6 Ağustos 2024 Salı

T-24 "KÖŞEBAŞI" -6 Ağustos 2024-

 

CHP’deki kadın kolları seçimine müdahale, parti içine dair ne söylüyor? -Candan Yıldız-

Siyasi partilerde erkek yöneticilerin kadın kollarıyla kurduğu ilişki eşit olmayınca tepeden müdahaleler cinsiyet eşitliği mücadelesini zedeler. Kadın kollarının araçsallaştırılması, siyaset sahasının en emektar cinsini karar süreçlerinde etkin kılmaz.

T24 yazarı Murat Sabuncu, konuşulan yazısında CHP’deki iç karışıklığın büyüdüğüne dikkati çekmişti.

Pazar günü yapılan 15. Olağan CHP Kadın Kolları Kurultayı’ndan çıkan sonuç, kurultay günü yaşananlar, partideki bazı erkek siyasetçilerin kurultaya müdahale ettiğine ilişkin açıklamalar, iç karışıklığı gidermeye dönük pansumanın yapılmadığını gösteriyor.

Kadın adayların söylediklerine tek tek bakalım ki fikir versin.

Merve Kır, kendisi  CHP Kadın Kolları MYK Üyesi, 8 yıldır Zonguldak İl Kadın Kolları Başkanlığı görevini yürütüyor. Teşkilattan gelen bir isim. Adaydı ve son anda adaylıktan çekildi.

Kır, X hesabından “Sonuçlar neticesinde başkan seçilen Asu Kaya'dan ziyade, ondan daha fazla emeği olan, çaba sarf eden Veli Ağbaba ve Ulaş Karasu’yu tebrik ediyorum” diyerek mevcut yönetimde etkili olan isimlerin kurultaya müdahale ettiğini açıktan söyledi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve PM üyesi Aylin Nazlıaka da kurultay öncesi yaptığı açıklamada, “kadınların baskı altına alınmadığı, özgür iradeleriyle oy kullandığı” bir kurultay  temennisinde bulunarak kadın delegelere baskı yapıldığını ima etmiş oldu.

CHP’de hâlâ “kol” statüsünde olan kadın kollarının ağırlığının olup olmadığı, yüzde 33 olan cinsiyet kotasının parti içindeki cinsiyetçi mücadeleyi tek başına güçlendirip güçlendirmediği her seçimli kurultay süreçlerinde kendini açık eder.

Kurultay süreçleri bir partiye dair çok şey söyler.

CHP tüzüğüne göre olağan kongre süreçleri, kadın kolları genel başkanlığınca hazırlanacak seçim yönergesi ile düzenlenir.

Mevcut kadın kolları başkanlığı, olağan kurultayda sandıkları il alfabetik sırasına göre hazırlamış ve oy kullanılacak kabine telefonla girilmemesi kararı almış. Ama kurultay günü “teamüle” uygun değil denilerek sandıklar alfabetik sıraya göre sıralanmamış. Konuştuğum bazı CHP’li isimler alfabeye göre olmasını istemediler çünkü hangi kadın delegenin kime oy verdiği belli olacaktı yorumunu yaptılar.

Kimi kadın delegelerin kaldıkları otelde ziyaret edilerek ikna edilmeye çalışıldığı, kullanılan oyun fotoğrafının çekilmesinin istendiği yönünde iddialar da var.

Bütün bu müdahaleler CHP’deki iktidar mücadelesinin bir iz düşümü…

CHP’deki ekipleşmelerin (Kılıçdaroğlu-Özel-İmamoğlu) kadın kolları seçimine yansıdığı açık.

Öğrendiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu’nun seçimlere dolaylı ya da doğrudan bir müdahelesi olmamış.

Eylül ayında yapılması planlanan tüzük kurultayının seçimli kurultay olup olmayacağı da müdahelelerin nedenini açıklıyor gibi.

662 kadın delegenin oy kullandığı seçimde, 487 oyla CHP’nin yeni kadın kolları başkanı seçilen Asu Kaya’ya gelince…

Asu Kaya, Osmaniyeli bir hekim. Yeni CHP’li… “Partide emeği olan, örgütlerle bağı olan bir isim değil” yönünde eleştiriler var.

Siyasi partilerde erkek yöneticilerin kadın kollarıyla kurduğu ilişki eşit olmayınca tepeden müdahaleler cinsiyet eşitliği mücadelesini zedeler.

Kadın kollarının araçsallaştırılması, siyaset sahasının en emektar cinsini karar süreçlerinde etkin kılmaz.

Parti içi demokrasinin turnusol kağıdıdır seçimlerde o yapının kendi adayını çıkarabilmesi, teşkilatların iradesinin aday seçimlerine yansıması…

T24’e konuşan eski İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer mevcut yönetimin kapsayıcı olmadığını, CHP’nin daha demokratik bir örgütlenmeye gideceğini umduğunu söylemişti.

CHP’de “değişimle” başlayan yeni süreç “eski” siyaset biçiminin değişmediği sürece dönüşürse -ki emareler o yönde- tabanın siyaseti kurma, yayma, örgütleme, motive etme, harekete geçirme “kolları” da zayıflamış ya da kesilmiş olur.

Parti içi “hakimiyet” müdahaleleri günü kurtarabilir ama geleceği biraz zor… Diğer yandan 1927 yılında “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik”, 1935 yılında “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkelerinden oluşan Altı Ok ambleminde değişikliğe gidileceği yönünde Özgür Özel’den gelen açıklamaları düzeltmek parti sözcüsü Deniz Yücel’e düştü. Eğer parti tabanında ve parti içinde tartışılsaydı bu şekli değişiklik, “Değişiklik söz konusu değil” açıklaması yapılmazdı herhalde…

Altı Ok’taki “Devletçilik” okunun yarısının yeşile, diğer yarısının mora boyanması isteğinden geri adım atılması “değişim” iddiasının zayıflığına işaret mi bilinmez ama yerel seçimlerde aldığı oyu koruyan hatta daha da artıran bir partinin farklı kesimlerin temel sorunlarına yanıt üretmeye çalışması, o kesimleri inandırması ve bunu somut adımlarla göstermesi, renklerle uğraşmaktan daha elzem olsa gerek…

                                                                /././

AKP'nin Instagram'la kavgası -Füsun Sarp Nebil-

AKP, sosyal medya şirketlerine ders vermek istiyorsa, önce halkını dinlesin ve özgürlükleri sağlasın.

AKP'nin Instagram engellemesi devam ediyor. Bu hamle AKP'nin planlamadan, önünü arkasını düşünmeden, sadece bir anlık düşünce ile yaptığı hareketlerden birisi olarak tarihe geçti ama partiye pahalıya mal olacak gibi gözüküyor. Twitter üzerindeki yayınları dinliyorum. Şehirlerdeki küçük esnaf ve küçük reklam şirketleri ile influencer'lar çok rahatsız olmuş durumdalar. Çünkü para kaybediyorlar. Bu nedenle devamlı "En kısa zamanda açılır herhalde" temennileri yapıyorlar. Ama öyle gözükmüyor. AKP bugün hatayı katmerlendirdi. 4 gündür açıklamadıkları neden için, dümeni yeni bir yöne çevirdiler ve işin içine PKK'yı kattılar.

Instagram yetkililerinin bugün yaptığı görüşmede, AKP iktidarının taleplerine olumlu yaklaşılmadığını anlıyoruz. Yaklaşılması da beklenemez çünkü Meta Amerikalı bir şirket ve ABD, dünkü yazımızda da belirttiğimiz üzere Hamas için terör grubu tanımı yapıyor. AKP ile anlaşsa, kendi ülkesine ters düşer.

Ama duyumlara göre, AKP -anlaşılan yaptığı hatayı kendi lehine çevirmek için- başka bir hamle yapmış ve PKK'lı hesapların engellemesini istemiş. Şimdi ortamda bol bol bunun konuşulduğunu ve Instagram'ın PKK yüzünden engellendiğinin söylendiğini göreceğiz. Ne de olsa kullanışlı bir araç. Hatırlayın, seçimde bile Kılıçdaroğlu'nun PKK ile sahte videoları bile bile kullanılmıştı.  

AKP, Instagram'ın nasıl bir şey olduğunun farkında mıydı?

İddiaya girerim, engelleme yaparken AKP yöneticileri Instagram'ın ne anlama geldiğinin (üzerindeki ticaretin) farkında değillerdi. Sadece eğlence aracı olduğunu sanıyorlardı. Aşağıdaki mesajı tweetleyen Ticaret Bakanına da rica edeceğim birisi lütfen anlatsın neyin ne olduğunu. Yoksa adamcağız -hatta Anadolu’daki AKP seçmenine bile- çok fena mahcup olacak.

Ama zaten Bakanın tweet'ine cevap, İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Dr. Buğra Gökçe'den gelmiş. Bu uzun tweet'e tıklayarak, detayı okuyabilirsiniz. Umarız Ticaret Bakanı da bu vesileyle, yeni ekonominin bu boyutunu öğrenmiş olur.

Biz de bu yazıda Bakan Bey'e ve diğer AKP'lilere bu yeni ekonomi aracının nasıl çalıştığına dair biraz fikir verelim.

Instagram üzerinden 2024'te 300-340 milyar TL (10 milyar dolar) hacim dönüyor olabilir

Instagram'ın Türkiye’de etkilediği ticaret hacmi ne kadar? Elektronik Ticaret İşletmecileri Derneği (ETİD) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Emre Ekmekçi bu hacmi şöyle açıklıyor:

"Toplam e-ticaretin içindeki yüzde 10'luk kısım sosyal medyada yapılıyor. Günde 930 milyon TL'ye denk geliyor. Platformlara trafik oluşturan influencer'larla birlikte 1,9 milyar liralık bir hacim etkilenebilir. Bire bir yok olmaz ama başka zamana veya başka bir platforma kayar."

Türkiye’de e-ticaret 2023 yılında 1,8 trilyon TL olarak gerçekleşti. Bu sene rakamın 3,4 trilyon TL'ye ulaşması bekleniyor. Bu rakamın yüzde 10'unu hesaplarsak 2024 yılında (engelleme olmadığı zaman) tam 340 milyar TL'lik kısım Instagram üzerinden geçecek anlamına geliyor.

Emre Ekmekçi'ye bunun detayını sorduk. Şunları iletti:

"Günümüzde sosyal ticaret e-ticareti yeniden şekillendirmiş durumda. Doğrudan sosyal medya platformlarında gezinerek alışveriş yapmak, artık e-ticaretin yeni normallerinden biri… Özellikle Z kuşağı, bir zamanlar Google'da yaptıkları aramalar için artık TikTok'u kullanıyor. 2021’de ABD’de sosyal ticaret kanalları aracılığıyla 37 milyar dolarlık mal ve hizmet satın alınırken; 2025 yılına kadar, bu rakamın yaklaşık 80 milyar dolara veya toplam ABD’deki e-ticaretin yüzde 5’ine çıkması bekleniyor. Küresel olarak bakıldığında ise sosyal ticaret pazarının 2025 yılına kadar 2 trilyon doların üzerine çıkması bekleniyor. 2 trilyon dolarlık bir pazar olarak sosyal ticaret, aslında markaların görmezden gelemeyeceği kadar büyük.

Ülkemizde de benzer bir durum söz konusu. E-ticaretin yüzde 10’unu sosyal medya oluşturuyor. Türkiye perakendesinin yüzde 2’si ise doğrudan sosyal medya üzerinden gerçekleşiyor. İndirekt olarak influencer'ların platformlara yarattığı ciro yüzde 8 civarında. E-ticarette sosyal medya üzerinden gerçekleşen ticaret trafiği direkt olarak günde 931 milyon TL'yi, indirekt olarak günde 978 milyon TL’yi buluyor. Instagram’ın kapatılması da toplamda 1.9 milyar TL’lik bir ciro kaybı anlamına geliyor."

Peki engelleme sürerken, devlet ne kadar kaybediyor?

Şimdi bu rakamın içindeki vergi kaybını düşünürsek, yüzde 20 KDV ve yüzde 15 influencer kesintisi üstüne ortalama yüzde 25 gibi kurumlar vergisi ve gelir vergisini hesaba katarsak; 300 milyon TL + 400 milyon TL gibi yani günlük 500-700 milyon TL civarı bir kayıptan bahsedebiliriz.

Cumadan itibaren, bugün dahil 4 gün geçtiğine göre, devlet de 4 günde muhtemelen 2-3 milyar TL civarı gelirden olmuş olabilir.

Instagram'da ticaret nasıl dönüyor?

Instagram üzerinden alışveriş şöyle oluyor. Bunu bir platform sağlıyor. Bu platformu kullanarak, yukarıda Ekmekçi'nin tahminen verdiği rakamları kazanmak mümkün oluyor. Bunların bir kısmı, reklam, bir kısmı satışlar, bir kısmı da verilen linkler üzerinden satışlar. Karşılığında da Instagram'a bir ücret ödeniyor. Peki bu hacmin içinde neler var?

  1. Ürün satışı
  2. Hizmet satışı
  3. Influencer hizmetleri (markalarla)
  4. Reklamlar
  5. Affiliate link
  6. Canlı yayın
  7. Takipçilerden abonelik geliri
  8. Instagram danışmanlığı ve koçluk hizmetleri

Instagram kendi platformunu kullanarak, bu işleri yapanlardan çeşitli ücretler alıyor. 2023'te tahminen 40 milyar dolar (1,3 trilyon TL) ciro yaptı. Bu 135 milyar dolarlık toplam Meta gelirlerinin yüzde 29'u. (tahminen veriliyor.) Türkiye'deki cirosu için rakam açıklanmıyor. Tahminen 10-20 milyar TL düzeyindedir diye düşünüyorum.

Instagram trafiği TikTok'a aktarılmaya mı çalışılıyor?

Şimdi başka bir spekülasyona bakalım. Bugün "influencer" ekosisteminden bir uzmanla konuştum. Instagram olayını şöyle yorumladı;

"AKP hükümetinin Çin yakınlığı da bir etken olabilir. Şöyle ki; Instagram üzerinde ciddi bir ticaret dönüyor. TikTok bunu almak için uğraşıyor ama zor olacak. Çünkü erken gelen oturur usulü, Instagram alanı kapmış durumda.

Şu anda Instagram, toplam e-Ticaretin yüzde 10'unu gerçekleştiriyor. TikTok tarafı ise yüzde 1-2'lerde. Şimdi Instagram engellenince ne olur? Yapılmış anlaşmalar var. Bunlar havada asılı mı kalacak? Tabii ki yeni mecra bulacak. Bu mecra nedir? TikTok. Bu Instagram engelleme uzun sürerse, durum tersine dönebilir. Yani TikTok yüzde 10, Instagram yüzde 1-2'ye dönüşebilir."

Duruma son dönemde üst üste yaşanan BYD'ye tanınan teşvikler, TBMM'nin Huawei ile Çin Gezisi, Trendyol'un lisans ücreti gibi konulardan bakıldığında, yani İbrahim Kahveci'nin Trendyol yazısındaki başlığa atıf yaparsak, hükümetin git gide Çin merakının arttığını görüyoruz. Böyle bir  dönemde, Instagram engellemesinin arkasındaki neden bu olabilir mi? Bilemiyoruz ama bu yönde spekülasyonlar yükseliyor.

AKP, sosyal medya şirketlerine ders vermek istiyorsa, önce halkını dinlesin ve özgürlükleri sağlasın

Bugün Instagram ile yapılan görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı "ev zencisi" diye bir yorum getirdi. Zencileri biliyoruz ama "ev zencileri" ne demek anlamadık. Malcolm X'in bir tanımından bahsediliyor. Sanırım rahatını bozmamak için her şeye evet diyenler anlamına geliyor. Bence yanlış kullanılmış.

Muhtemelen, Erdoğan burada halkın kendi yanında olup, sosyal medya şirketlerine karşı çıkmasını kastediyor. Bir önceki yazımızda belirtmiştik hatta CHP'den de yardım istiyor. (Sosyal medya kanunu sonrası, Türkiye'de temsilcilik açmaya yanaşmayan sosyal medya şirketlerine baskı yapmaları istendi.) Çünkü Instagram engellemesinin sonuçlarını tahmin edemediler. Giderek daha fazla sıkıntı yaratacak bir konu bu. PKK filan konusunu açmaları da işe yaramayacak çünkü işin içinde, yaygın bir (bireysel ve kurumsal) kullanıcı kitlesini etkileyen büyük para var.

AKP düşünmeden yaptığı hareketin sonucunda tahmin edemediği bir sıkıntıya düştü. Ama bu noktaya geldiğinde, ne halk ne de CHP, AKP'nin bu hatasının üstesinden  gelmesine yardımcı olamaz. Çünkü zaten halkın -ya da kendi ifadelerine göre milli iradenin- isteği ile yapılmış bir hareket değildi bu.

Önceki yazımızda da belirttik; sosyal medyanın patronu kullanıcılarıdır. Ama AKP de kullanıcılarla aynı düşüncede değil. Tersine kullanıcıları sürekli üzüyor. 17 yıldır kendi hatalarını yazan içerikleri sansürlemekle uğraşıyor.

Diğer yandan, milli iradenin Haniye konusuna nasıl yaklaştığına bakarsak da,  halk yabancı bir ülkedeki partinin yöneticisi -başkanı bile değil- bir kişi için yas ilan edilmesi ve mesajları engellendiğinde, Instagram'ın toptan engellemesi konusunda AKP gibi düşünmüyor. Bunu hiç analiz etmişler mi? Diğer yandan Haniye diye başlayıp, PKK diye konuyu saptırmak işe yarar mı?

AKP'ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a halkını yani milli iradeyi dinlemeyi öneriyoruz. Ülkenin ne istediğine daha yakından bakarsa, halkının istediği şeylere önem verip, yerine getirmeye çabalarsa, özgürlüklere özen gösterirse, o zaman sosyal medya şirketlerine tepki gösteriyor oluruz.

                                                              /././

Yerlikaya'nın konutundan çıkan ikamet izinlerinin arkasında ne var? -Tolga Şardan-

Kısa süre öncesine kadar, nüfus ve vatandaşlık sistemi ile göç ve ikamet işlemlerinin yönetildiği sistem birbiriyle entegre yani tümleşik değildi. Diğer bir deyişle, birbiriyle bağlantılı olarak faaliyet yürütülemiyordu. Bunun anlamı şu: Bir yabancı Türkiye'de ikamet izni alabilmek amacıyla "herhangi bir adresi" devlete bildirip onay talebinde bulunuyordu!

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın Ankara'daki resmi konutunun adresinde ortaya çıkan "yabancı ikamet" skandalını duyurduğum Büyüteç'teki son yazı epeyce tartışıldı. Instagram krizine rağmen halen tartışılmaya devam ediliyor.

Göreve geldiğinden bu yana kendisinden önceki dönemden kalan pek çok sıkıntılı ve sorunlu işi düzeltmeye çalışan İçişleri Bakanı'nın karşılaştığı tabloyu ister fıkra, ister şaka, ister güncel ülke gerçeği olarak tanımlayın. Size kalmış.

Ancak bilinen tek gerçek; ülkenin içinde bulunduğu mülteci, göçmen ve sığınmacı konusunda sürecin artık raydan çıktığıdır. Hangi uygulamalarla yeniden yoluna nasıl sokulacağı da şimdilik muamma.

Ülkede ikamet sahibi hemen herkesin her an yaşayabileceği, İçişleri Bakanı'nın bile konu olduğu bu süreçle ilgili yeni bilgileri ortaya koymak zorunlu hale geldi, doğal olarak.

Göç ve göçmenler konusunda yürürlükte olan mevzuat belli.

Türkiye'de kısa ya da uzun süreli ikamet iznini almak, Türk vatandaşlığı hakkını kazanmak, mülteci veya sığınmacı statüsünde geçici barınma olanağını sağlamak, çalışma iznine sahip olmanın hepsinin ayrı ayrı koşulları var.

Göç İdaresi Başkanlığı bünyesindeki iş ve işlemler mevcut yasa ve yönetmelikler üzerinden yürütülüyor.

Sıkıntının arka planında ne var?

Fakat mevcut yasa ve yönetmeliklere karşın İçişleri Bakanı'nın resmi konutunun adresinde bile böyle bir olay yaşanıyorsa bir yerde / yerlerde aksayan bir şeyler var demek ki.

Olayın ardından hafta sonunda bazı yeni bilgiler edindim, paylaşayım.

Bilindiği üzere, İçişleri Bakanlığı'nın çatısı altında nüfus ve vatandaşlık işlerinin yürütüldüğü özel bilgisayar sistemi var.

Adı MERNİS. Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi. Tüm nüfus ve vatandaşlık işleri bu işletim sistemi üzerinden sağlanıyor.

Ülkede kayıtlı TC kimlik numarasına sahip tüm bireylerin işlemleri bu sistemden yürüyor. Ayrıca yabancılara geçici olarak verilen Yabancı Kimlik Numarası ile yapılan iş ve işlemler de yine aynı sistemden sağlanıyor.

Göç idaresi konusunda ise, ayrı bir işletim sistemi kullanılıyor. Göç İdaresi Başkanlığı'nın kullanımında iki ayrı bilişim sistemi var.

İlki göçmenlerin işlemlerini takip ettikleri göç randevu sistemi. Diğeri ise, ikamet başvurularının yönetildiği ayrı bilişim sistemi.

Hem nüfus ve vatandaşlık, hem de göç ile ikamet işlemleri e-devlet üzerinden yürütülüyor.

Entegre olmayan iki sistem

İşte kritik nokta tam da burası.

Kısa süre öncesine kadar, nüfus ve vatandaşlık sistemi ile göç ve ikamet işlemlerinin yönetildiği sistem birbiriyle entegre yani tümleşik değildi.

Diğer bir deyişle, birbiriyle bağlantılı olarak faaliyet yürütülemiyordu.

Bunun anlamı şu: Bir yabancı Türkiye'de ikamet izni alabilmek amacıyla "herhangi bir adresi" devlete bildirip onay talebinde bulunuyordu!

Dolayısıyla; son örnekte ortaya çıktığı gibi, Türkiye'den ikamet izni isteyen iki askeri öğrenci, İçişleri Bakanı'nın resmi konutunu ikamet adresi olarak Göç İdaresi Başkanlığı'na bildirdi.

Burada bir not düşeyim: Resmi konutun adresi gerçekten izni talep edenlerce mi yoksa aracılar tarafından mı verildi? Sorunun yanıtı savcılık soruşturmasında ortaya çıkacak.

Devam ediyorum.

Söz konusu adresin İçişleri Bakanı konutu olduğu ise, MERNİS kayıtlarında yani başka bir teşkilâtın yönetimindeki sistemde görünüyor.

Hâl böyle olunca, iş ve işlemlerden haberdar ol(a)mayan iki ayrı sistem, alarm vermeksizin taleplere onaylar hale dönüşüyor.

Oysa tersine olması halinde işlerin bu boyuta gelmesinin önüne geçilmesi sağlanabilecekti.

Burada şeytanın avukatlığını yapma zamanı sanırım.

İki sistemin birbiriyle entegre olması halinde, özellikle seçim döneminde yaşanan "adrese yabancı kayıtları" iddiaları da gündeme gelmeyecekti!

Göç İdaresi Başkanlığı'nı kullandığı yabancıların randevu talep sistemini geçen haziran itibarıyla yeniledi.

Yenileme sırasında sıkıntılara neden olan sorunun da çözüldüğünü ülkece umalım.

Madalyonun arka yüzü

İki ayrı birimin kullandığı iki ayrı bilişim sisteminin entegre olmamasından kaynaklanan sorun kadar önemli bir başka konu daha var.

Göç, ikamet, nüfus ve vatandaşlık konularından evrak üzerindeki işlemlerin yürütülmesiyle saha da yapılan kontrol ile denetimlerin eş güdümlü yönetilememesi.

Daha açık ifadeyle, göç idaresi ile nüfus ve vatandaşlık birimleri evrak üzerindeki tüm iş ve işlemlerini kağıt üzerinden yönetiyor.

Buna karşın bir de saha gerçeği var elbette. Evrak sahiplerinin denetlenmesi, kontrolü ya da herhangi bir adli suça karışmaları halinde adli kolluk ile savcılıklarca yapılacak işlemlerin yürütülmesinde kimi zaman aksamalar yaşanıyor.

Kurumların kendi arasındaki yetki ve sorumlulukların farklı olması yani örtüşmemesi sahada kaçak göçmen ile mücadeleyi zorlaştırıyor.

Sürece sadece kayıt ve izin olarak bakmak, yanıltıcı sonuçlar doğmasına sebep oluyor. Bu çerçevede, merkezde alınan kararların evrak yönetimi yerine saha gerçeğine göre yapılması kaçınılmaz hale geliyor.

Ayrıca valilikler bünyesindeki il göç müdürlüklerinde adli kolluk işlemleri konusunda yetkin olmayan personelin istihdam edilmesi, yine saha gerçeğinin farkına varılmamasının sebebi. Kaldı ki; il göç müdürlüklerinde iş ve işlemlerin sadece evraktan ibaret olduğunun düşünülmesi saha gerçeğinin dikkate alınmamasında başka bir boyut kuşkusuz.

Yerlikaya'nın açıklamasındaki vahim tablo

Büyüteç'i kaleme aldığım dün öğle saatlerinde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, göçmenlerle ilgili açıklaması ekrana düştü.

AKP İnsan Hakları Eğitim Programı'nda Suriyeli göçmenler hakkında bilgiler paylaşan Yerlikaya, Türkiye'deki kayıtlı 3 milyon 103 bin Suriyeli göçmenden 729 bininin devlete bildirdikleri adreslerde bulunamadığını açıkladı.

Yerlikaya'nın söz konusu açıklamasına, bu satırlarının yazarının kamuoyuna duyurduğu iki yabancıya verilen ikamet izni skandalının bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.

İçişleri Bakanı, "kral çıplak" dedi, bu açıklamasıyla.

Yerlikaya'nın açıklamasını destekleyen yakın zamandan bir örnek vereyim, konuyu daha iyi anlatmak için.

Hemen her gün Resmi Gazete'yi inceleyen bir meraklı olarak yargı ilanlarına özellikle göz atarım.

Haklarında yargı kararı verilen ancak kendilerine bir türlü ulaşılamayan kişilere yönelik ilanlardır bunlar.

Uzunca bir süredir yayımlanan ilanlar incelediğinde, en az TC kimlik numarası taşıyanlar kadar belki de daha çok Yabancı Kimlik Numarası taşıyan yabancılar hakkında verilen ilanları görmek mümkün.

Yani; bu coğrafyada suç işlediği iddia edilen, yargılanan beraat eden ya da adli ceza alan yabancıların sırra kadem bastığını görmek mümkün.

Suça karışmayıp kaybolanların yanında suça karışıp değişik adli cezaları almalarına rağmen kaybolan yabancıların varlığı daha vahim kanımca.

                                                              /././

"Ekonomik dayatma": Daha çok yoksullaşma -Yalçın Doğan-

Hukuk, çevre, eğitimde nasıl bir dayatma varsa, ekonomide de dayatma var. TÜİK'in gerçek dışı enflasyon oranı, otoriter baskının dayatması. O oran üzerinden ücretlerin düşük kalmasına dayatma...

En vahşi iki artış eğitimde ve konutta.

Yıllık fiyat artışı eğitimde yüzde 104.50, konutta yüzde 98.48.

Yazın bu oranları bir kenara, unutmayın!..

Unutulmaması gereken başka bir olay daha var. Şu söze bakın:

"Bildiğimi okurum, istediğimi yayınlarım, istemediğimi yayınlamam diyorlar. Biz bunu kabul etmiyoruz. Değerlerimize saygı duyan, daha temiz bir sosyal medya tesis etmek için ne gerekiyorsa, yapacağız".

Bürokratik ağırlığı nedir bilmiyorum ama, bu sözler Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan'a ait. Instagram HAMAS lideri Haniye ile ilgili taziyeleri kaldırınca, Bilim ve Teknoloji Kurumu (BTK) Instagram'a erişimi engelliyor. Elbette siyasi iradeyle.

Madem öyle...

Ömer Fatih Sayan'ın bağlı olduğu AKP iktidarı...

"Anayasa Mahkemesi'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını 'istersem uygularım, istersem uygulamam'  demiyor mu?.. Siyaseten işine gelmediği kararlara 'yok hükmündedir" demiyor mu?..

Üstelik o kararlara uymak Anayasa'nın emri.

Keyfilikten Anayasa delik deşik olmuş, sosyal medyaya laf ediyorlar.

"Değerlerimize saygı duyan" diyor, senin değerlerin benim değerlerimle uyuşmuyorsa ki, hiçbir biçimde uyuşmuyor, ne olacak?..

Baskı ve otoriter yönetim olacak, 2018'den bu yana olduğu gibi.

Çevreden eğitime, hukuktan sağlığa hayatın her alanında gördüğümüz dayatma gibi.

TÜİK bildiğiniz gibi

Bir dayatma da ekonomide.

TÜİK her zamanki gibi, yine asla inandırıcı olmayan aylık ve yıllık enflasyon oranlarını açıklıyor. Haziran'da yıllık enflasyon yüzde 71.60 iken, Temmuz'da yüzde 61.78'e geriliyor.

Başa dönersek...

En vahşi iki artış konutta ve eğitimde.

Eğitimde yıllık fiyat artışı yüzde 104.50, konutta yüzde 98.48.

Diğerlerinin de, aşağı kalır tarafı yok.

Gıdada fiyat artışı yüzde 58.91.

Sağlık hizmetlerinde yüzde 88.

Haberleşmede yüzde 47.96.

Bunlar hayatın vazgeçilmez, zorunlu alanlardaki resmi fiyat artışları.

Yüzde 61.78 üzerinden Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek "enflasyon düşüyor" diye açıklamada bulunuyor.

Satın alma gücü

Gerçekçi ölçü satın alma gücünden geçiyor.

Fiyat artış hızı azalıyor olabilir ama, bu fiyatların artmadığı anlamına gelmiyor. Artıyor, hem de fena artıyor.

Önemli sektörlerdeki fiyat artışları hayat pahalılığına işaret ediyor.

Hayat pahalılığının ölçüsü ne?..

Satın alma gücü.

Hesap o kadar karışık değil.

Asgari ücret 2024 başından bu yana 17.002 lira.

Temmuz enflasyonu ile birlikte, 17 bin lira olan asgari ücret 13.204 liraya düşmüş bulunuyor.

Kağıt üstünde 17 bin lira görünüyor ancak, satın alma gücü açısından 4 bin liraya yakın kayıp söz konusu.

En düşük emekli aylığına gelince...

10 bin lira olan en düşük emekli aylığı, AKP matah bir artış yapmış gibi, bir süre önce 12.500 liraya yükseliyor.

Temmuz enflasyonu ile birlikte, 12.500 lira olan en düşük emekli aylığı 9.750 liraya düşmüş bulunuyor.

Kağıt üstünde 12.500 lira görünüyor ancak, satın alma gücü açısından 2.750 liralık kayıp var.

Bunun adı yoksulluğun derinleşmesi.

Gelirler reel olarak düşerken, konut, sağlık, eğitim gibi zorunlu harcama kalemlerine ulaşmak her geçen gün biraz daha güçleşiyor. Bazı gençler okulu bırakmak zorunda kalıyor.

Satın alma gücündeki bu anormal düşüşün son iki yılda gözle görülen başka bir sonucu var:

Orta sınıf yok oluyor.

Toplum yapısı içinde en tehlikeli gelişmelerden biri.

Asıl dört kalem

Satın alma gücünü feci biçimde düşüren ne?..

Özelikle doğalgaz, elektrik, ÖTV ve KDV artışları.

Bunlar doğrudan iktidarın yaptığı zamlar. O zamlar her ürünün fiyatını artırıyor, sudaki fiyat artışı bile yıllık yüzde 75'i buluyor.

Doğalgaz, elektrik, ÖTV ve KDV'deki zamlar kalıcı, sadece Temmuz ayı enflasyonunu körüklemekle kalmıyor. Ekonomide üretilen bütün mal ve hizmetlerde fiyat artışlarını tetikliyor.

Daha kötüsü...

Tetiklemeye devam edecek.

Mehmet Şimşek istediği kadar, "enflasyon düşüyor" desin...

Satın alma gücü daha da düşecek.

Yoksullaşma yıl sonuna doğru daha da artacak.

Ekonomik dayatma

Hukuk, çevre, eğitimde nasıl bir dayatma varsa, ekonomide de dayatma var.

TÜİK'in gerçek dışı enflasyon oranı, otoriter baskının dayatması.

O oran üzerinden ücretlerin düşük kalmasına dayatma.

ÖTV, KDV artışları, kamu mal ve hizmet zamları dayatmanın fiili durumu.

Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayarak, nasıl hukuki dayatma söz konusu ise, TÜİK üzerinden milyonlarca insanın hayatına da dayatma.

Keyfilik o dayatmanın bir başka aracı.

Bir de, "bizim istediğimizi yapmıyorlar" diye, Instagram'a erişim engeli getirmezler mi!..

(T-24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder