26 Ağustos 2024 Pazartesi

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -26 Ağustos 2024-

Bir mekan, bir ülke: Ankara Tren Garı (I)-(Dosya): Kuruluş -Gamze Yücesan Özdemir/Özkan Öztaş

Ankara Garı tüm ihtişamıyla selamlıyor gelenleri. Ancak boynu bükük. Hemen arkasında bitiveren Gar AVM, bozkıra karşı zafer elde eden kentin, sermaye karşısında yaşadığı hezimeti gösteriyor adeta. 

Şehirle bozkırın kavgasıdır Nâzım için Ankara Garı imgesi. Bozkır ayakta olmasına rağmen bu savaşın galibi şehir olacaktır. Bekleme salonu Haydarpaşa'ya nazaran daha fazla Anadolu'yu hissettirir Ankara'da. Köylü yapı işçileri ve göbekli bir marula benzeyen İstanbul hasretidir Ankara Garı.

Mermerleri aydınlıktır ve genç cumhuriyetin iradesi yansır duvarlarına. Ciddi, rahat, bilhassa yenidir. 

Mustafa Kemal de farkındadır demiryollarının öneminin. Sadece ülkeyi kurmak ve bayındır kılmak için değil. Aynı zamanda onu kurtarmak için de önemlidir demiryolları. Bu yüzdendir, Kurtuluş Savaşı yıllarında 17 Mart 1920 tarihinde 143'üncü Alay düşer yola. Ankara-Eskişehir arasındaki demiryollarını korumak için. Yani vaktiyle vatan savunmasıyla eşdeğerdir demiryollarını savunmak. 

Sonrası da var elbette. Rengi kızıla çalar az biraz.

Demiryollarını savunmak komünist işidir çünkü bir yanıyla. Türkiye'de kamusal alanın tasfiyesinin ve liberal politikaların yaygınlaştığı zamanlarda Turgut Özal "kaçırmıştır" ağzından bu ifadeyi. Kendisine demiryolları için yeni yatırımların olup olmadığı sorusunu soran gazeteciye, "Demiryolları komünist işidir" diyen Özal kendince komünizmi ya da demiryollarını kötülemiyordu aslında. Adlı adınca önünde duran ödev listesindeki demiryolları özelleştirmelerini haber veriyordu. Akıl alır gibi değildi o zamanlar için ama zamanı gelince buna da sıra gelecekti. Sermayenin bu hayalini gerçekleştirmek Özal’a nasip olmasa da kendisinden sonra gelecek haleflerine devretti elindeki ödev listesini. 

Ankara Tren Garı bu dönüşümün en önemli ve en simgesel mekanlarından biri haline geldi. Osmanlı'dan cumhuriyete, cumhuriyetten bir alışveriş merkezine dönüşen Ankara Tren Garı bu yüzden üzerine en çok konuşulmayı hak eden yerlerden biri. 

Bu yazı dizimizde işte bu dönüşüme yakından bakacağız. 

Arkada 'Gar lokantası' reklamının yansıdığı bir fotoğraf. Önünden geçen insanların şık giyimleri ve çocuğun elinde gazete. Garlar aynı zamanda lokantası, meyhanesi, sahnesi ve çay bahçeleriyle insanların nefes aldıkları, sosyalleştikleri kamusal mekanlardı. Fotoğraf: Dericizade Arşivi

Kurtuluştan kuruluşa: Cumhuriyetin demiryolları

Ankara'ya ilk tren 1892 yılında gelir. O dönemin Osmanlı Valisi olan Abidin Paşa zamanında ilk kez tren gören Ankaralıların şaşkınlığı anlaşılır olmalı. Hemen ardından gelen 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara'daki demiryolu ağı daha çok önem kazanır. Burası Doğu cephelerine, bilhassa Ulukışla üzerinden Ortadoğu'ya açılan kilit nokta haline gelir.

Kurtuluşun hemen ardından başlayan demiryolu ve gar çalışmalarıyla birlikte Ankara'nın da çehresi değişir. İlk yapılan garlardan biri Gazi Garı'dır. Çiftlik arazisi üzerine yapılan bu gar bizzat Gazi Paşa tarafından 1 Şubat 1926 tarihinde açılır. Mimar Burhanettin Tamcı'nın çalıştığı bu gardan sonra peş peşe çalışmalar devam eder. Bugün mekansal ve kamusal dönüşümleriyle gündeme gelen Ankara Garı dahil olmak üzere Ankara'daki tüm gar ve istasyonlarda toplamda 85 bin civarında işçinin çalıştığı biliniyor. 

Tarihi Ankara Tren Garı'nın bir tür kampüs işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Gar lokantası ya da meyhanesi, gar gazinosu, berberi, çay bahçesi, 32 metre uzunluğunda saatli gar kulesi, reviri, misafirhane ve lojmanlarıyla birlikte tüm Ankaralıların uğrak mekânı haline gelir. Özellikle de gar gazinosu ve burada yapılan gösteriler, konserler ve buluşmalar kentin nabzını tutar. Hemen yanında inşa edilecek olan Gençlik Parkı'ndaki gazino ile hep bir yarış içinde olan Ankara Gar Gazinosu pek tabii açık ara farkla öndedir. 

Dönemin tanıkları "hamallarla sanatçıların bir arada eğlendikleri gazino" diye anlatıyor Ankara Garı'nı. Kurtuluş savaşının karargâhlarından bir olan Ankara Garı savaştan sonra da şehrin kültürel merkezlerinden bir haline gelmiş.

İlk olarak Mustafa Kemal'in talimatıyla şehre gelen yabancı misafirlerin ağırlanması için hayata geçirilen gar gazinosu yıllar içinde tüm Ankaralıların birlikte vakit geçirdikleri bir yer haline gelir. Tabii bir de meclis müdavimlerinin... Her ne kadar akla ilk gelen Yahya Kemal olsa da parlamento mesaisinden dolayı her hafta Ankara'ya gelmek zorunda olan birçok İstanbul ve İzmir vekilinin uğrak mekânı haline gelir gaz gazinosu. Ve haliyle sanatçıların… Zeki Müren, Müzeyyen Senar ve Behiye Aksoy gibi birçok önemli ismin sahne aldığı gazino aynı zamanda Ankara Palas ve eski meclise yürüme mesafesinde olduğu için çok ilgi görür. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Atilla İlhan, Yaşar Kemal müdavimleri arasındadır. 

Gar lokantaları, gazinoları ya da meyhaneleri memleketin dört bir yanında tüm yurttaşların nefes aldıkları, birkaç kadeh içki içip sosyalleştikleri, zaman zaman dinlemeye doyamadıkları sanatçıların sahne aldıkları mekanlardır. Kamusal alanlardır. Tüm yurttaşlara açıktır.

Şimdilerdeyse hem gar meyhaneleri kapatıldı hem de yemekli olan kısımları sadece personele hizmet vermekle sınırlandı. Bu durum kamusal alanın tasfiyesinin yanı sıra kamusal kültürün, cumhuriyet devriminin yarattığı kültürel iklimin de yok edilmesine neden oldu.

Ne yazık ki artık hamallarla sanatçılar yan yana gelemiyor. 

'Ankara'nın kalbi'

Ankara Garı'na doğru yürürken ön tarafta tüm ihtişamıyla eski yapı selamlıyor gelenleri. Ancak boynu bükük, biraz da mahzun. Hemen arkasında bitiveren Yüksek Hızlı Tren (YHT) Garı, nam-ı diğer Gar AVM, bozkıra karşı zafer elde eden kentin, sermaye karşısında yaşadığı hezimeti gösteriyor adeta. 

Garın içine girdiğinizde ferah ve tavanında aydınlık bir cam olan orta salon karşılıyor yolcuları. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki aydınlanma imgesiyle uyumlu tarzı tercih etmiş 24 yaşındaki genç mimar Şekip Akalın. Girişte sağda eskiden yoğun bir şekilde bekleme salonu olarak kullanılan yerin hemen yanında 35 yıldır makas sallayan berber Cemal karşılıyor gelenleri. Ağaran saçlarında Ankara Garı'nın tarihi var. 

"Eskiden cıvıl cıvıldı buralar. Şuraya AVM yapılınca buranın eski ihtişamı kalmadı. Buraya artık sadece eski trenler geliyor. Hızlı trenlerin hepsi AVM'den kalkıyor" diyor. 

"Ben küçüktüm tabi. Burada berberin yanına çırak olarak girmeden önce de çok gelirdim Ankara Garı'na. Gar Gazinosu vardı o zamanlar. Ailece gelirdik. Bak şu kulenin hemen arkasındaki çay bahçesi açık hava gazinosuydu. Zeki Müren, Adnan Şenses, Muazzez Abacı aklıma gelen ilk isimler. Ağaca çıkar izlerdik görebilmek için" diyor anlatırken. O günleri anarken gözlerinin içi parlıyor. 

Girişte sağda eskiden yoğun bir şekilde bekleme salonu olarak kullanılan yerin hemen yanında 35 yıldır makas sallayan berber Cemal karşılıyor gelenleri. Ağaran saçlarında Ankara Garı'nın tarihi var. Fotoğraf: M.F. Arıkan

'Çünkü biz demiryolcuyuz'

Tam sohbetimiz devam ederken bir görevli geliyor yanımıza. "Cemal abi haydi hızlı bir sakal traşı, yola çıkacağım" diyor.

Oturuyor berber koltuğuna. Ne zamandır burada çalıştığını ve görevini sorunca "Demiryolcuyuz biz" diye başlıyor söze, fırçanın yüzündeki hareketleriyle sakalları köpürürken. 

"Babam demiryollarından emekli oldu. Sonra bayrağı ben devraldım. Ben de eski trenlerde çalışıyorum. Host oldum. Ailece demiryolcuyuz biz" diyor.

Demiryolcu olmak bir kimlik. Bunu söylerken mekânın sahibi gibi hissettiriyor ses tonu. Berber Cemal sözü devralıyor ardından: 

"Eskiden buralar curcuna olurdu. Ben dört kalfayla yetişemezdim işlere. Şimdi de böyle işte, gördüğün gibi. Gelen gidenle lak lak ediyoruz" diyor ve ekliyor "Yanlış anlamayın tabii, sözüm size değil. Anlayın işte. Eskiden bura başkaydı. Ankara Demirspor'un bile başka bir forsu vardı. Mesela şimdi kimse bilmez ama Fikri Elma vardı. Gol kralı. Ankara Demirspor'da attığı gollerle 100 gölü geçen nadir futbolcuydu. Anla işte. Golcüsü de başkaydı."

Peki sen de demiryolcu musun Cemal abi diye sorunca "Yok biz demiryolcu olamadık. Berberlik bizim işimiz. Demiryolcular başka" diyor. 

Herkes demiryolcu olamıyor yani Cemal ustanın deyimiyle. Kimileri şanslı. Babadan görmüşler demiryolcu olmayı. Kimisi çok çabalamış ama girememiş kuruma. 

***

Gar gazinosu şimdilerde Kule Restoran olmuş. Ancak görevlisinden, restoranda yemek servisi yapan garsonuna, makinistlere yolluk hazırlayan görevlilerden hareket amirliğine kadar herkes gururla ifade ediyor demiryolcu olmayı. Restorandaki garson kadınlardan bir tanesi göğsüne taktığı demiryolları rozetini gösteriyor kıvançla ve eğilip kulağımıza "Bak bu rozet kimsede yok. Yalnızca bende var. Ben has demiryolcuyum yani" diyor gülerek.

Ama bir yandan da zayıflıyor bu bağlılık ve ilişkiler. Böylesi güçlü bir dayanışmanın ve kimliğin berhava edilmesi için en etkili yöntemi bulmuşlar patronlar: Taşeron sistemi! 

Sohbetimize dahil olan demiryolculardan biri "Ben babadan demiryolcuyum. Henüz demiryolcu olamadım. Taşeronda çalışıyorum. Buradaki işçilerin çoğu taşeron artık. AVM Gar'dakilerin neredeyse hepsi taşeron zaten. Orası ayrı bir dünya" diyor.

İbrahim bunları anlatırken öfkeli. Ne kadar zamandır burada çalışıyorsun diye sorunca “Girdi çıktıya göre mi toplamda çalıştığım süre mi?” diye cevap veriyor. Çünkü taşeron firmalar, işçileri her yıl düzenli olarak bir ay kadar işten çıkararak bir sonraki sene tekrar işe alıyor. Bu sayede kıdem tazminatı gibi ek maliyetlerden kurtulmuş oluyorlar. İbrahim de girdi çıktıya göre sekiz ay, toplamda da sekiz yıldır burada çalışıyormuş. 

Taşeron demiryolu emekçilerinin haklarının olmadığından ve işlerinin pamuk ipliğine bağlı olduğundan söz ediyor diğer yandan. Sohbete katılanlardan daha kıdemli olansa biraz iç çekerek destekliyor İbrahim'i:

"Şimdilerde azaldı. Ama normalde bizim eskiler düğünde, cenazede hep yan yana olurdu. Mesela diyelim ki sen demiryolcusun. Kalk buradan Türkiye'nin neresine gidersen git orada bir demiryolcu bulurdun. Çalışanı yoksa emeklisi vardı. Sahip çıkarlardı birbirlerine. Ama şimdi o duygu, o dayanışma kalmadı. Nasıl kalsın. Burada çalışanlar en fazla üç, bilemedin beş yıl çalışıyor üst üste. Buradan çalışıp da emekli olmak eskilere has bir şey. Yenilerin hepsi neredeyse taşeron artık."

Ankara Tren Garı'nın hemen karşısında yer alan saat kulesi aynı zamanda Kule Restoran olarak kullanılıyor. Burası eskiden Gar Gazinosu olarak kullanılan mekanın üst katı aynı. Fotoğraf: M.F. Arıkan

'O şenliklerden heyhat kim kaldı'

Protokol salonuna giriyoruz. "İzniniz var mı?" sorusunu geçiştirip, “şöyle bir bakıp çıkacağız, gazeteciyiz, hocayız” falan diye yanıtlıyoruz. Kimseler yok. "İçinden tren geçen AVM'den" sonra buralar pek bir tenha kalmış. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren birçok bürokratın gölgesine tanıklık etmiş pencereler ve üzerine devlet ciddiyeti sinmiş koyu kahverengi lambriler yerden tavana kadar yükseliyor. 

"Eskiden çok gözde bir yermiş burası. Hatta yüksek hızlı tren seferleri eski gardan yapılırken çok canlıydı bu salon. Şimdi karşı taraf yapılınca pek kimse gelip gitmiyor buralara. Bu turistik tren uğurlamalarında falan yoğunluk oluyor bazen" diyor protokol salon görevlisi.

Müsaade isteyip çıkıyoruz. Hemen karşımızda, müzenin yan tarafından saat kulesinin altında eski Ankara Gar Gazinosu yer alıyor. Şimdilerde personel yemekhanesi. "Dışarıya" da hizmet veriliyormuş, yani demiryolcu olmayanlara da. Ama randevu sistemiyle. Malum, devletli davetlisi pek sık olunca bazı günler dışarıya kapalı oluyormuş. 

Eskiden Gar Gazinosu olarak kullanılan sahne. Şimdilerde protokol toplantılara ev sahipliği yapıyor. Fotoğraf M.F. Arıkan 

İçeri girince önce kocaman bir sahne karşılıyor bizleri. İçinde baloların yapıldığı, konserlerin verildiği, eğlencelerin düzenlendiği o meşhur sahne. Kimler geldi kimler geçti buralardan diye düşünüyor insan. Kimler yuttu tozunu bu sahnenin.

Karşısında şimdi daha çok protokol ya da toplantı düzeninde kurulu masalar eskilerden gazino düzeninde kuruluymuş. Hemen üst katına çıkan merdivenlerin süslemelerinde TCDD amblemleriyle işlenmiş demir korkuluklar var. En üst kat yemek salonu. Saat kulesinin hemen altındaki yemek salonuna Kule Restoran deniyor. Malum, son düzenlemelerden sonra alkolsüz mekanlar kervanında artık burası da. 

Hemen üst katına çıkan merdivenlerin süslemelerinde TCDD amblemleriyle işlenmiş demir korkuluklar var. En üst kat yemek salonu. Fotoğraf M.F Arıkan

Gazinonun hemen karşısındaki bahçede hummalı bir tadilat var. Burası vaktiyle yaz akşamlarında etkinliklerin düzenlendiği çay bahçesi. Namı diğer açık hava gazinosu. Burada düzenlenen konserleri çocuklar ağaçlara çıkarak izlermiş vaktiyle. Ankara'da hamalla sanatçının yan yana geldiği etkinliklerden. Şimdilerde özelleştirmeler ve alışveriş merkezi olan tren istasyonları derken o eski ihtişamı kalmamış. Akla Attila İlhan dizesi geliyor: "Gramofonda incesaz, meyhane musikisi, o şenliklerden heyhat kim kaldı."

Yarın: AKP'li yıllar ve karşı devrimin portesi: İçinden tren geçen AVM

                                                           /././

Mehmet Şimşek’i istemeyen kim? -Anıl Çınar-

Türkiye ekonomisinin nasıl yönetileceği konusunda başka bir alternatif üretilemiyor. Alternatif çıkmadıkça dün Amerikan Gaye’yi bugünse İngiliz Mehmet’i içlerine sindirmek durumunda kalıyorlar.

“Mehmet Şimşek istifa etti” denildi sonra Şimşek’in kendisinden yalanlama geldi, o da yetmedi bakanlar sırayla açıklama yapmak durumunda kaldı.

İddiaya göre Şimşek “kendi” programının uygulanmasına direnç gösterildiğini, bunun gecikmeye neden olduğunu ve gerilim ürettiğini söylüyor.

Söz konusu programda Şimşek’in ne kadar imzası vardır ne kadar TÜSİAD’ın ve batılı büyük bankaların, bunun bir yerden sonra önemi kalmıyor. Hepsi aynı kulübün üyesi.

Ve bu programın bir alternatifi de bulunmuyor.

Öyle ki, Şimşek’in vergi radarına giren sermaye çevrelerinin seslerini çıkarıp çıkarmamasının da bir önemi yok. Çünkü ekonomi programının can alıcı noktası sermaye içi gerilimler de değil. Asıl önemlisi bu programın acı ilaç olarak, ama son derece rasyonel bir çözüm olarak emekçi çoğunluğa kabul ettirilmesi.

Peki “neyi paylaşamıyorlar?”

Şamil Tayyar herkesçe bilineni yazıya döküyor:

“‘Şimşek istifa etti’ yalanıyla piyasaları manipüle edenleri besleyenler, çoğunlukla içerideki maskeli dostlar. Bunların çift ajandası, bir resmi bir gayri resmî görüşü vardır. (…) Şimşek bakanın, ekonomideki zorlukların yanı sıra aşması gereken bir problem de budur.”

Birileri Şimşek’ten rahatsız ve istemiyor. Yiğit Bulut’un ve eski AKP bürokratlarının adı geçiyor. İddiaya göre Şimşekçiler ile onu istemeyenler arasındaki gerilimi şimdilik Erdoğan yönetiyor.

Kulislerle ve isimlerle ilgilenmiyoruz. Ama şu doğrudur. Şimşek verdiği sözleri tutamadıkça, soru işaretlerinin türemesi kaçınılmazdır. 

Halbuki soru işaretlerinin asıl kaynağı halkın tepkisi pek de değildir. Emin olalım, örgütlü bir halk sesini yükseltmeye başlasa bambaşka soru işaretleri ortaya çıkacak. 

Aksine, emekçi halkın, işçi sınıfının siyasetteki yokluğu söz konusu karmaşaya, sorulması gereken soruların etrafından dolaşılmasına neden olmaktadır.

Türkiye’yi “millici mi yoksa batıcı mı” karmaşasına sokan, düzeni değiştirmeye çalışanları bu karmaşayla boğmaya uğraşanlar aynı yerden güç alıyorlar. Birbirlerine sövüyorlar ama mutlular emekçilerin sessiz oturmasından.

Biz söyleyelim, TÜSİAD’cı İngiliz Mehmet Türkiye ekonomisini düzeltme göreviyle batılı büyük bankaların ve tabii ki “Atlantiğin” aracısı olarak o pozisyona yerleştirilmiştir. Büyük sermaye bu işbirliği sayesinde Türkiye’nin kaderi üzerinde de kontrol sahibi olmaktadır.

Bunun rahatsızlık ürettiği görülüyor. Öte yandan, Şimşek gibilerinden geçmişte de rahatsız olanların bir süredir susuyor olmasının nedeni sorgulanmalıdır asıl.

Çünkü bir alternatifleri yok.

Türkiye ekonomisinin nasıl yönetileceği konusunda başka bir alternatif üretilemiyor. Alternatif çıkmadıkça dün Amerikan Gaye’yi bugünse İngiliz Mehmet’i içlerine sindirmek durumunda kalıyorlar.

Alternatifsizlik oraya buraya sıçrıyor. Kimin kimin ayağını kaydırdığı, kimin hangi kulisi sızdırdığı, AKP’nin içinde hangi gerilimlerin patlak verdiği, Beştepe’de neler olduğu silsile halinde ilerliyor.

Burada büyük sermayeyi sorgulayabilme kabiliyeti olan kimse yok. Devletleştirmeyi, planlı ekonomiyi düşünebilen yok.

Onlar düşünmeyince halk da düşünmemiş mi oluyor…

Şimşek’e gün doğuyor. “İzin vermiyorlar ki yapayım” deme olanağı bile kazanıyor.

Sahiden… Şimşek’i istemeyen kim?

                                                            /././

Bağlasan durmaz -Engin Solakoğlu-

Kaynağı ne olursa olsun, güzel bir deyim. Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz! Filistin halkına ihanet eden Abbas ve benzerleri yolcudur.

Her dilde, her kültürde var: Deyimler ve atasözleri. Kimisi yüzyıllar içinden süzülüp geliyor, gülümseten ya da iç sızlatan hikayeleri barındırıyor içinde. Kimisi zamana yenik düşmüş, medeniyet sınavından çakmış, demode, yersiz hatta yakışıksız. Kaderleri unutulmak, toplumsal hafızadan kazınmak.

Yazının konusunu oluşturan deyim ise birinci gruba ait. Günlük yaşantımızda yoğun şekilde kullanmayı sürdürüyoruz. Siyasette, sporda, kültürde, aklınıza gelebilecek her alanda çıkıyor karşımıza.

Bir rivayete göre deyimin kökü gezgin bir halk ozanına dayanıyormuş. Popüler kültürde yaygınlaşması ve iki dizelik bir şiir haline gelmesini ise bir tiyatrocuya borçluymuşuz. Doğru olsa da olmasa da güzel deyim.

Türkiye’nin gündemi, ekranın altında kayıp giden yazıların hızıyla değişiyor. Değişmemesi gereken öncelikler de aynı sondan kurtulamıyor. Oysa iki gündem başlığının bir şekilde tutturulması, sabitlenmesi gerek gün boyu baktığımız çeşitli boy ve evsaftaki ekranlara. Birincisi ekonomi çünkü göz göre göre soyuluyoruz. Bugüne dek görülmemiş edepsizlikte bir IMF programı deneniyor üstümüzde. Düzen, iktidarı, muhalefetiyle özünde hemfikir. “Kalkınmak için milletçe fedakârlık!”.

Milyonlar bu sloganla açlığa, sefalette itiliyor. Yerel, anlık parlamaların dışında çıt çıkmıyor ülkede. Üretim üssü olacakmışız. Terimin kendisi dahi sorunlu. Kastettiği ölmeyecek kadar beslenmesine izin verilecek bir halkın başkaları için üretmesi. Adını doğru koyalım: Sermaye için, sermaye sahiplerinin yurtdışına daha çok servet aktarmaları, Londra’da yeni mahalleler satın alabilmeleri için üretmeye devam etmesi.

Bu konunun ayrıntılarına girmeyi kapitalizmin kaçınılmazlığı yalanıyla zehirlenmemiş onurlu iktisatçılara, maliyecilere  bırakayım ve kendi sahama geçeyim. Zaten iktisatçı, maliyeci onurlu olur, gerisi ya finansçı ya ekonomisttir.

İkinci gündem ise Filistin. Türkiye’nin bölgesinde yaşandığı, o her ne demekse “Milli çıkarlarımız” öyle gerektirdiği, Akepe istediği, şu ya da bu dinsel inanca, mezhebe dahil olduğumuz için değil. Yoksul bir halk gözümüzün önünde tahrip gücü en yüksek Amerikan silahlarıyla yeryüzü sahnesinden silinmeye çalışıldığı, bu soykırım sömürgecilik gibi çoktan tarihten silinmiş olması gereken bir kavram adına ve ilkel bir kabilenin üç bin yıl önce derlenen zırvaları dayanak yapılarak gerçekleştirildiği için. Ezcümle insan olduğumuz için önceliklidir.

Filistin Davası ilk bakışta Türk dış politikasının ya da Türkiye halkının öncelikli bir sorunu gibi görünmeyebilir elbette. İsrail saldırganlığı ve yayılmacılığının gün gele kapımıza dayanacağını göremeyecek kadar miyop ya da akılsız da olabiliriz. Bu konuda benimsenecek ilkeli ve insandan, insanlıktan yana tutumun bir maliyetinin olacağı da doğrudur kuşkusuz. Emperyalizmin Ortadoğu’da tuttuğu en sağlam köprübaşına karşı verilecek mücadele uzun ve çetin olacaktır.

Bakü-Ceyhan’dan devam eden petrol akışını durdurursak perişan olurmuşuz, “Kardeş” Azerbaycan’la ilişkilerimiz bozulurmuş. Sabah akşam Akepe iktidarını, dış politik tercihlerini haklı olarak eleştirebildiğimiz ekranlarda Bakü rejiminin bir dokunulmazlığı mı var? Aliyev’i eleştirirsek kültürel ortak paydamızın tartışılamayacağı Azerbaycan halkına düşmanlık mı etmiş oluyoruz? Yoksa bu konuda susmanın, gerçeği eğip bükmenin bir fiyatı, bir ödülü mü var?

Filistin davasına destek verirsek Batı bize çok kızarmış, maazallah 70 sente muhtaç kalırmışız, mahvolurmuşuz vs.. Ne yaparlar örneğin? Soykırım ve sömürgecilik siyasetine destek vermediğimiz için yurttaşlarımıza vize mi vermezler? Türkiye emekçisinin salgın dönemi de dahil boğaz tokluğuna ürettiği malları almaktan mı vazgeçer Batı sermayesi? Bırakalım aslında herkesin hak ettiği gezmeyi, tozmayı, yüksek öğrenim veya sonrası için vize alana kadar anasından emdiği süt burnundan gelmiyor mu zaten Türkiye yurttaşlarının? Türkiye halkı zaten açlıkla boğuşmuyor mu? Geçmediği köprülere fahiş paralar ödediği gibi, aracına koyacağı yakıtı kırk kere hesap etmiyor mu? Sefalet seviyesine çekilen emekli maaşları yüzünden 60 yaşında emekliler inşaatlarda can vermiyor mu? Çiftçinin ürettiği domatese veya süte verilen fiyat maliyetinin altında kalmıyor mu? Neymiş başımıza gelecek olan? Neymiş milli çıkarımız? Kimin çıkarı? Milli çıkar dediğiniz sermayenin sürekli artmakta olan kârları mı? Ya da o sermayenin tekerini döndüren iktidarın geleceğinin güvence altına alınması mı? Haydi canım sen de!

Akepe’nin en başarılı olduğu alanlardan biri “mış” gibi yapmaktır. Ay ortasında bunun yeni bir örneğini izledik. Filistin Devleti’nin Başkanı Mahmut Abbas Türkiye’de ağırlandı. Abbas’ın yönettiği Filistin aslında Batı Şeria’dan ibaret. O yönetim de sömürgeci İsrail’in sıkı denetimine tabi. Batı Şeria’da Hamas hâkim değil. Ancak bu durum İsrail’in saldırganlığını durdurmuyor. Son 10 ayda Batı Şeria’da öldürülen Filistinli sayısı 500’ü buluyor. Bölgede İsrail’in kurduğu yasadışı yerleşimler de kanser gibi yayılmaya devam ediyor. İsrail’in uyguladığı devlet terörünün yanında yasadışı yerleşimlerin hiç de sakin olmayan “sakin”leri de Filistinlilere saldırma hakkına sahip ve bu haklarını büyük bir rahatlık içinde kullanıyorlar. Abbas yönetimi ise bu saldırıları seyretmekle yetinmiyor. Güvenlik aygıtı aracılığıyla İsrail’in işini kolaylaştırmak için istihbarat da dahil her türlü desteği veriyor.

Filistin halkının maruz kaldığı zulmü bir din meselesiymiş gibi yutturmakta kararlı olan Akepe işte bu Mahmut Abbas’ı Türkiye’ye TBMM’de konuşma yapmak üzere davet ediyor. Senaryo da hazır. Abbas ne söylese alkışlarla kesilecek. Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde yapılana misliyle karşılık verilecek. ABD ve İsrail ortasından çatlayacak! Rende binası şık atkılar yaptırıp dağıtmış. Kefiye de olabilirdi aslında ama bir ihtimal gerçek direnişi, kendileri gibi “mış” gibi yapmadan İsrail’e karşı duranları anımsatacağı için bunu tercih etmiyorlar.

Buraya kadar şaşılacak bir şey yok. Akepe’nin artık alıştığımız seviyedeki müsamere performansı. Daha irkiltici olan ana muhalefet partisi CHP’nin de bu müsamerede başrole soyunması ve Akepe’nin Filistin “şakası”na meşruiyet kazandırmak için yoğun bir uğraş içine girmesi.

Akepe Abbas’ı mı alkışladı, CHP daha çok alkışlıyor. Abbas konuşmasında “Gazze’ye gideceğim” mi dedi, CHP Genel Başkanı “ölümü öp, beraber gidelim” diyor. Nereye gidiyorsun, kiminle gidiyorsun? Zaten gidemezsin de gitsen ne olacak? Kime ne yararı var? Filistin Davası bakımından nasıl bir fark yaratacak? Bu soruların yanıtlarını biliyoruz. Hepsini toplasan solda sıfır bile etmiyor.

Yaşadıkça öğreniyor olmalıyız. Karşımızdaki manzara şu: CHP çeşitli kanallardan doğrudan ve dolayı olarak “Yetenekli Bay Şimşek” tarafından uygulanan acımasız ve sermaye dostu IMF programına destek veriyor, milletvekilleri canına tak eden çiftçilerin eylemlerinde “itidal” çağrısı yapıyor ve şimdi de Akepe’nin Abbas trenine atlayıp halkı aldatmasına yardımcı oluyor.  CHP sosyal demokrat bir parti midir tartışılıyor. Özel ve ekibinin en azından öyle bir hedefi varmış gibi görünüyor. Sosyal demokrasinin halka ihanet reçetesi olduğu ise tartışılacak bir konu değil. Tıpkı Filistin davası bağlamındaki Abbas treni gibi o da kadar yanlış bir istikamete yönelen ve yol üstünde büyük insanlığı çiğneyen bir tren.

Kaynağı ne olursa olsun, güzel bir deyim. Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz! Filistin halkına ihanet eden Abbas ve benzerleri yolcudur. Yerleri er geç bu topraklardan ve tarihten silinecek sömürgeciliğin yanı başıdır. Abbas’ın yolundan gidenlerin de emeği sırtından bıçaklayanların da insanlığın galip geleceği bir dünyada duracak yerleri yoktur. Bağlasak da duramazlar!

                                                               /././

                                                    soL - GÜNDEM

ABD Ankara Büyükelçisi giderayak anlattı: İran için Türkiye’den destek istedik

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Flake, Türkiye için "vazgeçilmez ortak" dedi, "İran'la yakın ilişkileri yok" ifadesini kullandı. 15 Temmuz sonrası ilişkilerdeki durumunsa artık tersine döndüğünü savundu.(https://haber.sol.org.tr/haber/abd-ankara-buyukelcisi-giderayak-anlatti-iran-icin-turkiyeden-destek-istedik-394770)

                                                                  ***

Tuncay Özkan’ın ‘Sarayın züppesi’ sözlerine soruşturma

Erdoğan’ın “Gösteriş müptelası elitizm” sözlerine “Sarayın züppesi” diyerek yanıt veren CHP’li Tuncay Özkan hakkında soruşturma başlatıldı.(https://haber.sol.org.tr/haber/tuncay-ozkanin-sarayin-zuppesi-sozlerine-sorusturma-394773)

                                                                      ***

Esad’dan Türkiye açıklaması: ‘Çekilme yoksa görüşmeyeceğiz’ demedik

Suriye Devlet Başkanı Esad bazı Türk yetkililerin “Suriye’nin çekilme olmazsa Türklerle görüşmeyeceğiz dediği” yönündeki açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını söyledi.(https://haber.sol.org.tr/haber/esaddan-turkiye-aciklamasi-cekilme-yoksa-gorusmeyecegiz-demedik-394772)

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder