14 Eylül 2024 Cumartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" - 14 Eylül 2024 -

 

Kıdem tazminatıma dokunma, geleceğimi karartma! -Mustafa Durmuş-

Kıdem tazminatı bir lütuf, bağış ya da hayırseverlik kurumu değildir. İşçilerin çalışarak kazandıkları bir haktır, onların mevcut işlerinin ve geleceklerinin güvencesidir. Hangi gerekçeyle ya da biçimde (örneğin Tamamlayıcı Emeklilik Sigortası) olursa olsun bunun ortadan kaldırılmaması ya da bir başka şeye dönüştürülmemesi, finans kapitale aktarılacak bir kaynak olarak, finansallaşma aracı olarak görülmemesi ve emekçilerin geleceklerinin finans piyasalarının insafına ya da performansına bırakılmaması gerekir.

En düşük emekli maaşının 12.500 TL olduğu ülkede, emeklilerin bırakın insan gibi yaşamayı, açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalmaları ve bu durumun iktidara oy kaybettirmesi iktidar cenahının harekete geçmesine neden oldu ve bir süredir dondurucuya koydukları bir projeyi tekrar ısıtmaya başladılar.

Bu proje kamuoyuna "çifte emeklilik" ya da "ikinci emeklilik" olarak tanıtılan Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi Projesi.

Bunu önce Hazine ve Maliye Bakanı M. Şimşek dillendirdi, sonrasında da önümüzdeki üç yılı kapsayacak olan Orta Vadeli Programa konuldu. Yandaş basınsa, "ikinci bir emeklilik sunarak emeklilerin geçim sorununu çözecek bir hizmet" olarak müjdeleyip pazarlamakta gecikmedi.

OVP ve Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi

Orta Vadeli Program'da "Tasarrufların artırılması" başlığı altında konu şu şekilde sunuluyor:

"Tasarruf bilincinin ve finansal araç yetkinliğinin artırılması amacıyla finansal okuryazarlık geliştirilecek, uzun vadeli tasarrufların artırılması bakımından önemli olan bireysel emeklilik ve otomatik katılım sistemini geliştirici düzenlemeler hayata geçirilecektir. Otomatik Katılım Sistemi (OKS)'nin işverenlerin de katkısı ile ikinci basamak emeklilik sistemine dönüşeceği tamamlayıcı emeklilik sistemi kurulacaktır. Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)'deki standart emeklilik yatırım fonları katılımcıların birikimleri için daha fazla katma değer üretecek şekilde yeniden tasarlanacaktır. OKS katılımcılarına BES'de yer alan emeklilik fonlarına erişim imkânı tanınacak, kesintilerin sadeleştirilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılacak, bu kapsamda sistemin cazibesi artırılarak fon tutarı ve katılımcı sayısında artış sağlanacaktır. Finansal eğitim faaliyetleri yaygınlaştırılarak finansal okuryazarlık artırılacaktır. Kanun Otomatik Katılım Sisteminin (OKS) de katkısı ile 2025/ 4. Çeyrek ikinci basamak emeklilik sistemine dönüşeceği tamamlayıcı emeklilik sistemi kurulacaktır". (1)

Bağımsız denetim şirketi KPMG'nin ise 2024 raporunda şunlar yer alıyor: "Tamamlayıcı Emeklilik Sistemine Dönüşüm: BES'in, devlet destekli emeklilik sistemini tamamlayan bir sisteme dönüşmesi için çalışmalar devam ediyor. Bu sayede emeklilikte daha yüksek gelir elde etmek mümkün olacaktır". (2)

Ekonomi ne zaman krize girse gündeme getirilir!

Hatırlatalım. Bu girişim yeni değil. Tıpkı 2001 krizi sonrasında olduğu gibi, ekonomi ne zaman krize girse siyasal iktidarlar (krizi bahane ederek) kıdem tazminatı hakkını adım adım ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerle işçilerin karşısına dikildiler. Bunu yaparken de emekçilere sanki iyi bir şeyler sunuyormuş gibi pazarladılar.

En son 2019 Kasım ayında benzer bir girişim olmuş ve işçilerin kıdem tazminatları için tehdit oluşturan bu girişim ve bununla bağlantılı olarak gündeme getirilen Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES), işçilerin bir günlük uyarı eylemleriyle Eylül ayına ertelenmiş ve bugüne kadar bir daha gündeme getirilmemişti.

İşçiler direndiler çünkü bugünlerde neoliberal, siyasal İslamcı ve milliyetçi yanı ağır basan siyasal iktidar, 1936 yılından bu yana yasal bir statüye kavuşturulmuş olan, işçilerin çalışarak kazandıkları bir hak niteliğindeki kıdem tazminatlarını ortadan kaldırarak onu belirsiz bir fona dönüştürme çabasından bir türlü vazgeçmedi.

"Fırıldak bayramda satılır"

Mevcut iktidar bloku, siyasal ve toplumsal muhalefetin dağınıklığı ve ekonominin stagflasyonist bir kriz sarmalına girmesiyle birlikte, yüksek enflasyon altında artan ekonomik durgunluk ve işsizlik yüzünden giderek büyüyen yedek işçi ordusu nedeniyle işçi hareketinin ve sendikaların daha da güçten düştüğünü gördüğünden, bu konuyu tekrar gündeme getirdi. Ayrıca önümüzdeki dört yılda normal koşullar altında bir genel seçimin yapılmayacak olması iktidarın elini rahatlatıyor.

Patronlar için maliyet, işçiler içinse güvence

Günümüzde özellikle de yaşanan ekonomik krizle birlikte giderek daha da yoksullaşan işçiler açısından (işçinin eline geçecek toplu para anlamında) kıdem tazminatı: "İşsiz kaldıklarında hayatlarını sürdürebilmeye yardımcı olan bir mali destek" (yani tutunabilecekleri bir dal), "emeklilik sonrasında ihtiyaçları için harcayabileceği bir toplu para" demek.

En önemlisi de kıdem tazminatı, "işçilerin kolayca işten atılmalarını önleyen (en azından zorlaştıran) bir tür iş güvencesi". Çünkü, her ne kadar yargı süresi işçilerin aleyhine çok uzun zaman alsa da, patronlar birikmiş kıdem tazminatlarını da dikkate alarak işçileri işten çıkartmaya pek yanaşmazlar.

Ana sütü gibi bir hak!

Diğer yandan, patronlar (kullanımı son derece kısıtlanmış koşullara bağlanmış olmasına ve işçilerin sadece yüzde 15'inin bu tazminatı fiilen alabilmesine rağmen), kıdem tazminatını kendileri için bir maliyet unsuru, dolayısıyla da üzerlerinden atmaları gereken bir mali yük ve işçileri kolayca işten çıkartabilmenin önündeki bir engel olarak görüyorlar.

Oysa kıdem tazminatı işçinin; bir yıl boyunca çalışmasının ve yılda 30 günlük ücretinin karşılığı olarak hesabında tutulması gereken bir akçalı hak. Dolayısıyla bu hakkın zamanı geldiğinde ona ödenmesi kadar normal bir şey olamaz.

Ancak, en şiddetli ekonomik kriz dönemlerinde bile, servetlerini artırabilen, lüks tüketim harcamalarından asla vazgeçmeyen, sıradan bir iş yemeğinde bile asgari ücretin birkaç katı bir yemek faturası ödemekten (vergi matrahından da düşerek) çekinmeyen patronlar, nedense konu işçilerin kıdem tazminatına geldiğinde adeta feryat figan "maliyetlerinin artmasından, rekabet gücünü yitirmekten, batmaktan, işçi çıkartmak zorunda kalmaktan" söz edebiliyorlar.

Artık muhatap patronlar olmayacak, fon olacak!

Öncelikle konuyu emek-sermaye ilişkileri açısından ele alalım. Bu açıdan kıdem tazminatının TES gibi bir fona dönüştürülmesi patronların artık tazminat ödenmesinde işçinin muhatabı olmaktan kurtulmaları anlamına geliyor. Yani işçi yasal koşullar çerçevesinde işten ayrıldığında ya da emekli olduğunda, patronundan birikmiş kıdem tazminatını ödemesini isteyemeyecek zira patron ona başvuracağı yer olarak Kıdem Tazminatı Fonu'nu gösterecek.

Böylece nasıl işleyeceği de belli olmayan bir havuza (denetlenmesi imkânsız bir işleyiş içinde), işçilerden kesilecek olanın ve devlet katkısının yanı sıra, patronlar işçilerin kıdem tazminatları için, onlar adına para aktaracak, işçiler de (sözde) zamanı geldiğinde bu havuzdan tazminatlarını alabilecekler.

Kötü örnekleri ortada dururken

Diğer taraftan bu ülke insanlarının başta Konut Edindirme Fonu, Tasarrufları Teşvik Fonu ve İşsizlik Sigortası Fonu olmak üzere, geçmişte kurulan çok sayıda fonla ilgili acı deneyimleri söz konusu.

Öyle ki işçiye, işsiz kaldığında destek verilmesi için kurulan İşsizlik Fonu patronlara kaynak aktarma fonuna dönüştü. Örneğin kurulduğundan bu yana bu fonda biriken 100'lerce milyar TL'nin yüzde 69'unun patronlara, sadece yüzde 19'unun işçilere ödendiği ve işçilerin bu fonu kullanma koşullarının giderek zorlaştırıldığı ortaya çıktı.

Bu yüzden de, fonda ısrar etmenin nedeninin; işçi ile patron arasına bir üçüncü tarafı koyarak patronun kıdem tazminatı ödemesinden kurtulmasını, bunun sorumluluğunu bu üçüncü tarafa atmasını sağlamak olduğu anlaşılıyor. Bunun patronlar açısından ne kadar büyük bir rahatlama sağlayabileceğini kestirebilmek güç değil. Fon uygulamasının bir diğer nedeni ise finans piyasalarıyla ilgilidir ki bu başlı başına bir yazı konusu olabilir.

İşçi "devletin sırtında kambur" gibi görülüyor

İkinci olarak, böyle bir düzenlemenin devleti de, sözüm ona, rahatlatması bekleniyor. Böyle bir fon ile özellikle de neoliberalizm döneminde topluma karşı sorumluluklarının büyük bir kısmını üzerinden atan, kendi istediği gibi istihdam (üniformalı) dışında istihdam yaratmaktan da kurtulan devlet işçiler için, yaşlandıklarında kamusal emeklilik hizmeti verme sorumluluğundan da kurtulmuş olacak.

Öyle ki gelinen nokta itibarıyla dolaylı ve dolaysız vergilerin yanı sıra yıllardır işçilerden tahsil edilen yaşlılık sigortası primlerinin düzeyi (yanlış kamu harcamaları politikaları yüzünden) işçilere yaşlandıklarında yaşamlarını sürdürebilecek yeterlikte bir maaş ödemeye yetmiyor.

Üstelik 5510 Sayılı Yasa ile emekli aylıklarının hesaplama yönteminin değiştirilerek aylık bağlama oranının düşürülmesi ve prime esas günlük kazancın hesabında kullanılan güncelleme katsayısının düşürülmesi (3) işçi emeklilerinin aldıkları maaşlarla geçinebilmesini imkânsız bir hale getirirken, bu önlem sosyal güvenlik bütçesi açıklarının kapatılmasına da yetmedi. Öyle ki Merkezi Yönetim Bütçesi ödeneklerinin hâlâ yüzde 40'a yakını cari transferlerden ve bunun da büyük bir bölümü de sosyal güvenlik kurumlarına yapılan böyle aktarmalardan oluşuyor.

Sırada emeklilik ikramiyesi mi var?

İşte bu durum hem devleti yönetenleri hem de bütçenin kaynaklarının asıl olarak kendileri için kullanılmasını isteyen sermayeyi rahatsız ediyor. Bu nedenle de başta kamusal emeklilik olmak üzere bu sorumluluğun devletin sırtından alınıp piyasaların eline bırakılması isteniyor.

Bunun bir sonraki aşaması ise kez kamu emekçilerinin "emeklilik ikramiyesi" ile ilgili olarak yapılacak düzenlemedir. Eğer kıdem tazminatları TES ile ortadan kaldırılırsa sıranın kamu emekçilerinin emekli ikramiyesine gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Önce BES, şimdi TES: Hep aynı aldatmaca!

Özetle, son 22 yılda kıdem tazminatını adım adım ortadan kaldırmaya yönelik strateji; önce "ikinci emeklilik" ve "çifte emeklilik" gibi şık paket süslemesiyle tanıtılan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) ile gündeme getirildi. Bu yeterince ilgi görmeyince bu kez Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) devreye sokuluyor.

Böylece işçilerin daha çalışırken tasarruf yapmaya başlamaları (bu ücret düzeyleriyle nasıl yapacaklarsa) ve çalışamayacak hale geldiklerinde, emekliliklerinde bu tasarrufları ile yaşamlarını sürdürmeleri isteniyor.

Nitekim AKP hükümetleri döneminde her yıl Orta Vadeli Programlarda (ya da Yeni Ekonomi Programlarında) yer verilen bu türden uygulamalara en son 4 Kasım 2019'da Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında tanıtılan 2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı içinde "bireysel emeklilikte otomatik katılımın tamamlayıcı emeklilik sistemine dönüştürülmesi" kararı yayımlandı (4). Bu karara göre Tamamlayıcı Emek Sistemi 1 Ocak 2022'den itibaren yürürlüğe girecekti (böylece bazı işçilerin bu düzenlemenin kendilerini ilgilendirmeyeceği düşüncesiyle tepki vermeyeceği de düşünülüyordu).

Kıdeme esas teşkil eden ücret 30 günden 19 güne mi düşürülüyor?

TES'e ilişkin çalışmalar hâlâ devam ediyor ama her zaman olduğu gibi, tepkileri görebilmek için iktidarca hazırlanan bir taslak metin basına sızdırıldı. Bunun şimdilik bir taslak olması yüzünden, bu konuda çok net şeyler söyleyebilmek zor.

Ancak, yukarıda sözünü ettiğimiz Resmi Gazetede "bireysel emeklilikte otomatik katılımın tamamlayıcı emeklilik sistemine dönüştürülmesi" kararı ile açıklanan Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi için (zorunlu ve isteğe bağlı olmak üzere) iki formül üretilmişti.(5)

Zorunlu uygulanacak olan birinci formüle göre; her bir çalışma yılı için 30 günlük ücret tutarında ödenen kıdem tazminatının 19 günlük kısmı mevcut sisteme göre işveren tarafından ödenecekti. 11 günlük kısmi için ise çalışan adına bireysel fon oluşturulacak ve ödeme fondan yapılacaktı. Fondan ödenecek 11 günlük kısım için işveren, fona aylık işçi ücretinin yüzde 3'ü tutarında prim ödeyecekti.

Böylece 1980 öncesinde yıllık 45 gün olarak hesaplanan ve 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü döneminde 30 güne indirilen yıllık kıdem tazminatı tutarı bu tasarı ile 19 güne indirilecekti.(6)

İsteğe bağlı olacak ikinci formüle göre ise; işçi, işveren ve devletin katkı sağlayacağı bir fon oluşturulacak. Oluşturulacak fona toplam yüzde 6 oranında prim ödenmesi öngörülüyordu. Bunun 4,0 puanı işveren tarafından karşılanacak, 0,5 puanı işçiden kesilecek, devlet de 1,0 puan katkıda bulunacaktı. Vergi indirimi yoluyla da 0,5 puanlık ilave prim katkısı yapılarak yüzde 6 oranı tamamlanacaktı.

Kıdem tazminatından hiç söz edilmiyor ancak…

Bugünlerde konuşulan formülde işçileri ve sendikaları ürkütmemek için kıdem tazminatlarından hiç söz edilmiyor, hatta teklif tatlandırılmış bir biçimde sunuluyor.

Yani "ikinci bir maaş ile düşük kalan emeklilik maaşlarının tamamlanmasının sağlanacağı, bunun için de işçi adına her ayki brüt maaşının yüzde 8,33'ünün işverence bir fona işçi adına yatırılacağı" ileri sürülüyor. Böylece bu fonların finans piyasalarında en verimli biçimde işletilip nemasının işçiye yansıtılacak şekilde biriktirilmesi ve ikinci maaşı hak ettiği zaman da bunun işçiye her ay ödenmesi hedefleniyor.

Ancak bu öneri kuşku dolu bir öneri. Zira patronlar ciddi boyutta maddi bir karşılığı olmadan yüzde 8,33'lük bir miktarı işçi adına ödemeyi neden kabul etsinler? Buna inanmak için kapitalizmin ve sınıf mücadelesinin ne olduğunu hiç bilmemiş, anlamamış olmak gerekir. Nihai hedefte kıdem tazminatını yutmak yoksa patronlardan böyle bir davranışı beklemek saf dillilik olur. İktidar bu hedefe aşama aşama yürüyebilir. Ayrıca istikrarsız finans piyasalarında biriken bu paraların getirisinin ne olacağının bugünden bilinebilmesi de imkânsızdır.

TES'in başarı şansı

Diğer yandan, böyle bir sistemin başarılı olma şansı var mıdır? Buna verilecek yanıt başarıdan neyin kastedildiğine bağlı olarak değişir. Sigortacılık sektörünün büyümesi ve finans kapitalin daha da gelişmesi anlamında başarı şansı olabilir. Ancak işçilere güvenilir, istikrarlı ve iyi gelirli bir ikinci emeklilik maaşı sağlama konusunda bu ve benzeri sistemlerin şansı da niyeti de yoktur.

"Tamamlama değil eksiltme, tazminat değil harçlık!"

Önerinin bugünkü versiyonundan yola çıkılarak bu eksik olan maaşı tamamlama değil, bir "eksiltme" işlemi olarak tanımlanabilir. Buradaki asıl hedef kıdem tazminatlarının yok edilmesidir.

Yani burada da bir tamamlayıcılık değil, olsa olsa kamusal emekliliğe alternatif bir emeklilik önerisi ya da daha doğru bir teşhisle "eksiltme" söz konusu olabilir. Öyle ki yapılmak istenen, "siz kıdem tazminatınızdan vazgeçin, biz de size her ay küçük küçük harçlık verelim" şeklindeki bir kurnazlıktır. İşçilerin bu konuda ne kadar hassas olduğunu bildiklerinden şimdilik kıdem tazminatından söz edilmeden öneri tanıtılıyor.

Kamusal emekliliği tasfiye etme planı

İkinci olarak, bireysel emeklilik sistemlerinde bildik anlamda bir emeklilik söz konusu değildir. TES de (tıpkı BES gibi) bireysel risk ve kazanç kararına dayalı, içinde önemli riskleri barındıran bir tasarruf sistemi olacaktır. Bu sistem hayata geçirilirse bu, kamusal emeklilik sistemini adım adım tasfiye etmenin bir aracı olarak kullanılacaktır.

Üçüncü olarak, bu sistemde esas olan fonda para biriktirmektir. Teorik olarak, bireysel katılımcıların (ya da kurumsal katılımcıların) birikimleri (katkıları) ve bu birikimlerden elde edilen (varsa) gelirler bir fonda toplanır. Bu fon piyasa araçları (borsa, Hazine bonosu faizleri, mevduat faizi gelirleri) üzerinden değerlendirilir ve sonrasında fonda birikenler üzerinden katılımcılara maaş ödemesi yapılır.

Fonlar reel getiri sağlamazsa ne olur?

Bu sistemdeki temel varsayım, emeklilik yatırım fonlarının düzenli olarak reel getiri (harcamalar düşüldükten sonra) sağlayacağı varsayımıdır. Oysaki EGM'nin verilerine göre Türkiye'deki BES fonları 2011-2015 dönemini kapsayan beş yılın üçünde reel getiri açısından zarar ettiler (2011'de yüzde -11, 2013'te yüzde - 8 ve 2015'te yüzde -7), yalnızca iki yılda pozitif getiri sağladılar (2012'de yüzde 10 ve 2014'te yüzde 6). Bu fonlar tasarrufçuya, 2012- 2016 dönemini kapsayan beş yılda, ortalama sadece binde yarım oranında bir getiri sağlayabildi.(7)

Bu yıllarda BES katılımcılarının birikimleri enflasyon karşısında ciddi olarak eridi ve katılımcılar bırakın net kazanç sağlamayı, ellerindekini de kaybettiler.

İstikrarsız getiri

Bir OECD çalışması bu sürecin 2018 yılında da yaşandığını ortaya koyuyor. Öyle ki ekonomik durgunluğun da etkisiyle OECD ülkelerinde özel emeklilik fonlarının ortalama getirisinin yüzde - 3,2 olduğu görülüyor. 31 ülkenin 29'unda getiri negatif olurken, en büyük zarar Polonya'da (yüzde -11,1) ve Türkiye'de yüzde -9,4) olarak gerçekleşti. Geçmişe dönük olarak son 15 yıldaki getiri ise 18 ülkenin 15'inde pozitif oldu. En yüksek oran Kanada'da gerçekleşti (yüzde 4,8).(8) Sektörün yatırım getirisi performansı 2019 yılında tekrar yükseldi ve 46 ülkenin 29'unda yüzde 5'i, ABD'de yüzde 10'u aştı. Türkiye'de ise yüzde 10,8 oldu.(9)

Yüksek fon yönetim ücretleri

Getiriyi azaltan ikinci faktörse yüksek fon yönetim ücretleri. Ülkelerin çok büyük kısmında böyle ücretler üzerine bir tavan konulmasına karşılık, bu ücretler üye ülkelere göre farklılaşıyor. 2018 yılında en düşük fon yönetimi ücretini (varlıklarının yüzdesi cinsinden) binde 5 ile Avustralya, Şili ve İsrail'deki fonlar uygularken, en yüksek ücreti yüzde 2 ile Türkiye (2017) ve ikinci en yüksek ücreti yüzde 1,1 ile İspanya'daki özel emeklilik şirketleri uyguladılar.(10)

Finans kapitale kaynak aktaran bir proje daha

Özetle, devlet tarafından 'bes'lenen, bir yandan işçiyi patron karşısında daha da güçsüz duruma düşürürken, diğer yandan finans kapitale kaynak aktaran bir proje ile karşı karşıyayız. Çünkü 31 Ağustos 2024'te 890 milyar TL'yi aşan bir Fon tutarı, 120 milyar TL'yi aşan devlet katkısı ve 9,2 milyon katılımcı sayısı (buna karşılık 2024 Nisan ayına kadar sadece 298,352 kişiyi emekli edebilen), (11) ülkede en fazla kurumlar vergisi ödeyen ilk 30 kurum arasında bir tek firması bile bulunmayan bu sektöre devlet milyarlarca liralık bir katılım payı desteği veriyor.

Diğer taraftan böyle bir devlet desteği ya bütçenin vergi gelirlerinden finanse edilecek ya da yeni devlet borçlanması ile karşılanacaktır. Yani (tıpkı maliyetinin altında kredi faiziyle inşaat sektörü desteklenirken ortaya çıkan kamu bankaları zararı gibi), TES ile finans kapital desteklenirken ya halktan daha fazla vergi alınacak ya da borçlanmaya gidilerek desteklenen finans kapitalin bankalarından borç alınacak, sonra da bu borçlar faizleriyle birlikte aynı kesime ödenecek ve nihayetinde bu borçların geri ödenmesi için de halktan daha fazla vergi alınacaktır.

Bu proje bir gerçeği bir kez daha ortaya çıkarttı. Her sözün başında faize ve faizciye karşı olduğunu ileri süren siyasal iktidar uygulamada faizle, finansal piyasalarla iş yapmayı ve sermayeyi ve serveti bu piyasalar üzerinden büyütme stratejisini sürdürüyor.

Sonuç olarak 

Kıdem tazminatı bir lütuf, bağış ya da hayırseverlik kurumu değildir. İşçilerin çalışarak kazandıkları bir haktır, onların mevcut işlerinin ve geleceklerinin güvencesidir. Hangi gerekçeyle ya da biçimde (örneğin Tamamlayıcı Emeklilik Sigortası) olursa olsun bunun ortadan kaldırılmaması ya da bir başka şeye dönüştürülmemesi, finans kapitale aktarılacak bir kaynak olarak, finansallaşma aracı olarak görülmemesi ve emekçilerin geleceklerinin finans piyasalarının insafına ya da performansına bırakılmaması gerekir.

Bu proje devleti yönetenlerle sermaye kesiminin çıkarlarının birebir özdeşleştirilmesini, sosyal devletinse tamamen ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir projedir. Çünkü bu şekilde devlet asli görevlerinden biri olan, yurttaşlarının ödedikleri vergi ve primlerle yaşlılıklarında yaşanabilir bir emeklilik geliri sağlama sorumluluğundan kaçıyor ve bunu özel piyasalara devretmiş oluyor. Bu proje ile sermaye de kıdem tazminatı maliyetinden kurtulduğu gibi, işten çıkartmalar daha da kolaylaşacağı için işçilerin direncini düşürüyor, sınıfın kendisine daha fazla biat emesini sağlamayı hedefliyor.

Son olarak, işçilerin, yaşlılıklarında çalışamayacaklarından dolayı (ailelerine bakma yükümlülüğü kısmen de olsa devam edeceğinden), emeklilikte onlara bakma görevi ve sorumluluğunun devletin üzerinden alınması da, bunun yüksek kâr ve spekülatif rantlar peşinde koşan finans piyasalarının insafına, performansına terk edilmesi de, başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm emekçiler açısından kabul edilemez bir durumdur. Başta işçi sendikaları olmak üzere tüm emek örgütleri buna karşı direnmek zorundadır.

Dipnotlar:

  1. Orta Vadeli Program (2025-2027), s. 53, s. 97 (10 Eylül 2024).
  2. KPMG, Sigorta Sektörel Bakış 2024, com.tr, s. 25 (12 Eylül 2024).
  3. Murat Özveri, "Kıdem tazminatına dokunma yaşlılık aylığını yükselt", https://www.evrensel.net (1 Temmuz 2020).
  4. 2020 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, 4 Kasım 2019 tarihli Resmi Gazete (mükerrer).
  5. Sezgin Özcan, "Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi", https://www.sozcu.com.tr ( 18 Haziran 2020).
  6. 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde kıdem tazminatı her yıl için, aylık brüt asgari ücretin 7,5 katı olarak hesaplanıyordu. Bugünse 20,000 TL-41,700 arasında değişiyor. Yani bugün bir işçi en yüksekten dahi kıdem tazminatı alsa, 12 Eylül öncesinin uygulamasına göre alması gereken tazminatın sadece 7,5'te 1'i olabilecektir.
  7. Tugce Ozsoy, Ercan Ersoy, Asli Kandemir, "There's A Big Shake Up Coming to Turkey's Pension Industry", https://www.bloomberg.com (16 Kasım 2017).
  8. OECD, Pensions at a Glance 2019, OECD and G20 indicators. s. 214.
  9. OECD, Pension Funds in Figures, June 2020.
  10. (8) OECD, Pensions at a Glance 2019, agr, s. 218.
  11. https://www.egm.org.tr/bilgi-merkezi/istatistikler (11 Eylül 2024)
                                                                        /././

Narin, örtülü aflar, serbest kalan suçlular ve diğer çocuklar -Gökçer Tahincioğlu-

Biliyoruz ki suçlular kısa süre içerisinde tahliye olabilecek. Bu ülkede en ağır cezayı asla katiller yatmaz. Ancak Narin'in arandığı süreçte yaşanan garipliklerin de ayrıca soruşturulması gerekmiyor mu?

Narin Güran

Rahşan Ecevit'in, "kader mahkûmu" tanımı ile başladı son 25 yıllık hikâye…

Türkiye elbette bir af ülkesi. 1999'dan önce de defalarca genel ya da özel aflar çıkartıldı.

Ekonomik krizin oy oranları üzerindeki etkisini biraz olsun kırmak için toplumsal barış, ceza adaleti gibi kavramlar hiçe sayılarak; "Şartla Salıverme" adı altında af yasası çıkartıldı 1999'da.

Etkisi bugün bile devam eden bir yasa.

70 bin hükümlünün bulunduğu cezaevlerinden 40 bine yakın suçlu çıktı. Birkaç yıl içerisinde iki katı kadar suçlu cezaevine döndü. Cezaevlerinin kapasitesi yetmez oldu… Tahliye edilenler sabıka kayıtlarına yeni suçları da eklemişti.

* * *

Her türlü affa karşı olduğunu açıklayarak iktidar olan, yıllarca bu söylemi tekrarlayan AKP, rotasını değiştirdikten sonra sözünden dönmüş gibi görünmemek için örtülü aflar çıkarmaya başladı. Af çıkarıldığını reddetti ancak farklı isimlerle çıkartılan sistematik aflara artık herkes alışmıştı.

Anayasa hukukçusu Tolga Şirin, T24'te yayımlanan yazısında gayet net biçimde anlatmıştı bu örtülü afları.

* 2012'de çıkartılan kanunla, cezasının son altı ayını açık ceza infaz kurumunda kesintisiz olarak geçiren suçlular için, koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalmışsa "denetimli serbestlik" uygulanması öngörüldü.

* 2013 yılında geçici bir maddeyle 2021 yılına kadar anılan süre kayıtlarının uygulanmayacağı söylendi. Belli bir sürenin altında ceza alanların açık cezaevine bile geçmeden, cezalarının belirli bir kısmını çekmeden tahliye olması sağlandı.

* 2016'da 671 sayılı KHK ile koşullu salıverme için cezanın üçte ikisinin değil yarısının çekilmesi yeterli görüldü. Denetimli serbestlik için de en az bir yıl cezasının kalması şartı, iki yıla çıkarıldı. Sadece bu düzenleme ilk etapta 120 bin suçlunun tahliyesini sağladı.

*2020'de pandemi nedeniyle açık cezaevinde bulunanlara ve denetimli serbestlik hakkı olanlara izin hakkı getirildi. 200 bine yakın suçlu düzenli izinlerle dışarıda tutuldu.

* "Alaattin Çakıcı Affı" olarak bilinen düzenlemeyle koşullu salıvermeye "bir yıl" kalması şartı, bir defaya mahsus olmak üzere "üç yıl"a çıkarıldı.

* 2023'te Covid-19 izninde bulunan hükümlülerden denetimli serbestliğe ayrılmalarına 5 yıl veya daha az süre kalanların, tekrar cezaevine dönmemesi ve kalan sürelerini denetimli serbestlik altında infaz etmeleri öngörüldü.

* * *

Elbette bu düzenlemelerden "siyasi" suçlardan hapse mahkûm edilenler yararlanamadı. AİHM kararlarına rağmen cezaevlerinde tutulanlar, 25 yıldır cezaevinde bulunmasına rağmen "iyi halli" sayılmayanlar da yararlanamadı.

Kimler yararlandı?

Mafya, katiller, vücut dokunulmazlığına karşı suç işleyenler, cinsel dokunulmazlığa karşı suç işleyenler, cinsel istismar suçunu işleyenler, hırsızlar, gaspçılar…

* * *

Bir önceki yazıda, yetişkin erkek nüfusunun neredeyse yüzde beşinin cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ve cinsel istismar suçundan soruşturma geçirdiğini belirtmiştim. 2023 rakamlarına bakanlar, yüzde beş değil, binde beş düzeltmesi yaptılar haklı olarak.

Oysa binde beş sadece 2023'teki rakam.

Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre, sadece 2023'te bu suçlardan her bin yetiştin erkekten beşi soruşturma geçirdi. Tek başına vahim…

Ama son 10-15 yılın rakamları daha da vahim.

* * *

Sadece 2014-2021 arasındaki dosya sayıları bile bize vahim bir tabloyu gösteriyor. Yıllara göre cinsel saldırı yani sadece tecavüz suçunun işlendiği olay ve karar sayısı şöyle:

* 2014 8538 dosyada 4740 mahkûmiyet 868 HAGB

* 2015 8019 dosyada 5109 mahkûmiyet 715 HAGB

* 2016 6525 dosyada 4865 mahkûmiyet 514 HAGB

* 2017 5874 dosyada 4305 mahkûmiyet 507 HAGB

* 2018 6709 dosyada 4718 mahkûmiyet 642 HAGB

* 2019 7953 dosyada 5691 mahkûmiyet 780 HAGB

* 2020 6382 dosyada 4302 mahkûmiyet 682 HAGB

* 2021 9441 dosyada 6396 mahkûmiyet 959 HAGB

Pandemi döneminde düşen dosya sayıları ve hemen ardından çıkartılan örtülü afların etkisiyle artan sayı dikkati çekmiştir.

Cinsel istismar, yani küçük çocuklara karşı yapılan eylemlerle ilgili dosya sayıları da benzer bir tabloyu gösteriyor.

* 2014'te 26 bin 486

* 2015'te 24 bin 983

* 2016'da 21 bin 189

* 2017'de 21 bin 548

* 2018'de 23 bin 297

* 2019'da 28 bin 360

* 2020'de 22 bin 497

* 2021'de 29 bin 822

Bu rakamlara cinsel taciz dahil diğer cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar dahil değil…

* * *

Gelelim daha vahim rakamlara…

Sadece 2021'de cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan soruşturulan kişi sayısı kaç biliyor musunuz?

206 bin 852 kişi…

Toplam 243 bin 809 suç nedeniyle soruşturulmuşlar.

Buna cinsel istismar suçundan soruşturulan 69 bin 773 kişi dahil değil.

2022'de de rakamlar benzer.

Soruşturulan kişi sayısı 204 bin…

2023'te ise rakam 200 bin 611 kişi

* * *

Savcılıklar genellikle bir yıl içerisinde bu suçlara ilişkin soruşturmaları tamamlıyor. Bir sonraki yıla devreden dosya sayısı yarıdan az… Devreden dosyalar da sonraki yıl kapatılıyor.

Bu demek ki her yıl bu suçlardan soruşturulan insan sayısı 100 ila 150 bin civarında artıyor. 10 yılın ortalaması 1,5 milyon kişi…

Daha vahim bir tablo, 2009'da bu suçlardan soruşturulan kişi sayısının 60-70 binlerde olması. Katlanarak artan, durmadan büyüyen bir tablo. Ve durmaksızın affedilen suçlular.

* * *

Tam buradan Narin'in öldürülmesine ilişkin soruşturmaya dönmekte fayda var.

Küçük bir kızın öldürülmesi, ailenin iş birliği yaparak cinayeti gizlemesi, birilerinin "iş gören, işe yarayan" aileye akıl vermesi…

Biliyoruz ki suçlular kısa süre içerisinde tahliye olabilecek. Bu ülkede en ağır cezayı asla katiller yatmaz.

Ancak Narin'in arandığı süreçte yaşanan garipliklerin de ayrıca soruşturulması gerekmiyor mu?

Aileye akıl verenlerin, soruşturmanın gizliliğini ihlal edenlerin, soruşturmayı savsaklayanların açığa çıkartılması, bunu neden yaptıklarının ortaya konulması gerekmiyor mu?

Elbette bu boyutuna bakılmayacak bile…

Bu adalet sistemi değişmedikçe, değişmeyecek yaşananlar.

Bir dosya daha kapanacak.

Narin de listedeki çocuklardan biri olacak.

Rakamlar büyüyecek her geçen yıl… Ve bizler saymaya devam edeceğiz…

(T24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder