13 Eylül 2024 Cuma

Çiçekleri açarken budayanlar!+Sahte veteriner hekim skandalı!+‘Yumuşamanın’ ardındaki neden buymuş! -Zülal Kalkandelen/Cumhuriyet

 

Çiçekleri açarken budayanlar!

Narin Güran’ın katilinin kim ya da kimler olduğu savcılık soruşturması tamamlandığında netleşecek. Ancak Türkiye, bir ya da birkaç kişinin suçlu ilan edilmesiyle bu yükün altından kalkamaz!

Çünkü bu ülkede kadın ve çocuk cinayetleri münferit değildir; seri cinayete dönüşmüş, organize bir katliam halini almış sistematik bir vahşettir. Toplum bununla yüzleşip sorunun kaynaklarına inmediği sürece şiddeti durduramaz. 

O nedenle en başta kabul edilmesi gereken gerçek şudur: Türkiye’de kadın ve çocuk cinayetleri politiktir! AKP döneminde büyük artış gösteren kadına, çocuğa şiddet ve cinayet sayısı, yükselen dinci gericiliğin sonucudur.

SÜREKLİ POMPALANAN GERİCİLİĞİN ARDINDA...

“Kadınla erkek eşit değildir” diyen ve seçim öncesinde tarikatları memnun etmek için ülkeyi İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çeken AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan,

Cinsel istismar suçunda mağdurla failin evlenmesi durumunda cezayı ortadan kaldıran yasayla ilgili olarak çocuğa tecavüzü “küçüğün rızası” diyerek savunan Bekir Bozdağ,

Karaman’da Ensar Vakfı’na bağlı bir yurtta 45 öğrenciye tecavüz edilmesi ile ilgili olayda vakfı savunurken“Bir kere yaşanmış bir olayı bir kuruma mal
etmeyelim” diyen dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu,

Çocuk yaşta evliliği savunan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu gibi siyasetçiler...

Ve çok sayıda kadına, çocuğa cinsel taciz, tecavüz ve şiddet olaylarıyla gündeme gelen tarikatlar ile cemaatler var!

FEODAL İLİŞKİLER, TARİKATLAR VE SİYASET!

Peki Anadolu’da birçok ilimizde varlığını sürdüren feodal ilişkilerin, tarikatların ardında başka kimler, neler var? 21. yüzyılda anayasasında demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu yazan Türkiye Cumhuriyeti’nde neden hâlâ köylerde ağalar, şıhlar ve onların önünde eğilen köylüler var? Bu sömürü düzeninden kimler çıkar sağlıyor? 

Bu soruların yanıtları, ağalık, şeyhlik gibi uydurma pozisyonlarla fakir köylü üzerindeki baskısını sürdürenlerin siyasi ilişkilerinde yatıyor. Bir örnek vermek gerekirse, “Yeter söz milletindir!” sloganıyla iktidara gelen Demokrat Parti’yi kuranların ilk ciddi muhalefeti, 1945’te TBMM’de Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşmelerinde ortaya koyduğunu hatırlamak gerekir. Topraksız ya da az topraklı çiftçilere toprak dağıtılmasını engellemek isteyenler kimlerdir? Adnan
Menderes başta olmak üzere, kendileri de toprak ağası olan siyasetçilerdir!

TBMM’deki toprak ağaları ve aşiret reisleri, çıkarlarının bozulmasından korkarak Sabahattin Eyüboğlu’nun deyişiyle Köy Enstitülerini “çiçek açarken budanmış” kurumlara çevirdi. Oysa ilkel tarımdan modern üretime yönelme arayışlarının, çağdaş demokrasiye geçebilmek için özgür yurttaşlar yaratma projesinin adıydı Köy Enstitüleri.

Cumhuriyet Devrimi’nin sürdürücüsü yeni insanı yaratmanın aracı olan bu okullar, günümüzde yerini çoğunluğunu imam hatip okullarının oluşturduğu, tarikat ve cemaatlerin egemen olduğu bir eğitim sistemine bıraktı.

CEHALET VE GERİCİLİK, TOPLUMU BÖYLE ESİR ALDI

AKP döneminde başlatılan taşımalı sistemde köylerde okul da öğretmen de kalmadı. Köylerden okulu ve öğretmeni çıkarınca ne oldu? Geriye tarikatların açtığı kurslar ve tarikat şeyhleri ile imamlar kaldı.

Anadolu’daki çağdışı gericiliğin ardında, 1940’lardan bu yana emperyalizmin desteği ile sürdürülen bu yıkıcı toplumsal saldırı yatıyor. Narin’in köyü de birçok köy ve kent gibi uzun zamandır bu saldırının altında. Biat kültürünün ve tarikatların hüküm sürdüğü toplumda en başta ahlaki değerler hızla çürüdü. 

Cumhuriyet Devrimi’ni yapanlar, işte bu yıkıcı etkisi yüzünden laiklik karşıtı yapılanmaları 677 sayılı yasa ile 1925 yılında kapattı!

8 yaşındaki Narin’in köyü de çiçek gibi olabilirdi; o güzel gülüşlü çocuk da bugün toprak altında değil, okulda olabilirdi. Narin’i öldürenler belki bir belki de birkaç kişi ama bu cinayetin suç ortakları çok fazla. Onlar, çiçekleri açarken budayanlar yani Türkiye’de tarikatları ve cemaatleri oy deposu olarak kullanmak için dinci gericiliğin ve cehaletin ateşine odun atanlar! 

                                                   /././               

Sahte veteriner hekim skandalı!

Hemen her şeyin sahtesinin türediği Türkiye, insanların en masum duygularını sömürenler için cennet haline geldi. Bugün buna ilişkin bir örnek anlatacağım.
Olay bu yıl mayıs ayında İzmir Çiğli’de yaşandı. Elif Melisa Kıymık, köpeği Venüs’ü Amerika’ya yanına aldırana kadar Çiğli’de yaşayan ailesine bırakmış. Ancak Venüs bir kaza geçirip düşünce kalça kemiği kırılmış ve arka ayakları tutmaz hale gelmiş. Aile hemen veteriner hekimlere başvurmuş ama gelip alamayacakları söylendiği için, bir tanıdık aracılığıyla veteriner hekim olduğunu ve köpeği alarak tedavisini yapabileceğini söyleyen Hüseyin Şahin’e ulaşılmış. 

Şahin, Melisa’nın annesinden tedavi için 14 bin TL istemiş, “Önce masraflar için 7 bin TL’yi gönderin, kalanı köpeği teslim ederken alırım” demiş. Parayı verilen IBAN hesabına havale eden aile, daha sonra arayıp köpeği görmek istediğinde Şahin oyalamış ve 15 Haziran’da tekrar para göndermelerini isteyince 2 bin TL daha yollamışlar. Görüntülü arayıp ısrarla köpeği görmek istediklerini söyleyince bir köpek gösterilmiş ama onun Venüs olup olmadığını telefon aniden kapatılınca anlayamamışlar bile.

Aylar süren oyalamalardan sonra Şahin, 30 Ağustos’ta köpeği teslim edeceğini söylemiş ama yine etmemiş. 1 Eylül’de aslında Venüs’ün klinikte değil, bir hayvan üretim çiftliğinde olduğunu söylemiş!

Aile o anda Venüs’ü almak istediklerini söyleyince görüntülü arama yapan Şahin yerde serumlu bir şekilde yatan bir köpeği gösterip Venüs’ün rahatsızlandığını söylemiş ve sonra da gece 3 civarında mesaj gönderip köpeğin kalbinin durduğunu bildirmiş. Aile köpeğin ölüsünü isteyince de vermemiş ve bir süre sonra telefonla ulaşılamaz olmuş. 

Yaşananların hepsi belgeli ve olay şu anda yargıda.

ÜRETİM ÇİFTLİKLERİNİ KAPATIN!

Bunlar bana aktarıldığında daha önce birçok kez duyduğum dolandırıcılık olaylarından biri olduğuna emindim. Ancak yine de Türk Veteriner Hekimleri Birliği ile temasa geçtim ve adı geçen Hüseyin Şahin hakkında bilgi aldım. 

Gelen yanıt aynen şöyle: “Hüseyin Şahin odaya kayıtlı değil, zamanında Aydın’da fakülteden atılmış, sahte belge ile hekimlik yapmaya başlamış. Savcılık tarafından belgede sahtecilikten suçu sabit görülüp ceza verilmiş. Onun dışında hayvan sahiplerinin evlerine gidip yanlış tedavi sonucunda hayvan ölümlerine yol açarak ve borç para alıp insanları dolandırmaktan dolayı ek dosyası hazırlanmış.”

Bu sahte veteriner hekimi araştırdığımda, Urla’daki Guardia Turca de Smyrna adlı köpek üretim çiftliğinin resmi YouTube sitesinde “Veteriner hekimimiz”  diye tanıtıldığını gördüm. Çiftliğin internet sitesine girdiğinizde, sizi  “Avrupa’nın en iyi kan hattına sahip Mastiff ırkları dünyasına hoş geldiniz!”  diyerek karşılıyorlar. Üretimini yaptıkları ve damızlık olarak kullandıkları köpekleri tanıtıp bu korkunç ticaretin reklamını yapıyorlar!

Biz hayvan hakları savunucuları, hayvan üretim çiftliklerinin kapatılması için yıllardır mücadele ederken bizi duymazdan gelen iktidar yetkilileri, işte bunları görmezden geldi!

AYM KATLİAM YASASINI İPTAL ETMELİ!

Hayvanlar üzerinden rant sağlayanlara, hayvanları üretip satanlara ceza verilmediği için, Türkiye hayvan sömürüsünün tavan yaptığı bir ülke oldu. AKP döneminde 22 yıl boyunca hayvanları üretip üretip sattılar! Hem yurtiçinde hem de yurtdışında sattılar!

Sonra da “Sokaklarda hayvan popülasyonu çok arttı” diyerek katliam yasası çıkardılar. Bugün Türkiye’nin her yerinden tüfeklerle delik deşik edilmiş, zehirlenmiş kedi ve köpek görüntüleri geliyor.

30 Temmuz’da TBMM’de kabul edilen ve Erdoğan tarafından imzalanarak 2 Ağustos’ta yürürlüğe giren 7257 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, hayvan üretim çiftliklerini kapatmayan ve bu ticareti yapanlara ceza öngörmeyen ama hayvanlar için ölüm fermanı niteliğinde olan bir yasadır.

Anayasa Mahkemesi, bu akıl dışı çarpıklığı ve zalimliği göz önünde bulundurup katliam yasasının yürürlüğünü bir an önce durdurmalıdır!

                                                  /././

‘Yumuşamanın’ ardındaki neden buymuş! 

Anayasanın 101. maddesi diyor ki “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Erdoğan, cumhurbaşkanını halkın seçmesine ilişkin referandumun sonrasında ilk kez 2014’te doğrudan halk oyuyla cumhurbaşkanı oldu. Seçim öncesinde başbakanlıktan istifa etmesi gerektiği halde etmedi.

2018’de ikinci defa seçime girdi ve yine cumhurbaşkanı oldu. Geçen yıl cumhurbaşkanı seçimine girmesi anayasaya aykırıyken hukuk ayaklar altına alındı ve üçüncü kez seçime girdi! Seçimleri 14 Mayıs’ta yapacağını ilan etti ve “Çıkarın artık adayınızı” diyerek muhalefeti de yarışa davet etti. 

Muhalefet ne yaptı? 

O sırada CHP Genel Başkanı olan Kılıçdaroğlu, “Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı anayasaya aykırı ama mağdur olmasın diye itiraz etmeyeceğiz, sandıkta yeneceğiz” dedi. Baykal’ın 2003’te Erdoğan’a milletvekilliği ve sonrasında başbakanlık yolunu açmasından sonra böylece üçüncü kez cumhurbaşkanlığı yolunu da Kılıçdaroğlu açmış oldu.

GEÇMİŞTEN ALINMAYAN DERSLER

Ne var ki Erdoğan şimdi de dördüncü kez aday olmak istiyor! Üstelik partisi AKP’nin kamuoyu araştırmalarında ikinci parti konumuna gerilemiş olduğu görülse de hem yeni baştan anayasa yapmak hem de anayasaya aykırı bir şekilde bir kez daha cumhurbaşkanı olmak istiyor!

Peki yerel seçimlerle birlikte birinci parti konumuna yükselen CHP ne diyor? Bu kez CHP’nin başında Özgür Özel var ve o da “‘Erdoğan 23 yıl sonra aday olamadığı için gitti’ denmesini istemem. 2026’nın baharında sandığı koysun, şüphem yok Erdoğan’ı sandıkta yenebiliriz” diyerek yolu bir kez daha açıyor!

Daha önce Kılıçdaroğlu döneminde aynısı yaşanmamış gibi halk bir kere daha bu oyuna inandırılmaya çalışılıyor. Özel, seçimlerin yenilenmesine ilişkin anayasa maddesinden hareketle bunu söylüyor ama Erdoğan’ın geçen yıl üçüncü kez aday olmasının zaten anayasa aykırı olduğunu görmezden geliyor!

Sanki karşısında yasalara uyan biri, dürüst seçim yapan bir parti var da sandıkta onu yeneceğine güveniyor ve yaptığı hesabı şöyle anlatıyor: “Kendine güveniyorsa 2025 Kasım’ı en uygun zaman. Şartlarımıza uyuyor, aday olma imkânı varken oluyorsa 360 vekille erken seçim kararını birlikte alırız.” 

Demek ki yerel seçimden sonra estirilen “normalleşme”, “yumuşama” stratejisinin amacı buydu. Erdoğan, Özel’in bu konudaki yaklaşımını öğrenip istediğini alınca daha fazla yumuşamaya da gerek kalmadı.

Özel’in “şartlarımıza uyuyor” dediği de belli ki yeni seçilen milletvekillerinin özlük hakları ile ilgili. Milletvekilliğinden emekli olabilme şartlarından biri, iki yıl milletvekilliği yapmak. CHP, bu süre dolunca erken seçim olsun diyor, üstelik bu tarih Erdoğan’ın tekrar aday olabilmesi için de uygun diyor! 

ACABA HALK NE DİYOR? 

Açlıktan, yoksulluktan kıvrananların sesi duyulmuyor mu? 

Reşit Kibar, Hopa’da Metin Lokumcu gibi doğayı korumak için mücadele ederken katledildiğinde atılan feryatlar duyulmuyor mu? 

Tarikat cenderesine alınan ve intihar eden gençlerin haykırışları duyuluyor mu? 

Sığınmacı istilası altında kalan Türkiye’nin öfkesi duyulmuyor mu? 

Sokaklardaki şiddete kurban edilen kadınların, çocukların, hayvanların acısı duyulmuyor mu?!

Türkiye karşıdevrimcilerin elinde siyasal İslama teslim edilirken, insanlar ekonomik krizin dibine vurmuş bir ülkede bir gün sonra yiyecek bulma endişesi ile yaşamaya çalışırken “2025 Kasım’ı bize de Erdoğan’a da uygun demek” ve anayasaya aykırı bir şekilde cumhurbaşkanı olmuş birine tekrar yol açmak, bir ana muhalefet partisinin yöntemi olabilir mi?

Kuşkusuz CHP, tek başına erken seçim tarihini belirleyemez ancak toplumsal baskıyı artırabilir, zaten var olan seçim talebini yükseltebilir ve bunu siyasetin 1 numaralı gündemi yapabilir. 

Tabii isterse! Gerisi lafügüzaf!

Zülal Kalkandelen/Cumhuriyet      


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder