23 Eylül 2024 Pazartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -23 Eylül 2024-

 Almanya için çare, "barış, hemen, şimdi!" -Akdoğan Özer-

Her çeyrekte ekonomisi daralan ve eski rekabet gücünü yitiren Almanya’nın barışa ihtiyacı varsa da, zamanı şimdi. Yoksa, 2025 seçimlerinde sandıktan Başbakan olarak çıkacağını tahmin ettiğim, CDU partisinin Atlantikçi lideri Friedrich Merz ile barış daha da zorlaşacak.

Giderek yaklaşmakta olduğunu gördüğümüz nükleer savaş ihtimali gerileyecek, Ukrayna krizinin çözümünde barışa doğru ilerlenecekse, bu süreçte en kritik rolü oynaması beklenen ülke sanırım Almanya. Avrupa’nın bir güvenlik mimarisinden uzaklaşmasında ve gelişmelerin bu noktaya gelmesinde Alman devlet adamlarının ve savaş çığırtkanı Yeşiller’e emanet edilmiş basiretsiz dışişleri siyasetinin payı olduğu bir gerçek. Ancak Avrupa’nın kendi bacağına daha fazla kurşun sıkmasının önüne geçecek olan en güçlü irade de galiba sadece Almanya’dan çıkabilir.

Zira gelişmelerin Almanya için geldiği nokta tek kelimeyle fecaat. Hem siyaseten hem de iktisaden. Son iki yıldır küçülen ve ekonomik durgunluğa giren Alman ekonomisinin, 2024’ün bundan sonrasında da durgunlukla boğuşmak durumunda kalacağını son olarak Almanya Merkez Bankası’ndan da duyduk. Bundesbank, geçen perşembe günü kamuoyuyla paylaştığı ve Alman ekonomisinin halihazırda resesyonda olabileceğini teyit eden raporunda, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) ikinci çeyrekte % 0,1'lik daralma gösterdiğini kaydetti ve ekonominin üçüncü çeyrekte de küçülebileceğini vurguladı. Bundesbank Başkanı Joachim Nagel, daha önce de ülkedeki endüstriyel faaliyetlerin zayıflamasından ötürü ekonomik güvenin zarar gördüğünü ve bahar aylarında yaşanan küçülmenin bir “alarm zili” olduğunu, hükümetin bir büyüme programı uygulaması gerektiğini söylemişti.

Bloomberg’e göre, son üç ayda da duraklama yaşayan Alman ekonomisi için tablo beklenenden daha derin bir düşüşe işaret ediyor. İktisatçılar, AB'nin bu en büyük ekonomik gücü için öngörülerini negatif yönde revize etmeye başladılar bile.

FrontierView analisti Martin Belchev’e göre, “piyasa 2025'te hafif bir toparlanma görse bile, bunun çoğu döngüsel olacak ve aşağı yönlü riskler akut bir görüntü vermeyi sürdürecek.” En büyük dört Alman otomotiv üreticisinin çift haneli düşüşler kaydettiğini hatırlatan Belchev, otomotiv sektöründeki duraklamanın büyüme üzerindeki aşağı yönlü baskıları daha da artıracağı uyarısını yapıyor.

Evet, Almanya ekonomisinin Alman sanayisinin belli başlı ihracat pazarlarında zayıflayan taleple, kalifiye işgücü eksikliğiyle ve Çin'in artan rekabet gücüyle zorlu bir mücadele verdiği bir gerçek. Ancak tabloyu bu denli kırılgan yapan ve Almanya’nın rekabet gücünü yitirmesindeki en önemli faktör, Ukrayna Savaşı ve yaptırımlar dolayısıyla yaşanan enerji krizinin ülke ekonomisi üzerindeki derin etkileri ve buna bağlı olarak yürütülen sıkı para politikası.

Avro bölgesinin en büyük ekonomisi için bu savaşın bir an önce sonlanması gerektiği açık. 31 milyar dolarlık silah ve mühimmat tedariği ile Ukrayna’nın ABD’den sonraki en büyük silah bağışçısı ülke konumunda olan Almanya’da son zamanlarda nispeten sağduyulu bir eğilimin varlığı seçiliyor. Başbakan Olaf Scholz’ı, Ukrayna'yı uzun menzilli füzelerle donatma ve Rusya içlerinin vurulmasına izin verme konusunda İngiltere ve Fransa'dan farklı bir tutum izlerken görüyoruz. Scholz geçenlerde bir açıklama yaparak, “diğer devletler [silahların kullanımı üzerindeki] bu tür kısıtlamaları kaldırsalar bile, Almanya uzun menzilli silahlarının Ukrayna tarafından Rusya içlerini vurmasına izin vermeyecek,” dedi. “İhtiyat bir erdemdir,” diye düşünen Scholz, “Berlin'in çatışmalara doğrudan katılımı anlamına geleceği için” mayıs ayında da Ukrayna'ya 500 km menzilli Taurus füzeleri vermeyi reddetmişti.

Almanya’nın önceki Şansölyesi sosyal demokrat Gerhard Schroeder savaşın sonlandırılması çabalarının yoğunlaştırılması gerektiği konusunda daha da net. Schroeder, Welt gazetesine geçen günlerde verdiği röportajda, Ukrayna'daki ihtilafın çözümü için Rusya ile müzakereler yapma çağrısında bulunuyor ve Moskova'ya karşı askeri bir zaferin mümkün olduğuna inananlara tarih okumalarını tavsiye ediyordu: “Buna (Rusya'ya karşı zafere) inanan herkese tarih kitaplarına bakmalarını tavsiye ediyorum. Napolyon'dan Hitler'e kadar herkes bu yüzden başarısız oldu.”

Rusya'nın meşru güvenlik çıkarlarının Batı tarafından görmezden gelindiğini ve Ukrayna'daki gerginliğin tırmanma potansiyelinin hafife aldığını vurgulayan Schroeder, “Bu savaş müzakereler yoluyla sona erdirilmek zorunda. Her halükârda, askeri yollarla çözülemez. Uzlaşmaya varmamız gerekecek,” diye düşünüyor.

Evet, hem iktisaden hem siyaseten Almanya’nın (da) barışa ihtiyacı var. Ancak bunu biraz Scholz, çokça da Schroeder istiyor, Almanya Merkez Bankası da bu şartlarda resesyondan çıkış görmüyor diye, hemen barış istikametine ilerleneceğini düşünmek saflık olur. Zira bunun için Berlin yönetiminin bir sonraki federal meclis seçimlerinin gerçekleşeceği 28 Eylül 2025 tarihine kadar barış yönünde çok çok güçlü bir irade ortaya koyması ve diplomatik inisiyatif göstermesi şart. Şu anki “ortadan oynamayı” tercih eden performansıyla da bunu yaparsa sanırım herkes için sürpriz olur.

Bir yıl sonra barışa doğru ilerleme fırsatı açısından işlerin daha da zor olacağını düşünüyorum. Scholz, ABD politikalarını temel referans noktası olarak alıp ateşli bir şekilde savunan biri değildi. Ama hayat onu bir şekilde vassallığa ve biata doğru itiverdi. Bir yıl sonraki genel seçimlerin sonucunda Başbakan seçileceğini tahmin ettiğim Hristiyan Demokratik Partisi Birliği (CDU) lideri Friedrich Merz ise Amerikalılar tarafından Almanya kamuoyunu lobicilik faaliyetleri ile yönlendirmek için kurulmuş Atlantik-Brücke (Atlantik köprüsü) derneğinin başkanlığını da yapmış, yani Atlantikçiliği tescilli bir Amerikancı. Şansölyeliği boyunca Dorothea'daki küçük dairesinde yaşamış eski CDU lideri Angela Merkel gibi tevazu sahibi biri bile değil, dev firmaların hukukçuluğunu yürütmüş, Ukrayna’yı yağma planıyla da bildiğimiz BlackRock’ın Almanya organizasyonunun denetim kurulu başkanlığını yapmış, mülti-milyoner bir “iş adamı.”

Dolayısıyla Beyaz Saray’da ister Kamala Harris ister Donald Trump olsun, Berlin’de 2025’ten itibaren büyük ihtimalle Amerikancılığı kuşku götürmez bir lider şansölye koltuğunda oturuyor olacak. Zira CDU içindeki muhtemel rakipleri liderlik iddialarından onun lehine çekildiklerinden beri Alman halkının önünde öyle fazla bir seçenek kalmış görünmüyor. Son seçim anketlerine göre, muhafazakâr CDU/CSU koalisyonu yüzde 32 civarında bir oya sahip görüntü verirken, “aşırı sağ” olarak değerlendirilen, popülist Almanya için Alternatif (AfD) yüzde 20 bandında seyrediyor. İktidardaki sosyal demokrat SPD yüzde 15 ile üçüncü parti konumuna gerilemişken, dördüncü sırayı yüzde 10’ar destek ile Yeşiller ve BSW partisi paylaşıyor. Bir diğer deyişle, hükümete olan güven kaybı sosyal demokratlarla Yeşiller’in toplam oyunu yüzde 25’e indirip AfD’yi güçlendirse de CDU/CSU sandıktan hükümeti kuracak parti olarak çıkacak gibi görünüyor.

Sol Parti’nin (Die Linke) eski yöneticileri tarafından kurulan “Sahra Wagenknecht İttifakı”nın (Akıl ve Sosyal Adalet -BSW) Partisi) yöneticilerinden, “NATO: A Reckoning with the Atlantic Alliance” kitabının da yazarı Alman parlamenter Sevim Dağdelen’in altını çizdiği gibi, Almanya bir ABD vassal devleti hüviyetine bürünmüş durumda. Maalesef, Mertz’in bundan rahatsız olup silkineceğini düşünen varsa da muhtemelen yanılıyor.

Velhasıl, “barış hemen şimdi!” 

                                                        /././ 

Amazon’da satılan bir kitapla Lübnan’daki saldırının ne ilgisi olabilir? -Eray Özer-

Hamas’a yönelik The Gospel ve Lavender isimli yapay zekâ yazılımlarıyla planlanan saldırılar gibi, Lübnan saldırısı da bu siber saldırı uzmanı generalin sivil zaiyatı kale almaksızın hayata geçirdiği bir diğer “imza operasyonu” olarak geçti tarihe. Ardında on binlerce ölü, yüz binlerce yaralı ve bir kitap bırakarak görevinden ayrıldı general

Gazeteci yazar Hamilton Wende, Lübnan’daki çağrı cihazı saldırılarını şu sözlerle anlatıyor:

“Bu kadar çok insanın bir siber saldırıda tam olarak saldırı anında yaralandığını göz önüne alarak bu saldırının daha önce bir benzerini yaşamadığımızı söyleyebiliriz. Siber saldırı ve askeri müdahalenin bir kombinasyonu olması yaşananları eşsiz değilse de çok sıra dışı hale getiriyor. Üstelik şimdiye kadar sonuca ulaşan saldırıların en büyüğü. Bu açılardan mini bir 9/11 gibi. Bizi nasıl etkileyeceğini bilmek zor.”

Gerçekten de şu ana kadar böyle bir saldırı görmemiştik.

İsrail, gelen bilgiler ışığında anlıyoruz ki Lübnan’da Hizbullah üyelerinin çağrı cihazları ve telsizlerine patlayıcı yerleştirdi ve sonra onları bir tür sinyalle uzaktan patlattı.

Çağrı cihazları ve telsizler -net bir bilgi yoksa da, öyle anlaşılıyor ki- sahteydiler, muhtemelen bizzat İsrail gizli servisi tarafından üretildiler.

Daha sonra bu sahte telsiz ve çağrı cihazları asıl kaynağı kaybettirmek amacıyla birkaç aracı şirket üzerinden (Bulgaristan ve Macaristan’daki şirketleri biliyoruz) el değiştirmek suretiyle orijinal cihazlarmış gibi Lübnan’a ihraç edildiler.

Evet, bu siber dünyada ve sahada gerçekleştirilen ortak bir saldırıydı.

İnsan ve makine birlikte hareket etmiş, teknolojinin imkanlarıyla askeri personelin iş birliği birlikte planlanmıştı.

Gizemli yazardan bir e-kitap: “İnsan-Makine Takımı”

Şimdi burada durayım ve size “İnsan-Makine Takımı” isimli bir kitaptan bahsedeyim.

Şu anda Amazon’dan satın alabileceğiniz bu kitabın ucunun nasıl Lübnan’daki saldırılara çıktığını görünce bakalım siz de benim kadar şaşıracak mısınız?

Kitabın ismi “The Human-Machine Team” yani “İnsan-Makine Takımı”.

Bu bir e-kitap.

Belli ki yazarı tarafından başta Amazon olmak üzere çeşitli e-kitap mecralarında satışa konulmuş.

Dolayısıyla içinde veya kapağında bir yayınevi bilgisi yer almıyor.

Yazarı, kitabını piyasaya sürmesine karşın ismini açıklamak istememiş.

En azından ilk bakışta böyle.

Kitapta imza olarak sadece “Tuğgeneral YS” (Brigadier General YS) ifadesi kullanılmış.

Buradan anlıyoruz ki kitabı yazan bir asker. Eğer gerçeği söylüyorsa tabii...

Kitaba alt başlık olarak şu cümle uygun görülmüş:

“Yapay Zekâ alanında dünyanın önde gelen yöneticilerinden biri, insan ve yapay zekâ arasında dünyamızda devrim yaratacak bir sinerji yaratmanın sırlarını açıklıyor.”

Yapay zekâ tabanlı terörle mücadele projesiyle İsrail Savunma Ödülü'nü kazanan Tuğgeneral

Gizemli yazar, arka kapaktaysa şöyle tarif edilmiş:

“Uzman bir analist, teknoloji direktörü, seçkin bir istihbarat biriminin komutanı ve yapay zekâ tabanlı terörle mücadele projesiyle prestijli İsrail Savunma Ödülü'nü kazanan Tuğgeneral Y.S, İnsan-Makine Ekibi adlı kitabını, insan ve yapay zekâ arasındaki kombinasyonun ulusal güvenlik zorluklarını ve tehditlerini nasıl çözebileceğini, savaşta zaferi nasıl sağlayabileceğini ve insanlık için bir büyüme motoru olabileceğini ele almak için yazdı.”

Dijital versiyonda girişte kitabın yazarıyla iletişime geçmek isteyenler için bir e-posta var: Yossi.human.machine@gmail.com

Yerli dizi taktiği uygulamış olmak pahasına tam şimdi burada bir ara vermek ve yazarı bir kenara bırakıp kitabın içeriğine dair birkaç şey söylemek istiyorum.

Kitap özetle yapay zekanın, yani bilgisayarın geleceğin şekillenmesinde ve özellikle dünyanın “güvenliğinin” sağlanmasında tek başına yeterli olamayacağını anlatıyor.

Yazarın kendi geliştirdiği bazı kavramlar eşliğinde geleceğin insan ve yapay zekanın -özellikle de makine öğrenmesi- ortak üretimi sayesinde şekillenebileceğine vurgu yapılıyor.

Örneğin insan ve makinenin karşılıklı öğrenme süreci -yazar buna sinerjik öğrenme diyor- İbranice “Havruta” kelimesinden yola çıkılarak kavramlaştırılmış.

Kitapta kullanılan örneklerin çoğu askeri alandan veya güvenlik bürokrasisinden seçilmiş.

Dolayısıyla belli ki yazarı kendine “havalı” bir takma ad seçmek için kitabı “Tuğgeneral YS” diye imzalamamış.

Belli ki bu metni kaleme alan kişi sektörde dikkatleri üzerine çekmek için kitap yazmaya karar veren, siber güvenlik meselelerine meraklı bir Silikon Vadisi zıpçıktısından daha fazlası…

General ismini bir çocuğun bile bulacağı kolaylıkta gizlemeyi tercih etmiş

Dönelim e-postamıza.

Kimliğini gizli tutmak isteyen yazarın kitapta paylaştığı e-posta zaten ismini ele vermiş (Yossi) ama İsrail’de yahut dünyanın herhangi bir yerinde ismi Yossi olan binlerce asker olabilir.

Fakat kitabı fark eden Guardian gazetesi e-posta adresinin peşine düşmüş.

Öyle aman aman bir araştırma yapmalarına da gerek olmamış zira e-posta adresinin ait olduğu Google hesabında -artık nasıl bir dikkatsizlikse bu- yazarın adı ve soyadı kayıtlıymış.

Dolayısıyla gizemli yazarı pat diye bulmuşlar:

Yossi Sariel.

Tuğgeneral Yossi Sariel.

Yani 7 Ekim saldırıları sonrası çok tartışılan ve aynı zamanda İsrail’in tüm siber savaş gücünü elinde tutan elit istihbarat birimi Unit 8200’ün en tepe yöneticisi Yossi Sariel.

Bugün 46 yaşında olan ve 19 yaşından bu yana Unit 8200’ün ve istihbarat dünyasının içinde olan bu asker, kitabında paylaştığı e-posta adresini bir çocuğun bile kimliğini kolayca açığa çıkarabileceği şekilde kendi adı ve soyadıyla oluşturmuş.

Kitabın yazarının Yossi Sariel olduğu bu yılın nisan ayında ortaya çıkarılmış.

Unit 8200: Lavender’ın, The Gospel’in ve Lübnan saldırılarının “mucidi”

Peki, Unit 8200’ü nereden hatırlıyoruz?

Size yine burada anlattığım ve İsrail’in yapay zeka verileriyle Hamas üyelerinin yerini tespit ederek bulundukları konumda sivil zayiata bakılmaksızın imha edilmesini sağladığı Lavender ve The Gospel isimli siber savaş yazılımları da Unit 8200’ün ürünleriydi.

Tahmin edeceğiniz üzere Lübnan’daki patlayan çağrı cihazları ve telsizler de bir Unit 8200 operasyonu olarak geçti kayıtlara.

Şeytanın bile aklına gelmeyecek bu operasyonu da baştan aşağı General Yossi Sariel ve ekibi planlamıştı.

Çağrı cihazları ve telsizlere patlayıcıları onlar yerleştirmiş, uzaktan onlar patlatmıştı.

Başka pek çok operasyonda yine Unit 8200’ün izini görüyoruz.

Mesela İran’ın nükleer altyapısını hedefleyen ve tarihe ilk büyük siber savaş saldırısı olarak geçen Stuxnet Operasyonu’nda…

2017’de Lübnan’ın Telekom altyapı şirketi Oregon’a düzenlenen siber saldırıda…

2018’de Avustralya’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne yol alan bir uçağa yönelik IŞİD saldırısının engellenmesinde…

Peki böyle gizli bir istihbarat biriminin en tepesindeki yöneticinin, üstelik 7 Ekim saldırıları sonrası İsrail devleti 7/24 istihbarat toplamak ve Filistin-İran-Lübnan hattına bomba yağdırmakla meşgulken böyle bir kitap yazması / yazacak zaman bulması ve bunu kendi kimliğini açık edecek şekilde yapması size de garip gelmiyor mu?

Guardian’a konuşan İsrailli bir istihbarat yetkilisine göre bu kitabın yazılmasının nedeni Sariel’in yapay zekâ ve siber savaş alanında bir kanaat önderine dönüşmek gibi hırslarının olması.

O yüzden iki eli (kelimenin gerçek anlamıyla) kandayken böyle bir kitabı kaleme alabilmiş Sariel.

Almak istemiş.

Belli ki tutamamış kendini.

Yüksek fikirleri siber güvenlik dünyasında tartışılsın istemiş.

Bu siber savaş dünyasında bir kanaat önderi olarak parlamak istemiş.

Egosuna yenik düşmüş ve bir kitaba imza koyma uğruna çok gizli görevini deşifre etmeyi göze almış.

Saldırılardan bir hafta önce istifa etti, görevden hemen alınmadı

İşin ilginci Yossi Sariel bu ay, Lübnan saldırılarından sadece bir hafta önce Unit 8200’deki görevinden istifa etti.

Görev değişiminin kısa süre içinde gerçekleşeceği açıklansa da kesin tarih verilmedi. (Belki de çağrı cihazı saldırılarının sonlandırılması beklendi.)

Gerekçe 7 Ekim saldırılarından biriminin önceden haberdar olmayı başaramamasıydı.

Tabii o zaman böyle bir istifa için niye bir yıl beklendi diye düşünüyor insan.

Daha önce kendisine yönelik istifa baskılarına direndiği, böyle bir tutumun “korkakça” olacağını söylediği yazılmıştı İsrail basınında.

Ayrıca yaz boyunca yine İsrail basınında yer alan haberlerde saldırıya dair bilgilerin Unit 8200 tarafından raporlanmasına karşın Genelkurmay’a iletilmediği ve yine saldırılara karşı önceden haber verecek bir sistemin bizzat Sariel tarafından reddedildiği iddia edilmişti.

Kim bilir, belki de yazdığı kitap sonunu getirdi tuğgeneralin.

Kitapla deşifre oluşuna, Unit 8200’ün 7 Ekim’de yaptığı hatalara dair raporlar da eklenince köşeye sıkıştı.

Belki de görevden alınacağını öğrendiği anda Lübnan’daki saldırıların kendi sicilinde yer alması için bir an önce düğmeye bastı.

Tıpkı Hamas’a yönelik The Gospel ve Lavender isimli yapay zekâ yazılımlarıyla planlanan saldırılar gibi, Lübnan saldırısı da bu siber saldırı uzmanı generalin sivil zaiyatı kale almaksızın hayata geçirdiği bir diğer “imza operasyonu” olarak geçti tarihe.

Ardında on binlerce ölü, yüz binlerce yaralı ve bir kitap bırakarak görevinden ayrıldı general.

Kitabı ve yaptıklarıyla yapay zekânın teoride ve pratikte nasıl insan yok etmekte kullanılabileceğine dair -muhtemelen- gurur duyduğu kanlı bir gösteri sundu tüm dünyaya.

Sariel’in “İnsan ve Makine Takımı” geçen hafta Lübnan’da yine iş başındaydı.

Makine hesapladı, insan öldürdü.

Tıpkı kitabında öngördüğü gibi…

Savaş tarihinde yeni kanlı bir sayfa daha açıldı.

                                                      /././

Nerede bu Deprem Fonu? -Murat Batı-

Kanun gerekçesinde deprem sonrası yaraları sarmak maksadıyla getirildiği belirtilmekte. Bu, yerinde bir amaç elbette ancak testi kırıldıktan sonra alınacak önlemleri kapsayacak bir düzenleme şeklinde oluşturulmuş. Özellikle deprem olma ihtimali olan bölgelerde yani henüz deprem olmamış ve yıkılmamış binaların olduğu bölgelerde yapılacak düzenlemeleri kapsamamakta. Gerçi şu ana kadar deprem bölgelerine ne kadar yardım ettiği de muamma

21 Mart 2023 tarihli Resmi Gazete’de 7441 sayılı Afet Yeniden İmar Fonunun Kurulması Hakkında Kanun ile Afet Yeniden İmar Fonu aynı gün yürürlüğe girmek üzere kuruldu. Kanun’un 2’nci maddesinde bu Fon’un Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı ve tüzel kişiliği haiz olduğu belirtilmiş.

Ancak Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın internet sitesinde Bağlı Kuruluşlar’a baktığımızda bu Fon’la alakalı herhangi bir link görülmemektedir. Acaba başka yerle mi ilişkilendirilmiş diye Maliye’nin tüm internet sayfasını inceledim ama maalesef bir bilgiye ulaşamadım. Çünkü 22 Kasım 2023 tarihinde Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı ve tüzel kişiliği haiz Aile ve Gençlik Fonu’na ilişkin birçok bilgi Maliye’nin internet sayfasında bulunmakta.

Zira aşağıda detaylı şekilde belirttiğim üzere bu Fon’a aktarılması gereken gelirler var. Hatta bağış da kabul ediyor. Bu gelirlerle alakalı pek bir malumat göremedim. Hatta Fon kurulalı tam bir buçuk yıl (18 ay) olmasına karşın Fon hakkında hiçbir bilgi paylaşılmadı.

Fon’un mali durumu

21 Mart 2023 tarihinde Afet Yeniden İmar Fonu kuruldu. Fon 7441 sayılı Kanunla kuruldu ama hâlâ ne kendisi ne internet sitesi ne de başka bir bilgi var.

2 Şubat 2024’te ise Afet Yeniden İmar Fonunun Yapısı ve İşleyişi Hakkında Yönetmelik yayımlandı. Yönetmelik 7441 sayılı Kanunun biraz daha genişletilmiş halinden oluşmaktadır.

7441 sayılı Kanun ve 2 Şubat tarihli Yönetmelik uyarınca Afet Yeniden İmar Fonu’nun Yönetim Kurulu, Hazine ve Maliye Bakanı başkanlığında; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı, İçişleri Bakanı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı ile Strateji ve Bütçe Başkanından oluşmaktadır.

Fon, yurt içi ve yurt dışı kaynaklı her nevi nakdi bağış, yardım, hibe ve kredileri kabul edebilecek. Ayrıca bu amaçla Bütçeye ödenek de konulacak ve genel bütçeden Fon’a ödenek aktarılacak.

Bu anlamda gerek yurt içinden gerekse de yurt dışından yapılacak her türlü bağışlar kabul edilecek. Afet Yeniden İmar Fonu tarafından kurum ve kuruluşların mevzuatındaki her türlü kısıtlamalardan muaf tutularak yurtiçi ve yurtdışı sermaye ve para piyasalarından sağlanan finansman ve kaynaklardan bağış kabul edecek.

Fon’un kasasında biriken paralar Yönetim Kurulu tarafından onay verilen projelere -aynı Kurul’un onayı ile- aktarılabilecek. Kasadaki paranın kime nasıl harcanacağına Yönetim Kurulu karar verecek.

Afet Yeniden İmar Fonu bağımsız denetim standartlarına uygun olarak denetlenecek. Fon’daki paraların ve kullanımına ilişkin aktarımların tutarları ve nereye aktarıldığı üçer aylık dönemler itibarıyla kamuoyuyla paylaşılacak.

Afet Yeniden İmar Fonu kurumlar vergisinden muaf olacak yani Fon, kurumlar vergisi ödemeyecek. Yapılan işlemlerden stopaj da yapılmayacak.

Fon’un faaliyetleri dolayısıyla yapılan işlemler ve düzenlenen kağıtlar damga vergisi ve harçlardan istisna edilecek.

Ayrıca Fon’a yapılan bağış ve yardımlar veraset ve intikal vergisinden, Fon’un faaliyetleri ile ilgili işlemler banka ve sigorta muameleleri vergisinden (BSMV), kaynak kullanımını destekleme fonuna (KKDF) yapılacak kesintilerden istisna edilmiştir.

Fon’a yapılan bağışlar tıpkı Kızılay’a yapılmış bağış gibi nakdi bağışın tamamı bağış yapan gelir ve kurumlar vergisi tarafından indirim konusu yapılabilecek. Yani yüzde 5’lik indirim sınırına takılmayacaklar.

Fon’un işleyişi

Fon’un kuruluş amacı Kanun’un birinci maddesinde belirtilmiş. Kanun gerekçesinde de deprem sonrası yaraları sarmak maksadıyla getirildiği belirtilmektedir. Bu, yerinde bir amaç elbette ancak testi kırıldıktan sonra alınacak önlemleri kapsayacak bir düzenleme şeklinde oluşturulmuş. Özellikle deprem olma ihtimali olan bölgelerde yani henüz deprem olmamış ve yıkılmamış binaların olduğu bölgelerde yapılacak düzenlemeleri kapsamamaktadır. Gerçi şu ana kadar deprem bölgelerine ne kadar yardım ettiği de muamma.

Fon’un gelirleri ve faaliyet konularına ilişkin yapacakları işlemler kurumlar vergisi, gelir vergisi, BSMV, KKDF, harçlar, damga ile veraset ve intikal vergisi kapsamı dışında (muafiyet-istisna) tutulmuştur. Ancak Fon, depremin yarattığı tahribatı sarmak üzere satın alacağı ürünler dolayısıyla KDV ve/veya ÖTV ödeyecek. Yani KDV ve ÖTV istisnası/muafiyeti getirilmemiştir.

Kanun’un 6’ncı maddesi ile Fon’un bağımsız denetim standartlarına uygun olarak denetleneceğine hükmedilmiş. Ancak kimin ve nasıl denetleyeceğine ilişkin açıklama bulunmamaktadır.

Kanun’un 6’ncı maddesinin 2’nci fıkrasında ise fon kaynakları ve aktarımlarına ilişkin mali veriler en geç üçer aylık dönemler itibarıyla kamuoyuyla paylaşılacağı belirtilmiş.

                                                        /././

Elon Musk, Ramazan Kadirov'un CyberTruck'ını kapattı mı? -Füsun Sarp Nebil-

Elektrikli araçlar uzaktan kapatılabilir mi?

Elon Musk, 17 yıldır bölgeyi yöneten ve Putin ile yakınlığı bilinen Çeçenistan lideri Ramazan Kadirov'un elindeki bir siber kamyonu devre dışı bırakmakla suçlanıyor. Bu olay, Kadirov, Telegram hesabından yaptığı paylaşımla ortaya çıktı. Şöyle dedi :

"Elon Musk çirkin bir şey yaptı. Yürekten pahalı hediyeler veriyor ve sonra onları uzaktan kapatıyor. Muhtemelenhediyesini hatırlıyorsunuzdur; makineli tüfekle donattığımız ve Kuzey Askeri Bölge'ye gönderdiğimiz Cybertruck. Musk yakın zamanda siber kamyonu uzaktan devre dışı bıraktı. Bu erkeksi bir davranış değil. Demir atı çekmek zorunda kaldım. Nasıl yani Elon? Bu böyle mi yapılır?

Kadirov'un diğer mesajında başka 2 Cybertruck'ın kapatılmadığına dair bir video sunuyor ve şöyle diyor:

"SVO bölgesine iki Cybertruck daha gönderildi. Batı teknolojisi, kendi Batı Ukrayna kuvvetlerine karşı kendisine verilen görevlerle iyi başa çıkıyor. Hareketlilik, rahatlık, manevra kabiliyeti - elektrikli bir otomobilin bu nitelikleri burada büyük talep görüyor. Uzaktan kapatma onları etkilemedi. Makineler normal ve hatasız çalışmaktadır.

Cybertruck için daha iyi bir reklam düşünemezsiniz. Kullanımlarının ne olması gerektiğini zaten biliyoruz."

Bu mesajlara karşılık henüz Tesla'dan ya da Elon Musk'dan cevap gelmedi. Saat farkı nedeniyle de olabilir. Ama ilk etapta olay bir "yazılım güncellemesi ile ilgili olabilir mi?” düşüncesini akla getiriyor. Özellikle de diğer 2 Cybertruck'ın kapatılmadığını düşünülürse.

Zaten Tesla firmasının bir şekilde bir aracı devre dışı bırakıyorsa, bu, pahalı Tesla Cybertruck için kötü bir reklam olur. Satışları düşürebilir.

Kadirov'un Musk'a teşekkürü Kamyon’un teknolojisi için mi, hediye ettiği için mi?

Olayın gerisine de bakalım. Kadirov, Telegram üzerinden 17 Ağustos'ta verdiği mesajda Musk'tan bir Cybertruck hediye aldığını duyurmuş ve onu cepheye göndereceğini söylemişti. Musk ise hediye verdiğini "Şaka mısınız siz, bir Rus generaline Cybertruck hediye edeceğimi mi düşündünüz" sözleriyle yalanlamıştı.

Gerçi, Kadirov'un ilk mesajında hediye olduğuna dair bir ifade yok. Şöyle diyordu 17 Ağustos'ta: "Saygın Elon Musk'tan bir Tesla Cybertruck'ını aldık. Yeni teknolojiyi test etmekten memnuniyet duydum ve kişisel olarak buna "Siber Canavar" denmesinin tesadüf olmadığına ikna oldum. Gerçekten yenilmez ve hızlı bir hayvan. Mükemmel hız geliştiren ve engelleri aşan, manevra kabiliyeti yüksek bir araba. Çok konforlu bir araba. Bu kadar mükemmel özelliklere sahip siber kamyon, uygun koşullar altında talep göreceği Kuzeydoğu Askeri Bölge'ye yakında gönderilecek. Bu “canavarın” askerlerimize pek çok fayda sağlayacağından eminim.

Elon Musk'a en içten şükranlarımı sunuyorum! Bu elbette çağımızın en güçlü dehası ve uzmanıdır.  Harika adam! Siber kamyonun güçlü bir proje olduğu ortaya çıktı. Şüphesiz dünyanın en iyi arabalarından biri! Bu arabaya kelimenin tam anlamıyla aşık oldum.

Elon, teşekkür ederim! Grozni'ye gelin, sizi en değerli konuğum olarak kabul edeceğim! Rusya Dışişleri Bakanlığımızın böyle bir geziye karşı çıkacağını düşünmüyorum. Ve elbette SVO'nun tamamlanmasına katkı sağlayacak yeni gelişmelerinizi de bekliyoruz."

Bu mesaja bakıldığında, daha ziyade Cybertruck'a hayranlığını ve onu geliştirdiği için Musk'a teşekkürlerini sunmuş gibi anlaşılıyor. Gerçi "devre dışı bırakıldığı"na dair yeni mesajında açıkça "hediye etti" diyor. Ama bu da Ukrayna'ya karşı bir strateji olabilir.

Çünkü Kadirov, Vladimir Putin ve Rus güçlerini destekliyor ve hatta Rus ordusunun çeşitli kritik bölgeleri ilhak etme çabalarına yardımcı olmak için isyancı güçlerini Ukrayna bölgelerinde konuşlandırıyor.

Ama bir yandan da Musk'ın çok sevdiği (ama bizim hala tasarımına alışamadığımız) CyberTruck'ın tepesine bir silah yerleştirilmesi fikrinden hoşlanmadığı ve bu nedenle gerçekten 'uzaktan devre dışı bırakma' konusunda hareket etmiş olabileceği belirtiliyor. Özellikle ABD'de birçok kişi böyle düşünüyor.

Ama not edelim; dünyanın en zengin adamı Musk'ın epeyce düşmanı olduğu ve kendisi de çok dengeli bir görünüm çizmediği için hakkında zaman zaman söylentiler çıkarılıyor. Daha önce de, Starlink antenleri Rusya'ya sattığı söylentileri çıkmıştı. Buna karşılık, Rus birliklerinin ele geçirilen alanlardaki Starlink terminallerini geçirmiş olabileceği ya da başkalarına satın aldırtmış olabilecekleri kaydedilmişti.

Elektrikli araçlar uzaktan kapatılabilir mi?

Elektrikli (daha doğrusu bağlantılı) araçların uzaktan kapatılması konusu uzun zamandır tartışılıyor. 2014 tarihli habere göre, İngiliz Polisi bu tür bir teknolojinin peşinde koşmuş.

Elektronik konsollara ve dijital anahtarlıklara sahip içten yanmalı motorlu araçlar bile hacklenmeye açıktır. Elektrikli araçlar sürüşün birçok yönüyle ilgilenen karmaşık bir sistem yazılımına sahiptir. Herhangi bir nedenle bilgisayar korsanları sistemin güvenlik kodlarına erişirse, kişisel bilgilerinize erişebilir ve bazı işlevleri uzaktan kontrol edebilirler. İyi haber şu ki karmaşık güvenlik duvarı sistemleri aracın tamamen ele geçirilmesini önleyecektir. Ama tabii ki üretici de güvenlik kodları bulunuyor.

Aracın hacklenmesi, sürücü yardımı veya bilgi-eğlence sistemi gibi işlevleri etkileyebilir. Araba bilgisayarınızda şifreler veya bankacılık bilgileri varsa, bu da hacklenmeye karşı hassastır.

Tesla'nın otonom otopilot özelliği İsrail'deki Ben Gurion Üniversitesi araştırmacıları tarafından test edildi. Aracın yönünü değiştirmesine neden olan drone ile yansıtılmış yol işareti görüntülerini göstererek Tesla'nın Otopilot modunu kandırmayı başardılar. Araştırmacılar bulgularını Tesla'ya ve test ettikleri diğer otopilot sistemlerinin üreticilerine bildirdiler.

Bir başka olayda, 16 yaşındaki bir Alman bilgi teknolojisi güvenlik uzmanı, sahiplerinin bilgisi olmadan 25 Tesla aracını hackledi. Uzaktan kapı ve pencerelerin kilidini açabildi, araç stereosunu ayarlayabildi, araç farlarını yakıp söndürebildi ve hatta Tesla'ların motorlarını çalıştırabildi.

Bu yıl başında, sadece otomotiv sektörüne odaklanan Tokyo Pwn2Own hack etkinliğinde Hacker'lar, 1 milyon dolardan fazla ödüllü yarışmada Tesla otomobiller, Team Synacktiv hacker ekibi tarafından iki kez başarılı bir şekilde hacklendi. Team Synacktiv 450.000 dolar kazandı. Daha fazlasını da şuradan okuyabilirsiniz.

Musk tarafından Cybertruck kapatılırdı mı?

Özetle bu durum şöyle analiz edilebilir.

* Bağlantılı araçlar hacklenebilir, uzaktan kapatılabilir de. Ancak Elon Musk’ın ya da Tesla’nın bunu yapması, kendileri için hukuk, ve ticari başka sorunlara yol açar.

* Elon Musk, gerçekten Cybertruck'ın Ukrayna işgali ile ilişkili görünmesinden rahatsız olarak uzaktan kamyonu kapatmış (güvenlik anahtarları elinde) ya da hackletmiş olabilir.

*Başka birileri kamyonu hacklemiş olabilir. Mesela yeteneklerini hiç de azımsayamayacağımız Ukraynalı hackerlar.

* Kamyon Musk ya da Tesla tarafından kapatılmamış ama yazılımı güncellenmediği için sıkıntı yaşıyor olabilir.

Sonuçlar ne olur?

* Eğer Tesla ya da Musk kamyonun sistemini kapatmışsa, bu aracı alacaklar açısından bir soru işareti olur. Özellikle Amerika dışı alıcılar istemez.

* Kapatılmamış ama hacklenmişse, yine aynı durum söz konusu.

* Ama kesin olan şey şu; bu olay doğru olsa da, olmasa da, Tesla kamyonlar kadar tüm elektrikli (daha doğrusu bağlantılı) araçlar için büyük şüphe yaratacak. Bu araçların hacklendiğini (yukarıdaki en eski haberlerden de göreceğiniz üzere) çok uzun zamandır biliyoruz ama "Tesla ve Kadirov" şeklindeki bu haber çok daha fazla yayılacaktır. Çünkü somut bir olay karşısındayız. 

Ramazan Kadirov kimdir?

Son olarak şunu da ekleyelim; Elon Musk'ın Çeçen isyancıları desteklediğine dair doğrulanmış bir bilgi yok.  Ancak özellikle Ramazan Kadirov olmak üzere birkaç Çeçen lidere yakın olabileceğine dair söylentiler bulunuyor.

Ramazan Ahmetoviç Kadirov, Rusya Federasyonu'na bağlı Çeçenistan'ın üçüncü devlet başkanı. Kadirov, Birinci Çeçen Savaşı sırasında Ruslara karşı savaştı. Buna karşılık İkinci Çeçen Savaşı sırasında taraf değiştirerek Rusya'ya bağlılığını bildirdi.Babası  Çeçen radikal cihatçılar tarafından düzenlenen bombalı bir suikast sonucu öldüğünde, henüz yaşı yasal sınır olan 30'u doldurmadığı için Başkanlığı Alu Alhanov üstlendi. Kadirov ise 2011 yılında 30'una bastıktan sonra devlet başkanlığı devraldı. 

Kadirov'un Çeçenistan'ı baskı ve despotizm ile yönettiğine dair iddialar mevcut. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali sırasında Kadirov'un Kiev dışındaki Rus operasyonlarında yer aldığı bildirildi. 30 bin kişilik şahsi ordusu olduğu iddia edilir.

Kadirov evli ve sekiz çocuk babasıdır.

                                                           /././

Hizbullah’ın patlayan çağrı cihazları ve telsizler, sahte üretim mi? -Füsun Sarp Nebil-

Icom, sahte ürünlere karşı koruma sağlayan holografik etiketleri 10 yıl önce kullanmaya başlamış ama o dönemde, IC-V82 modelinin üretiminin bitmiş olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bu ürünün sahte olup olmadığını tespit edemiyor

Dünya günlerdir Hizbullah'ın telsiz ve çağrı cihazlarının içine patlayıcıların nasıl ve ne zaman konulduğuna kafa yoruyor ama anlaşılması zor. Çünkü konu Çin’e uzanıyor ve "Kopya Ün" üreten sahte üreticilerden bahsediliyor. Özellikle 2. saldırı dalgasında, Hizbullah mensuplarının ellerinde patlayan IC-V82 model Icom markalı telsizlerin sahte olma olasılığı var.

Reuters bu konuda detaylı bir haber yayınladı. Haberde görüşülen firmalar ve uzmanlar, Asya pazarındaki küçük teknoloji firmalarının, kendi ürünlerinin sahtelerini yapanları takip edemediklerini ortaya koyuyor. Bu yüzden de Hizbullah patlamalarının tedarik zincirini analiz etmek zorlaşıyor.

Sadece, patlayıcıların Lübnan’da cihazlara konulmadığı anlaşıldı. Lübnan’ın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği'nin BM Güvenlik Konseyi'ne yazdığı mektupta, Lübnan makamlarının cihazlara yönelik yaptığı ön incelemede patlayıcıların ülkeye gelmeden önce yerleştirildiği tespit edildiği belirtildi.

Çağrı cihazları konusunda, Macaristan, Bulgaristan ve Norveç'te izler aranıyor

Çağrı cihazlarını üreten Tayvan merkezli Gold Apollo, patlayan cihazlar için Macaristan merkezli lisans sahibini işaret ederken, konu o kadar basit de gözükmüyor. Adları bu tedarik zincirine karışan MacaristanBulgaristan ve Norveç'te şimdiden ölümcül cihazın kökenlerine ilişkin soruşturmalar başlatılmış durumda.

Tayvan Ekonomi Bakanı Kuo Jyh-huei ise, Lübnan'da patlayan çağrı cihazlarında kullanılan parçaların Tayvan'da üretilmediğini söyledi.

Sahte ürünlerin özellikle Çin gibi büyük üretim merkezlerinde yaygın olduğunu, buralarda sahte parçaların kolaylıkla üretilebildiğini ve bir radyoya biraz patlayıcı yerleştirmenin o kadar da zor olmadığı kaydediliyor.

ICOM, telsizin sahte olup olmadığını söyleyemiyor

Hizbullah tarafından, çağrı cihazlarıyla aynı zamanlarda satın alındığı belirtilen ve 2. saldırı dalgasında patlayan telsizlerde, Osaka merkezli Icom şirketinin adı ve "Made in Japan" ifadesinin yer aldığı etiketler bulunmuştu. Ancak Icom şirketi, adını taşıyan bu telsizlerin gerçek olup olmadığını belirleyemeyeceğini çünkü markasının sahtelerinin pazarda bulunabildiğini söyledi.

Icom, sahte ürünlere karşı koruma sağlayan holografik etiketleri 10 yıl önce kullanmaya başlamış ama o dönemde, IC-V82 modelinin üretiminin bitmiş olduğunu söylüyor. Dolayısıyla bu ürünün sahte olup olmadığını tespit edemiyor.

Diğer yandan şirket, özellikle eski modellerinin taklit ürünlerine karşı uzun zamandır uyarıda bulunuyor ve müşterilerinin orijinal ürün satın aldıklarından emin olmaları için yalnızca resmi dağıtım ağını kullanmaları gerektiğini söylüyordu.

Japonya Patent Ofisi'nin son raporuna göre, Japonya'daki firmaların yüzde 7'sinden fazlası 2020 yılında sahte ürünlerden dolayı iş kaybı yaşamış ve vakaların yaklaşık üçte biri Çin ile bağlantılı.

Reuters'ın kontrollerine göre Çin'de Alibaba.com, Taobao, JD.com ve Pinduoduo gibi e-ticaret platformlarında onlarca mağazada Icom markalı telsizler satılıyor ve bunların arasında IC-V82 modeli de yer alıyor.

Alibaba.com'daki Icom ürünlerinin Çin merkezli üç satıcısının Icom'un web sitesinde resmi tedarikçi olarak gözükmediğini tespit eden Reuters'un araştırmasına göre, bu 3 şirketten, Guangzhou Minxing Communications Equipment Co ve Chengdu Bingxin Technology Co Ltd orijinal ürünler sattıklarını söylerken, Quanzhou Yitian Trading Co, orijinal ürünlerin yanı sıra "Çin yapımı taklitler" de sattıklarını kabul etmiş.

Elektroniklerin üretiminde Uzakdoğu'nun yeri

Bu noktada elektronik konusunda tedarik zincirinin neden Uzakdoğu üzerinden çalıştığına da bakalım.

1980'larde ABD'de yükselen bir eğilim olarak "Offshore Outsourcing" çıktı. Küreselleşmenin getirdiği bir eğilim olarak, tasarımın batıda, üretimin -işçiliğin çok daha ucuz olduğu- Doğu’da yaptırılması hızla benimsenmeye başladı. Öyle ki; 1975 yılında Çin'de kişi başına düşen yıllık ortalama işgücü, Batı Avrupa'nın yalnızca yüzde 5'i kadardı. Bu aynı zamanda batılı ülkeler için "çevre kaygıları" gibi konularda regülasyondan kaçabilmek anlamına geliyordu. 

Zamanla, Çin'de büyük üretim tesisleri kümeleri oluşmaya başladı ve sonunda birçok ürün için sıkı sıkıya örülmüş bir ekosistem oluştu; Örnek: Apple iPhone. Dolayısıyla batıdaki ülkeler kendi fabrikalarını kapattı. Bunun yerine, günümüzde Çin'de ona da buna da üretim yapan büyük devler ve yanında yan parça üretimi ya da kendine üretim yapan küçük firmalar mevcut. Bütün bu dev üretim süreci doğal olarak, çok sayıda taklit yapan atölyeye de evrilmiş. 

Asya'dan gelen ürünler konusunda, uzmanlar yüksek marjlı ve yeni ürünlerin tedarik zincirlerinin daha sıkı bir şekilde yönetildiğini ama eski model elektronik ürünler için sahtecilik, envanter / üretim fazlalığı ve karmaşık sözleşmeli üretim anlaşmalarının bazen bir ürünün kaynağını belirlemeyi imkansız hale getirebileceğini söylüyor.

Özetle Hizbullah'a yapılan saldırıdaki çağrı cihazlarının ve telsizlerin içine patlayıcıların, nasıl veya ne zaman konulduğu halen bilinmiyor.

                                                                /././

Muhalefetin halka anlatacak yeni bir hikâyesi var mı? -Mustafa Durmuş-

Yeni bir hikâyemiz yoksa eskisini etkisiz kılamayız. Bu hikâyenin ana teması ise, “Yaşadıklarımız kaderimiz değildir, yeni bir dünya yaratmak ve buna uygun yeni bir toplum inşa etmek mümkün ve gereklidir” olmalıdır.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında ekonomisiyle, ekolojisiyle, insanıyla, toplumuyla topyekûn bir çürümüşlük ve çöküş yaşıyoruz. Kapitalizmin sistemi krizlerine ilave olarak, yaklaşık 22 yıldır iktidarda olan neo liberal siyasal İslamcı iktidar bu toplumsal çöküşten birinci dereceden sorumludur.

AKP efsanesi çöktü!

Öncelikle, emek ve doğa sömürüsü sistematik bir biçimde sürüyor ve gelir bölüşümü adaletsizliği tarihte görülmemiş ölçüde arttı. İşçi sınıfı başta olmak üzere, emekçi sınıf ve katmanların, halkın yoksulluğu derinleşiyor, yüksek enflasyon sürerken, işsizlik, özellikle de kadın ve genç işsizliği artıyor. Neredeyse her üç gençten biri ne istihdamda ne de eğitimde bulunuyor. Çocuklarsa, esnek çalışma ve MESEM gibi uygulamalarla bu yüzyılın modern kölelerine dönüştürülüyorlar. Tüm bunların sonucunda toplumun büyük çoğunluğunun yaşam kalitesi giderek daha da kötüleşiyor.  

İkinci olarak, toplumsal cinsiyet eşitsizliği büyüyor. İş cinayetlerine ilave olarak kadın cinayetleri de artıyor. Eve kapatılan, ev içi üretimlerinin karşılığı ödenmeyen, aşağılanan, şiddete, cinayetlere, ayrımcılığa, tacizlere ve istismara uğrayan kadınlar aynı zamanda istihdam ve sosyal yaşamın dışına itiliyorlar.

Üçüncü olarak, farklı kimlikler, etnisiteler, inançlar üzerindeki devlet ve egemen kültürün baskısı daha da arttı. Bu kimlikler iktidarlarca birbirlerine  karşı olarak da kullanılıyorlar. Laiklikse yerle bir edildi.

Dördüncü olarak, siyasal İslamcılık, milliyetçilik ve militarizm arttı ve bölgesel savaşlar yoğunlaştı. Bununla birlikte görülmemiş ölçüde bir mülteci, sığınmacı sorunu ve bunun da körüklediği ırkçılık artışı yaşanıyor.

Son olarak, küresel çapta olmak üzere, kapitalizmin burjuva demokrasisi ile evliliğini bitirdiği görülüyor. Gelişmiş ülkelerde dahi despotik, otoriter, pro-faşist yönetimler işbaşına geliyorlar. Bunun sonucunda demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırılıyor ya da iyice sınırlandırılıyor. Bu durum özellikle de bizim gibi burjuva demokrasisinin bir zamanlar sadece kırıntılarının olduğu ülkelerde işçiler ve emekçi halklar için çok büyük bir tehlike arz ediyor.  

AKP’nin hikâyesi: 3Y

Oysa AKP iktidar olduğunda 3Y olarak özetlenen bir hikâyeye sahipti. Bu hikâye basit ve sade bir hikâye idi: Yoksullukla, yasaklarla ve yolsuzlukla mücadele!

Daha önceki iktidarlardan çok çekmiş olan halk tarafından bu hikâye kolayca benimsendi ve diğer başka faktörlerin de katkısıyla AKP tek başına iktidar oldu. Hatta liberal solun bir kısmı dahi bu beklentilerle bugünkü rejimin önünü açan anayasa değişikliklerine onay verdi.

Ancak geçen bu 22 yılda bu hikâye tamamen tersine sonuçlar üretti: Ülkede yoksulluk yerini derin yoksulluğa bırakırken,  hukuk devleti despotik bir otoriter rejimle yer değiştirdi ve ülkenin her yanında cerahat gibi patlayan yolsuzluklar bir norma dönüştü.

Teşhir yeterli değil, direnç ve örgütlü mücadele gerekiyor!

Kısaca AKP efsanesi çöktü. Kuşkusuz tüm bu kötü gidişi, toplumsal çöküş ve parçalanmayı, çürümeyi ve bunun sorumlusu siyasal yapılanmaları, iktidarları olduğu kadar, bu kötülüklerin içinde yeşerdiği kapitalist-emperyalist sistemi de teşhir etmek gerekiyor. Ancak tek başına teşhir etmek de yeterli değil. Düzene karşı bilinçli bir mücadeleyi ve direnişi de örgütlemek gerekiyor. Yani teşhir ve mücadele eşanlı olmak zorunda: Ne tek başına teşhir etmek yeterli ne de yeterli bir teşhir olmadan mücadeleye girişmek.

Yeni bir hikâyemiz olmalı

Eğer sözünü ettiğimiz toplumsal çöküş ve çürümenin insanlığını sonunu getirecek olan yeni savaşlarla ve barbarlıkla sonuçlanmasını istemiyorsak, bu düzenin yerine neyi koymak istediğimizi, insanlığı ve doğayı yok olmaktan kurtaracak hangi politikaları hayata geçirmemiz gerektiğini içeren yeni bir hikâyeye ihtiyacımız olduğu çok açıktır.

Marx’ın “Bir sorun ortaya çıktığında, çözümü de hali hazırda kendini var etmeye başlamıştır” biçimindeki insanlığın çözümsüz olmadığını vurgulayan ünlü sözünü hatırlamanın tam da zamanıdır.

Ya da “günün eskinin ölmekte olduğu ama yeninin de henüz doğamadığı bir gün olduğunun ve bunun insanlık için çok büyük tehlikeler de içerdiğinin bilincinde olarak”, bu çöküşü, bu düzeni değiştirmek için elimize geçen önemli bir fırsat olarak da görebiliriz.

Yani “artık bizim zamanımızın geldiği”ne inanmalıyız. Mevcut kötücül düzenin çöküşünden adil ve eşitlikçi bir toplumun inşa edilebilmesi ise ancak anlatabileceğimiz gerçekçi bir hikâyenin varlığıyla mümkündür.

Özetle, yeni bir hikâyemiz yoksa eskisini etkisiz kılamayız. Eskisi ne kadar kötü olursa olsun, onu ne denli teşhir edersek edelim, yerine yenisini koymadan onu yenemeyiz. Meydan okuma sadece ve sadece mevcut “kötünün” yerine yeni “iyiyi” koyduğumuzda gerçekleşebilir.

Basit bir hikâye

Yeni hikâyemiz son derece sade ve basit bir hikâye olmalıdır. Bu hikâyenin ana teması ise, “Yaşadıklarımız kaderimiz değildir, yeni bir dünya yaratmak ve buna uygun yeni bir toplum inşa etmek mümkün ve gereklidir” olmalıdır. Yani sınıfsız, sınırsız, engelsiz, sömürüsüz, ezen ve ezilenlerin olmadığı, eşitlikçi ve doğanın haklarının korunduğu bir toplum inşa etmeyi hedeflemeliyiz.

Bu temanın temel değerleri ya da ilkeleri, emekten yana, doğa dostu, kadını güçlendirici ve özgürleştirici, farklı kimlikler, etnisiteler ve inanç gruplarının haklarına ve özgürlüklerine saygılı, barıştan yana ve çoğulcu-katılımcı-yerinden demokratik olma ilkeleri olabilir.

Ülkede izlenecek ekonomik ve sosyal kalkınma ve gelişme stratejileri de bu temaya ve değer ve ilkelere uygun olarak tasarlanmalıdır. Yani “nasıl bir toplum ve dünya istiyorsak ona uygun bir gelişim stratejisi kurgulanmalıdır”.

Anlaşılır ve pozitif dil gerekiyor

Bu hikâyenin başta emekçiler olmak üzere toplumun tüm kesimleriyle buluşturulabilmesi ise bu hikâyenin dilinin kolay anlaşılır, pozitif ve esin verici, cesaretlendirici, umutlandırıcı olmasıyla mümkündür. Hikâye kısa ve öz ve tekrarlanabilir olmalı, akılda kolayca tutulabilmeli ve içsel tutarlılığa sahip olmalıdır. Bu, toplumun en başta tüm ezilenlerini içeren bir hikâye olmalı ve başından sona kadar gelişmeyi, ilerlemeyi, kurtuluşu anlatmalıdır.

Bugünü tanımlayan ve geleceğe yön veren hikâyelerimiz yoksa umut da yoktur. Kaçınılmaz olarak, politik yenilgimiz hayal etme, yeni hikâye yaratma konusundaki başarısızlığımızdan kaynaklanır. Çünkü teorik olarak ne denli güçlü ya da bilimsel olursa olsun, insanlar eğer bu söylenenin arkasında iyi bir hikâye varsa ve bu hikâye yeterince sıklıkla anlatılıyorsa ona inanmayı sürdürürler. Bilimsel verilerle ve gerçeklerle yalanları her zaman etkisiz kılmak mümkün değildir. Hatta insanlar anlamsız bir biçimde daha da kemikleşmiş olarak iktidar sahiplerinin anlattıkları hikâyelere inanmayı sürdürebilirler. Önyargıların çok zor terk edildiği unutulmamalıdır.

Mikro alanlarda bu hikâyeler her yanlış hikâyenin karşısına doğrusunu koymakla yazılabilir. Örneğin, “yerli ve milli otomobil” projesi söylemine sadece gerçek anlamda yerli ve milli olmadığı için karşı çıkmak, bunu teşhir etmek bu projeye verilen desteği ortadan kaldırmaz, hatta sorgulamaktan uzak kitlelerin buna daha fazla sahip çıkmasıyla sonuçlanabilir.

Buna karşı bizim doğa ile uyumlu, istihdam yaratan, eşitsizlikleri azaltan, insanlara boş zaman bırakan, tamamıyla ücretsiz, demir yolları ulaştırması ve hafif raylı sistemler gibi kamusal toplu ulaştırma sistemleri kurmayı esas alan bir hikâyemiz olmalı ve bu hikâyeyi bıkıp usanmadan anlatmalıyız.

Özcesi pozitif ve gerçekçi öneriler içeren yeni bir hikâyemiz olmalıdır. Bu karşıtlık biçiminde ya da reaktif (tepkisel) olmamalıdır. Eğer böyle bir hikâyemiz yoksa hiçbir şey değişmez. Makro düzeyde “yeni bir yaşamı ve bunun ekonomisini ve siyasetini” anlatan yeni bir hikâye değişim ve dönüşümün başlangıç adımı olabilir.

Önce eleştirel düşünceye sahip olmak gerekiyor

Diğer yandan böyle bir hikâye anlatısı eleştirel düşünceyi gerekli kılar (eleştirel terimi Yunanca “kritikos” kelimesinden gelir ve yargılamak ya da ayırt etmek anlamına gelir). Eleştirel düşünme, okuduğumuz, duyduğumuz, söylediğimiz veya yazdığımız şeyleri sorguladığımız, analiz ettiğimiz, yorumladığımız, değerlendirdiğimiz ve bunlar hakkında bir yargıya vardığımız bir düşünme türüdür. İyi bir eleştirel düşünme güvenilir bilgilere dayanarak güvenilir yargılarda bulunmakla ilgilidir.

Düşünme amacımızı ve bağlamını netleştirmemiz, ardından bilgi kaynaklarınızı sorgulamamız ve sonra argümanları belirlememiz, daha sonra da bu argümanlar için kaynakları analiz etmemiz gerekir. Daha sonra, alternatif olabilecek argümanları değerlendirip son olarak da, sunulan tüm görüşlere dayanarak kendi argümanımızı oluşturmamız gerekir.

CHP’nin anlatacak gerçekçi bir hikâyesi var mı?

Yaşam, siyasi yaşam da dâhil olmak üzere, sınıfı, kimliği, inançları ve arzuları tanımlayan bir hikâye anlatımı etrafında döner. Bir bütün olarak muhalefet partileri şu anda anlatı eksikliği yaşıyorlar ve bu da onları yönsüz ve kaotik bir hale getiriyor.

Örneğin ana muhalefet partisi CHP ülkede devasa bir gelir ve servet eşitsizliği ve yoksulluk söz konusu iken, büyük servetlerin adil bir şekilde vergilendirilmesi aracılığıyla yeniden bölüştürücü politikaları gündeme getirmediği gibi, sosyal adalete yönelik taahhütlerini de net olarak ifade edemiyor.

Tutarlı bir alternatif hikâyeye sahip olmayan CHP, bugün birinci parti konumuna yükselmiş olmasına rağmen, emek ve sermaye çelişkisi konusunda takınacağı tutum konusunda yaşadığı kafa karışıklığı nedeniyle, bırakın erken seçimi zorlamayı, çelişkili söylemleriyle 2028’de yapılacak olan seçimlerde iktidar olabilme imkânını da giderek zayıflatıyor. Yeterince yıpratıcı muhalefet yapmadığı için, iktidarın dış finansmanla ilgili olarak ortaya çıkması muhtemel imkanlarla, iktidara bu süre içinde yabancı kaynak temin ederek enflasyonu düşürme ve ekonomiyi toparlama ve böylece seçmen kitlesini konsolide etme şansı tanıyor.

Tutarlı bir sol-sosyal demokrat ideolojiden de yoksun olduğundan, kendisini temsil siyasetinin bürokratik mekanizmalarından ve kişisel hırsların dağıtıcı etkilerinden kurtaramıyor. Halkın önüne somut ekonomik, sosyal ve siyasal hedefler koyamıyor, bu hedefleri içeren hikâyeler anlatamıyor. Oysa siyasi yaşam da dâhil olmak üzere tüm yaşam, kim olduğumuz, ne olduğumuz, ne düşündüğümüz ve ne umduğumuz hakkında hikâyeler anlatma becerimize bağlıdır.

Görebildiğimiz kadarıyla bir bütün olarak muhalefetin ama daha da önemlisi ana muhalefetin ne olduğu, neye inandığı ve ne için var olduğu konusunda anlatacak tutarlı bir hikâyesi ya da hikâyeleri mevcut değil.

DEM Parti “Üçüncü Yol” un hikâyesini anlatabildi mi?

Muhalefetin önemli bir parçası konumundaki ve kurulduğu zamandan bu yana demokrasi, eşit yurttaşlık, barış, toplumsal cinsiyet eşitliği, halkların kardeşliği ekoloji ve barış gibi çok önemli talepleri dillendiren ve programına alan ve bunlar için mücadele eden DEM Parti ise, son seçimlerden bu yana Kuzey Irak ve Suriye’deki devam etmekte olan operasyonların da etkisi altında “Türkiyelileşme” projesini ikincil plana itmiş gibi görünüyor.

Emek, işçi sınıfının durumu, yoksulluk ve sınıf mücadelesi gibi, aslında bu döneme damgasını vurmaya başlayan sınıfsal meselelere yeterli ilgiyi göstermediği gibi, bu tür konuları tartışmaktan ya da bu konularda sol seçenekler sunmaktan uzak bir görünüm sergiliyor. Örneğin ilk ortaya atıldığında büyük heyecan uyandıran “Üçüncü Yol” siyaseti ete kemiğe büründürülemedi.

Neo liberalizm tehlikesi sürüyor

Oysa Güney Afrika ve İrlanda’da yaşananlar, sol ile bağını zayıflatan ya da koparan, sol kadroları tasfiye eden ulusal kurtuluş hareketlerinin iktidar olduklarında nasıl sonuçta neo liberalizme teslim olduklarının ve bu durumun “radikal demokrasi” ve “antikapitalist demokratik ekonomi” uygulamalarıyla ilgili olarak yarattığı hayal kırıklıklarının örnekleriyle doludur. Kısaca, sadece ana muhalefetin değil, DEM’in de anlatacak elle tutulur bir hikâyesi yok gibi görünüyor.

Ayrıca her iki parti de eleştirel düşünceye sahip, dolayısıyla da ana akıma karşı alternatifler üretebilecek kapasitedeki sol sosyalist entelektüelleri barındırma  açısından tarihlerinin en kısır dönemlerini yaşıyorlar. Bu partiler bu kesimlere yeterince yer vermedikleri gibi, bu kesimler de çeşitli gerekçelerden hareketle bu partilerde yer almak istemiyorlar. Bu da alternatif hikâyelerin oluşturulmasını zorlaştırıyor, iktidara karşı ideolojik hegemonyanın yaratılmasını zorlaştırıyor.

Kuşkusuz muhalefet partileri ve hareketleri CHP ve DEM ile sınırlı değil. Ancak İYİP, Yeniden Refah, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Zafer Partisi gibi kendilerini muhalefette bulan siyasal partiler de mevcut. Ancak bunların ortak özelliği sağcı ve statükocu olmaları. Yani toplumu ilerici bir hikâye doğrultusunda dönüştürebilecek ideolojiye ve amaca sahip değiller. Zafer Partisi ise daha ziyade mülteci-sığınmacı düşmanlığı üzerinden siyaset yapan pro-faşist bir parti görünümünde.

Teoride toplumu emekten, doğadan ve eşitlikten yana dönüştürme misyonunu üstlenen, ancak darmadağınık bir durumda bulunan sosyalist partilerse, tamamının oyu yüzde 3’ü aşamadığından, bu hikâyenin yazımı ve anlatımında söz sahibi değiller.

Sonuç yerine

“Ne abartılmış kötümserlik, ne de abartılmış iyimserlik” içine düşmemek gerekiyor. Çünkü aşırı kötümser analizler bizi pasifizme, aşırı iyimser analizlerse maceracılığa götürür ki bu da uzun vadede hayal kırıklığı ve ardından da pasifizmle sonuçlanır. “İhtiyatlı iyimserlik” bugün korumamız gereken asıl duygudur. Bunun koşulları da ülkede mevcuttur.

Nitekim AKP’nin 22 yıldır ülkeyi toplumsal bir çöküşün içine sürüklediğini yaşayarak görüyoruz. Ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere toplumun büyük bir kesimi, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi zaruri hizmet alanlarına dahi erişimde ciddi sorunlar yaşıyor. Ancak tek başına bu durum mevcut iktidarın gönderilmesi için yeterli değil. Bunu demokratik yollardan yapabilecek bir siyasal irade öncülüğünde bütünleşik bir sınıf ve halk hareketine de ihtiyaç var.

Yani sosyalist sol jargon ile “objektif koşullar sağlanmış gibi görünüyor. Mesele “sübjektif koşullar”ın hızla yaratılmasıdır. Ancak ortada böyle bir siyasal özne ve onun geniş kitleleri yanına alabileceği bir hikâyesi hâlâ yok. Bu olmadığı sürece, son kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği gibi, CHP’nin birinci parti ve DEM Partinin barajı aşan parti konumunda olmasına rağmen, kararsız seçmen oranının yüzde 35’i bulması hiç şaşırtıcı değil.

İçinde bulunduğumuz bu durumdan emekten, ezilenlerden, ekolojiden yana çıkış alternatiflerini ortaya koyabilecek ve bu alternatifleri hayata geçirebilecek, aynı zamanda ideolojik, örgütsel ve politik olmak üzere üçayaklı bir yenilenme sağlamaya niyetli sol, sosyalist, sosyal-demokrat, yurtsever politik örgütlenmelerin, siyasal partilerin, sendikaların ve diğer emek ve meslek örgütlerinin kendilerine bir çeki düzen vermeleri gerekiyor.

                                                            /././

                                               T24 - GÜNDEM

Türkiye’nin en büyük e-Ticaret siteleri sanal kumar oynatıyor: Yaptırım yok, pazarın büyüklüğü 100 milyar TL'yi geçti

Türkiye’nin en büyük e-Ticaret siteleri, bahis sitelerine yönlendirme yaparak, kredi kartı üzerinden vatandaşlara sanal kumar oynatıyor. Yasal bahis siteleri bile yavaş yavaş casinolara dönerken, söz konusu sitelere herhangi bir yaptırım da uygulanamıyor. Türkiye'de yasa dışı bahis pazarının 100 milyar lirayı geçtiği tahmin ediliyor.(https://t24.com.tr/haber/turkiye-nin-en-buyuk-e-ticaret-siteleri-sanal-kumar-oynatiyor-yaptirim-yok-pazarin-buyuklugu-100-milyar-tl-yi-gecti,11855)
                                                          ***

Erdoğan: Seçimler sonucunda başkan kim olursa olsun Amerika'ya bakışımız ve ilişkilerimizdeki üst düzeyli diyaloğumuz değişmeyecek

Cumhurbaşkanı, ABD'deki düşünce kuruluşu temsilcileriyle bir araya geldi.  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye-Amerika ilişkilerinde son dönemde yaşanan olumlu havadan memnuniyet duyduklarını belirterek, "5 Kasım'da düzenlenecek olan Amerika başkanlık ve kongre seçimlerini tüm dünya gibi biz de yakından takip ediyoruz. Seçimler sonucunda başkan kim olursa olsun Amerika'ya bakışımız ve ilişkilerimizdeki üst düzeyli diyaloğumuz değişmeyecektir” dedi.(https://t24.com.tr/haber/erdogan-secimler-sonucunda-baskan-kim-olursa-olsun-amerika-ya-bakisimiz-ve-iliskilerimizdeki-ust-duzeyli-diyalogumuz-degismeyecek,)

                                                                ***

Diyanet'in "araba sevdası" Sayıştay raporunda: Maliyet 100 milyon lirayı aştı
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın envanterinde 2022’de 17 milyonluk araç bulunurken, 2023’te maliyet 100 milyon lirayı aştı.Sözcü'den Deniz Ayhan'ın haberine göre; 2024 yılındaki 91.8 milyar TL’lik bütçesiyle 6 bakanlığı geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sayıştay denetimi raporunda 12 sayfa yer alırken, hiçbir usulsüzlük saptanmadığı belirtildi. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sayıştay’a sunduğu mali tablolarında taşıt hesabındaki artış dikkat çekti. 2021 yılında taşıtlar hesabında 17 milyon 363 bin 891 bin TL olan Diyanet’in 2022 yılında Taşıtlar hesabında 17 milyon 670 bin 546 TL yer aldı. 2023’te ise adeta patlama oldu ve tutar 100 milyon 85 bin 377’ye fırladı. Yani bir senede 5.6’ya katlandı.(https://t24.com.tr/haber/diyanet-in-araba-sevdasi-sayistay-raporunda-maliyet-100-milyon-lirayi-asti,1185535)

(T24)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder