13 Eylül 2024 Cuma

Bir Cumhurbaşkanı kararı: Şeytan bunun neresinde? + Arsa, tarla, orman: ‘Beka’ sorunu arayan asıl buna baksın -Bahadır Özgür/duvaR

 

Bir Cumhurbaşkanı kararı: Şeytan bunun neresinde? 

6 Eylül günü Resmi Gazete’de bir Cumhurbaşkanlığı kararı yayımlandı. Antalya’da bir yerlerin koruma sınırını yine değiştirmiş. Peki niye? Falezlere zarar verdikleri için davalık olan bir dizi otel ile kamuya ait ama SİT alanında olduğu için çivi dahi çakılması yasak olan deniz kıyısındaki oldukça değerli araziye bakınca nedenini anlıyoruz.

6 Eylül 2024 tarihli Resmi Gazete… Yine Cumhurbaşkanlığı kararları ile dopdolu. Etrafı bomboş, eğri büğrü sınırla çevrelenmiş, içi de boş bir takım krokiler yayımlanmış. Recep Tayyip Erdoğan, bir yerlerin sınırlarını değiştirmiş yani. Uzmanı değilseniz Resmi Gazete’ye bakıp anlamak ne mümkün! Bunlardan bir tanesi Antalya’nın Muratpaşa İlçesi’ndeki kıyılarla ilgili. Lara’dan başlıyor, Konyaaltı Plajı’na kadar uzanan bir bölgede, bazı değişiklikler yapılıyor. Peki Erdoğan oturup neyi, niye değiştirmiş?

Kentin içindeki iki plaj arası falezlerden oluşuyor. Milyonlarca yılda oluşmuş bu doğal kıyı yapıları ekosistem için çok önemli. Antalya nadir yerlerden. Dolayısıyla buralar Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca boydan boya “korunması hassas alan” kapsamına alınmış. Yani çivi çakmak yasak. Öyle mi?

Elbette hayır. Muratpaşa’da bir mücadele de devam ediyor. Oteller falezlere zarar vererek genişliyor. Son aylarda özellikle üç otel gündemde. Talya, Ramada ve La Boutique falezlerin canına okuyup, kayaları oyup kıyaya doğru genişliyor. Davalar açıldı ve konu yargıda. Yıkım kararları da var ortada. Hatta Koç’un sahibi olduğu Talya Otel epey bir ülke gündemine de oturdu.

İşte tam bunlar yaşanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan tutup falezlerin koruma sınırlarında değişikliğe gitti. Konuyu uzun zamandır takip eden ve sayısız haber yapan yerel gazete Akdeniz Manşet’ten Mehmet Talay ilk defa dikkat çekti. Resmi Gazete’de 2020 yılında yayımlanan koruma alanı krokisi ile yeni yayımlananı kıyasladı ve sınırların daraltıldığına dikkat çekti. İki kroki şöyle:

Dikkatli bakınca koruma alanının daraltıldığı görülüyor lakin yine de Resmi Gazete’deki halinden bir şey anlamak pek mümkün değil. Ben de dönüp meseleyi çok iyi takip eden Talay’a sordum: Erdoğan neyi değiştirdi?

Anlaşılır şekilde şöyle açıkladı:

Konyaaltı kumsalından başlayıp Lara kumsalına kadar uzanan falez tipi kıyı yapılanması, “korunması hassas alan” kapsamındaydı. Ancak son yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile boydan boya uzanan bu kıyı yapılanmasının yarısı kapsam dışına çıkarıldı. Kararnameye göre, daha önce müzenin karşısından başlayan Korunması Hassas Alan, Piri Reis Caddesi hizasına çekilmiş ve Kaleiçi Yat Limanı’nın başlangıcında sonlandırılmış. Yat Limanı’ndan Lara kumsalına kadar olan falez kıyı bandı, kararnamesindeki krokide yer almıyor. Yani burasının “korunması hassas alan” kapsamında olup olmadığı belli değil.

Şeytan ayrıntıda gizlidir derler ya, gelelim kararnamedeki şeytanlığa…

Yıkım kararları da verilen ve halen yargıda olan oteller tam da “statüsü belirtilmemiş” bölgede yer alıyor. Korunuyor mu, korunmuyor mu belli değil. Öyleyse davalarda mahkeme nasıl karar verecek? İkinci şeytanlık da burada yatıyor zaten.

Başkanlık rejiminin ‘mucizelerinden’ birisi daha incelikle işliyor. Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini içeren 2018 yılındaki 1 No’lu kararnamenin 109’uncu maddesine göre, orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanları Cumhurbaşkanı’nca tescil ve ilan edilir. Özetle Erdoğan’ın kararı, koruma kurullarının verdiği kararların üzerinde. Ne demek bu? Daha açıklayıcı olması bakımından şöyle soralım: Antalya’daki otellerin yıkılıp yıkılmayacağına dair görülen davada hakim Cumhurbaşkanı’nın yetkisini mi, Koruma Kurullarının kararlarını mı dikkate alır sizce? Alanın statüsü belirsiz bırakıldığında o otellerin kaçak kısımları yasallaştırılmış olmuyor mu?

Şimdi de son şeytanlığa bakalım…

Bölgede oldukça değerli bir arazi var. Karayolları Bölge Müdürlüğü’ne ait, bir kısmı otopark, bir kısmı park olarak kullanılan bir alan. Cumhurbaşkanı kararı ile koruma alanı dışına çıkarılan bölgenin içinde yer alıyor.

Karayolları Bölge Müdürlüğü’ne ait arazinin bir kısmı otopark, bir bölümü de park olarak kullanılıyor. Haritada kabaca gösterelim. Hemen anlayacaksınız meseleyi. Son Cumhurbaşkanlığı kararnamesi sayesinde arazi artık SİT alanı içinde yer almadığından dolayı her şey yapmak mümkün. Zaten bu kararın yayımlandığı Resmi Gazete’de de pek çok yerin ‘turizm gelişim bölgesi’ ilan edildiğini göreceksiniz. Bu ballı kamu arazisinin de artık kime nasip olacağını zamanla izleyeceğiz.

İşte bir Cumhurbaşkanı kararının daha perde arkası böyle. Kağıt üzerinde hiçbir şey anlaşılmayan eğri büğrü, bomboş krokilerin gerçek hayatta neye denk düştüğüne bakıldığında, başkanlık rejiminin esbab-ı mucibesini de daha iyi anlamış oluyoruz!                                        /././

Arsa, tarla, orman: ‘Beka’ sorunu arayan asıl buna baksın

Türkiye Cumhuriyeti’nde bir kişi, oturup 37 kentte, toplam yüzölçümü 26,7 km2’yi bulan 721 parseli orman dışına çıkarıp satışa sundu. Bundan daha ürkütücü bir yetki olur mu? Üstelik ‘istisna’ ve ‘geçici’ sayılması gereken bir yetki bu. Darbeyi bırakın, ülke işgal edilse, işgalci gücün kullanmaktan çekineceği bir güç.

Arsa, tarla, orman… Rezerv alan, tarım arazilerinin kiralanması, orman kanunundaki 16. madde…

Başkanlık rejimine geçildikten sonra memleket toprağında yaşananlara daha dikkatli bakmak lazım. Buralarda ciddi şeyler oluyor çünkü. İmar rantı demek yetmiyor. Planlı, istikrarlı, yıllara yayılan bir değişime imza atılıyor. Birbiriyle alakasız yasal düzenlemeler üzerinden coğrafya yeniden haritalanıyor. Toprağın statüsü değiştiriliyor. Ve ülke sathına yayılmış en büyük mülkiyet değişimi gerçekleştiriliyor.

Peki ne yapıyorlar? Resmi Gazete’de bölük pörçük okuduğumuz, sanki uzay boşluğunda çizilmiş, etrafı bomboş, içi bembeyaz bir kağıt parçasının kroki diye eklendiği Cumhurbaşkanlığı kararları, nasıl bir gerçekliği anlatıyor?

                                                     ***

Özellikle son 10 yılda Türkiye toprağının statüsünü doğrudan ilgilendiren üç temel yasada köklü değişiklikler yapıldı. 2018’den itibaren de Recep Tayyip Erdoğan’ın yetkilerini korkunç düzeylere çıkaran kritik revizyonlara gidildi. Az çok biliyoruz bunları.

İlki; 2012 tarihli kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen düzenleme. Geçen yılın sonunda ‘rezerv alan’ tanımının değişmesiyle beraber büyük tartışmalara, maruz kalanların tepkisine yol açıyor. Sonuçları için sadece Hatay’da olan bitene bakmak bile yeterli. İkincisi; 2014 yılında önemli değişikliklere gidilen Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’ndaki değişiklik. Bununla bağlantılı geçen ay yönetmelik çıkarıldı. Artık iki yıl ekilmeyen tarım arazileri kiralanacak. Üçüncüsü ise Orman Kanunu. 2012’de “orman vasfını yitirmiş arazilerin satışını” öngören meşhur ‘2B yasası’ uygulamaya girdi. 2018’de ise Orman Yasası’na kritik bir ek yaptılar. 16. madde ile Erdoğan, istediği yeri orman alanı dışına çıkarma yetkisini aldı.

Daha nice benzer yasa sayılabilir. Mera, su kaynakları, maden, enerji, turizm, köy ve büyük şehir kanunları, endüstri bölgeleri ile OSB’lere teşvik kanunları, tapu ve kadastro, hatta vatandaşlık... Her birinin sonuçları geriye doğru incelendiğinde ortaya çıkan manzara değişmiyor. Toprağın statüsü yeniden belirleniyor.

Bunlardan bir tanesini detaylı inceleyelim şimdi. Devasa yangınlarla yine gündeme gelen ormanlarda, 2018’den sonra yaşananların, Harita Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Erol Köktürk ile Orman Mühendisi Yücel Çağlar’ın ayrı ayrı yaptığı titiz çalışmalara dayanarak, kısa bir bilançosunu çıkaralım.

FELAKETİN KAPISINI AÇAN 16. MADDE

2012’deki 2/B yasası ile tam 4 bin 734 km2 orman dışına çıkarılmış alan satıldı. Bunun sadece yüzde 4.7’sinde yerleşim yeri bulunuyordu. Ardından imar afları ve yeni imar planları ile buralar inşaata açıldı. İktidar, kentler büyüdü, orman görünen çoğu yer vasfını yitirdi, geçmişi çok eskiye uzanan imar sorunları söz konusu diyerek, ülkeyi 2/B’ye ikna etti. Lakin meselenin vatandaş lehine bir sorunu çözmek olmadığı, başkanlık rejimine geçildiğinde anlaşıldı. 2018 yılında 2/B’den bile beter 16. madde, Orman Kanunu’na eklendi. Özeti şu: Erdoğan keyfine göre istediği yeri orman dışına çıkarıp satabilir. Kıstası da kriteri de o belirliyor.

Ormanlara yönelik neden planlı, programlı bir saldırının olduğunu her iki yasadaki kocaman boşluktan anlıyoruz. Nedir bu boşluk? Uygulamaların süresi belirsiz. Yazma gereği bile duymamışlar. Oysa iki yasanın gerekçesi de geçmişe dönük. “Bozulan orman” dediğiniz vakit, ileriye dönük bir şeyi kastetmiyorsunuzdur herhalde.

Ne yani; memleket sürekli orman vasfı yitirmiş alan mı üretiyor? Her yıl gök taşı mı düşüyor, volkan mı patlıyor, devasa heyelanlar mı oluyor? İklim değişikliği sebebiyle sağda solda ormanlar mı kuruyup gidiyor? Yangınlarda iktidar anında “buraları satmayacağız, imara açmayacağız. Tekrar ormanlaştıracağız” diyor. Öyleyse Erdoğan nasıl oluyor da her hafta haritaya bakıp sürekli orman vasfını kaybetmiş yerleri bulup çıkarıyor!

Erdoğan 2018 ile 2024’ün Ağustos ayına kadar, bir tanesi parlamenter sistemde, gerisi başkanlık rejiminde olmak üzere 27 kez yetkisini kullandı.

Türkiye Cumhuriyeti’nde bir kişi, oturup 37 kentte, toplam yüzölçümü 26,7 km2’yi bulan 721 parseli orman dışına çıkarıp satışa sundu. Bundan daha ürkütücü bir yetki olur mu? Üstelik ‘istisna’ ve ‘geçici’ sayılması gereken bir yetki bu. Gündelik ekonomik ve politik kararların ötesinde bir durumdan bahsediyoruz. Darbeyi bırakın, ülke işgal edilse, işgalci gücün kullanmaktan çekineceği bir güç.

Tablodaki illere baktığımızda kararların orman bakımından zengin bölgelerde yoğunlaştığını görüyoruz. Başka bir şey daha görüyoruz. 6 yılda orman sınırı dışına çıkarılan parsellerin yüzde 61’i, 1000 m2’den küçük. Hatta içlerinde 5,8 m2, 8,1 m2 gibi alanlar bulunuyor. Bunun anlamı, şahsileşmiş iktidarın şahıslara özel orman katliamı yapmasıdır, tepeden aşağıya bir suç ortaklığının kurulmasıdır.

                                                     ***

Ormanların başına gelenler üzerine daha çok şey söylenebilir. Ama bir kez daha vurgulamak gerekir ki, yalnızca vahim bir ağaç katliamıyla karşı karşıya değiliz. Gelecek nesilleri ve toplumsal yaşamın her alanını etkileyecek bir ‘toprak özelleştirmesi’ süreci hızla işliyor.

Ha bire egemenlik hakkından, vatan bütünlüğünden, şehit kanıyla sulanmış coğrafyadan bahsedenler, dönüp elle tutulur, gözle görülür memleket toprağında olup bitene bir baksın. Asıl ‘beka’ sorunu burada yatıyor.

Bahadır Özgür/duvaR


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder