12 Eylül 2024 Perşembe

12 Eylül'de darbe kime indi, arkasında kimler vardı? + Sermaye ve milliyetçilik el ele: 6-7 Eylül nasıl tezgahlandı? (soL-Arşiv)

12 Eylül'de darbe kime indi, arkasında kimler vardı?

Bugün 12 Eylül. 44 yıl önce bugün Orgeneral Kenan Evren liderliğindeki cunta yönetime el koydu. Peki bu darbe kim tarafından, kime karşı yapılmıştı?

12 Eylül 1980’deki darbe, birçok kişi tarafından kabul edildiği gibi bir hazırlık döneminin ardından gerçekleşti. Özellikle 1977’de Taksim’de yüzbinlerce emekçinin katıldığı coşkulu 1 Mayıs kutlamasına The Marmara Oteli’nden sıkılan kurşunlar, 1978 yılının Aralık ayında Kahramanmaraş’ta solculara ve Alevi yurttaşlara dönük olarak devlet-MHP işbirliği ile gerçekleştirilen katliam ve 1980 yılında Çorum’da yine solcu ve Alevi yurttaşlara dönük olarak ve yine devlet-MHP işbirliği ile gerçekleştirilen katliam darbeye ortam yaratmak amacıyla düzenlenmişti. Kahramanmaraş ve Ço­rum’da gerçekleştirilen katliamlar günlerce sürmüş ancak devlet olaylara ısrarla müdahale etmemişti. Maraş katliamı sonrasında verilen sıkıyönetim kararı, katliamın amacına ulaştığının bir kanıtıydı.

Darbenin ekonomik programı da darbeden önce hazırlanmış ve bir ölçüde uygulanmaya başlanmıştı. Ekonomik krizle geçen dönem ihracata ve ucuz işçiliğe dayalı program, patronların temel taleplerinden olmuş ancak solun ve emekçilerin direnci nedeniyle programın uygulanmasında ciddi sıkıntılar yaşanmıştı. 24 Ocak’ta Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümeti döneminde kabul edilen ve DPT müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanan 24 Ocak kararları da darbenin ekonomik programı olarak 12 Eylül sonrasında, yani solun ve işçi sınıfının direncinin kırılmasının ardından tam anlamıyla uygulanabilmişti.

22 Temmuz 1980 yılında DİSK Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesi, diğer yüzlerce cinayetle birlikte darbe öncesinin mantığına bir örnekti. Darbenin dış bağlantıları ise yine hazırlık dönemi konusunda net fikir verecektir. Afganistan ve İran’da sorun yaşayan ABD ve NATO’nun Türkiye’yi de kaybetmekten korktuğu ve darbeye her türlü desteği verdiği biliniyor. Dönemin ABD Başkanı Carter’a, Ankara’daki Amerikan diplomatik kaynaklarından geçilen “Bizim çocuklar başardı” cümlesi, Kenan Evren ve arkadaşlarından böyle bir darbenin dört gözle beklendiğinin bir kanıtı niteliğindeydi.

12 Eylül darbesini kim yaptı?

12 Eylül darbesi dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğinde yapıldı.

Ancak yukarıda da bahsedildiği gibi darbeyi başta emperyalist başkentler ve  TÜSİAD  olmak üzere bir “ekip” yaptı. 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşananlar, dış politikadan ekonomiye, kültürel politikalardan eğitime kadar tam anlamıyla sağ bir programın söz konusu olduğunu gösteriyor. Ülkeyi 12 Eylül’e taşıyan sağcı liderler Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş’in en az Kenan Evren kadar suçlu olduğu, darbenin öncesindeki son üç yıla bakıldığında net olarak görülebilir. 1930’lu yıllardan başlayarak devlet eliyle ve ABD’ye yanaşarak hızla zenginleşen dönemin en büyük patronu Vehbi Koç’un darbenin ardından Kenan Evren’e gönderdiği mektup 12 Eylül’ün sınıfsal içeriği hakkında da net bir fikir veriyor: “Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz ederek ve kuvvetlendirerek imkanlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır. İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bazı sendikaların Türk Devleti’ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır. DİSK’in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinmeli, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır. Komünist Parti’nin, solcu örgütlerin, Kürtlerin, Ermenilerin, birtakım politikacıların kötü niyetli teşebbüslerini devam ettirecekleri muhakkaktır, bunlara karşı uyanık olunmalı ve teşebbüsleri mutlaka engellenmelidir. Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim.”

12 Eylül darbesi kime karşı yapıldı?

12 Eylül darbesi kuşkusuz “psikopat askerler tarafından sivillere karşı” yapılmadı. Kuşkusuz “sağ-sol kavgasına son verelim” diye de yapılmadı. Darbenin siyasi-ekonomik-ideolojik bir programı vardı. Bu programın uygulanması için solun gücünün ciddi bir biçimde geriletilmesi gerekiyordu.

Sol örgütlere ve sendikalara sınırsız operasyonlar, gözaltılar, işkenceler, hapis cezaları ve idamlar ülkeden "solun temizlenmesi" için yapılmıştı.

12 Eylül öncesinde 45 milyonluk Türkiye’de 4 milyonun üzerinde sendikalı işçi varken, bugün bu sayının 700 bin civarında olması, darbenin bu konuda bir ölçüde başarılı olduğunun kanıtı. Yine darbenin ardından kurulan YÖK, üniversitelerden solcu akademisyenlerin ve öğrencilerin kazınması amacı taşıyordu.

Darbe ile beraber sendika konfederasyonlarının tamamı kapatıldı ancak sonrasında gerçekleşenler yine darbenin mantığı hakkında fikir veriyor. Sağcı sendika konfederasyonu Hak-İş, kapatılmasından birkaç ay sonra 1981 yılında açılırken, yine devlet sendika konfederasyonu olarak bilinen Türk-İş, 1982 yılında Genel Kurul toplayacak duruma gelirken, DİSK’e aşağıdakiler yapılıyordu:

  • 7 Eylül’de gözaltı süresi doksan güne çıkarıldı. DİSK yöneticileri ve üyeleri uzun süre yargıç önüne çıkarılmadı.
  • Milli Güvenlik Konseyi, 18 Eylül’de yayınlanan 8 No’lu kararı ile DİSK’in taşınır ve taşınmaz mal varlıklarına el koyduğunu açıkladı.
  • 11 Kasım’da DİSK üyesi sendikaların yönetimine sıkıyönetim komutanlarınca belirlenen kayyımlar atandı.
  • 7 Aralık’tan itibaren 2364 sayılı Yasa ile tüm sendika üyelerini kapsayan Yüksek Hakem Kurulu uygulamasına geçildi. 12 Eylül’de gözaltına alınan altmış yedi DİSK yöneticisi tutuklandı.
  • Aralarında DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün de bulunduğu 52 DİSK yöneticisi hakkında idam cezası istemiyle dava açılacağı basına açıklandı.
  • DİSK üyesi Deri-İş Sendikası Genel Başkanı Kenan Budak, 25 Temmuz’da polis tarafından kurulan bir pusuyla sokak ortasında öldürüldü.
  • DİSK Davası 24 Aralık’ta İstanbul Sıkıyönetim Mahke­mesi’nde başladı. Yüz altmış dosya birleştirildi, toplam sanık sayısı bin dört yüz yetmiş yedi, hakkında idam istenilenlerin sayısı yetmiş sekize çıkarıldı. 

Sayılarla 12 Eylül

DİSK’in başına bunlar gelirken, ülke genelinde de aşağıdakiler yaşanıyordu:

  • 650 bin kişi gözaltına alındı.
  • 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
  • 7 bin kişi için idam cezası istendi.
  • 517 kişiye idam cezası verildi.
  • Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı)
  • İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
  • 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
  • 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
  • 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
  • 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı.
  • 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
  • 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitti.
  • 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi.
  • 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı.
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.
  • 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. - Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • 31 gazeteci cezaevine girdi.
  • 300 gazeteci saldırıya uğradı.
  • 3 gazeteci silahla öldürüldü.
  • Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
  • 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
  • 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
  • Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
  • 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 14 kişi açlık grevinde öldü.
  • 16 kişi “kaçarken” vuruldu.
  • 95 kişi “çatışmada” öldü.
  • 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi.
  • 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi.

12 Eylül onlarla sürdü: Turgut Özal

Darbenin ekonomi programını hazırlayan Turgut Özal, cuntanın TÜSİAD ve ABD ile bağlarını kuran kişi olarak biliniyor.

12 Eylül cuntasının ekonomi bakanı da olan Özal, 1983 yılında başbakan oldu. İhracata dayalı büyüme modeli ile ülkedeki toplam ihracatın üçte ikisi hayali ihracat oldu. Özal döneminde tam 256 tane şirketin hayali ihracat yaptığı kanıtlandı. Olağanüstü hal uygulaması, 1987 yılında Özal döneminde başlatıldı. Özal ayrıca, Özel Tim’in kurulmasını sağlayan isimdi. Özel Tim 1983 yılında Özal’ın başbakanlığı döneminde kuruldu.

Özal hükümetinin bir diğer icraatı da bölgeye “istenmeyen gazetecilerin” girişinin önüne geçmek için çıkarılan “sansür ve sürgün kararnameleri” oldu. Özal, 1985 yılında PKK’ye karşı Kürtler arasından geçici köy korucuları oluşturulmasını sağlayan adımları attı. 1. Körfez Savaşı sırasında “Irak Savaşına Amerikalıların yanında girersek bir koyar üç alırız” diyerek siyasi literatüre yeni bir deyim armağan etti. Özal’ın o dönem, ABD’nin yanında savaşa girildiği takdirde, Musul ve Kerkük’ün Türkiye topraklarına katılabileceğini düşündüğü yazıldı. Turgut Özal, yine 1. Körfez Savaşı döneminde, Meclis onayı almadan ABD’ye hava sahasının açılmasının Anayasa’ya aykırı olduğu eleştirilerine, “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” dedi. Özal hakkındaki en özlü ifade ise işçilerden geldi: "Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı!"

12 Eylül onlarla sürdü: Necmettin Erbakan

Darbeye ortam hazırlanmasında Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş ile birlikte “büyük emeği” geçen Necmettin Erbakan’ın önü, konuşma yaparken elinden Kuran’ı düşürmeyen Kenan Evren ile alabildiğine açıldı. Türkeş’in söylediği Fikirlerimiz iktidarda biz içerdeyiz” sözü, aslında Erbakan’ın durumunu da özetliyordu. Nitekim içeride de çok kısa kaldı. 12 Eylül’de bir süre İzmir Uzunada’da gözaltında tutulan Erbakan, 15 Ekim 1980’de 21 MSP yöneticisiyle birlikte “MSP’yi illegal bir cemiyete dönüştürmek ve laikliğe aykırı davranmak” suçlamasıyla tutuklandı. Ancak 9 ay sonra 24 Temmuz 1981’de serbest bırakıldı. 1987’de tekrar siyasete dönen Erbakan, 19 Temmuz 1983’te kurulan Refah Partisi’ne genel başkan seçildi. 1991 seçimlerinde Konya’dan milletvekili oldu. 1995 yılında da Başbakan oldu.

Çiller, Yılmaz ve nihayet Erdoğan

90’lı yıllarda Başbakanlık yapan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller ve ANAP lideri Mesut Yılmaz, Turgut Özal’ın birer kopyası olmaya çalıştılar. Piyasacılık, hayali ihracat, işçi düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, faili meçhuller, dincilik, ABD yalakalığı onların da ezberi oldu. Ancak 2002’den bu yana Başbakan olan Erdoğan ve partisi AKP bu anlatılan 30-35 yıllık dönemin egemen bütün yönlerin mantıki ucu oldu.

                                                                   /././

Sermaye ve milliyetçilik el ele: 6-7 Eylül nasıl tezgahlandı?

1955'te İstanbul ve İzmir'de gayrimüslimlere yönelik uygulanan sistematik yağma, geleneksel sermayenin kökenini oluştururken, birçok yurttaşımızı anayurdunu terk etmek zorunda bıraktı.

Türkiye tarihinin karanlık sayfalarından birisi olan 6-7 Eylül, "karanlık" olmakla birlikte yıllardır nasıl tezgahlandığı ve kimlerin kullanıldığı bilinen bir provokasyon. Bugün ise, liberallerin ve gericilerin Demokrat Parti'yi aklamak için türlü vesilelerle gündeme aldıkları bir başlık...

6 Eylül 1955'de saat 13:00’da devlet radyosundan duyurulan, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalı saldırıya uğradığı haberi, dönemin istihbarat örgütü MAH’ın hizmetinde çalışan İstanbul Ekspres gazetesi tarafından yapılan ikinci baskıda, manşetten verildi. Normalde 20-30 bin civarında tiraj yapan gazetenin ikinci baskısı, o dönemin teknik koşullarında hiç de kolay olmayan bir sayıda, 290 bin adet basılmıştı ve bu gazete Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından dağıtılmıştı.

Daha sonra, İstanbul'daki yağmaya başlamak üzere, "gezici" olarak kamyonlara ve trenlere doluşturulan kalabalık bir grup insan iki gün öncesinden şehre getirildi. 6 Eylül'de, bu kitleyi Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) ile İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği (İYOTB) yönlendirecekti. Akşam üzeri bu grup, kendilerine daha önce temin edilen sopa, balta ve kazmalarla İstiklal Caddesi'nde yürüyüşe başlayıp daha evvelden Rumlara ait olduğu tespit edilerek duvarları kırmızı haçlarla işaretlenmiş, tabelası yabancı dille yazılmış, Tünel’e kadar uzanan güzergâhta bulunan tüm mekânları yağmaladılar.

Olaylardan sonra tutuklananlar arasında yer alan Demokrat Parti üyesi ve Fenerbahçe'deki saldırgan grubunun önderi Serafim Sağlamel'in elinde, gayrimüslimlerin adres listeleri bulunmuştu.

Önce 'milli galeyan' dediler, sonra 'komünistler yaptı' yalanını yaydılar

Tertibin en ilginç yönlerinden biri ise, olayların hemen ardından basında çıkan haberlerde önce, “halkın duygusal tepkisi”, “milli galeyan” gibi ifadelere yer verilirken kısa bir süre içerisinde “komünistler”in suçlanması oldu. Emniyetteki dosyada adı yer alan elli solcu aydın tutuklandı. Aceleyle hazırlanmış suçlular listesinde çok önceden ölmüş olanlar ve askerliğini yapmakta olanlar da vardı. Aydınlar 5 ay cezaevinde tutulduktan sonra beraat ettiler.

                                                      Celal Bayar 6-7 Eylül sonrası İstiklal Caddesi'nde.

Can Dündar'ın 6-7 Eylül olaylarını anlattığı belgeselindeki iddiaya göre, 5 Eylül günü, Fuat Köprülü ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın da aralarında bulunduğu birkaç kişi, Adnan Menderes'in evinde toplanırlar. Bu toplantıda, gerginleşen Türk-Yunan ilişkileri hakkında konuşulur ve Türkiye'nin bu taraflaşmada elinde bir "koz" olması gerektiği hususunda anlaşmaya varılır. Bu "koz", 6-7 Eylül tertibi olacaktır. Buna göre, MAH'ın görevlendireceği bir öğrenci Mustafa Kemal'in evinin bahçesine bomba atacak ve İstanbul'da bazı "ufak tefek" olayları başlatacaktı. İstanbul'da çıkartılacak olaylar öncesinde emniyet teşkilatına da gerekli bilgiler bile verilmişti.

Yerli sermaye ve emperyalizme kıyak

Ülke içinde, 6-7 Eylül olaylarında evleri ve işyerleri yakılıp yıkılan ve Türkiye'yi terk etmek zorunda kalan gayrimüslimlerin geride bıraktığı sermayenin, hızla müslüman iş adamlarına verilmesiyle el değiştirmesi, böylelikle de milli burjuvazi yaratma hedefinde bir aşamanın daha geçilmesine tanıklık edildi. 

Öte yandan, Demokrat Parti, İngiltere'nin Kıbrıs'taki Rum direnişinden rahatsızlığını değerlendirerek, hem İngiliz çıkarlarına uygun bir şekilde Rumlara ve Yunanlara karşı düşmanlık yaratmayı başarmış, hem de milli sermaye yaratımında bir virajı daha almış, böylece "bir taşla iki kuş" vurmuştu. 1950'lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs'ın Rum-Ortodoks halkının İngiltere'ye başkaldırması ve Yunanistan ile bütünleşmek istemesi, İngiliz hükümetini rahatsız etmişti. Bu tarihe kadar Kıbrıs gibi bir meselesi olmayan Türkiye de İngiltere'nin "teşvikleriyle" tartışmaya dahil oldu. Sayıları daha az olan Türkleri, Rumlara karşı kullanmaya çalışan İngiltere her iki tarafta da milliyetçiliğin yükselmesini ve bu yolla adanın kendi kontrolünde kalmasını sağlamaya çalışıyordu. İngiltere'nin, 29 Ağustos-7 Eylül arasında Londra'da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin katıldığı bir konferans düzenlemesi konu ile ne kadar yakından ilgilendiğini ortaya koyuyor. Bu görüşmeler başlamadan İngiltere'nin Türk heyetine Yunanistan'a karşı sert bir tavır takınmasını önerdiği biliniyor.

6-7 Eylül olaylarının fitilini, Fatin Rüştü Zorlu'nun Londra'dan yaptığı "orada (İstanbul) bir şeyler yapılması lazım" çağrısı tutuşturdu. Kıbrıs Sorunu'nun sonbaharda yapılacak BM toplantısında gündeme getirilmesinin Kıbrıs'ın kendisinden kopması anlamına geldiğini bilen İngiltere, bu konunun gündeme alınmaması için çabalıyordu. 6-7 Eylül'de yaşananlar, Amerika'nın NATO üyesi olan her iki ülkeyi uyarmasına ve Kıbrıs konusunun BM gündemine taşınmamasına neden oldu.

6-7 Eylül olayları ile ilgili son yıllarda yapılan en büyük tartışma, 2009 yılında verdiği bir röportajda Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Orhan Birgit'in bazı konulara açıklık getirmesi oldu. Birgit, 6-7 Eylül olaylarını tertipleyen örgütlerin başında gelen "Kıbrıs Türktür Cemiyeti"nin olayları fitilleyen bildirisini kaleme aldığını söylemiş, tertibin arkasında DP'nin ve istihbarat kurumlarının olduğunu belirtmişti.

Ancak 6-7 Eylül'e dair yandaşlar ve liberaller her seferinde "geleneği" ilan ettikleri Menderes'i savunmak için türlü yalanlara başvurmaya devam ediyor. Gerçek ise apaçık biçimde ortada duruyor: 6-7 Eylül'ü planlayanların takipçileri bugün AKP ile birlikte iktidarını sürdürüyor...

(soL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder