14 Eylül 2024 Cumartesi

Sahaflar Çarşısı- Doğurgan bir yalnızlık ve Mavi Defter(XXI)+Sivas Lisesi'nden Sansaryan Han'a giden bir kızıl yol (XXII)- Özkan Öztaş / soL-Kültür

 Doğurgan bir yalnızlık ve Mavi Defter

Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Yusuf Şaylan'la birlikte Emmanuil Kazakeviç'in Mavi Defter kitabını ve Ekim Devrimi'nin arifesinde Lenin'in doğurgan yalnızlığını konuşuyoruz.

Bazen en önemli ayrıntılar herkes tarafından önerilen ya da herkesin en az bir kez okuması gerektiği kitaplardan dökülür belleğimize. Bu tür kitaplar için genelde klasik eserler diye bahsederiz. Herkesi ilgilendirdiği kadar herkesin üzerine bir çift kelam edebildiği kitaplardır aynı zamanda. 

İtalo Calvino "Klasikler Niçin Okunmalı" adlı eserinde "Klasiğin, bize bilmediğimiz bir şeyi öğretmesi gerekmez; bazen klasik yapıtta, hep bildiğimiz (ya da bildiğimizi sandığımız), ama ilk kez onun söylediğini (ya da her durumda, özel bir biçimde onunla bağlantılı olduğunu) bilmediğimiz bir şeyler keşfederiz" diye tarif ediyor bu durumu. 

Bu yüzden de klasikler için tekrar tekrar dönüp okuduğumuz kitaplar yorumu da yapıyor Calvino. Bu hafta Yusuf Şaylan'la birlikte bu türden bir klasik esere Emmanuil Kazakeviç'in Mavi Defter kitabına yakından bakacağız. Yusuf Şaylan haftalar öncesinden önermişti bu kitabı. Kendisi pek önemsiyor Mavi Defter'i. İçindeki her bir ayrıntıya kuyumcu terazisindeki altın gibi dikkat ediyor ve kıymet veriyor. Yanında Lenin ile ilgili bir sürü kitap. Hazırlanmış ama telaşlı bir yandan. Sanki uzaktan gelen yakınını karşılar gibi heyecanlı konu Lenin olunca. Sohbete başlamadan dökümden yapılmış bir Lenin heykeli alıyor eline kitaplığından. "Bak bu kuzeyden geldi" diyor. Kuzey kelimesinin üzerinde adım sayıyor sesi. Azıcık bekliyor ve öyle geçiyor kelimenin üzerinden. Kuzeyde tatar yüzlü uslanmaz bir devrimcinin insanlık tarihine armağınını konuşacağız. Ama devrimin ön gününe gideceğiz önce, yasaklı yıllara. Yusuf Şaylan'ın ifadesiyle devrimin arifesine... 

Gözlüklerini çıkarmadan önce demli çayından bir yudum alıyor. Bardağı kristal bir avize gibi parlıyor. "Çayın hazır mı başlayalım mı" diye soruyor. Kitabın sayfalarını çevirirken "Ruslar da seviyor çayı. Bak Lenin'in yanında hep bir semaver var" diyor gülerek. 

Notlarımızı derliyoruz. Zamanda bir yolculuğa çıkacağız. Bir eli geniş alnında diğeri kalemini tırpan gibi kullanan sürgün yıllarında Lenin, Razliv Gölü'nün kıyısında, davet ediyor bizi anılarına. 

"Başlayalım" diyor Şaylan. Sesinde "hazırım" mesajı var. 

Başlıyoruz. 

Semaverde çay, sobada patates, oltada ringa balığı ve sürgün yıllarında Lenin

Emmanuil Kazakeviç'in Mavi Defter kitabı, 1917 Ekim Devrimi'nin hemen öncesinde sürgün yıllarında Lenin'in bir köy evinde saklandığı günleri ve onun Zinovyev ile olan anılarını anlatıyor. Konstantin İvanov adını kullanıyor Lenin burada kaçak kaldığı günlerde. Bu isimle saklanıyor, bir yandan da notlarını temize çekiyor ve Devlet ve Devrim ismini taşıyacak metni işliyor. 

Sakalları ve bıyıkları kesilmiş, köylü şapkasıyla yıllardır kendisini tanıyan dostlarının dahi tanıyamadığı bir halde Razliv Gölünün kıyısında. Eski bir Bolşeviğin tek göz evinde kaçak olarak saklanıyor Lenin. Buraya gelen tek yol sandal ya da kayık olduğu için de güvenli görülüyor. Eğer bir yabancı, ajan ya da polis gelecek olursa önceden fark etmek çok kolay. Ama bir yandan da iletişim kurmanın da aynı derecede zorluklar taşıdığı bir yerde Lenin. Mektuplar zor ulaşıyor ve kongre hazırlıklarını uzaktan takip ediyor. 

"Bazı kitaplar vardır" diye söze giriyor Yusuf Şaylan, "Bazı kitaplar zorluyor insanı. Mavi Defter de onlardan biri. Şimdi neresini anlatsan bir diğer yanı eksik kalıyor. Yazar saat tamircisi titizliğinde yazmış kitabı. Cüssesinden büyük bir kitap. Böyle kitapları insan tek başına okurken dahi sesli okuyası geliyor. Şimdi sana bir not okuyacağım ama nerede bırakacağım nerede keseceğim bilemiyorum. Hepsini okumak geliyor içimden. Çok basit, çok yalın bir dili var. Ama her buluşmamızda diyoruz ya Sahaflar Çarşısı vesilesi ile, biraz birikimi olanların okurken daha çok keyif alacağı daha çok lezzet bulacağı ayrıntılara sahip kitaplardan bu da".

Çayından bir yudum alan Şaylan "Her ayrıntısına bir saat konuşulur bu kitabın. Ama bana Lenin'le ilgili tek bir kitap okutma hakkın olsaydı ne okuturdun deselerdi sanırım Mavi Defter derdim. Bu kitabı herkesin okumasını sağlayacak bir şey bulsak keşke. Bir formül, bir ihtiyaç hali, bir şeyimiz olsa da herkes bunu okusa bir vesileyle keşke" diye devam ediyor sözlerine ve gülümsüyor. 

Lenin sürgün günlerinde. Evinde kaldığı Yemelyanov bir çiftçinin belki de sahip olabileceği tüm karakterleri taşıyan biri. Gözü pek, sakin ve biraz umursamaz. Bir çuval patatesi, oltasında balığı olduğu sürece kimseye eyvallahı olmayan biri. Evin en ufak çocuğu Lenin'in gözcüsü. Lenin çocukla çocuk, doğanın içinde doğayla özdeş bir parça, misafirlik yaptığı evde sofrayı kaldıran ve bulaşıklara yardım eden bir konuk, Zinovyev ile yaptığı tartışmalarda uslanmaz bir devrimci. Emmanuil Kazakeviç Lenin'e ve onun insani yönlerine dair bir sürü küçük ayrıntı sunuyor. 

"Bu kitabın 125 sayfa olması çok şaşırtıcı" diyor Yusuf Şaylan. "Yazar bunu 500 sayfada da anlatabilirdi. Başka bir tercih yapmış. Ve buradaki muazzam şey bence politik olanın insani yanlarına dair zengin anlatım. Öyle güzel anlatıyor ki sanki orada Lenin soframızda, yan odada bir yatakta ya da semaverin başında çay içerken beliriyormuş gibi hissediyor insan" diyor. 

O sürgün yıllarında o eve misafir olsaydın ne yapardın diye soruyorum. Gözlerinin içi gülüyor. "Hem de şimdiki aklımla ve bilincimle öyle mi?" dudaklarını ısırıyor eyvah eyvah dercesine. "Kitabın yazarı kadar cömert davranmazdım. Lenin'i sorulara boğardım bir sürü şey anlattırırdım elbette" diyor gülerek.

Lenin Mavi Defter Romanı'na konu olan günlerinde, saklandığı yıllarda, çoğunlukla bir ağaç kütüğünün üzerine oturarak çalışır. Çalışma masası ya da çalışmak için ayrı bir odası olmayan Lenin, şartların zorluğuna aldırış etmez ve çalışmalarını sürdürmek için bir yol bulur her seferinde. Bu dönemi anlatan resimlerde Lenin bazen bir ağaç kütüğünü tabure ya da çalışma masası yaparken resmedilir. Yukarıdaki resimde Lenin saklandığı günlerde evinde kaldığı Yemelyanov'un küçük oğlu Kolya ile birlikte resmedilmiş.

'Gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin, inanmayın beraberliğine'

Emmanuil Kazakeviç'in Mavi Defter romanı, Lenin'in verdiği savaşın çok boyutlu olduğunu gösteriyor bir yanıyla. Yıllar sonra yolları ayrışacak olan Zinovyev ile olan diyalogları biraz da bu ayrımın alt metinlerini aktarıyor okuyucuya.

Teorik tartışmalar ve ayrımlar bir yana, iki şey öne çıkıyor. Biri cesaret diğeri de tutarlılık. 

Lenin tartışmaları sırasında halka gerçekleri söylemekten ve yenilmekten korkmamak gerektiğinden dem vuruyor sürekli. Cesareti burada arıyor. Ne olursa olsun ama ne olursa olsun halka gerçekleri söylemek. Bu bir felaketse felaketi, zaferse de zaferi olduğu gibi anlatmak gerekir diyor. 

Sözü alıyor buraları okurken Yusuf Şaylan:

"Kitapta dediğim gibi bir sürü ayrım var. Mesela bir yerde 'Daha önce benzeri olmayan bir devlet kuracağız' diyor. Bu hikaye rivayet edilirken Kerensky hükümeti var. Yani Çar yıkılmış ama devrim olmuş dense de sömürü ve savaş devam ediyor. Lenin gerçekliğe güveniyor. Devrimi çağıran hiçbir şart ortadan kalkmamışken nasıl devrimi düşünmeyiz diyor özetle. Ve halka gerçeği söylemeyi, yenilgiden, denemekten korkmamayı salık veriyor sürekli. 

Bir diğer şey de popülizme karşı gösterilecek tavır. İşte tutarlılık da burada giriyor devreye. Zira o dönem halkın hoşuna giden şeyler söylemenin, azıcık beğenisini almanın, azıcık onları mutlu edecek ve aferin diyecekleri şeyleri söylemenin önemli olduğu düşünülüyor.

Bugünler de de biraz öyle değil mi?

Uzatmayayım. Bolşevikler insanların hoşuna giden şeyleri söylemeyi beceremeyen insanlar değiller. İnsanların hoşuna giden değil, ihtiyaç duyacakları şeyleri söylemeyi düstur edinmiş insanlar. Bizler popülist olmayı beceremeyen insanlar değiliz. Bunu reddedenleriz. Lenin de bunu söylüyor. Hatta bazen saklandıklarını ve kaçak olduklarını unuturcasını sesini yükselterek söylüyor. Çünkü o öncülük yapılması gereken kitleleri hiç bir zaman saf ve cahil bir toplam olduğunu da düşünmüyor. Aynı zamanda o kitleler bu popülizmi çok açık fark eden ve altüst oluşlarda popülist olanın değil, sahici olanın peşinden gidecek olan kalabalıklardır diye anlatıyor bu ayrımı."

Biraz derin nefes alıyor ve içini çekiyor Şaylan. "İnsan yalnız olmayı göze almalı" diyor. "Göze almalı ki kalabalıkları bir hedefle buluşturabilsin". Sonra bir dergi alıyor eline sayfalarını karıştırıyor. Söze girmeden önce Murathan Mungan'ın bir şiirinden söz ediyor: "Murathan Mungan'ın bir şiiri var. Adı Karanfil şiirin. 'Yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin inanmayın beraberliğine' diyor. Ama bir kritik yer var şiirde. 'Kuşandığınız kavramlar kullanılmaz silâhlar gibi sizi terkeder' diyor. Biraz böyledir. O kavramlar kullanılmadığı takdirde terk ederler sizi."

Elinde tuttuğu dergi Toplumsal Kurtuluş dergisi. Yalçın Küçük'ün Nisan Tezleri Yalnızlığı ve Politika Sanatı yazısını gösteriyor. Bu açıdan okumak belki iyi olur diye tamamlıyor sözlerini.

                                                            Yusuf Şaylan

'Ne dersin,  sence  güvenilir bir  kirpi midir? Bizi ele verir mi?'

Lenin saklandığı günlerde evinde kaldığı Yemelyanov'un küçük oğlu Kolya ile ilgilenir. Babası kızar sürekli Kolya'ya Lenin'i çalışırken rahatsız etmemesi için. 

Kolya aynı zamanda önemli bir görevin başındadır. Çocuk yaşta dikkat çekmeyeceği için pek güvenilir bir gözcüdür Kolya. Gölün kenarına gelen tekneleri ve sandalları gözetler. Bir gün gözetleme sırasında bir kirpi bulunca koşarak Lenin'e haber vermek ister. Ama Lenin'i çalışırken bulunca rahatsız etmek de istemez. Lenin bir eli alnında çalışırken ona usulca eğilir ve "Ben bir kirpi gördüm, yavruları da vardı" der. Lenin de bir yandan yazmaya devam ederken ciddi bir sesle "Ne dersin, sence güvenilir bir kirpi midir? Bizi ele verir mi?" diye sorar muzipçe. Kolya "Kirpi bizim saflarımızda" der gülerek babası Lenin'i rahatsız etmemesi için onu uyarmadan önce. 

Kitapta yer alan ayrıntılarda Lenin'in sıradanlığı ve insanlarla kurduğu samimi ilişkiler işleniyor. Yusuf Şaylan biraz duruyor. Yavaşlıyor bunu anlatırken. 

"Daha önce Kollontay'ı konuştuğumuz Sahaflar Çarşısı buluşmasında da değinmiştik bu ayrıntıya. Bu dünyada yalnızca komünistlere has bir eda bu. Gösterişsiz ama zarif, sade ama dikkate alınır insanlar komünistler. Lenin kitabı vardı vaktiyle. Habora Yayınları'ndan çıkmıştı. Orada Clara Zetkin'in Lenin ile olan anısı vardı. Sene sanırım 1920'lerin başı. Lenin'i en son 13 yıl önce görmüş. 13 yıl sonraki karşılaşmalarında Lenin'in üzerinde hala aynı ceket var. Bak burası önemli bir ayrıntı. Bu adam devlet yönetiyor. Şimdilerin meşhur ifadesiyle itibardan tasarruf ediyor. Şartlar bunu gerektiriyor. Ona yardımcı olanlarla aynı şeyleri yiyor aynı şeyleri tüketiyor. Devletin sade bir lojmanında kalıyor. Komünistleri erdemli yapan şeyler arasında belki de önemli olan şeylerden biri bu. Ama unutmadan o ceket ince ince fırçalanmış, tertemiz ve ütülü, bunu belirtmem lazım. Yani komünistler gösterişli kıyafetler aramıyorlar, sade insanlar ama bununla beraber zarif, şık ve estetik bir tavrı yansıtmışlar her zaman. Çözülüş yıllarında bu değerlerin azaldığını görmek de tesadüf olmasa gerek" diyor. 

Kitapta bahsi geçen iki defter var. Biri sarı diğer mavi defter. Lenin kendisini ziyarete gelenlere, eşi Krupskaya'dan notlarını aldığı defteri getirmelerini rica ediyor. Karışmaması için de uyarıyor "Sarı olan değil. Mavi ciltli deftere aldığım notları istiyorum" diyor. Romanın adı da buradan geliyor. 

Kitaba eşlik etmesi gereken başka okumalar da var elbette. Yusuf Şaylan bu kitaptan keyif alan herkese ek kaynaklar da öneriyor. Yazılama Yayınevi'nden çıkan Aleksandr Şliyapnikov'un 1917’ye Girerken kitabının yanı sıra Yordam Yayınları'ndan Alexander Rabinowitch'un Bolşevikler İktidara Geliyor kitapları ilk sırada yer alıyor. Daha önceleri Odak Yayınları'ndan çıkan Krupskaya'nın kaleme aldığı Lenin'den Anılar kitabı da öneriler arasında yer alıyor. Konuk Yayınları'ndan Lenin yaşam öyküsü ve savaşımı kitabı ve Georg Lukacs'ın Lenin'in Düşüncesi Devrimin Güncelliği kitabı ve Yazılama'dan çıkan Ekim Fırtınası ve Sonrası öyküleri de listede yer alan öneriler arasında. 

"Buraya bir küçük not daha eklemek isterim. Madem Sahaflar Çarşısı, sahaflık bir yazı olsun. Sahaflar Çarşısı okurları da tanır, bilir. Bizim Durmuş Tiryaki'nin de Lenin ile ilgili hoş bir yazısı vardır. Onu vesilesi ile hatırlatalım" diyor Yusuf Şaylan. 

Toplumsal Kurtuluş'un 21. sayısında kapağında kendi adının da yer aldığı sayıda Onur Erk imzasıyla yayınlanan Sosyalist Devrimin Mimarı Lenin başlıklı yazı yine bu "doğurgan yalnızlık" konusunu ele alıyor. "Durmuş Tiryaki o zamanlar Onur Erk mahlasıyla yazmıştı bunu. Şimdi adını söylemekte sakınca olmayacaktır. Bu yazılar ilk aklıma gelenler" diyor sözlerini bitirirken. 

Gözlüğünü çıkarıp katlıyor. Kutusuna koymadan masaya bırakıyor Yusuf Şaylan. Sohbetimiz bitti ama kitap bitmiyor. "Biliyor musun saatlerce konuşurum üzerine. Bu kitabı okutacak bir şeyler bulmalıyız sahiden" diyor bitirirken. 

"Dur bu sefer bir şiirler bitirelim buluşmamızı madem konumuz Lenin. Nâzım'la birlikte analım büyük ihtilalciyi" diyor. Eline şiiri alıyor ve sakince okuyor. 

"Komünistler, bir çift sözüm var size:

ister devlet başında olun, ister zindanda,

ister sıra neferi, ister parti katibi,

Lenin girebilmeli, her zaman, her mekanda işinize,

evinize, bütün ömrünüze ,

kendi işi, öz evi, kendi ömrüymüş gibi."

Haftaya yeni bir kitabı konuşmak üzere ayrılıyoruz.

                                                             /././

Sivas Lisesi'nden Sansaryan Han'a giden bir kızıl yol

Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında, komünistlerin Sivas Lisesi'nden Sansaryan Han'a uzanan ilginç hikayesine ve 104. yaşını kutlayacak TKP tarihinden birkaç sarı sayfaya bakıyoruz.

Sahaflar Çarşısı'nın bu haftaki buluşmasında Türkiye'deki komünist mücadelenin pek bilinmeyen, sarı sayfalarından birine bakacağız Yusuf Şaylan'la beraber.

Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'ndeki buluşmamıza gelirken yanında yine konuyla alakalı birden fazla kaynak getiren Şaylan güleç yüzüyle karşılıyor.  

Şaylan söze girmeden önce "Bu hikayenin kökleri çok derinde, tıpkı bizlerin bu memleketin tarihindeki kökleri" gibi diyor başlarken. 10 Eylül Salı günü 104. yaşını kutlayacak olan TKP tarihindeki bir ilginç şahsiyeti konuşacağız bu buluşmamızda. Bahçede serin bir yer seçiyor ve oturuyoruz. Yusuf Şaylan notlarını ve yanında getirdiği kitapları masaya dizerken "köklerimiz" diyor tekrar. Ve Nâzım'ın Kablettarih şiirini hatırlatıyor.

"Çok uzaklardan geliyoruz
çok uzaklardan..
Kaybetmedik bağımızı çok uzaklarla..

Bize hâlâ
konduğumuz mirası hatırlatır
Bedreddini Simavînin boynuna inen satır.
Engürülü esnaf Ahilerle beraberdik.
Biliriz
hangi pir aşkına biz
sultan ordularına kıllı göğüslerimizi gerdik…"

Bu sefer bir kitabı ya da bir yazarı değil, bir hikayenin etrafında birden fazla yazarı ve kitabı konuşacağız. Söyleşimizin merkezinde Kelime Ata'nın Tekin Yayınevi'nden çıkan Kızıldan Yeşile kitabı yer alıyor. Şiirin bu dizesini okuduktan gülümseyen Şaylan gözünü kırparak "Başlayalım hazırsan" diyor.

Başlıyoruz. 

Bozkırın ortasında açan bir çiçek

Bozkır kelimesinin tınısında meşakkatin izleri vardır. Hiçbir çiçek gelişigüzel açmaz bozkırda. Tesadüfleri ve ihtimalleri pek sevmez yine böylesi topraklar. İlgi ister, özen ister, emek ister... Sivas'ın kurak topraklarında açan bir çiçekten, Ruşen Zeki'den söz edeceğiz Sahaflar Çarşısı'nın bu buluşmasında. 

Ruşen Zeki Koca, Türkiye'de komünist hareketin satır aralarında yer alan, önemli isimlerinden biri. Kendisiyle ilgili en kapsamlı araştırmalardan birine imza atan Kelime Ata'nın kaleme aldığı Kızıldan Yeşile kitabı, Sivas'ın kent tarihi üzerinden Türkiye'deki aydınlara ve aydınlanma mücadelesine yakından bakıyor. Ruşen Zeki, Kelime Ata'nın bu kitapta anlattığı konulardan birini oluşturuyor. 

Elindeki notlara bakan Yusuf Şaylan "Kelime Ata'nın bu çalışması aslında bir sahaf kitabı sayılmaz. Kitap Tekin yayınlarından iki sene evvel çıktı. Ama kitabın ele aldığı konular tam sahaflık konular. Kitap Osmanlı'dan Cumhuriyete, Cumhuriyetten günümüze kadar geçen süre zarfında Sivas tarihindeki önemli kişi ve olaylara odaklanıyor" diye giriş yapıyor.

Notlarını masaya bırakan Şaylan, okuma gözlüklerinin üzerinden uzağa bakarken düşünceli ve ağır ağır cümlelerle şu şekilde devam ediyor:

"Hani bazen mücadele tarihine bakarken 'Bireyin tarihteki rolü' deriz ya. Bu da işte onun gibi bir hikaye. Plehanov'un bu ifadesiyle yer alan kitabı Yazılama'dan Nahide Özkan çevirmişti Türkçeye. Önemli bir kitaptır. Lenin'in de bu çalışmadan çok faydalandığı bilinir. 

İşte Ruşen Zeki de Sivas'ta bir bireyin, evet bazen tek başına uçsuz bucaksız topraklarda bir tanecik bireyin neler yapabileceğini, neleri değiştirebileceğini gösteriyor bizlere. Mücadele ederken zaman bazen çok ağır geçer. İşte öylesi anlarda insanlar kendilerini daha etkisiz görebilir. Hani başta dedik ya bugünlere öyle bir günde gelmedik diye. Kökleri çok eskilerde bu mücadelenin. Buna bir de ek yapmak lazım. Emin olalım ki bu uzun mücadele tarihi içinde de sonuçlarını hemen kısa sürede göremesek de yapılan hiçbir şeyin boşa gitmediğini bilelim. Hiçbir şey boşa gitmiyor. Bazen misafir olduğunuz bir evde, bazen bir köy kahvehanesinde bildirinizi okurken fark ediyorsunuz bunu. Bizden önce geçenler değmiş bu insanlara, dokunmuşlar, iz bırakmışlar diye."

Yusuf Şaylan'ın bu anlattıkları diğer yandan Ruşen Zeki için Hasan İzzettin Dinamo'nun "O Sivas'ın biricik komünistiydi" ifadesini hatırlatıyor.

Ruşen Zeki görev yaptığı Sivas Lisesi'nde temas ettiği her öğrenciye ve öğretmene sınıf mücadelesinden, insanlık tarihinden ve sömürüden bahsetmiş bir vesile.

Bazen dost kazanmış bazen de düşman eksiltmiş. İşte Ruşen Zeki'nin etrafında şekillenen bu küçük dünyada birçok büyük sonucu okuma şansı buluyoruz bu sayede. 

                                       Kelime Ata'nın kaleme aldığı Kızıldan Yeşile Sivas kitabı

Bir tren garı, bir lise, Hafik'te bir köy ve komünist bir öğretmen

Türkiye'de cumhuriyetin aydınlanma mücadelesinde iz bırakan imgelerinden bir tanesi de şehrin kendisiyle özdeşleşen liseler.

Belli açılardan Köy Enstitüleri kadar iz bırakan bu liselerde eğitim gören gençler ilerici ve aydınlanmacı fikirlerle buluşmuş ve ülkedeki emekçilere karşı sorumluluklarının bilinciyle hareket etmiştir.

İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Sivas, Erzurum, Adana, Diyarbakır, Konya, Kayseri ve benzer birçok kentte yer alan ve şehrin kendisiyle anılan liseler cumhuriyetin aydınlanma fikrini ülkenin en ücra noktalarına kadar taşımayı görev edinmiştir.

Bu şehirlerin aynı zamanda bir tren yolu rotasında yer alması da tesadüf değildir. Demiryolları ile taşınan genç kadrolar buralarda hem bu düşünceleri yaymış hem de gelişmesine katkı sunmuştur. 

Ruşen Zeki'nin görev yaptığı Sivas Lisesi de bir o kadar canlı ve düşünce haritası açısından renklidir. Kelime Ata'nın aktardığı bilgilere göre birçoğu yurt dışında eğitim görmüş Sivas Lisesi'nde görev yapan öğretmenler dünya tarihinden önemli isimleri ve olayları öğrencilerine aktarmış ve aynı zamanda güncel gelişmeleri de takip etmelerini sağlamıştır.

Ruşen Zeki İstanbul'da eğitim görmüştür. İlk yayınlanan makalelerinden biri de "Sosyalizmin terakkiyatı ve istikbali" adını taşır. 1896 yılında dünyaya gelen Ruşen Zeki gençlik yıllarında TKP ile tanışır ve mücadeleye katılır. 

Ruşen Zeki Sivas'ta bulunduğu süre zarfında tüm hayatını, hayatının her anını araştırmaya, incelemeye, yoktan var etmeye, bildiklerini aktarmaya ve yeni insanı aramaya ayırır. Burada tanıştığı herkeste bir iz bırakır. Ahmet Kutsi Tecer, Fakir Baykurt, Hasan İzettin Dinamo, Hasan Basri Alp gibi isimler bunlardan bir kaçıdır.

Nâzım ile sıkı ilişkiler kuran Ruşen Zeki, dönemin TKP'sinde Nâzım Hikmet'i destekleyen isimler arasında yer alır. Kâh gider köylerdeki arkeolojik alanlara dair araştırmalar yapar ve eserleri belgelendirir kâh gidip antropolojik çalışmalar yaparak bölgenin kültürel ve biyolojik haritasını çıkarır.

Kendisinin Sivas'ın bir köyü olan Tozantı Tetkikleri adıyla birleştirdiği notlarında bu yörenin kültürel haritasını çıkarır. Bu çalışma belli açılardan Türkiye'deki belki de antropolojik ilk saha çalışmalarından biri olarak görülebilir. 

                                                                Yusuf Şaylan

Sözü burada devralıyor Yusuf Şaylan:

"Baksana, Sivas'ta keyfi yerinde maaşı cebinde biri olarak yaşasa kim ne derdi Ruşen Zeki'ye? Yine anlatırdı herkese iyiyi ve güzeli. Ama bununla yetinmemiş. Marks der ya hani aslolan yorumlamak değil değiştirmektir diye. Ruşen Zeki işte tam bu ayrımda yer alan bir komünist aydın. Düşünsene adam Victor Hugo ile Namık Kemal arasındaki ayrımları eserleri üzerinden karşılaştırmalı olarak kaleme almış biri. Kadınlar üzerine ve onların sosyal haklarına dair makaleler kaleme almış. Bunlar döneminin ilk örnekleri öyle basit konular değil. 

Bak Kelime Ata kitabında Hasan İzettin Dinamo'dan bir ilginç anekdot aktarıyor.

Sivas Kongresi'nin yapılacağı zaman şehre gelen Mustafa Kemal Ruşen Zeki'yi görüyor. Tabi Ruşen Zeki Mustafa Kemal'den 15 yaş kadar küçük. Paşa bakıyor, çopur yüzlü, pırıl pırıl, zeka fışkıran kahverengi gözleriyle karşısında onu etkileyen, genç ve güvenilir biri var. Ruşen Zeki'yi ulus işlerinde el ele çalışmaya çağırıyor. Ama Mustafa Kemal'in bilmediği bir şey var."

Yusuf Şaylan burayı okurken başını kaldırıyor kitaptan ve gözlerime bakıyor gülümseyerek ve kitaptan okumaya devam ediyor. 

"Ancak paşanın bilmediği bir şey vardı. Bu çopur yüzlü Anadolu çocuğu, kendisinden daha ileride bir düşüncenin sahibiydi. Çünkü o dünya devrimi hayal ediyordu"

Ruşen Zeki henüz cumhuriyet kurulmadan önce Anadolu'daki komünist örgütlenmeler içerisinde yer almış ve buradaki gizli çalışmalara katılmıştı bile. Üstelik ulus fikrinin sınıf fikrine kıyasla neden geri bir ideoloji olduğunu, sınıf düşüncesinin ve sosyalizmin insanlık için neden önemli olduğuna dair yazılar kaleme almıştı. 

Dolayısıyla Anadolu'da etrafında ışık saçan bu komünist öğretmenin çevresinde şekillenen insanların Türkiye'de bu kadar iz bırakması da tesadüf değil.

Türkiye'de halk bilim çalışmalarının önde gelen isimlerinden İlhan Başgöz'ün Ruşen Zeki'nin çevresinden biri olması, Ruşen Zeki'nin Tozantı Tetkikleri olarak notlar haline kaleme aldığı çalışmalarından bağımsız düşünülebilir mi? Ruhi Su'nun eşi olan Sıdıka Su'nun kardeşi Necmi Umut, sonra Hasan İzettin Dinamo ve Hasan Basri Alp, Ruşen Zeki'nin dokunduğu önemli isimlerden birkaçı sadece. 

                                        İrfan Ertel'in fırçasından Hasan Basri Alp tablosu

'Hepimiz 104 yaşındayız'

TKP, emekçilerin kurtuluşu için bu topraklara iz bırakmış kıymetli şeylerden biri tanesi. Nâzım'ın 10 Eylül 1960 tarihinde TKP'nin 40. yılı için kaleme aldığı şiirde geçer bu ifadesi, "Hepimiz kırk yaşındayız" diye. 

Şiir şöyle başlar. 

"Hepimiz kırk yıl önce doğduk,
kırk yıl önce sabahleyin
kırk yıl önce gün ışırken Bedreddin'in İznik Gölü'nde
çamlı bellerinden birinde Köroğlu'nun
ve Sibirya'dan, esirlikten dönen Bolşevik Osman
pusuya düşürürken Urfa yolunda seher vakti Fıransızı.

Hepimiz kırk yaşındayız
yirmisine basanımız da
altmışını geçenimiz de
atılıp ölenimiz de İstanbul'da Müdüriyet penceresinden."

Şiirde bahsi geçen İstanbul'da Sansaryan Han'da (Orijinal adı: Sanasaryan Han) Müdüriyet Penceresinden atılıp öldürülen komünist, Hasan Basri Alp'tir. Türkiye'de kayıtlara geçen ilk işkence olarak biliniyor bu olay ve isim. Hasan Basri Alp de Ruşen Zeki'nin öğrencilerinden. Sivas Lisesi'nden. Hasan Basri'nin Sivas'ta başlayan öyküsü Çorum ve Ankara günlerinden sonra İstanbul'da gözaltına alındığı müdüriyetin penceresinden atılarak yaşamını kaybetmesi ile sona erer. 

Yusuf Şaylan bu anekdotu anlatırken derin bir iç çekiyor:

"Geçenlerde Murat ile buluştum. Ankara'ya gelmişti. Murat da TKP üyesi. Hasan Basri'nin oğlu. Bunu anlatmazsam olmaz. Bu bayrağın düşmediğinin, elden ele geleceğe devrolduğunun göstergelerinden biri. Şimdi insan 'Boşuna mı çekildi onca acılar' diye düşünebilir. Ama hiç öyle değil. İstanbul şiirini bilirsin değil mi Vedat Türkali'nin? Şarkısı da vardır.

'Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanatını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın' diye

İşte bu şiirde bir bölüm vardır. Şarkıda bu bölüm bestelenmediği için çok bilinmez. 

"Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı"

İşte, Bekle Bizi İstanbul şiirinde geçen bu kardeş karısı Hasan Basri Alp'in eşi, Murat'ın da annesiymiş. Bu ayrıntıyı geçenlerde Murat anlattı" diyor ve acılı bir gülümsemeyle bakıyor gözlerimin içine. 

Sonra derin bir nefes alırken "Elbette boşuna çekilmedi bu acılar." diyor Bir yandan da parmaklarını sırayla masaya vuruyor ritmik şekilde. 

Nâzım'ın "Kırkıncı yılımız" şiirinin üzerinden 64 yıl daha geçti. 10 Eylül'de 104. yaşını kutlayacak olan TKP, Nâzım'ın şiirinde geçtiği ifadesiyle 104. yılında "Ne bir ormanız, ne şose boyunda tek tük kavak ağacı, bir tarlayız tohumu saçılmış."

Geçmişe kıyasla daha inatçı ve daha güçlü. Üstelik tohumları çatlamış, toprağı yarmış, güneşle buluşmuş, Anadolu'da Ruşen Zeki'nin köylerine kadar yayılmış durumda.

Yusuf Şaylan, Fakir Baykurt'un Ruşen Zeki'yi ömrünün son günlerinde ziyaret ettiğini anlatıyor. Ruşen Zeki, yaşadığı onca sürgün, hapse ve zorluklara rağmen yine hayata gelse, bu hayatı tercih edeceğini tereddütsüz söylemiş.

İnsan olarak yaşadım diyebilmek için.

Yusuf Şaylan kitapları tanıtırken bir yandan Cahit Irgat'ın Irgatın Türküsü kitabını gösteriyor. Sayfa 90'daki şiirde "Selam seksen ayak merdivenli, Kara yüzlü binanın, Üst katından atılan, Berrak gözlü, Paramparça cesede" dizeleriyle ilgili "Bak bu şiir de Hasan Basri'yi anlatır" bilgisini veriyor.

Yusuf Ziya Bahadınlı'nın Bir Hikayem Var kitabı ile Muzaffer İlhan Erdost'un Üç Sivas kitabını da notları arasına ekliyor. Vedalaşırken kucaklıyor bir de "Haydi bakalım haftaya görüşürüz yoldaşım, nice nice yıllara" diye. 

Özkan Öztaş / soL-Kültür




 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder