13 Eylül 2024 Cuma

Boy değil işlev + Hani kalbin kuruyacaktı? + Emri vereni sorgulayacak cesaretiniz var mı? -Barış Pehlivan/Cumhuriyet

 

Boy değil işlev

Türkiye’de yaşayan ve zaman geçiren herkesin her bilgisi internette satılır.

Tüm dünyada aranan uluslararası mafya liderlerine Türkiye’de vatandaşlık verilir.

Memleketin göbeğinde bir akademisyen kameralar önünde öldürülür.

Biz ise şunlarla mutlu edilmeye çalışılırız:

O bilgiler silindi, o mafya lideri yakalandı, o katil cezalandırıldı.

Halbuki, havuz problemi gibidir mesele. Siz musluğu kapamadan suyu boşaltırsanız fayda etmez. Zira, suyun akış gücü delikten boşalandan büyük, zemin de hep ıslak kalır.

Yani, siz tüm bu suçların devlet içindeki kaynağını ortadan kaldırmazsanız aslında o suçun sadece o günkü işleniş biçimini durdurursunuz. Haliyle, yöntem ve maşalar değişir ama suç işlenmeye devam eder.

Günlerdir Diyarbakır’da yaşanan Narin cinayetini ve ardındaki çürümeyi konuşuyoruz. Ailenin çakarlı lüks araçlarla ve silahlarla kurulan ilişkisini belgeliyoruz. Siyasetin, “tanırız” referansının nasıl bir sırra işaret ettiğini sorguluyoruz.

İşte bu tartışmaların yaşandığı günlerde, yine Diyarbakır’da, o köye 20 dakika uzaklıkta başka bir önemli gelişme yaşandı. 9 Eylül’de toplanan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi Zerya Kuyumculuk dosyasında kararını verdi.

Takip edenler bilir, yıllardır bu davayı yakından izliyorum.

Diyarbakır’da altın üreten Zerya Kuyumculuk’un sahiplerinin 2020’de kaybolmasıyla başlamıştı. Onlar ki insanlardan aldıkları yüklü miktarda parayı ve altını işletiyordu. Dahası, Zerya Kuyumculuk’a varlıklarını teslim edenler arasında polislerden valilere, savcılardan hâkimlere kadar geniş bir “devlet görevlisi” de bulunuyordu. Lakin, hiçbiri şikâyetçi olmadı. Belli ki paranın kaynağının sorulmasından çekinenler vardı.

Kuyumcunun sahipleri Zülfikar Ortaç, Zülküf Ortaç ve Serdar Adıgüzel  yüzlerce yıllık hapisle cezalandırıldı.

Gelin görün ki...

Onları kaçıran ve altınları kimliği belirlenemeyen birilerine teslim eden isim beraat etti.

Dolandırılanların adının yazdığı bilgisayarı yok eden isim beraat etti.

Antalya’da otel işlettiği söylenen ortaklardan Zülküf Ortaç ise halen yakalanamadı.

Keza...

Mahkeme ne bu saadet zincirinin kaynağını ne devlet bağlantısını ne de ismi saklanan bürokratları sorguladı. 

Ne güzel övünüyoruz: “Dünyanın en büyük adliyesi Türkiye’de inşa edilecek.”

Ne zaman duysam “Önemli olan adliyenin boyu değil, işlevi” demek geliyor içimden.

                                                         /././

Hani kalbin kuruyacaktı?

“Siz Deniz Feneri için neler söylediniz... Bakalım ‘Baba Beni Okula Gönder’ kampanyasının altından neler çıkacak... O paralar nerelere gidiyor?”

Savcı Fikret Seçen, gözaltındaki şüpheli Tijen Mergen’e söylüyordu bunu. Sözde terör örgütü şüphelisi Mergen, Milliyet gazetesinin icra kurulu üyesi ve “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasının koordinatörüydü.

Narin okul yerine toprağa gitti. Narin’in tabutuna okul önlüğü yerine gelin duvağı kondu. Narin’i ‘baba yarısı’ amca öldürdü. Narin’i gömdü, sonra namaz kıldı...”

Günlerdir bunun gibi cümleleri okuyoruz. Hepsi doğru. Lakin yine hepsinde büyük bir eksik var. Öyle ya, “Unutursak kalbimiz kurusun” diye ant içmeyi de ve yine hep unutmayı da çok seviyoruz. İç titreten ağıtlar yakmayı da görkemli sözler paylaşmayı da çok iyi beceriyoruz. Ama işte yalnız Narin’in olmadığıyla da neden Narin’in yalnız bırakıldığıyla da bir türlü yüzleşemiyoruz.

Halbuki 2009’da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) bütün şubelerine ve Milliyet gazetesine yapılan polis operasyonu, Narin’in ölümünden bağımsız değildi.

Türkan Saylan’ı hatırlayın. “Kız çocuklarını okutmak zorundayız, onların okuması Türkiye’de devrim yaratacak” diyordu. Bu devrimin taşlarını döşemek için ÇYDD on binlerce kız öğrencinin elinden tuttu; çocuk yaşta gelin yapılmak istenenlerin kendi ayakları üstünde durabilen kadınlar olmasını sağladı; onlara burs, yurt, kalem verdi.

Madem ilericilik devrimi içindi bu, karşıdevrim de gereğini yapmalıydı. Yıkımı o zamanın makbul tarikatı Fethullahçılar eliyle başlattılar. Bilir misiniz, ÇYDD davasında suç unsuru olarak şu tespit yer aldı: “Türkan Saylan’ın başkanlığını yaptığı ÇYDD, Türkiye’nin her kesiminden özellikle de kız öğrencilere okuma bursları verdi.”

Ya bugünün ÇYDD Genel Başkanı Ayşe Yüksel’i tutukladıkları belgede şunun yazdığını hatırlar mısınız: “Doğu illerinde üniversiteyi kazanan çocuklara burs verilmesine yardımcı olduğu ve teşvik ettiği telefon konuşmalarından anlaşıldı.”

CEHALET YERİNE SEN ÖRGÜTLEN

Düşünün...

Milliyet gazetesi 2005’te ÇYDD ile birlikte bir kampanya başlattı: Baba Beni Okula Gönder. Adından da anlaşılacağı üzere, kampanyanın amacı gelecekleri elinden alınan kız çocuklarını kazanmak içindi. Kampanya sayesinde 33 yurt ve 12 okul yapıldı, binlerce kız çocuğuna burs sağlandı. Öyle ki tüm yurtta yeni bir bilinç yeşeriyordu. Haliyle, bu atmosfer Fethullahçıların eğitimde örgütlenmesinin önünde engeldi. Diğer yandan, Deniz Feneri davasında Milliyet’in haberciliği de iktidarın büyük öfkesini çekmişti.

Böyle olunca ÇYDD’yi kriminalleştirecek ve kampanyayı sönümlendirecek operasyon yapıldı. Ah nasıl unutulur, Türkan Saylan’dan ve ÇYDD’den hoşnutsuzluğu sır olmayan dönemin AKP’li milli eğitim bakanı, bugünün pek “demokratı” Hüseyin Çelik’ti.

Sonrası malum...

ÇYDD’nin burs bilgilerinin yer aldığı bilgisayarlara uzun yıllar el kondu. Milliyet derneğin isminden korktu, kampanya sona erdi; nihayetinde gazete de satıldı ve etkisizleştirildi.

O günkü kumpaslar ise görünürde bitti. Kumpasçı polislerin sanık olduğu dava devam ediyor, yargı mensupları ise halen yargılanmadı. Lakin benzer süreç aktörleri değişerek devam ediyor.

Zira, Fethullahçıların koltuğuna başka cemaatler oturdu. ÇEDES projesiyle okullara tarikat şeyhleri sokuldu. Çağdaşlığın yerine cehaletin örgütlenmesi sağlandı.

Demem o ki... Bugün yalnız Narin değil ve Narin yalnız ise bunda, hafızasızlığımızın da sadece ağıt yakmamızın da örgütsüzlüğümüzün de örgütlenenlere destek vermeyişimizin de payı var.

                                                       /././

Emri vereni sorgulayacak cesaretiniz var mı? 

Acilen yanıtlanması gereken şimdilik on sorum var:

1- Murat Ağırel’in konuştuğu Emniyet kaynakları, “Zaten sizin infazınıza dair istihbarat notu var” dedi. O istihbarat notu ne zaman yazıldı ve içeriği neydi? Bu istihbarat alındığı andan itibaren neden harekete geçilmedi?

2- Bu satırlar yazılırken gözaltı sayısı üçe yükselmişti. Videodaki maskeli adam, çekimi yapan kişi ve onlarla birlikte aynı otelde kalan bir başka şahıs yakalandı. Operasyon İzmir’de yapıldı. Bu isimler daha önce takip ediliyor muydu?

3- Seçimden önceydi. Bu satırların yazarı, Murat Ağırel ve iki gazetecinin daha saldırıya uğrayacağına dair bir iddia ortaya atıldı. O iddianın kaynağı da İzmir’di. Peki, seçimden önceki saldırı hazırlığıyla Ağırel’e yapılması planlanan saldırı teklifinin İzmirli bir gruba ihale edilmesinin bir ilişkisi var mı?

4- İddiaya göre, gözaltına alınan isimler infaz ihalesi teklif edilen Mahsun Kuruçay’ın hasımları. Peki, Kuruçay’a bu infazı yaptırmak isteyen Ankaralı siyasetçi kim?

5- Diyelim ki Ankaralı o siyasetçinin ismi öğrenildi. Emniyet ve savcılık o Ankaralı siyasetçinin ifadesini alabilecek mi?

6- Mahsun Kuruçay’ın infaz teklifini kabul etmediği doğruysa, aynı teklifi kabul eden oldu mu? Olduysa, azmettirici yakalanmadan Ağırel ve ailesi nasıl rahat yaşayacak?

7- İnfazın teklif edildiği Mahsun Kuruçay cezaevinden rüşvet vererek mi çıktı? Eğer bu iddia doğruysa kime ne kadar para ödedi?

8- Kuruçay’ın Murat Ağırel’i öldürmesi karşılığında hangi davası nasıl kapatılacaktı? Adliyede hâkimlere etki edebilecek güç kim?

9- Murat Ağırel’in tehdit edilme süreci Mersin’deki bir uyuşturucu operasyonunu haberleştirmesinden sonra başladı. O uyuşturucunun asıl sahibi Ankaralı siyasetçi miydi?

10- Sinan Ateş’i öldürme emrini verenle Murat Ağırel’in infazını isteyen aynı kişi mi?

Barış Pehlivan/Cumhuriyet


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder