Bahçeli'nin sözleri, milliyetçiliğin referansları ve yol ayrımı -Fatih Polat-
Mecliste AKP’lilerin muhalefet milletvekillerine saldırısının ardından MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin, DEM Parti, TİP Milletvekili Ahmet Şık, AYM ve kürsü dokunulmazlığını hedef alan sözlerini bir köşe yazarı söylemiş olsaydı, üzerinde fazla durmaya gerek olmayabilirdi. Ancak belli bir kitle tabanına sahip iktidar ortağının lideri söylüyorsa siyasetteki karşılığı daha fazla oluyor.
BAHÇELİ’NİN İKİ REFERANSI: ATSIZ VE TÜRKEŞ
Bahçeli, yaptığı benzetmelerle yer yer espri konusu olan özelliğini, siyasi söylemine kendince edebi ve felsefi bir değer katma arayışından alıyor. Bu yönüyle, Aydın Çubukçu’nun, “Türkiye’de Türkçü-ırkçı hareketin ideolojik malzemelerinin önde gelen üreticisi ve diğer ideologların pek çoğunun eğiticisi” (1) olarak tanımladığı Nihâl Atsız, Bahçeli’nin de esin kaynağıdır. Bugün koltuğunda oturduğu Alparslan Türkeş ise, MHP’nin doktrinini şekillendiren isimdir.
Türkeş’in, ilk basımı 1964 yılında yapılan Dokuz Işık adlı kitabı, 1965'te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinin (CKMP), 1969 yılından itibaren de Milliyetçi Hareket Partisinin (MHP) programının ideolojik altyapısını oluşturur. 672 sayfalık hacimli sayılabilecek kitabında Türkeş, komünizmi “düşman hattı”nda baş sıraya koyarken, kapitalizmi de “milli olmayan” bir akım olarak eleştiri konusu yapar. Bunun da, Hitler’e, Alman Nasyonal Sosyalistlerine uzanan kökleri vardır.
Dokuz Işık, şu cümleyle başlar: “Bütün dünyada bir fikir savaşı yapılıyor. Bir sürü doktrin çarpışıyor. Türkiye’de son zamanlarda kapitalistler ile komünistlerin fikri bir çatışmaya girdiklerini gördük. Bu iki felsefe de ithal malı, ikisi de maddeci, ikisi de Türk Milletine yabancıdır. Biz buna karşı yüzde yüz yerli, yüzde yüz milli, maneviyatçı bir doktrin ile ortaya çıktık. Bunun adına ‘Dokuz Işık’ dedik.” (2)
Türkeş’in, kitabının ilerleyen bölümlerindeki şu vurgu da, bugün Bahçeli’nin bu yazıya konu ettiğimiz konuşmasındaki bakış açısının altyapısını oluşturur: “Sahte solun, maceracı solcuların, komünistlerin karşısında duracak en güçlü, en kuvvetli parti Milliyetçi Hareket Partisidir. Sahte solu, azgın komünizmi, bölücüleri ve yıkıcıları yok etmek Milliyetçi Hareketi iktidar yapmakla mümkündür.” (a.g.y, 493)
Bahçeli’nin son konuşmasındaki ton, özünde Türkeş’in, düşman olarak tanımladığı siyasal güçleri, “Yok etmek” üzerine kurulu perspektifiyle aynıdır. Dolayısıyla önümüzde duran bir asabiyet meselesi değildir.
REICH: FAŞİZM, İŞÇİ DÜNYASINA İKİ YÖNDEN SIZAR
Wilhelm Reich, faşizmin sanayi işçileri içinde etki yaratma süreçlerini değerlendirirken, şu vurguyu yapmıştı: “Faşizm, işçi dünyasına iki yönden sızar: En aşağılık biçimiyle maddesel çıkarlar sağlayarak -son derece tiksindirici bir terimle- “aşağı emekçi sınıfı” (“Lumpenproletariat”) adı verilen kesimden; bir de, gerek parayla pulla, gerekse düşünsel yönden işleyerek ‘üzerinde çalıştığı Aksoylu (aristokrat) işçi katmanı’ndan. Alman faşizmi en küçük bir utanç duymadan, önüne gelen her şeyi vaat etmekteydi: böylece Dr. Jarmer’in ‘Anamalcılık’ adlı yazısında şunları okuyabiliyorduk (Angriff, 24.9.1931):
‘Hugerberg’in, Stettin’deki Alman Ulusalcıları anamalcılığa (kapitalizme) karşı çıkmış olduğunu büyük bir sevinçle saptamaktayız. Ancak, Hugenberg, beri yandan da bir ulusal anamalcılığın kurulması gerektiğini belirtmiştir. Böyle yapmakla Alman Ulusalcıları ile Ulusal Toplumcuları ayıran sınırı bir kez daha gözler önüne sermiştir: gerçekten de, dünyanın dört bir yanında çökmekte olan anamalcı iktisadi dizgenin, ulusal anamalcılık bile toplumsal adaletin kurulmasına izin vermediği için, başka bir dizgeyle değiştirilmesi gerektiğine inanır Ulusal-Toplumcular.” (3) Reich, ardından, “İnsan, bir ortaklaşmacı yazısı okuduğunu sanacak” diye de ekler.
Hem Hitler faşizmi hem de Türkiye’deki MHP eksenli milliyetçilik, söylemde böyle gözükse de kapitalizmin çekirdeğine sadıktır ve zor anlarında kapitalizmi tahkim için sahne alır. Türkiye’deki milliyetçi hareketin, komünizmle mücadele adı altında NATO stratejilerinin uzantısı Özal Harp Dairesinin bir aparatı olarak çalışmış olması da buraya dayanıyor.
ANAP’tan AKP’ye uzanan sermaye partileri, kendilerini yükselten dalgalar çekildiğinde kan kaybedip tarih olmaya yatkınken, MHP, devlet eksenli milliyetçiliğin sağladığı imkanlarla, “komünizm tehdidi”, “terörle mücadele” gibi eksenler üzerinden bir temel bulabilmektedir.
KEMAL TAHİR VE ESİR ŞEHİR ÜÇLEMESİ
Tam burada, milliyetçiliğin devlet eksenli referanslarına dair bir parantez açalım. Kemal Tahir’in, Esir Şehir Üçlemesi’nin 3. kitabı olan ‘Yol Ayrımı’nda, Serbest Cumhuriyet Fırkasının Cumhuriyet'in ilk yıllarında Mustafa Kemal’in isteği üzerine Fethi Okyar tarafından kuruluşunun ardından, bir gazetecinin aslında Halk Partili olduğu halde, Serbest Fırka destekçisi muamelesi yapılarak sorgulanışını anlattığı bir bölüm vardır. Gazeteci ve Şair Selim’e, çıkardığı Kurtuluş adlı dergi nedeniyle sorgusunda sorulan şudur: “Kaç para aldın Bolşeviklerden?” (4) Bu suçlama, üzerinden geçen asırlık zamana rağmen günceldir.
1929 Ekonomik Krizi, devrimci bir alternatif üretilemediği koşullarda, buhran dönemlerinin faşist hareketlerin yükselişi için uygun bir zemin sunduğunun örnekleriyle doludur.
Son yıllarda, dünyanın birçok gelişmiş kapitalist ülkesinde, yaşanılan ekonomik sorunların, yabancı düşmanlığı üzerinden tercüme edilerek aşırı sağın yükselişine kaynaklık ettiği biliniyor. Türkiye’deki son yerel seçimlerde Zafer Partisinin aldığı oyda ve MHP’nin göreli oy kaybına rağmen belirli bir kitle desteğini korumasında bu gerçekliğin etkilerini görebiliriz.
Dolayısıyla MHP’yi tartışırken, bir dizi tarihsel ve güncel bağlamı da tartışıyoruz. MHP’nin kendi hacmini de aşan bu gerçeklik, kitlelerin bu açılardan aydınlatılmasının önemine işaret ediyor. Bir asır sonra, cumhuriyetin gerçek anlamda demokratikleştirileceği ve MHP’nin etkilerinin aşılacağı bir yol ayrımı ancak böyle mümkün gözüküyor.
(1) Aydın Çubukçu, Irkçı Türkçülüğün Maskesiz Yüzü: Nihâl Atsız, Yeni E, Haziran-Temmuz 2024, s.5
(2) Alparslan Türkeş, Dokuz Işık, İstanbul, Kamer Yayınları, 1997, s.13
(3) Wilhelm Reich, Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı, Çev: Bertan Onaran, İstanbul, Payel Yayınları, 1979, s.104-105
(4) Kemal Tahir, Yol Ayrımı, Esir Şehir Üçlemesi 3. Kitap, İstanbul, İthaki Yayınları, 2021, s.334
/././
İktidarın üreticiyi içine ittiği krize çözüm: “Aynen devam” ve topraklara çökme! -İhsan Çaralan-
Türkiye’de tarım, “Köylü milletin efendisidir” hamasetiyle, gayrisafi milli hasılanın yüzde 1’inin(*) tarımın desteklenmesi için verilmesini sağlayan yasaya karşın yarısının bile verilmemesi arasında sürüp gelmiştir. Bugün ise tarımdaki çıkmazı aşmak için iktidarın bulduğu çözüm orta ve küçük toprak sahiplerin(**) topraklarına çökülerek büyük tarım-gıda firmalarına kiralanmasıdır!
Çay üreticilerinin, iktidarın çay taban fiyatlarını yaş çayın kilosuna 17 TL olarak açıklaması üzerine Rize Fındıklı’da ziraat ve esnaf odalarının girişimiyle yaptıkları mitingle başlayan üreteci eylemleri, Bursa’dan Maraş’a, Manisa’dan Gaziantep’e, Balıkesir’den Malatya’ya sürdü. Üretilen ürünlerin beklenen fiyatları bulmaması karşısında üzüm, incir, şeker pancarı, patates, pamuk, narenciye… gibi ürünlerin üreticilerinin de iktidarın tarım politikalarını protesto eden eylemlere baş vuracağını söylemek herhalde kehanet olmaz.
Bu eylemlerle AKP, iktidarı boyunca en ısrarlı ve istikrarlı biçimde kendisini destekleyen çiftçilerle karşı karşıya geldi. Ki bu eylemler iktidar valiler üstünden, jandarmayı köylere göndererek “Eylem yapmayın” diye köylüleri uyarmasına, hatta tehdit etmesine, yerel ziraat odalarını eylemlere ön ayak olmamalarının da ötesinde “Eylemleri engelleyin” diye baskı yapmasına karşın gerçekleştiği de ayrıca dikkat çekicidir.
YOLLARA DÜŞEN ÜRETİCİLERİN EN ACİL TALEPLERİ NE?
Çiftçiler uzunca bir zamandan beri; tarımın karşı karşıya bulunduğu sorunlardan söz etmektedirler. Mazot ve sulamada kullanılan elektrik başta olmak üzere tarım girdileri üstündeki ÖTV ve KDV’nin kaldırılmasına, köylülüğün tarım krediye olan borçlarının silinmesinden gayrisafi milli hasılanın en az yüzde 1’inin tarımı desteklemek için kullanılmasına, ithalatın üreticilerin sindirilmesi ve taleplerini bastırılması için kullanılmamasına… pek çok talepleri vardır.
Çiftçiler elbette bu taleplerini uzun zamandan beri dile getirmektedirler. Bu son eylemlerde ürünlerinin tarlada, bahçede kalmasına varan ve tüccarların, gıda fabrikası sahiplerinin aralarında fiyat karteli oluşturarak üreticiye maliyetinin çok altında teklifte bulunmaları karşısında ürünlerini toplamayarak, sokağa dökerek, traktörleriyle yollara çıkan üreticiler en acil taleplerini dile getirmektedirler.
Bu taleplerin en öne çıkanları şöyle:
* “Taban fiyatları” konulan ürünlerde taban fiyatının enflasyonu da dikkate alarak üreticilerin ve örgütlerinin talep ettiği düzeyde belirlenmesi,Tüccarın, aralarında fiyat karteli oluşturarak alım fiyatlarını üreticiyi taban fiyatının altından düşürülmesini önleyecek önlemlerin alınması,Taban fiyatı konmayan ürünler içini taban fiyatı uygulamasına geçilerek alıcıların (tüccarların) üreticiyi ezmesini önlenmesini istiyorlar.
* Geçmişte de üreticilerin bazı ürünleri maliyetini altında satmak zorunda kaldıkları biliniyor. Ama bazı ürünlerden zarar etse de başka ürünlerden elde ettiği kârla bu zararı kapatıyordu. Bu yıl ise üreticiler ürettikleri hemen bütün ürünlerden zarar etmektedirler. Bu yüzden de üreticilerin üreticiliği sürdürüp sürdürmemek gibi bir yol ayırımında oldukları tartışılır hale gelmiş bulunmaktadır.
ÜRETİCİNİN TALEPLERİNE KARŞI İKTİDARIN ÇÖZÜMÜ BÖYLE!
Üreticilerin yollara dökülüp gelecek yılı üretici olarak kalıp kalamamayı tartıştıkları koşullarda şu iki çözümü getirdiklerine tanık olduk:
* Çiftçiler traktörlerle ana yolları kapatarak eyleme başladığı koşullarda 12 Ağustos’ta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in topladığı Gıda ve Tarımsal Ürün İzleme ve Değerlendirme Komitesi; “ürünlerde arz ve talep dengesinin korunmasını teminen dış ticaret tedbirleri dahil olmak üzere, depolanabilen ürünlerde mevcut depo kapasitesinin artırılmasına yönelik çalışmaların yürütülmesi kararlaştırıldı” denildi. Bu tarımdaki en yetkili komiteye göre, depolanabilir ürünler için depo kapasiteleri artırılarak mevcut politikalar aynen sürdürülecekmiş!
* 22 Ağustos’ta ise “Mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait ve üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerinin, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından tarımsal amaçlı sezonluk olarak kiraya verileceği”ne dair yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe sokuldu.
Gazetemiz küçük ve orta üreticilerin topraklarına çökme olarak da gördüğü iktidarın bu hamlesini “Ya zararına ek, ya terk et” manşetiyle gördü. Haberle ilgi gazetemize konuşan Tüm Köy Sen Başkanı Sadık Turan iktidarın üreticiye yönelik bu saldırısını; “Önce tarıma destekleri azalt, girdi maliyetlerini karşılayamaz hale getir, ürüne maliyetin altında fiyat açıkla, köylüyü üretime küstürüp tarım arazilerini işleyemez hale getir. Hatta sulama suyuna bile ulaşamaz hale getir. Sonra da işlenmeyen tarım arazilerini kiraya vereceğini açıkla. Bir tarlalara çökmediğiniz kalmıştı, şimdi onu da yapacaksınız” diyerek değerlendirdi.
GERÇEK BİR ANTİEMPERYALİST MÜCADELE ALANI
Üreticilerin tüm ürettikleri ürünlerden zarar etmesi ve bugün üretime devam edep etmeme yol ayrımına getirilmesi ne birdenbire olmuştur ne de üreticilerin anadan babadan kalma topraklarına el koymak için harekete geçilmesi bir rastlantı değildir. Tersine buraya AKP iktidarı ve arkasındaki sermaye güçleri, elbette önceki sermaye partisi iktidarlarından aldıkları mirasın üstünde ama ona en büyük katkıyı yaparak, bilerek ve isteyerek tarımı bu kaosa sürüklemişlerdir!
Bunu Tüm Köy Sen Başkanı Sadık Turan’ın görüşünden aktardığımız, “Önce tarıma destekleri azalt, girdi maliyetlerini karşılayamaz hale getir, ürüne maliyetin altında fiyat açıkla… Sonra da işlenmeyen tarım arazilerini kiraya vereceğini açıkla” ifadesinde görüldüğü gibi bu notaya birdenbire değil adım adım gelinmiştir. Dahası yukarıda sözün ettiğimiz “Tarım Komitesi”nin “aynı politikalara devam” kararı ile toprakların kiraya verilmesi kararı üreticiden ulusal ve uluslararası tarım tekellerine servet aktarımının yeni aşamasıdır.
Dolasıyla üreticinin içine itildiği krizi AKP iktidarı, “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirip küçük ve orta üreticilerin ana ata topraklarına çökmenin fırsatına dönüştürmüştür!
Bunda ne ölçüde başarılı olacaktır? Bu önümüzdeki dönemin önemli bir tartışması olacaktır.
Ama burada şunu da belirtmeliyiz ki, “tarım sorunu”, sadece bir tarım ekonomisi, tarım teknolojisi, su yönetimi, iç pazarda rekabet vb. gibi ya da bunların hepsi olmanın ötesinde; halkın “gıda güvenliği” olmanın yanında, uluslararası gıda tekelleri ve iş birlikçileri yerli gıda tekellerinin, ithalatçı lobisinin arkasında olan uluslararası gıda tekellerine karşı mücadeleyi de kapsadığı için aynı zamanda gerçek bir antiemperyalizm tutumudur da!
Sorun bu kapsamda ele alındığı ölçüde her şey daha çok yerli yerine oturacak, mücadele de yerli yerine oturacaktır.
(*) Örneğin bu yıl GSMH’nın yüzde 1’i yaklaşık 350 milyar TL olmasına karşın tarıma aktarılacak destek sadece 88 milyar TL düzeyindedir.
(**) Bu yazı boyunca “üretici”, köylülük” “çiftçi” dendiğinde büyük çiftlik sahipleri, gıda tekelleri değil orta ve küçük üreticiler kastedilmektedir.
/././
Küresel ısınma böyle devam ederse Efes, Milet, Knidos, Kaunos sular altında! -Özer Akdemir-
Kürsel ısınma gerçeği her geçen gün kendini kelimenin gerçek anlamı ile ‘yakıcı’ bir biçimde hissettiriyor. Kapitalist sistemin bir sonucu olarak meydana geldiğini, artık kapitalist kurumların bile itiraf ettiği (BM iklim konferanslarını ve BM genel sekreterlerinin dünden bugüne konuşmalarını bu gözle okuyun lütfen) küresel ısınmanın yol açacağı sonuçlara dair çok sayıda rapora her gün bir yenisi ekleniyor. Kuşkusuz bu raporların büyük çoğunluğu, (Küresel ısınma kaynaklı buzulların erimesi ve kuzey kutup bölgesinde yeni deniz ticareti yollarının daha kısa mesafelerle yük taşımayı sağlaması gibi felaketi bile paraya endeksleyenlerini bir kenara koyarsak) distopik-karamsar bir gelecek tablosu önümüze koyuyor.
TÜRKİYE VE YUNANİSTAN’DA TOPLAM 464 TARİHİ ALAN RİSK ALTINDA
En iyi senaryodan en olumsuza doğru bir dizi senaryo ele alınmış.. Akdeniz Havzası’nda 2300 yılına kadar deniz seviyesinde meydana gelmesi muhtemel yükselişe dair senaryolardan yola çıkılarak Türkiye’nin Ege ve Akdeniz kıyıları ile Yunanistan’da bulunan tarihi alanlara yönelik bir çalışma yapıldı. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümünde Öğretim Üyesi Doç. Dr. Enes Zengin tarafından yapılan çalışmada küresel ısınma sonucu deniz suyunun yükselmesine bağlı olarak farklı iklim senaryolarında Türkiye'de ve Yunanistan'da hangi tarihi alanların sular altında kalma riski bulunduğu araştırıldı. İki ülkedeki toplam 464 tarihi alanın risk durumunun değerlendirildiği çalışma, 34 alanın 'çok yüksek', 21 alanın 'yüksek', 25 alanın ise 'orta' seviye risk altında bulunduğunu ortaya koydu.
EFES ANTİK KENTİ VE LİMANI
Yeni yayımlanan çalışmasında Doç. Dr. Enes Zengin, küresel iklim değişikliği nedeniyle deniz seviyesinde beklenen yükselmenin, Türkiye’nin ve Yunanistan’ın sahil şeritlerinde yer alan 150’ye yakın arkeolojik alanı ve tarihi yapıyı tehdit ettiğini ileri sürüyor. Türkiye ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz kıyılarında yer alan 464 tarihi alanın risk durumu incelendiği çalışmada, sular altında kalma riski çok yüksekten çok düşüğe beş seviyede değerlendirildi. Deniz suyu seviyelerindeki yükselmenin üç metreyi bulduğu ve ‘orta’ seviye risk altındaki alanları da etkilediği bir senaryoya göre; Aydın’da Efes Limanı, Efes Antik Kenti, Milet Antik Kenti, Güvercinada Kalesi; İzmir’de Klazomenai ören yeri; Larymna (Loryma), Antalya’da ise Olimpos, Aperlai, Limyra ve Patara antik kentleri gibi önemli tarihi alanlar kısmen veya tamamen sular altında kalabilecek. Buna karşın 317 alanın ise en olumsuz senaryoda öngörülen beş metrelik yükselmede dahi tehlikede olmadığı tespit edildi.
SULAR ALTINDA KALMA RİSKİ "ÇOK YÜKSEK" OLAN ANTİK KENTLER
Zengin’in çalışmasına göre Türkiye’de sular altında kalma riski ‘çok yüksek’ tespit edilen alanlar arasında şu antik kentlerimiz var; Muğla’da Knidos ve Kaunos Antik Kentleri, İzmir Bergama’daki Elaia Antik Liman Kenti ve Seferihisar’daki Teos Antik Limanı. Aynı senaryoya göre Yunanistan’da Sissi, Pavlopetri ve Lokris Antik Kentlerinin de ‘çok yüksek’ risk altında olduğu görülüyor.
ARKEOLOJİK KAZILARA İKLİM DEĞİŞİKLİ PLANLAMASI
Tarihi alanların, insanlığın geçmişi ile bağlantı kuran, önemli alanlar; hem insanlığın gelişimi hem de eski dönemlerin gelenek ve görenekleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağladıklarının altını çizen Zengin şunları söylüyor; “Arkeolojik kazı ve koruma çalışmaları tüm dünyada yoğun bir şekilde devam ediyor. Ancak uzun zaman alan bu çalışmalar, ciddi iş gücü ve titiz bir çalışma gerektiriyor. Bu nedenle tarihi alanlara yönelik yapılacak çalışmaların kısa, orta ve uzun vadeli dış etkenlere göre planlanması, yani iklim değişikliği nedeniyle su seviyelerinde beklenen yükselmenin de dikkate alınması, kaçınılmaz bir gereklilik olarak öne çıkıyor.’
"GÜN DOĞMADAN NELER DOĞAR!"
Bitirirken, Zengin’in çalışması da dahil bütün raporların sistemin bu şekilde gitmesi, dünyanın kapitalist cendere içerisinde devinmesi öngörüsüne dayandığını da ekleyelim. Bu düzen elbette değişecek, değiştirmek zorundayız! Doğayla barışık, sömürüsüz bir dünyada bütün senaryolar çöp olacaktır. “Gün doğmadan neler doğar!..”
/././
Ahlat’taki gösteri neyi perdeliyor? -Yücel Demirer-
Kabinenin 23 yıl sonra ilk defa Ankara dışında toplandığı “Malazgirt Zaferi” buluşmasını değerlendiren Siyaset Bilimci Yücel Demirer, Cumhur İttifakı’nın yaşadığı ekonomik ve siyasal zorlukları “Birlikteyiz, ayaktayız” mesajının verildiği bu tarihsel kurgunun ardına gizlemeye çalıştığını anlattı.
Her siyasal rejimin varlığını gerekçelendirecek, kitlesel destek sağlayacak ve gidişatı halka kabul ettirmekte ona kolaylık sağlayacak ikna araçlarını sürekli bir biçimde kullandığına dikkat çeken Demirer, “AK Parti iktidara geldiğinden bu yana, bir yandan devraldığı kutlamalardan bazılarını öne çıkarırken, diğer yandan yeni kutlamalar icat etmeyi de sürdürüyor. Bu yıl 953. yıldönümü kutlanan ‘1071 Malazgirt Savaşı’ ya da resmi söylemde ifade edildiği şekliyle ‘Malazgirt Zaferi’ önceden devralınan kutlamalardan biri. Ancak öncesinden farklı olarak içeriğinden kutlama mekânına, devlet erkânının katılım düzeyinden Türkiye’nin dört bir yanından Ahlat’a taşınan katılımcılara kadar önemli farklılıklar içeriyor. Bu içerik geliştirme sürecinde ‘1071 Malazgirt Savaşı’nın bir ‘kurucu mit’ olarak tanımlandığını görüyoruz. Osmanlı Devleti öncesine uzanan bu çerçeve özellikle ülkücü camianın öncelikleri ve duyarlı olduğu motifleri içermesi açısından önemli. Burada ittifakın ihtiyaç duyduğu türden bir tarihsel algı üretiliyor. Kutlamanın özellikle son yıllardaki detaylarına ve orada yapılan konuşmalara bakıldığında Malazgirt Savaşı’nın Anadolu’nun kapılarının Türklere açıldığı bir başlangıç noktası olarak sunulduğu görülüyor. Ortak bir yurttaşlık algısı oluşturma süreçlerinde başlangıçlar, ilk adımlar önemlidir ve Malazgirt Savaşı çerçevesi, biraz eğip bükmeyi gerektirse de bu ihtiyacı şimdilik karşılıyor” dedi.
Ancak kabine toplantısının da Ahlat’ta yapılmasının bu tarihsel olgu üzerinden daha farklı, daha kuvvetli bir adımın atıldığını gösterdiğini dile getiren Demirer, “Malazgirt geleneğinin hem sosyal hem de siyasal açıdan seferber edildiğinin açık bir göstergesi. Çünkü Bakanlar Kurulu 21 yıllık bir aradan sonra ilk kez Ankara dışında toplanıyor. Yansıtılan simgesel detaylar bunlarla sınırlı değil. İki liderin Bahçeli’nin kendi imkânlarıyla Ahlat’ta yaptırdığı eve yapacakları ziyaret de önceden basına sızdırılmıştı. Yapılışı hayli tartışılan ve açılışı 2020 yılında yine bir Malazgirt kutlaması yıldönümüne denk getirilen Ahlat’taki ‘Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden sonra Bahçeli’nin de burada bir ev sahibi olarak Erdoğan’a komşu olması, İttifakın kutlama kataloğunda Malazgirt’in tuttuğu önemli yerin devam edeceğini gösteriyor” dedi.
ESNEK ÇALIŞMA ÖNEMLİ GÜNDEM
Kabinenin Sivas Kongresi’nin 84. yıldönümü nedeniyle en son 2003 yılında Sivas’ta toplandığını hatırlatan Demirer, kabinenin ana gündem maddesinin orman yangınları, Gazze, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ile yaptığı telefon görüşmesi ve ekonomideki son gelişmeler olduğunun duyurulduğunu ama basına dağıtılan haber bültenlerinde yer verilmese de, işçi sınıfının elinde kalan son kazanımlara “yapısal reform” adı altında saldıran, ‘esnek çalışma’yı yaygınlaştırmaya yönelik düzenlemelerin gündemde önemli bir yer tutacağını vurguladı. Patronları kıdem tazminatı ve iş güvencesi gibi yüklerden kurtaracak esnek çalışma gündeminin altını çizen Demirer, “Güncel sorunların Malazgirt Kutlamaları arkasına gizlenmesi yanında, bu toplantının Malazgirt’te yapılıyor oluşunun asıl nedeninin, AK Parti kurmaylarının mikrofon önünde itiraf etmek durumunda kaldığı açlık ve sefalet koşullarında gündemi dönüştürmek, algı yönetmek olduğunu düşünüyorum” dedi.
ERDOĞAN’IN KARARLARI, BAHÇELİ’NİN SİMGELERİ
Bahçeli'nin en son 17-25 Aralık saatini ofisinde göstererek Erdoğan’a çeşitli mesajlar vermesinin ardından ikilinin buradaki buluşmasının anlamı da tartışma konusu. Cumhur İttifakının siyasal anlamda bir koalisyon olmadığını ifade eden Demirer’e göre, “İttifakın ortaklarından biri Bakanlar Kurulunda temsil edilmiyor. İttifakın dayandığı bir metin, ilkeler üzerinden bir sözleşme elimizde mevcut değil. Başından itibaren Cumhur İttifakı’ndan, onun liderlerinin birbirlerine yaptığı ziyaretlere ilişkin kısa çekim ve bültenlerden haberdar oluyoruz. Bu nedenle Cumhur İttifakı’na ilişkin süreçlerde konvansiyonel iletişimin yerini sıkça simgesel mesajlaşmalara bıraktığını görüyoruz. Siyasal sisteminin en tepesinde duran Erdoğan, kararlarıyla mesajlaşabilme imkânına sahipken, Bahçeli’nin elindeki somut gereçler sınırlı. Bu nedenle bir yandan eleştiri oklarını sık sık savuran ama ittifakı bozmak da istemeyen Bahçeli, sıkça simgesel mesajlara başvuruyor. Kitlelerin açlık ve sefalet koşullarında yaşadığı, asgari doyma koşullarını sağlamanın müthiş zorlaştığı, istikrarsızlık ve belirsizlik düzeyinin ekonominin başındaki kişiyi “istifa etmedim” mesajları yazmak zorunda bıraktığı koşullarda Malazgirt kutlamasına en üst düzeyde katılınarak İttifak için bir "birlikteyiz, ayaktayız" mesajı verilmek isteniyor. Ancak, buna paralel olarak, çiftçinin ürününü toplayacak kaynağı bulamadığı ve tarlasını sürerek ürününü kendi eliyle yok etmek zorunda bırakıldığı, şehirdeki kitlenin taze meyve ve sebze tüketemeden bir yaz geçirdiği günlerde bu adımın kuvvetle ihtiyaç duyulan bir algı yönetimi manevrası olduğu da apaçık ortada ve olup biteni güncel siyasetin düğümlendiği noktalarla ilişkilendirmek yanlış olmaz.”
/././
Yaşamın topukla imtihanı: Bilim mahkeme salonlarına sığmaz -Zeki Gül-
Bilim, mahkeme salonlarına sığmaz. Bunu Giordano Bruno, Galileo Galilei ve daha nicelerinden biliriz. Kars’ta bir mahkeme, topuktan bir damla kan ile hastalık tanısı konmasını ve erken teşhisi “bilim dışı” ilan eylemiş!
Mahkeme ne TÜBİTAK ne Sağlık Bakanlığı, ne Hacettepe Tıp ne yanı başındaki Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesini hatırlamış. ‘Bir kitap okuyup’ ülkenin ve çocukların sağlıklılığının kaderini değiştirmeyi sınamış.
Mahkemenin kararına esas kitap Özbek asıllı olan Aidin Salih’e ait. Hani, “Emine Erdoğan ve Sümeyye Erdoğan’ın öncülüğünde adına bir konferans düzenlenen” ve aşı karşıtı görüşleriyle tanınan şahsiyet.
Topuk, aşil, anne, ölüm/sağlık ilişkisi bu topraklarda binlerce yıl sonra yine gündemde: Dün Çanakkale (Truva) bugün Kars…
Yunan mitolojisi ve Homeros’un İlyada Destanı’na göre annesi oğlu Achilleus’u (Aşil) ölümsüzlük nehrinde yıkarken onu sol topuğundan tutup suya batırmış. Yalnızca oradan vurulursa öleceğine inanılır ve Truva savaşında tam da aşilinden vurularak ölür. Tıpta, anatomide o bölge onun adı ile anılır hâlâ: Aşil.
Mafya da bilir aşilin yaralanmalarda iyileşmeyecek bir bölge olduğunu: ‘Topuğundan sıkar’ ki hayat boyu sakat kalsın mağdur…
Topuk kanı, Sağlık Bakanlığı uygulaması olan yenidoğan tarama programı kapsamında çocukların hastalıklarını erken teşhis ederek tedavilerini başlatmak amacıyla alınmakta. Bakanlık mahçup ve edilgen bir dille kararı istinaf mahkemesine taşıtacağını duyurdu.
Topuk kanı, çeşitli genetik bozukluklar ve metabolik hastalıkların taramasında kullanılır. Bunlar arasında fenilketonüri, hipotiroidi, galaktozemi, biyotinidaz eksikliği gibi hastalıklar bulunmaktadır.
Fenilketonüri Derneğinin hafta içi yaptığı açıklamada da değindiği üzere hastalıkların belirti, bulgu vermeden belirlenmesi olarak tanımlanabilecek taramada aranacak hastalığın üç özelliği esas alınır. “Tedavi edilebilir olması, tedavi edilmediği takdirde yaratacağı işlevsel bozukluk ağır olması ve hastalık belirti bulgu vermeden belirleneceği için hastalık delili olacak bir laboratuvar sonucu elde edilmesi.”
Bu özelliği barındıran, yani taranabilecek pek çok hastalık vardır. “Bu hastalıklardan hangisinin/hangilerinin taranması gerektiğini ise hastalıkların o toplumdaki görülme sıklığı belirler.”
Hasılı doğuştan zeka geriliği, beyin hasarı, kas hastalıkları ve ölümlere yol açabilen hastalıkların bu yolla erken teşhisini “yanlış” bulmuş mahkeme! Dahası, Dünya Sağlık Örgütünün “Hegemonik bir dikte ile üye ülkelere dikte ettiği bir uygulama olduğunu” iddia etmiş ve uzman görüşü olarak 2014'te ölen alternatif tıpçının yazılarını esas almış.
Kars'ta bir ailenin, yenidoğan bebeklerinden topuk kanı aldırmak istememesi ile konu yargıya taşınmıştı. Süreç bir kentin yerel mahkeme kararı diye geçiştirilemeyecek kadar çok katmanlı ve vahim: Çocukların sağlıklılık ve hasta olmama ile erken teşhis hakkı ne anne babaların ne de mahkemelerin keyfiyetine bırakılabilir. Ne mahkeme başvurusu ne mahkeme kararı bireysel olmayıp tüm çocuklara dairdir. Sağlıklı toplum, sağlıklı gelecek çabalarının güncel aşilidir süreç. Bir o kadar da aşı karşıtlığı ile kol koladır topuk kanı ile erken teşhis karşıtlığı.
Alternatif tıp bir kanıtlar bütünü değil kanaatler manzumesidir. Modern tıp ise kanıta dayalıdır. Bilimsel çalışmalar kanıt olarak kabul görmeden çoklu süzgeçten, farklı disiplin ve yapıların değerlendirmesinden geçer.
Kanaat ile keyfiyet arasında ince bir çizgi vardır. Dolayısı ile kanıta dayalı tıp bilimi karşısına kanaat ve keyfiyet sarkacında alternatif tıbbı koymak, günümüzde yargının sürüklendiği açmazı da özetler. Yargıda bilimin gerilemesi, kanıta dayalı hukukun kanaate dayalı yargı ile giderek yer değiştirmesi tesadüf değildir.
Bilim bir yerde gerilemez, tek yerde saldırıya uğramaz. Evde, işte, hastanede, sağlıkta, mahkemelerde, TBMM’de her yerde tehdit altındadır.
Son mahkeme kararını dinin siyasallaştırılması ve sağlık bağlamında ele almakta yarar var.
1796'da çiçek aşısının icadından bu yana milyonlarca çocuğun hayatı kurtulmuş oldu. Aşı reddi veya aşı karşıtı hareketler bilindiği üzere dini argümanlarla ikna edici hale geliyor.
Ülkemizde de aşı yaptırmama konusunda dikkat çekici bir artış var. 2016’da çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 11 bin iken, 2017 yılında bu rakam 23 bine çıkmış durumda. (Kaynak: Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği, KLİMİK).
Ülkemizde “1970 1980’li yıllarda hastanelere getirilen zeka özürlü çocukların oldukça önemli yüzdesinin fenilketonüri tanısı alması” üzerine Hacettepe Üniversitesi Çocuk Hastanesi Metabolizma Bölümü Başkanı Prof. Dr. İmran Özalp, TÜBİTAK destekli bir proje ile hastalığın ülkemizdeki görülme sıklığını belirlemiş, o güne kadar “Dünyada bildirilmiş en yüksek sıklığın Türkiye’de olduğu” saptanmıştı. Hasılı bizdeki topuk kanı ile erken teşhis taramaları bu bilimsel gerekliliğe dayanır tarihsel olarak.
Denebilir ki Milletvekili’miz Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülme ve özgürlüğünden mahrum bırakılma kararı ile Kars yerel mahkemesinin topuk kanından erken teşhisi engelleyen kararı birbirinden ayrı ele alınamaz. Tıpta modern yani kanıta dayalı tıbbın yerine/karşısına alternatif tıbbı koyanlar, elbette yargıda aynı zihinsel haritayı işleme koyacaklardı.
Bilim her yerde ve bir o kadar da örgütlü bilim karşıtlığı yine, yeniden, derin mi derin bir faaliyette.
Sağlıcakla kalın.
/././
Evrensel - GÜNDEM
Üniversiteli gençlerin zorlu sınavı: Barınma
Üniversiteyi kazanan gençleri artık kronik hale gelen barınma sınavı bekliyor. Kayıt yaptıran gençler eğitimlerini sürdürmek için başlarını sokacakları bir çatı bulma derdinde.(https://www.evrensel.net/haber/526456)
Kazdağı’nda feldspat görünümlü altın madeninde bilirkişi keşfi yapılıyor: Perdenin nedeni ‘devlet hakkı’mı? -Özer Akdemir-
Halilağa, maden araştırma sondaj sahası | Fotoğraf: Özer Akdemir/EvrenselCengiz Holding’in Kaz Dağı’nda, Bayramiç Yanıklar köyü yakınlarında işletmek istediği feldspat madenciliğine karşı yöre halkının ve kurumların açtığı davada bugün bilirkişi keşfi yapılacak. Davacı kurum ve yurttaşların feldspat adı altında altın işletmeciliği yapılacağını ileri sürdükleri madencilik girişiminin yörede çevre, sağlık, su varlıkları ve tarım alanları üzerinde ciddi olumsuz etkileri olacağı belirtiliyor.(https://www.evrensel.net/haber/526525)
***
İktidar 7 metro projesinde aylardır imza vermedi -Birkan Bulut-
Yerel seçimde vatandaşı ‘hizmet gelmez’ diye tehdit eden iktidar, İBB’nin 7 metro projesi için dış kredi kullanma başvurusuna imza vermiyor.(https://www.evrensel.net/haber/526466)
Malazgirtte konuşan Erdoğan'dan ittifak vurgusu
MHP, HÜDA PAR VE BBP genel başkanlarıyla el ele sahneye çıkan Erdoğan, “Alparslan'ın sancağı atında kurulan güçlü ittifak 953 yıldır kutladığımız zaferi bize armağan etmiştir” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/526526)
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 11 Temmuz’da Karga ve Hewş kafelerine saldırdıkları için tutuklanan 3 kişi, serbest kaldıktan sonra bu kez kafe sahibine saldırdı. Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesindeki Cami Kebir Mahallesi'nde ilk olarak 11 Temmuz günü, aralarında CHP İstanbul Milletvekili ve eski Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi’nin ailesine ait kafe ve karşında bulunan bir kafeye, 3 kişi el yapımı patlayıcı ve silahlı saldırı düzenlendi. "Kıyafeti açık kadınların geldiği ve müzik çalındığı" gerekçe gösterilerek yapılan saldırıya tepkiler gösterilmiş, yürütülen soruşturma kapsamında saldırıyı düzenledikleri tespit edilen V.G, U.Y. ve G.Ç. tutuklanmıştı. Saldırganlar, 15 Ağustos’ta tutukluluk incelemesinin ardından serbest bırakıldı. Olası bir saldırıya karşı kafelerin sahiplerine polis koruması verildi. Serbest bırakılan saldırganlar, 1 ay sonra bu kez Hewş Kafe’nin sahibi ve kardeşine saldırdı.(https://www.evrensel.net/haber/526522)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder