21 Ağustos 2024 Çarşamba

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -21 Ağustos 2024-

Darbe anayasasından yumrukla anayasasızlaştırma sürecine -Fatih Yaşlı-

"Yeni anayasayı gündemde tutmaya çalışan iktidar buna paralel bir şekilde ülkeyi adım adım anayasasızlaştırıyor."

Aydınlar Ocağı, 1960’ların sonuna doğru solun hegemonyasını kırmak için bir grup milliyetçi-muhafazakâr kalem erbabı tarafından kuruldu. Kurucularının hemen hepsi Nakşi İskenderpaşa Dergâhı, Milli Türk Talebe Birliği, Milliyetçiler Derneği, Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi yapılanmaların oluşturduğu antikomünist şebekenin içerisinden gelmişlerdi. Ocağın adını da Türkiye İslamcılığının “üstad”ı Necip Fazıl koymuştu. 

Ocak 1970’lerin başında, Adalet Partisi iktidarının Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde başlatılan hümanist eğitim ve kültür politikalarının ürünü olan klasik çevirilerinden rövanşı almak için hayata geçirdiği “1000 temel eser” projesinin içerisinde yer aldı. Hümanist eğitim kültür ve politikalarının gençliği komünizme yönlendirdiği, komünizmle mücadele etmek için ise milli bir eğitim ve kültür politikasına ihtiyaç duyulduğu temel iddialarıydı. 

Ders kitaplarının yeniden yazımının ve müfredattaki değişikliklerin de arkasında yer alan Aydınlar Ocağı, 1974 yılında Milliyetçi Cephe’nin kuruluşunda önemli bir rol oynadı. Ocağın üyeleri hem gazetelerde, dergilerde ısrarlı yazılar yazarak komünizme karşı kurulacak bir cephe hükümeti fikrini popülerleştirdiler hem de Ankara’da sağ partiler arasında lobi faaliyetlerinde bulundular ve onları cephe fikrine ikna ettiler.

Aydınlar Ocağı’nın devlet katında esas kabul görüşü ise 12 Eylül darbesiyle oldu. Darbeciler bir yandan solu ezerken bir yandan da ocağın üretimi olan Türk-İslam sentezini benimsediler. Aydınlar Ocağı’nın kurucu başkanı İbrahim Kafesoğlu’nun formüle ettiği ve kitap haline getirdiği bu sentez komünizmin panzehri olarak görülüyor ve devletin adı konulmamış resmi ideolojisi olarak sahipleniliyordu. 

Darbenin en önemli nedeni olan 24 Ocak Kararları zaten taslak olarak Turgut Özal tarafından Aydınlar Ocağı toplantılarında okunmuş ve tartışılmıştı. İskenderpaşa Cemaati’ne mensup, TÜSİAD ve MESS üyesi, Amerikancı Özal, ocağın resmi üyesi değildi ama o networkün en önemli figürlerinden biriydi. Dolayısıyla Aydınlar Ocağı Özal şahsında Türkiye’nin neoliberal talana açılmasında da ciddi bir rol oynadı. 

Darbe sonrası Aydınlar Ocağı özellikle devletin eğitim ve kültür politikalarına doğrudan müdahale etti. Din eğitimiyle ilgili, ara eleman eğitimiyle ilgili, üniversite eğitimiyle ilgili çok sayıda panel ve konferanslar düzenledi ve bunlara bakan düzeyinde katılımlar oldu. Aydınlar Ocağı’nın hazırladığı raporlar devlet katında yol haritası olarak benimsendi, Türk-İslam sentezi doğrultusunda hayata geçirildi.  

Yani ekonomi politikalarının yanı sıra, Türkiye’nin eğitim ve kültür politikalarının ana aktörleri de 12 Eylül’e gelindiğinde antikomünist şebekenin mensuplarından oluşmaktaydı artık. Darbeciler toplumsal tepkiyi azaltmak için solla birlikte ülkücü harekete de vurmuştu ama öte yandan hareketin en önemli ideologları şimdi devlete akıl üretiyor, üniversitede rektör oluyor, ülkenin gidişatını belirliyordu.

Ancak mesele bununla da sınırlı değildi; 1982’de referanduma sunulan 12 Eylül Anayasası’nın ortaya çıkışında da Aydınlar Ocağı en etkili aktörlerden biriydi. Meclis’te kurulan Anayasa Komisyonu’nun başına getirilen Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı aynı zamanda Aydınlar Ocağı üyesiydi. Ocak da zaten kendi anayasa taslağını hazırlamış ve darbecilere sunmuştu. 82 Anayasası Aydınlar Ocağı’nın taslağının birebir kopyası değildi ama devleti ve düzeni konumlandırdığı yer, yani özü itibariyle aynıydı. 

82 Anayasası’nın özü neydi peki? Bu anayasanın özü 61 Anayasası’nın anti-tezi olacak bir şekilde bireysel ve toplumsal bütün hak ve özgürlükleri tırpanlamak ve buna paralel bir şekilde devleti kutsamak, merkeze devletin bekasını koymak, bunu yaparken de devlet içerisinde yürütme aygıtını güçlendirmek, yasama ve yargının özerkliklerini ise daraltmaktı. Türkiye’nin düzeni 61 Anayasası’nın Türkiye toplumunda yarattığı dönüşümü, toplumun yüzünü sola dönüşünü görmüştü ve şimdi bunun karşısına 12 Eylül Anayasası’nı koyuyordu. 

1982 Anayasası darbenin etkileri azalmaya başladığı andan itibaren büyük tartışmalara ve eleştirilere konu oldu, o zamandan beri sürekli yeni anayasa tartışması yapıldı, anayasanın maddeleri defalarca değiştirildi; AKP ise hem anayasanın 134 maddesini değiştirdi hem de 2007, 2010, 2017 tarihlerinde anayasa değişikliği için referanduma gitti.

Bu üçü arasında özellikle 2010 referandumu ülkenin ahmaklık tarihinin nadide hadiselerinden biriydi. AKP, Gülen Cemaati’nin de büyük desteğiyle 12 Eylül’le ve onun anayasasıyla hesaplaşacağını öne sürüyor ve yüksek yargıyı ele geçirme hedefini bununla makyajlıyor, sağlı sollu liberaller ve hatta kimi kendisine sosyalist diyen isim ve yapılar da bu ahmaklık kervanına katılıyor, siyasal İslam’ın kendi hegemonyasını kurma ve devletleşme sürecine koltuk değnekliği yapıyorlardı. 

İktidar son birkaç yıldır yeniden “yeni anayasa”dan söz etmeye, 82 Anayasası’ndan kurtulma çağrıları yapmaya başladı. Bunun için sahici bir zemin olmadığının onlar da elbette farkında ama sürekli yeni hikâyeler anlatmaya, dikkatleri hep sahte gündemlere çekmeye ihtiyaçları olduğu ve karşılarında her seferinde hizaya gelen bir muhalefet bulunduğunu bildikleri için meseleyi gündemde tutmaya çalışıyorlar.

Bu durum son derece ironik bir karakter taşıyor aslında; çünkü yeni anayasayı gündemde tutmaya çalışan iktidar buna paralel bir şekilde ülkeyi adım adım anayasasızlaştırıyor, şu anda Türkiye bir anayasasızlaşma sürecinden geçiyor ve geçen hafta Meclis’te yaşananlar bu süreci bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. 

Ne olmuştu geçen hafta hatırlayalım. Muhalefet partilerinin çağrısıyla TBMM Can Atalay için olağanüstü toplanmıştı. Peki bu çağrının hukuki zemini neydi? Bu zemin, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’ın vekilliğinin TBMM’de Yargıtay kararının okunarak düşürülmesinin yok hükmünde olduğu yönündeki kararıydı. Anayasa Mahkemesi bu kararıyla hem anayasanın hem de kendi kararının arkasında duruyor ve yapılan işlemin anayasaya aykırı olduğunu, bu nedenle de geçerliliğinin olamayacağını söylüyordu. 

Meclis tüzük gereği olağanüstü toplandı ama Cumhur İttifakı’nın ortakları toplantı öncesinde Meclis’ten herhangi bir farklı karar çıkmayacağını, yani Yargıtay kararının geçerliği olduğunu çok net bir şekilde vurgulamışlardı, Anayasa Mahkemesi’ne ise “işine bakması” söyleniyordu, yani anayasasızlaştırma sürecine sesini çıkarmaması konusunda uyarıda bulunuluyordu.

Meclis’te ise dediklerini yaptılar ve TİP Milletvekili Ahmet Şık’ın konuşmasını bahane ederek anayasasızlaştırma sürecini yumrukla, tekmeyle savundular; Meclis kürsüsüne sıçrayan kan anayasasızlaştırma sürecinin şiddetine dair muazzam bir sembolizm içeriyordu ve oturum bittiğinde süreç daha da derinleşmişti.

Tüm bunlar yaşanırken not edilmesi gereken olgulardan biri, MHP’nin Meclis’e gitmeyip “bakalım ne yapacaklar” diyerek AKP’yi dışarıdan izlemeseydi. AKP de tüm o “AKP’yi MHP yönetiyor, MHP’ye mecbur olmasa Atalay ve diğerlerini hemen salacak” tarzı “derinlikli” analizleri boşa düşürecek şekilde anayasasızlaştırma sürecinin gereğini yaptı ve zaten Bahçeli’den de anında bir tebrik aldı.

Bundan daha ilginç olanı ise CHP’nin ve Özel’in tutumuydu. Can Atalay’a yönelik hukuksuzluk için önceleri “darbe girişimi” diyen, bu girişime karşı yurttaşları anayasayı korumak için sokağa davet eden, Atalay için büyük bir miting düzenleyeceğini söyleyen Özel, bunların hiçbirinin arkasında durmadığı gibi şimdi de Şık’a yönelik saldırıyla ilgili Meclis’te yaptığı 5 dakikalık konuşmada olayı önemsizleştirmeye ve geçiştirmeye çalışıyor ve adeta Şık’la ona saldıranları eşitliyor, asıl saldırının ise anayasaya yönelik olduğunu görmezden geliyordu. 

Geçen hafta Meclis’te yaşananlar yumrukla anayasasızlaştırma sürecinde dönüm noktalarından biriydi. Türkiye’yi küresel tedarik zincirinin ucuz emeğe dayalı merkez ülkelerinden biri yapmayı hedefleyen, bunun için de insanları açlığa, yoksulluğa, işsizliğe mahkûm eden, doğaya, ormanlara, derelere, madenlere saldıran Türkiye’nin düzeni yoluna devam edebilmek için daha çok otoriterleşmeye, daha çok hukuksuzluğa, daha çok anayasasızlaştırmaya mecbur bulunuyor.

Seçim anketlerinde AKP’nin düşüşü görülüyor olabilir -ki bu sokağa çıkıp baktığınızda da artık görülebilir hale gelmiş bir düşüş- ancak anayasasızlaştırma sürecinin bir süre sonra “seçimle gitmeme konsepti”ne evrileceğinin işaretleri daha şimdiden gelmeye başladı. Ortada rejim inşa eden, devletleşmiş ve sermaye sınıfına istediklerini hala verebilen bir parti var ve gitmeyi öyle kolay kolay kabul etmeyeceği de açık. 

Eğer siyaset bugünkü bütünüyle sandığa endekslenmiş ve seçim fetişisti karakterinden sıyrılmazsa, sokak yeniden siyasetle ve siyaset yeniden sokakla buluşmazsa, halk bir aktör olarak denkleme dâhil olmazsa, oyları düşse dahi iktidar kendi yol haritasını izlemeye devam edecek ve o yolun sonu memleket için hayırlı bir yere çıkmayacak. Bu yüzden de bir müdahaleye, bütün bu gidişatı değiştirecek, etkili, radikal, güçlü bir müdahaleye ihtiyacımız var.                                                       /././

Sırbistan'daki 'çevre' protestosu: Batı destekli projeye karşı 'Batı darbesi' mi? -Can Kuyumcuoğlu-

Sırbistan'da hükümetin çokuluslu Rio Tinto şirketiyle ortak yürüttüğü lityum madeni projesine karşı büyük eylemler düzenleniyor. Eylemler, hükümetin öne sürdüğü gibi Batı darbesi girişimi mi?

Sırbistan'da lityum madenciliği projesine karşı bu ayın başından beri geniş çaplı protestolar düzenleniyor. Başkent Belgrad sokaklarında başlayan protestolarda, eylemcilerin son olarak kentteki iki tren istasyonunda rayları tıkadıkları ve bir otoyolda trafiği kısa süreliğine durdurdukları bildirildi.

Sırp hükümeti madenin ekonomik kalkınma için bir fırsat olduğuna inanırken, protestocular bunun Jadar Vadisi'nde kirliliğe yol açacağını ifade ediyor.

Vucic: Rusya 'Batı darbesi girişimi' diye uyardı

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, gazetecilere yaptığı açıklamada, protestoların demokratik bir şekilde yapılmış olmasına karşın, otoyoldaki trafiğin engellenmesinin "azınlığın çoğunluğa karşı terörü" anlamına geldiğini savundu.

Vucic, protestolar için "Hükümeti devirmek için tasarlanmış hibrit bir girişimin parçası" derken, Rus istihbarat servislerinin kendisine, kendisini iktidardan düşürmek isteyen Batılı güçler tarafından Sırbistan'da "kitlesel bir ayaklanma ve darbe" hazırlandığına dair bilgi verdiğini sözlerine ekledi.

Belgrad'da bu ayın başında on binlerce kişinin sokaklara çıkmasına neden olan proje, Sırp hükümeti ile İngiltere-Avustralya merkezli çokuluslu bir metal ve madencilik şirketi olan Rio Tinto arasındaki anlaşmayla başlamıştı.

Çevre eylemi mi, Batı foncularının girişimi mi?

Batılı medya kuruluşları, ülkedeki "son yıllardaki en büyük protestolardan biri" olarak tanımladığı protestoların, projenin çevre üzerindeki potansiyel etkisinden endişe duyan yerel sivil toplum kuruluşları ve çevreciler tarafından organize edildiğini iddia ediyor.

Batı medyasına göre, protesto makul görünüyordu ve kamuoyunun duygularını yansıtıyordu, zira birçok ana akım Batı haber kuruluşu, haberlerinde Zlatko Kokanovic adlı bir protestocuya ışık tuttu ve onu "çevreyi korumayı seven bir birey" olarak tanıttı.

Örneğin, 9 Ağustos tarihli bir Reuters haberinde Kokanovic "48 yaşında bir Sırp çiftçi" ve "beş çocuk babası" olarak tanımlandı. Aynı gün Associated Press (AP) tarafından yayınlanan bir haberde de benzer bir tanımlama kullanıldı ve Kokanovic'ten beş çocuğu olan 48 yaşında bir çiftçi olarak bahsedildi. Marijana Petkovic adlı bir başka eylemci de bazı haberlerde sıklıkla Jadar Vadisi'ne yakın bir köylünün "yerel sakini" veya "komşusu" olarak bahsedildi.

Batıcı STK başkanı, 'normal çiftçi vatandaş' olarak tanıtıldı

Çin'in resmi yayın kuruluşu Global Times'ın bulgularına göre, yukarıdaki iki isim sırasıyla protestoların başlıca başlatıcılarından biri olan "Ne damo Jadar" adlı Batı'ya yakın bir sivil toplum örgütünün başkanı ve kilit üyesi. Belgrad merkezli Danas gazetesinin yayınladığı bir haberde Kokanovic "Sırbistan'ın tüm vatandaşlarını Belgrad'daki protestoya katılmaya çağırdı."

Bazı Batılı medya kuruluşları, bu kişilerin protestodaki rollerini kamuoyuna duyurmak yerine onları "çevreyi koruma konusunda tutkulu ve gösteriye katılan sıradan vatandaşlar" olarak göstermeyi tercih etti.

Sırbistan hükümeti: 'Eylemin çevreyle alakası yok, amaç hükümeti devirmek'

Diğer yandan, AP, 11 Ağustos'ta Vucic'in protestolara dair, "Her şeyi ayrıntılı olarak biliyorduk. Birini şaşırttığınızı mı düşünüyorsunuz... her zaman kendimizi sınırladık, şiddete başvurmadan ülkede düzeni sağladık, sorunsuz bir şekilde" dediğini aktardı.

10 Ağustos'ta yayınlanan bir TASS makalesine göre de Vucic, Moskova'nın Belgrad'ı Batılı ülkelerin temsilcileri tarafından başlatılan kitlesel isyan hazırlıkları konusunda uyardığını medyaya aktardı. "Bugün Rusya Federasyonu'ndan resmi bilgi aldık" diyen Vucic, bilginin resmi kanallar aracılığıyla sağlandığını ve bunun Sırbistan'ın istihbarat kurumu olan Güvenlik ve Bilgi Ajansı sayesinde olduğunu ekledi.

TASS makalesinde ayrıca, Sırp gazetesi Vecernje Novosti'nin daha önce Sırbistan muhalefetinin üyelerinin 10 Ağustos'ta Belgrad'da yapılması planlanan Batı yanlısı protestoları "başkanlık sarayını ele geçirmek, devlet başkanını ortadan kaldırmak ve Ukrayna'dakine benzer bir senaryo başlatmak" için kullanmaya hazır olduğunu iddia ettiği belirtildi.

Sırbistan Başbakan Yardımcısı Aleksandar Vulin de, RIA Novosti haber ajansına verdiği röportajda protestoların doğasının renkli bir devrim ve yabancı müdahalesi olduğunu öne sürdü. Vulin, "Lityum protestoları çevreyle ilgili değil. Amaçları hükümeti devirmek" dedi.

Çin medyası: Protestodaki STK'lar ABD'yle bağlantılı

Global Times, lityum madenciliği projesine karşı protestolara katılan bazı sivil toplum kuruluşlarının aslında ABD ile bağlantıları olduğunu, ancak bu tür bağlantıların halk tarafından iyi bilinmediğini ileri sürdü.

Çin'in medya kuruluşunda yer alan yazıya göre, "Ekoloski Ustanak" (Ekolojik Ayaklanma) adlı STK, lityum madenciliği projesine karşı protestolara katılan en aktif örgütlerden biri. Yerel medyanın aktardığına göre, Haziran ayının başlarında Ekolojik Ayaklanma, Sırbistan'ın muhalefet partilerinin, sivil çevre örgütlerinin ve aktivistlerin projeye karşı "ortak bir cephe" için "harekete geçmesi" çağrısında bulundu.

Balkan Green Energy News web sitesine göre, çevreci grupların en büyük fon sağlayıcıları "kesinlikle" ABD'den. Web sitesi, ayrıca Ekolojik Ayaklanma ve diğer gruplar tarafından Aralık 2021'de de aynı lityum madenine karşı gösteri yapmak için kitlesel protestolar düzenlendiğini hatırlattı.

Sırbistan Ulusal Meclisi Başkanı Ana Brnabic de Ocak 2022'de bu STK'ların ABD tarafından fonlandığını öne sürmüştü. "Bu örgütleri ve bu yabancıları finanse eden yabancıların ikiyüzlülüğünü tarif edecek kelime bulamıyorum," diye tepki gösteren Brnabic, söz konusu STK'ların en büyük ABD fon sağlayıcılarından bazılarını şöyle sıralamıştı: Rockefeller Vakfı, USAID, Açık Toplum Vakfı, NED ve Edge Funders Alliance.

Sırbistan projeyi yeniden yürürlüğe koydu

Sırp hükümeti daha önce Rio Tinto'nun madencilik faaliyetlerini halkın yoğun tepkisi nedeniyle durdurmuştu ancak yakın zamanda bu kararı geri alıp lisansları yeniden yürürlüğe koymuştu.

Bu lityum projesi, hem ABD hem de Avrupa Birliği tarafından destekleniyor ve yeşil enerji hedefleri için çok önemli görülüyor. Projenin amacı, AB'nin karbon nötrlüğü çabalarının merkezinde yer alan elektrikli araç akülerinin üretimi için gereken lityum tedarikini güvence altına almak.

Raporlara göre, Jadar lityum projesi Avrupa'nın mevcut lityum ihtiyacının yaklaşık yüzde 90'ını karşılayabilir ve Rio Tinto'nun dünyanın önde gelen lityum üreticilerinden biri olarak konumunu güçlendirebilir. Ekonomiyi canlandırma beklentileriyle, Madencilik Bakanı Dubravka Djedovic Handanovic gibi Sırp yetkililer, faydaların olası zararlardan daha ağır bastığını savunuyor.

AB'nin memnun olduğu projeye rağmen neden Batı darbesi?

Sırbistan'da Batılı ülkelerin desteklediği lityum projesine dönük ayaklanmaların Belgrad yönetimi tarafından Batı darbe girişimi olarak öne sürülmesi bir yandan kafa karışıklığı yaratıyor, ancak Batılı güçlerin Sırbistan'ın Rus ve Çin yatırımlarına daha fazla alan açmasından duyduğu rahatsızlık da uzun süredir bilinen bir gerçek. Özellikle Çin'in Sırbistan'da maden alanı da dahil olmak üzere büyük yatırımları bulunuyor.

Bu açıdan bakıldığında, ülkedeki Batı fonlu kuruluşların çevre başlığı üzerinden mevcut hükümeti hedef alması ve Batı'yla daha yakın ilişkileri olan muhalif güçleri iktidara getirmeyi amaçlamış olması da ihtimal dahilinde.

                                                              /././

Bursa’da motosiklet kazası can aldı: ‘Mücadelemiz böyle olaylar yaşanmasın diye’ -Yekta Armanc Hatipoğlu-

11 Ağustos günü Bursa’da 17 yaşındaki bir sürücünün neden olduğu trafik kazası can aldı. Kazada annesini yitiren İrfan Seven ‘Katillere caydırıcı cezalar verilsin diye uğraşıyoruz’ dedi.

                                    Kazanın yaşandığı caddeden bir hız sınırı tabelası.

Bursa’nın Yıldırım ilçesinde 11 Ağustos Pazar günü Ortabağlar Mahallesi Profesör Tezok Caddesi üzerinde 17 yaşındaki Oktay Efe B.’nin kullandığı motosiklet 75 yaşındaki Saadet Seven’e çarptı. Kazanın ardından sağlık ekiplerinin olay yerinde yaptığı ilk müdahalenin ardından Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırılan Seven, burada yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

Gözaltına alınan sürücü ise emniyetteki işlemlerinin ardından çıkarıldığı hakimlikçe “taksirle ölüme sebebiyet vermek” suçundan tutuklandı.

Motosiklet sürücüsü 17 yaşındaki Oktay Efe B.’nin, kaza sırasında kullandığı 250 cc’lik motosikleti kullanmak için yeterli ehliyete sahip olmadığı ortaya çıktı. Görgü tanığı yurttaşların söyledikleri, güvenlik kamerası görüntüleri ve Saadet Seven’in vücudundaki izlere göre Oktay Efe B., 30 kilometre hızla gidilmesi gereken yolda olması gerekenin üstünde bir hızla gidiyordu.

Saadet Seven’in oğlu İrfan Seven, olay ardından yaptığı ilk açıklamada “Motoru kullanan şahsın arkasında babası da var. Trafikte ilerlerken bir otomobil sürücüsüyle tartışma yaşamışlar. Bu yüzden hızını arttırmış. Hızını arttırdığı sırada anneme çarpıyor. Daha sonra savruluyorlar ve otomobil sürücüsü gelerek motosiklet sürücüsü ve babasını darp ediyorlar. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk, adalet istiyoruz” sözlerini kaydetti.

Zanlı ‘Hızlı gitmiyordum’ demiş: ‘Hem kamera görüntüleri hem çevredeki arkadaşların söylediği bunun aksi’

Olayı ve dava sürecini, kazada annesi Saadet Seven’i kaybeden İrfan Seven ile konuştuk.

Kazanın olduğu yoldaki hız sınırının 30 kilometre olduğunu ancak zanlının bu hızın üstünde gittiğini söyleyen Seven, zanlının ifadesinde “Hızlı gitmiyorum” dediğini söyledi. Seven, hukuki süreçle ilgili de bilgi verdi:

“17 yaşında bir çocuk, 30 kilometre hızla gidilmesi gereken yolda, 250 cc’lik motosikletin üstünde hız sınırının çok üstünde gidiyor. Güvenlik kamerası görüntülerinde var, annemden önce geçen hanımefendi yavaş yavaş gidiyor. Yol boş yani. Annem de aynı şekilde yavaş bir şekilde çıkıyor yola yol boş olduğu için. Anneme çarpan kişi ifadesinde ‘Ben hızlı gitmiyordum, teyzeye seslendim’ gibi şeyler söylemiş. Bu doğru değil. Hem kamera görüntüleri hem çevredeki arkadaşların söylediği bunun aksi. Kaza nedeniyle annemin omurgası, kolu, sırtı kırılıyor, diyaframı yırtılıyor. 15-20 dakika sonra ambulans geliyor, hastaneye kaldırılıyor, kan kaybından kaybediyoruz orada.

Şu an adli tatilden dolayı hukuki süreç ilerlemiyor. Zanlı gözetim altında tutuluyor. Arkasında oturan babası yolcu olduğu serbest bırakıldı. Avukatlarımız sağ olsunlar, çok ilgileniyorlar.

‘Bu olaylar başka insanların başına gelmesin, katillere caydırıcı cezalar verilsin diye uğraşıyoruz’

Seven, sözlerini “Annem yaşına rağmen dinç, sağlıklı biriydi; göz göre göre gelen bir kaza sonucu kaybettik, başka insanların başına gelmesin bu olaylar, katillere caydırıcı cezalar verilsin diye uğraşıyoruz” diyerek noktaladı:

“Bu şekilde yüzlerce kaza yaşanıyor, bu olaylar yaşanmasın, kamuoyu bilinçlensin diye mücadele ediyoruz. Haberler yapılsın, insanlar duysun istiyoruz. Annem yaşına rağmen dinç, sağlıklı biriydi; göz göre göre gelen bir kaza sonucu kaybettik, başka insanların başına gelmesin bu olaylar, katillere caydırıcı cezalar verilsin diye uğraşıyoruz.”

                                                           /././

Ali Koç Fenerbahçe'ye 'İmparator' mu olacak? -Mehmet Erçetin-

Kanı Fener'e kaynayan Nâzım'ın da dediği gibi “Sporda da olsa, halka dayanalım vatandaşlar! Halka, kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!”

“Hep kazanmışsınız dede. Anlattıklarınızdan bu anlaşılıyor. Güçlü olduğunuzdan kazanmışsınız. Ya insanlar sizden daha güçlü olursa. Ya bir kez yitirirseniz?”

Erol Toy'un ilk basımı 73'te yapılan ve fiili olarak yasaklanan kitabı İmparator, ünlü “Çokzâdelerin” doğumunu, yükselişini ve iktidarını anlatıyor. Fehmi Çok, Ankara'da iki adımlık bir bakkaliyeden uluslararası bir holdingi adım adım inşa ediyor, hayat hikayesine tanıklık eden torunundan ise yukarıdaki sözleri işitiyor.

Bugünden bakınca hikayede şaşkınlık yaratan bir taraf olduğunu söylemek zor. Yetenekli ve genç bir tüccar arkasında atik ve genç bir Cumhuriyet buluyor. Biraz şans biraz zeka derken dönemin elverdiği boşluklar hızlı bir yükselişe, farklı dilden “dostlar” edinmek yükselişin yerini yerleşmeye bırakmasına yol açıyor. Kitaptaki mahlasıyla Fehmi Çok, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte büyüyen bir sermaye öncüsünün portresi. Aradan bir insan ömrü kadar vakit geçer geçmez öncülük ev sahipliğine dönüşüyor.

Ne hikaye ama!

İmparatorun doğumu

Artık Cumhuriyet'in varlığı tartışılır, onun yerine genci yaşlısı, zekisi akılsızı, mavi gözlüsü siyah jiplisiyle bolca tüccar var. 

Benim gibi taraftarlık mefhumuyla lanetlenmiş sporseverler farkında ki profesyonel futbol, artık yalnızca bu tüccarların bir iş kolu. Türkiye'ye özgü bir durumdan bahsedilemez. Türkiye Futbol Federasyonu'nda ve profesyonel kurullarında görülen çürümenin aynısı dünyanın geri kalanına da yayılmış durumda. Zaten ortada bahis gibi dev bir parasal döngü ve özel şirkete dönüşmüş, hatta devlet eliyle yönetilen kulüpler varken aksi imkansız. Yeni kuşak arasında amatör sporlara duyulan ilginin artmasını belki de biraz buradaki sahteliğe bağlamak gerekli.

Lakin futbola dair “sahada kazanılmıyor” algısı ne ölçüde geçerli olursa olsun, bu sporun popülerlik ve izlenilirlik açısından rakipsiz olmaya devam ettiği bir gerçek. Bahsettiğimiz ölçekte toplumsallaşan bir şeyin politikleşmemesi ise imkansız.

Bu alandaki kirliliğin, gerçeklikten kopuşun, hiçbir aşamanın adil olmadığına dair hislerin toplumsal izlerini sürmek bu bağlamda mümkün. Adaletin ve gerçekliğin olmadığı bir şeye tutkuyla bağlanmak, aynı anda zaferlerin sahici, mağlubiyetlerin sahte olduğu inancını yaratabiliyor. Burjuvazi, evrensel olarak elini attığı her şeyi kirletmeyi, kendi anlatısı açısından kullanışlı hâle getirmeyi sürdürüyor. Fenerbahçe Koç ilişkisinde ise bunun fazla açık ve doğrudan yaşandığını görüyoruz.

Çünkü Çok'ların varisi iktidar sırası gelmeden önce Fenerbahçe'yi deneme tahtası hâline getirmeyi seçti.

İmparatorun çıkışı

Ali Koç hakkında ne bildiğimizi düşünerek başlayalım: Kendisinin milliyetçi, MHP'ye oy veren ancak bir yandan Batı'dan ziyade Doğu'ya dönük bir ticari vizyonu olan, zaman zaman açıklamalarında daha adil kapitalizm gerekli ihtiyacını dile getiren bir sermayedar olduğunu biliyoruz. Cümlenin başını okumazsanız soyadın Koç değil Sancak olduğunu zannedebileceğiniz köşeli bir profil.

Peki Fenerbahçe hakkında ne biliyoruz? İstanbul'daki üç kulübün sportif açıdan diğer takımlarla karşılaştırılamaz olduğu aşikâr. Ancak 2011'den itibaren saha dışındaki olaylar sebebiyle bunların içerisinde en sansasyonel olan Fenerbahçe oldu. Süper Final'de tribünlere polis saldırısı, Aziz Yıldırım'ın Fethullahçılar tarafından tutuklanması, otobüsün kurşunlanması derken Fenerbahçe, düpedüz politik bir fenomene dönüştü. Ve burada siyasetin geri kalan alanlarında görmediğimiz, ilginç bir unsur var: Politik skalanın herhangi bir noktasına düşen insanlar, son derece politik olan bu başlıkların tamamında taraftarlık olgusu sebebiyle bir uzlaşı geliştirdi.

Kadrajlarımızı tekrar Çokzâdelere çevirelim: Yönetme, müzakere etme, bir adım sonrasını düşünme pratikleri olmayan veliahtınız için en ideal eğitim sahası burası değil de nedir? Hem egemen siyasete öfkeli hem birbirine duygusal sebeplerle bağlı, her zaman irrasyonel düşünen, başarıya (yani bugünün futbolunda paraya) aç kabaca 25 milyonluk Türkiye laboratuvarı.

Bırakın holding veliahtını, indirecek mesihiniz olsa ilk görev yerini burası seçersiniz.

İmparatorun düşüşü

Nitekim öyle oldu, Ali Koç, uzun süredir yönetim kurulunda bulunduğu Aziz Yıldırım'ı 2017 kongresinde darmadağın etti. Ancak başkanlığa seçilirken söz verdiği “modern” vizyonunun zerresini uygulamadı. Yılda 2-3 teknik direktör değiştirdi, kurduğu takım neredeyse küme hattına düştü, bahsedilen altyapı projelerinin, tesislerin hiçbiri yapılmadı ve nihayetinde Fenerbahçe sportif açıdan korkunç bir 6 yıl geçirdi.

Projenin geçtiğimiz yaza dek sermaye sınıfı açısından son derece başarısız olduğunu söylemek mümkün. Nitekim bu sebeple “sportif başarıya” dönük vizyon ortadan kalktı, çarpıtma, kuralsızlık ve alışıldık patron tehditleri başladı. Ali Koç, Nisan'da stadyumda on binlerce kişiyi “adalet” için toplayıp kendi seçim çalışmasını hazırladı, ısrarla savunduğu iki dönem kuralını çiğnedi ve tekrar hayal satarak Fenerbahçe'yi adeta kendisine "borçlu" çıkardı. Kongrede öyle bir hava esti ki sanki Koç Fenerbahçe'ye değil, Fenerbahçe Koç'a muhtaçtı.

Dede Fehmi Çok da 70'lerde yükselen işçi hareketlerine karşı benzer şantaj yöntemlerini kullanmış, basını dolaylı yoldan satın almış, meclis partilerinin tamamını kontrolü altında tutmuş, krizden büyüyerek çıkmanın “kitabını” yazmıştı.

Şimdi ne mi olacak?

Türkiye'nin en zengin insanının sahaya atladığı, arkadan yumruk yediği, kiminin sahada hakemi yumrukladığı, kiminin yanaklarını okşattığı futbolumuzda başarı için tahmin yapmak zar atıp düşeş beklemekle aynı şey. Kulüplerin başına çökmüş irili ufaklı patronların ise gözünün “karizmayı çizdirmemek” için yaka paça kavgaya tutuşacak kadar karardığı aşikâr. Zaten kavgaları da henüz bizimle değil.

Ancak bilmeleri gerekir ki bizde “İmparatorlara” teslim edecek değer yok. Kanı Fener'e kaynayan Nâzım'ın da dediği gibi “Sporda da olsa, halka dayanalım vatandaşlar! Halka, kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!”

                                                            /././

İşte AKP'nin tasarrufu: Halk Eğitim'deki öğretmenlerin maaşlarını yatırmıyorlar -Özkan Öztaş-

Halk Eğitim Merkezleri'nde görev alan usta öğretici öğretmenlerin maaşları yatmadı. Yetkililer "Hazine Bakanlığı'ndan ödenek yok" açıklaması yaptı.

Halk Eğitim Merkezleri'nde görev yapan usta öğreticilerin maaşları yaklaşık iki aydır yatmıyor. Tasarruf tedbirleri neticesinde maaşların düzenli yatmadığını ifade eden öğretmenlere yetkililer "Hazineden ödenek gelmedi" cevabı veriyor. 

Konuya dair soL'a konuşan usta öğretici öğretmenler maaşlarının seçimlerden bu yana düzensiz yatttığını ancak bu ay hiçbir bir ödeme yapılmadığını ifade etti.

'Hazine bizi gözden mi çıkardı?'

Ali Öğretmen* Ankara'da Halk Eğitim Merkezi'nde mutfak dersleri veriyor. Seçimden bu yana maaşların düzensiz yattığını söyleyen Ali Öğretmen, bu ay hiç maaş yatmadığını ifade etti.

"Normalde her ayın altısında bizim maaşlarımız yatar. Sonra her ayın 5'i ile 15'i arasında yatmaya başladı. Seçimden bu yana birer hafta, bazen iki hafta kaydı bu takvim. Ama sonuçta yine yattı. Ama bu ay yatmadı maaşlar. Bizim yazıştığımız bir ortak grubumuz var. Oradan soruyoruz. Bazı şehirlerde yatmış maaşlar. Mesela en son Çorum'da yatttığını öğrendik. Ama Türkiye genelinde, önemli bir çoğunluğunda maaşlar yatmadı. Geçen grupta bir hoca 'Yavaş yavaş yatıyor işte abartmayın' diye cevap yazmış. Yahu nasıl abartmayalım. Kiralar geldi geçiyor, kredi kartlarımızın ödemeleri var. Ev sahibine abartma mı diyeyim ben. Sorunca da 'Hazineden para gelmedi' deniyor. Hazine bir tek bizi mi gözden çıkardı?"

'Market alışverişi yapamayanımız var'

Adana'dan Neslihan Öğretmen* "İkinci ayın maaş günü geldi nerdeyse ama hâlâ geçen ayın parası yatmadı. Bazılarımıza sadece sigorta ödemesi yatmış ama maaş yok" diyor.

"Market alışverişi yapamayanımız var. İnsanın zoruna gidiyor. Geçen gün biri çıkıp 'fazla abartmayın' dedi. Bundan iki hafta önce gram altın 2600 liraydı. Şimdi 2720 lira. Bankalar aynı faizle işliyor. Alamadığımız maaşımız bu enflasyonda eriyor zaten. Borçlarına faiz farkı işleyenler var. Herkesin durumu eşit değil ki. Sadece bu maaşa umut bağlayanlar, sadece buradan gelen parayla geçinenler var. İstanbul'da da yarısında yattı, yarısında yatmadı bilgisi geldi. Adana'da yatmadı maaşlar. Kilis'te yatmadı. Neye göre yatıyor neden gecikiyor kimse bir açıklama yapmıyor. Tasarruf tedbirlerinden dolayı esnediği söyleniyor ödemelerin."

'Masrafları azaltmak için ders sayılarını azaltıp bazı kursları kapatıyorlar'

Öğretmenlere verilecek maaşlardan kısmak için ders sayılarının azaltıldığını ifade eden Ali Öğretmen bu durumdan dolayı birçok öğretmenin zaten asgari ücret civarında maaş aldığını belirtiyor. 

"Normalde bizim haftalık ders saatimiz 40 civarında. Tasarruf tedbirleri kapsamında bunu önce 30'a sonra da 24 saate indirdiler. Ders sayılarını azaltalım diye özellikle baskı yapılıyor. Şimdi normalde eğer idareciler bir kursu kapatırsa o öğretici orada bir yıl boyunca ders veremiyor. Bundan korktuğu için öğretmenlere 'Kendi rızanızla kapatın ya da ders saatini azaltın yoksa biz kapatırız' deniyor. İnsanlar da işsiz kalmamak için en azından üç beş kuruş gelir olur diye kurs sayılarını azaltarak devam ediyor."

'Resmi yollarla resmen hakkımız yeniyor'

Konuya dair bir başka sorun da Usta Öğreticilerin Halk Eğitim Merkezleri'nde resmi olarak 11 ay çalışması. Dolayısıyla da eğitimciler kıdem ya da benzeri haklardan, işsizlik ödeneğinden mahrum kalıyor. 

Neslihan Öğretmen bu sorunu şu sözlerle anlatıyor. 

"Usta eğiticiler yasa gereği sadece 11 ay kurs açabiliyor. Zorunlu olarak da 1 ay tatil yapıyoruz. Çalışanlara tatil için sigorta çıkışı yaptırılıyor. Böyle olunca da kimse aslında bir yıl boyunca çalışmamış oluyor. Bu durum bizi birçok haktan da mahrum bırakıyor. Örneğin, işsizlik ödeneği alamıyoruz. Sigorta sürekliliğimiz yok. Bu da mevzuat gereği yapılıyor. Yani resmi yollarla göz göre göre hakkımız yeniyor."

Yatmayan maaşlar konusunda yetkililerden açıklama talep eden Halk Eğitim Merkezi'ndeki usta öğreticiler aynı zamanda mevcut koşulların iyileştirilmesini istiyor. Yatmayan maaşlarının üzerinden 50 gün geçtiğini söyleyen öğretmenler artık süreci devam ettiremediklerini ifade ediyor. 

* Haberde geçen isimler, ilgili kişilerin mesleki bir sorun yaşamaması adına değiştirilmiştir.

                                                                          soL-GÜNDEM

Sağlık Bakanı'ndan maymun çiçeği açıklaması: 'İnşallah ülkemize gelmez, gelirse gereğini yaparız'

Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, Türkiye'de maymun çiçeği virüsüne karşı tedbir alındığını söyledi ve "İnşallah ülkemize gelmez, gelirse de gereğini yaparız" dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/saglik-bakanindan-maymun-cicegi-aciklamasi-insallah-ulkemize-gelmez-gelirse-geregini-yapariz

                                                          ***

Bilal Erdoğan istedi: Erişim engeli haberine de erişim engeli geldi

Bilal Erdoğan, ortağına imar rantı sağlandığına dair habere 3 yıl önce erişim engeli getirdi. Bu engeli konu alan haber de bugün engellendi.(https://haber.sol.org.tr/haber/bilal-erdogan-istedi-erisim-engeli-haberine-de-erisim-engeli-geldi-394713)            

                                                         ***

İncirli'deki metro şantiyesinde işçilere 4 aydır maaş ödemeyen şirket şimdi de sularını kesti

Alınmayan iş güvenliği önlemleri yüzünden ölümle burun buruna çalışan işçilere 4 aydır ücretleri ödenmiyor. Direnişe geçen işçilerin yemek ve suları da kesilirken işçiler direnişlerini sürdürüyor.(https://haber.sol.org.tr/haber/incirlideki-metro-santiyesinde-iscilere-4-aydir-maas-odemeyen-sirket-simdi-de-sularini-kesti

                                                       ***

'Ukrayna Kursk operasyonunu Batı'dan gizli planladı, ABD Kiev'le istihbarat paylaşmadı'

Ukrayna'nın Rusya'ya dönük sınır ötesi operasyonunu Batı'dan gizlediği öne sürülürken, ABD'nin de operasyonun başlamasının ardından Kiev'le istihbarat paylaşmadığı ifade edildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/ukrayna-kursk-operasyonunu-batidan-gizli-planladi-abd-kievle-istihbarat-paylasmadi-394706)

                                                                ***

Putin'den Bakü'ye ziyaret: Ermenistan'la arabuluculuk sözü, enerjide işbirliği hedefi

Rusya Devlet Başkanı Putin, Bakü'ye iki günlük ziyarette bulundu. Aliyev'le görüşen Putin, Ermenistan'la müzakerelerinde arabuluculuk teklifinde bulundu. Taraflar enerjide işbirliğini de görüştü.(https://haber.sol.org.tr/haber/putinden-bakuye-ziyaret-ermenistanla-arabuluculuk-sozu-enerjide-isbirligi-hedefi-394711)

                                                              ***

İktidarın derdi sokağın sesi: Dilruba'ya hem tahliye hem tutuklu yargılama

Sokak röportajı nedeniyle tutuklanan Dilruba K. hakkında "Cumhurbaşkanına hakaret" suçu yönünden tahliye, "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçundan tutuklu yargılanma kararı verildi. (https://haber.sol.org.tr/haber/iktidarin-derdi-sokagin-sesi-dilrubaya-hem-tahliye-hem-tutuklu-yargilama-394712)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder