakıf adlı 60 yaşındaki Kürt bir adamın gençliğine damga vuran bir travması üzerine.

                                                             /././

Suriye’de SDG ve rejim güçleri arasındaki çatışmalar kimlere yarıyor? -Yusuf Karadaş-

Suriye’nin Deyrezor kentinde geçen haftadan bu yana Suriye Demokratik Güçleri ile rejim ve İran destekli aşiret güçleri arasında çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalar yerel olsa da Gazze savaşının bölgedeki (Ortadoğu) egemenlik mücadelesine yeni bir boyut kazandırıp farklı noktalardaki gerilim ve çatışmaları tetiklemesi, buradaki çatışmaların da bu bölgesel gelişmelerle iç içe geçmiş sonuçları olacağına işaret ediyor. Çatışmaların şiddetlenmesinden sonra Kamışlo’da Rus ve Suriyeli yetkililer ile SDG temsilcileri arasında yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamaması da bu olasılığı güçlendiriyor.

Deyrezor’un bölgedeki egemenlik mücadelesi bakımından taşıdığı önemi anlamak için hem kentin coğrafik konumuna ve hem de burada konuşlu bulunan güçlere bakmak gerekiyor.

Öncelikle Fırat Nehri’nin ikiye böldüğü kentin doğusu SDG, batısı ise rejim ve İran destekli güçlerin kontrolünde bulunuyor. Suriye ve Irak arasında önemli bir geçiş kapısı olan Deyrezor aynı zamanda bugün SDG’nin kontrolünde olan El Ömer petrol ve Koniko doğal gaz sahası gibi Suriye için stratejik önemde olan enerji kaynaklarını barındırıyor. Ayrıca suyun hayati bir değer taşıdığı bölgede Deyrezor, Fırat Nehri’nin geçiş alanlarından biri olmakla kalmıyor önemli bir tarım havzası olarak da öne çıkıyor.

Burada konuşlu güçler arasında SDG’nin kontrolü altındaki bölgede El Ömer petrol sahasına yakın bir ABD üssü bulunuyor. Öte yandan Ebu Kemal başta olmak üzere bölgede İran destekli milis güçler yer alıyor.

İsrail’in Gazze’de soykırıma varan katliamlarının yanı sıra Tahran’da Hamas Lideri Haniye’yi ve daha önce de İran’ın Şam Konsolosluğunu hedef alarak savaşı bütün bölgeye yaymaya yönelik hamleleri İsrail’in en büyük destekçisi ABD ile İran yanlısı güçler arasındaki çatışmaları da tetikleyici bir rol oynuyor. Dolayısıyla Deyrezor’daki çatışmalar her ne kadar SDG ve bazı Arap aşiretleri ile rejim destekli Difayi el Vatani (Ulusal Savunma Güçleri) arasında yaşansa da bu çatışmaları bölgede ABD emperyalizmi ve İran arasında tırmanan gerilimden bağımsız düşünmemek gerekiyor, ki ABD’nin burada saldırıya geçen rejim ve İran yanlısı güçleri havadan bombalaması da bunu doğruluyor.

Buradaki çatışmalar Kürt-Arap çatışması biçiminde etnik bir temele oturtulmaya çalışılsa da SDG ve SDM (Suriye Demokratik Meclisi) içinde azımsanmayacak oranda Arap güçlerinin bulunduğu dikkate alındığında bu yönlü değerlendirmelerin eksik kalacağı ortadadır.

Öte yandan aynı dönemde Rusya’nın Kobanê’nin Türkiye sınırına yakın bir noktasında Rus ve Suriye askerlerinin konuşlanacağı yeni bir askeri üs inşa etmesi, Kuzey Suriye’nin önümüzdeki dönemde bu emperyalist ve bölgesel güçler arasındaki egemenlik mücadelesinde daha da önem kazanacağını haber veriyor.

Tam bu noktada Erdoğan’ın Putin’in de desteğini alarak Esad ile görüşme ve Suriye ile “normalleşme” yönündeki girişimlerini hatırlatmak gerekiyor. Çünkü bu çatışmaların devam etmesi Esad yönetiminin SDG üzerindeki baskıları artırmak üzere Erdoğan iktidarı ile ilişkilerinde teşvik edici bir rol oynayabilir. SDG ile rejim ve İran destekli güçler arasında yaşanan çatışmalardan sonra Türkiye destekli ÖSO’nun SDG’ye yönelik saldırılarını artırması da bu yönlü bir mesaj olarak okunabilir.

Şurası açıktır ki, Deyrezor’da yaşanan çatışmalar ve bu çatışmalar üzerinden emperyalistler ile bölgesel gericiliklerin yaptıkları hesaplar, Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını tehdit ediyor. Ancak 13 yılını geride bırakan savaşın yarattığı yıkım nedeniyle zaten iyice güçten düşmüş bulunan Suriye rejiminin de SDG ile geniş çaplı bir savaşa girmesi kolay görünmüyor. Elbette bu güçler arasındaki savaş ve çatışmaların ilk ve en önemli kaybedeni de Suriye halkları oluyor. Bu nedenle Suriye halklarının çıkarına olan, SDG/SDM ve Suriye yönetimi arasındaki diyalog kapılarının zorlanması ve bu güçler arasında barışçıl bir çözümün bulunmasıdır.

Ancak bir yanda bölgenin en büyük emperyalist gücü olan ve Rojava’da kurdukları özerk yönetimi siyaseten tanımadığı Suriye Kürtleri ile bu emperyalist çıkarları temelinde askeri olarak iş birliğini sürdüren ABD ve öte yandan Suriye topraklarını ABD emperyalizmi ile egemenlik mücadelesinin bir parçası haline getiren İran’ın varlığı bu diyalog kapısının açılmasını ve barışçıl çözümün bulunmasını önemli oranda zorlaştırıyor. Kürtler ve Suriye yönetimi arasındaki görüşmelerde birçok kez ‘ara bulucu’ olan Rusya’nın da dönemsel gelişmeler ve ortaya çıkan güç ilişkilerine bağlı olarak Suriye-Türkiye görüşmelerini öncelediği görülüyor. Bunlara Suriye Kürtlerine yönelik saldırganlığı hem yayılmacı emelleri ve hem de iç politik hesapları için kullanmaya çalışan ve bu temelde emperyalistlerle her türlü pazarlık ve tavize hazır duran Erdoğan iktidarını da eklemek gerekiyor.

Bu tablo Suriye’de çatışan güçlere ve Suriye halklarına iki seçenek sunuyor: Ya emperyalistler ve bölgesel gericilikler arasındaki vekalet savaşlarının bir parçası olacaklar ya da bunlara karşı bir tutum alarak ve birlikte mücadele ederek kendi ortak geleceklerini kurmaya yönelecekler. Bugün daha zor olanı gözükse de Suriye ve bölge halklarının emperyalist ve gerici güçlerin boyunduruğu ve sömürüsünden kurtulmasının ve demokratik-barışçıl bir gelecek kurulmasının yolu ikinci seçenekten geçiyor.

                                                    /././

                                        Evrensel - GÜNDEM

Belediye meclisi kabul etti: İzmir'e Merih Demiral heykeli dikilecek

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi, kente EURO 2024 Avusturya maçındaki "bozkurt" hareketiyle gündeme gelen Merih Demiral'ın heykelinin dikilmesi önerisini oy birliğiyle kabul etti.(https://www.evrensel.net/haber/525455)

                                                                    ***
Antep’te iş cinayeti: Pres makinesine sıkışan işçi yaşamını yitirdi

Antep’te çalıştığı fabrikada pres makinesine sıkışan Mustafa Taş (21), yaşamını yitirdi. Olay, öğleden sonra Tekstilkent Mahallesi’nde meydana geldi. Poşet fabrikasında çalışan Mustafa Taş, iddiaya göre pres makinesine sıkıştı. Mesai arkadaşları, durumu 112 Acil Çağrı Merkezi ekiplerine bildirdi.(https://www.evrensel.net/haber/525437)

                                                           ***

Karacabey'den sonra Bandırma'da da çiftçiler eylemde

Ürünleri ellerinde kalan domates, karpuz, kavun üreticilerinin eylemleri devam ediyor. Geçen hafta Bursa Karacabey’de yol kapatan çiftçiler, dün de Balıkesir Bandırma’da eylem yaptı. Balıkesir’in Bandırma ilçesinde üreticiler Aksakal Mahallesi'nde bir araya gelerek eylem yaptı. Çiftçilerin eylemine CHP Balıkesir Milletvekili Serkan Sarı, İYİP Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez ve Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Akın da katıldı. Bandırmalı üreticiler, eyleme traktörleriyle katıldı. “Çiftçi olmak suç mu?​”, “Köylü milletin efendisidir” ve “3 yıl mazot parasına çalışan bedava ameleyiz” yazılı pankart taşıyan çiftçiler, eylem yaptı. Tarlada kalan domatesleri yardım bekleyen çiftçiler, “Böyle giderse malımız ya tarlada kuruyup gidecek ya hayvan yemi olacak” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/525419)

                                                            ***

"Yasa şiddete alan açıyor" -Aliye Ceylan-

İzmir Yaşam Hakkı Savunucuları Platformu üyeleri yasa ile birlikte hayvan katliamlarının artığına dikkat çekerek "Yasaya karşı birlikte mücadele edelim ve yaşatalım" çağrısı yaptı.(https://www.evrensel.net/haber/525434)

(Evrensel)

                                                  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder