25 Kasım 2024 Pazartesi

Birgün "KÖŞEBAŞI" -25 Kasım 2024-

Patriarkanın ‘hayali’: Tradwife’lar -Deniz Güngör-

ABD’de 2015 yılında ortaya çıkan Tradwife’lar bugün sosyal medya üzerinden ‘kadının yeri evi’ algısını pazarlıyor, bir yandan da milyonlar kazanıyor. Kadını yalnızca ev içi emekle sınırlandıran bu topluluğa göre, kadının işi evi olurken erkeğinki ise ‘evin direği’ olmak.

“Toplumsal cinsiyeti ‘inşa’ eden ‘kültür’ böyle bir yasa ya da yasalar dizisi üzerinden kavrandığında toplumsal cinsiyet, eskiden ‘biyoloji kaderdir’ formülasyonunda olduğu denli belirlenmiş ve sabitlenmiş oluveriyor. Bu sefer biyoloji değil, kültür kader oluyor.”

Judith Butler - Cinsiyet Belası

Judith Butler 1990’da yukarıda alıntısını yaptığımız sözleri yazarken bugün 21. yüzyılda hâlâ dünyanın birçok bölgesinde kadınlar temel hakları için mücadelelerini sürdürüyor. Kürtaj hakkından, kadın sünnetine, eşit işe eşit ücret talebine dek kadınların sesi sokaklarda yankılanmaya devam ederken sosyal medyada patriyarkanın ‘hayali’ olan bir akım patlak verdi. Kadınların yüzyıllarca süren mücadeleleri doğrultusunda adeta tırnaklarıyla kazıyarak kazandıkları birçok hakkı elinin tersiyle itmesini alttan alta ‘öğütleyen’ bu akımın savunucuları ise sosyal medyada hem milyonlarca izleniyor hem de milyonlar kazanıyor.

Bahsettiğimiz bu akım ‘tradwife’, Türkçe karşılığı ise ‘geleneksel eş’. İngilizce’de ‘traditional wife’ın kısaltması olan ve ABD’de ortaya çıkan bu akım, 1950’lilerin geleneksel cinsiyet rollerini temel alıyor. ‘Kadının yerinin evi’ olduğunu savunan bu akıma göre kadınların ‘görevi’ ev işleri ile ilgilenmek, yemek yapmak, çocuk doğurmak ve onunla ilgilenmek, eşine ise her daim ‘güzel görünmek’. Erkek ise ‘evinin direği’. Kadının konumunu bir o kadar indirgeyen bu akım ise giderek yaygınlaşıyor.

KİM BU ‘TRADWIFE’LAR?

Tradwife topluluğu ilk olarak 2015 yılında hashtaglerle hayatımıza girdi. Ancak görünürlük kazanmaları 2020 yılının Ocak ayında oldu. Darling Akademy’nin kurucusu Alena Kate Pettitt’in BBC’ye verdiği röportaj ile Tradwife’lar medyada yer almaya başladı. Pettitt, geleneksel eşliği ‘1959’lu yıllardaymış gibi kadının kocasına itaat ettiği, onu şımarttığı yaşam tarzı’ olarak tanımladı.

Sosyal medyada ufak bir gezinti ile aslında farkında olmadan bu akımın öncü isimleri ile birçoğumuz karşılaşmışızdır. 1950’li yılların elbiseleri, özenle şekil verilmiş saçları, kusursuz makyajları ile kamera karşısına geçen bu kadınlar, ‘mütavizi’ mutfaklarında sıfırdan tereyağı, ekmek, gazlı içecekler yaparken bir yandan da gülümsüyorlar. Ancak bunlardan en çok göze çarpanları Nora Smith, Hannah Neeleman ve Estee Williams…

Nora Smith’in mutfakta kocasına ve üç çocuğuna yemek hazırladığı sırada payetli gece elbisesi, özenle şekil verilmiş saçları, kusursuz makyajı ile çektiği videolar oldukça dikkat çekiyor. Smith’in, ev yapımı gazlı içecekler, sıfırdan tereyağı, ekmek ve çikolatalı tatlı tariflerini paylaştığı tüm videolarını her gün 9 milyonu aşkın takipçisi izliyor. Örneğin 34 yaşındaki Hannah Neeleman ise, ABD’nin Utah şehrindeki çiftlik yaşantısı ile ilgili paylaşımlarında daha çok 1950’li yıllardaki ev kadınlarının yaşam biçimini yansıtan bir profil çiziyor. Eski balerin ve model olan Neeleman, sosyal medyadaki paylaşımlarında evi nasıl idare ettiğini, inekleri nasıl sağdığını, nasıl sebze yetiştirdiğini ve sekiz çocuğunu nasıl büyüttüğünü gösteriyor.

Neeleman paylaşımlarında, evi nasıl idare ettiğini ve sekiz çocuğunu nasıl büyüttüğünü gösteriyor.

Ancak bu akıma ilişkin açıktan konuşan isim olan Estee Williams ise yaşantısını ‘romantize’ ettiğini ve ‘geleneksel eş’ olmayı kendisinin tercih ettiğini söylüyor. Williams’a göre ‘tradwife’ akımının yayılmasının birkaç sebebi var. Kadın erkek eşitliğinin ‘kadın erkek arasındaki farkı bulanıklaştırdığını’ iddia eden Williams, kadınların hem çalışmak hem de ev işleriyle ilgilenmesinin yarattığı işyükü nedeniyle bu akımın yaygınlaştığını aktarıyor. Aynı zamanda kendilerine ‘geleneksel eş topluluğu’ olarak hitap eden Williams, feminen hayat tarzını kariyere tercih ettiklerini ifade ediyor.

Kendisini Tradwife olarak tanımlayan Williams, kadın erkek eşitliğinin ‘kadın erkek arasındaki farkı bulanıklaştırdığını iddia ediyor.

ARKA PLANINDA YATAN PATRİYARKA

Ancak gerçek kendilerini geleneksel eş topluluğu olarak tanımlayan bu kadınların sosyal medyada gösterdiğinden çok daha fazlası. Bu topluluk, kadınların doğuştan itaatkâr olması gerektiğini savunuyor ve bu savı İncil’e dayandırıyor. Toplulukları çoğunlukla Mormon ve Protestanlardan oluşurken bu inançlara göre kadının eşine ve hanesine fayda sağlamak için yaşadığı belirtiliyor. Moderniteyi ve feminizmi reddeden bu topluluk, gerçek mutluluğun ekonomik özgürlüklerinden feda ederek evleriyle, eşleriyle, çocuklarıyla ilgilenmekte yattığını düşünüyorlar. Kadınları, ‘geleneksel rollerine’ geri çağıran bu kadınlar, patriyarkanın yeniden inşasında önemli bir rol oynuyor. Modern tıpa, kürtaja, boşanmaya ve LGBTİ+’lara karşı olan tradwife topluluğu üremeyi ve beyaz nüfusu genişletmeyi ise nihai hedef olarak görüyor. Bu noktada akımın çıkış noktasının ABD olduğunu da unutmamak önemli.

Çocuklarıyla ilgilendikleri, lezzetli görünen yemekler pişirdikleri ve bununla beraber ‘masum’ görünen içeriklerinin altında aslında beyaz üstünlükçü, ırkçı ve milliyetçi ideolojiler kapalı bir şekilde yatıyor. Aşırı sağın yükselişinde de rolleri olduğu gerçeğini gözardı da edemeyiz. Ancak ev içi çalışan kadınlardan ayrıldıkları nokta ise bu yaşantıyı sosyal medya aracılığı ile pazarlamaları. Her biri ‘gerçek mutluluk için ekonomik özgürlüklerinden vazgeçtiklerini’ söylerken bir yandan da sosyal medya üzerinden bu yaşantıyı pazarlayarak milyonlar kazanıyor. Kısacası ‘para kazanmadıklarını’ söyleyerek para kazanıyorlar. Feminizmi asıl düşmanları olarak gören bu kadınlar, feminizm nedeniyle erkeklerin ‘feminenleştiğini’, kadınların ise ‘maskülenleştiğini’ aynı zamanda bunun aile kurumunu tehdit ettiğini savunuyor.

Yukarıda somutlaştırdığımız örneklerde her biri aslında ‘romantize’ ettiklerini söyledikleri yaşamları kendilerinin seçtiğini belirtse de bu akımın ardında patriyarkanın kendisi yatıyor. Kısacası ekonomik ve sosyal yaşantıda erkeğin baskın olduğu, kadını ise ev içi rollerle sınırlandıran patriyarka için ‘geleneksel eşler bulunmaz Hint kumaşı.’

GÖRÜNDÜKLERİ KADAR MASUM DEĞİLLER

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları doktora öğrencisi ve öğrenim asistanı Tuğçe Kaban, Batı’daki Tradwife’lar ile Türkiye’de direkt olarak karşılaşmasak da alternatif sağ ve kadın meselesinin Türkiye bağlamında da yansımaları olduğuna dikkat çekiyor. Batı’daki bu geleneksel eşlerin sosyal medya üzerinden kendilerini gösterdikleri kadar “masum” olmadıklarını ifade eden Kaban, “Feminizmin 100-150 yıllık birikimini, kadınların bu süreçte kazanılmış toplumsal hak ve konumlarını ciddi bir şekilde hedef alan ve tehdit eden bir akım. ” dedi.

Kaban, geleneksel eş topluluğunun beyaz üstünlükçü ideolojiyi benimsediğine dikkat çekti. Kaban, “Bu topluluk beyaz nüfusun tehdit altında olduğunu düşünüyor. Türkiye’de bunu çağrıştıran nedir? Göçmen erkeklerle evlilik yapan ve bu evliliklerden bebek sahibi olan kadınların damgalanması ya da ‘Suriyeliler öyle bir ürüyor ki yakında ülkeyi ele geçirirler’ gibi söylemlerle karşılaşıyoruz. 2. dalga feminizmin önemli kazançlarından olan kürtaja ya da kadının kendi bedeni ve cinselliği hakkında söz sahibi olabilmesine karşılar. Türkiye bağlamında AKP dönemi aile, kadın ve cinsellik gibi konulu politika ve savunularını, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını bu bağlamda değerlendirmek mümkün” diye konuştu.

Tuğçe KABAN - Sabancı Üniversitesi Öğrenim Asistanı

AŞIRI SAĞIN AKTİVİSTLERİ

Geleneksel eşlerin sosyal medya üzerinden örgütlendiklerini söyleyen Kaban, “Literatürde Tradwife’lar ve çevrimiçi kimlikleri genelde iki başlık altında değerlendiriliyor: Birincisi bahsettiğimiz alternatif sağ ideolojisinin savunusunu açıkça yapmak, bu noktada aktivistler; ikincisi ise yaşamlarını estetize ve romantize etmeleri, bu noktada ise küçük işletmeler kurarak ya da influencer olarak -feminizm bizi çalışmaya zorlayarak kapitalizmle birlikte bize baskı uyguluyor argümanları ile çelişkili bir şekilde- dijital kapitalizme eklemleniyorlar. İkincisinde ev içi emeklerini estetize ve romantize ederek gönderiler paylaştıkları kısımlar. Yani büyük çoğunlukla bu kadınlar yalnızca ev hanımı anneler değil, LGBTI+ bireylere, göçmenlere ya da genel olarak beyaz olmayan herkese karşı nefret söylemleri üreten aktivistler.”

Kaban son olarak şunları aktardı: ‘‘Peki, Türkiye’de ne görüyoruz? Türkiye’de kadınlar evini çekip çevirirken bir yandan da çocuğuyla ilgilendiği vloglar çekiyor. Tüm bunları yaparken yine dijital emeği ile gelir de elde ediyor, bu şekilde birçok youtuber, tiktoker ve genel olarak influencer mevcut. Fakat biz bu kadınların alternatif sağ ideolojisinin -açıktan- taşıyıcılığını yaptığına (benim bildiğim ve gördüğüm kadarıyla) pek şahit olmuyoruz. Türkiye’de alternatif sağ söylemler sağ partilerin genç kadın örgütlenmeleri gibi ana akım feminist hareketi eleştirerek reddeden ve kendi ‘alternatifini’ oluşturmaya çalışan küçük kadın grupları tarafından üretilmeye çalışılıyor. Tradwife akımı ‘Türkiye’de mümkün olamaz çünkü ekonomik kriz var’ çokça öne sürülen ve haklı bir argüman fakat bence yeterli değil. Demek istediğim belli ideolojilerin, hangi pratiklerle ve söylemlerle hangi gruplar tarafından benimsenip yeniden üretildiklerine bakmak da elzem.”

                                                                   /././

Erkek şiddetinin popüler hali: Inceller -Sarya Toprak-

Katillerin büyük bir çoğunluğu kendini incel olarak tanımlamıyor. Ama tüm faillerin bir ortak özelliği var: Yaygınlaştırılan kadın düşmanı fikirleri ve cezasızlığı arkalarına alarak gözlerini kırpmadan kadınları öldürebilmeleri.

Ataerki var olduğundan beri kadınlar özgürlük mücadelesi veriyor. Kadın düşmanlığı kendine her şekilde bir alan buluyor ve farklı farklı kavramlarla vücut buluyor. Incel kavramı Türkiye’de de dünyada da son zamanlarda çok tartışılan bir mesele. Bu tartışmayı derinleştirmeden önce söylenmesi gereken ilk şey ise incellerin bir boşluktan kendi kendine var olmadığı. Ataerkiden, iktidarlardan bağımsız değil hatta onlara sıkı sıkı bağlı. Aşırı sağ eğilimlerle kol kola gezen bu kavramın erkek şiddetinin “güncel” yorumlarından biri olduğunu söyleyerek tartışmaya başlayabiliriz. Incel kelimesi "involuntary celibate" yani istem dışı bekâr anlamına geliyor.

1997 senesinde henüz 20'li yaşlarının ortasında olan Alana isimli Kanadalı genç kadın henüz Facebook bile ortada yokken, ilişki bulmakta zorlananlar için "İstemsiz Bekarlık Projesi" adını verdiği bir site açmıştı. Sitenin amacı istemsiz bekârların birbirine destek olması ve paylaşımda bulunmasıydı. Alana muhtemelen bunun kadın düşmanı bir ideolojiye evrileceğinden habersizdi. Zaman içinde bu topluluk içinde bulunan erkekler bekâr olma sebeplerinin bireysel bir sorun değil bunun sistemsel bir sorun olduğunu savunmaya başladı. Buna sebep olan suçlu ise belliydi: Kadınlar. Kadınların modern toplumlarda avantajlı olduğunu, tüm kuralların kadınları korumak üzerine inşaa edildiğini savunuyorlardı. Kadınların ilişkilerinde seçici davranma lüksü olduğu için hayatlarının mahvolduğunu iddia ettikleri bir mağduriyet yarattılar. Burada önemli iki kavram var:

Red Pill (Kırmızı Hap): Toplumun kadınları koruduğu erkekleri ise sürekli zorladığına inanılır. Bu görüş, genellikle "erkek hakları savunuculuğu" gibi argümanlar içerir. Erkeklerin ilişkilerde ve toplumda yeterince değer görmediğini, kadınlara fazlasıyla ayrıcalık tanındığını iddia eder.

Black Pill (Siyah Hap): İncel topluluğunun daha radikal bir felsefesi olarak, kişinin doğuştan gelen fiziksel özelliklerinin ve toplumsal konumunun ilişkilerde başarı şansını belirlediğini savunur. Black Pill felsefesini benimseyenler, ilişkilerde başarısız olmayı genetik ve fiziksel özelliklere dayandırır ve bu durumu değiştirmenin imkânsız olduğuna inanırlar. Bu bakış, umut kaybına ve toplumdan kopuşa yol açar.

Sınıfsal ve toplumsal çelişkileri gözardı eden incel ideolojinin özellikle genç erkekler arasında bu kadar popüler hale gelmesinin en büyük sebeplerinden birinin de sınıfsal çelişkiler olduğunu vurgulamak yanlış olmaz. Türkiye özelinde bakacak olursak gençler için dışarıda oturup bir kahve içmek bile lüks. Sosyalleşme imkânlarını yitiren eve tıkılıp kalan gençler ise kendinden de toplumdan da tiksinen bir noktaya geliyor. Buradaki öfkenin ilk yöneldiği kesimin ise kadınlar olması şaşırtıcı değil. Çünkü kadın düşmanlığı iktidarın ve sağ ideolojilerin temel taşlarından biri. O noktada incellerle sağ eğilimler arasında bir köprü kuruluyor. Kadınlar eve tıkılsın kalsın, yaşama hakkı bile elinden alınsın isteyen akılla kadınları eksik, manipülatif ve yaşadıkları tüm kötülüklerin sebebi gören akıl ortak noktada buluşuyor.

INCELLİK NASIL BİR TEHLİKE HALİNE GELDİ?

Dünyada daha çok Reddit, 4chan gibi sanal forumlarda örgütlenen inceller Türkiye’de Ekşi Sözlük, Twitter, Telegram, Discord gibi mecralarda örgütlendi. 2014’te ise bu platformlarda kadın düşmanı söylemleri yaygınlaştıran nefreti körükleyen incel topluluğunun bir parçası olan Elliot Rodger bir saldırı düzenledi. İlerleyen zamanlarda bu saldırılar arttı. Bazıları şöyle:

Elliot Rodger (2014): Rodger, gerçekleştirdiği saldırıda altı kişiyi öldürüp ardından intihar etti. Saldırı öncesinde yayımladığı manifestosunda, kadınların kendisini reddetmesinden ötürü öfke duyduğunu ve incel ideolojisini benimsediğini belirtmişti. Bu olay, incel hareketini dünya çapında dikkat çekici hale getirdi.

Alek Minassian (2018): Kanada'nın Toronto kentinde Alek Minassian adlı bir incel erkek, kiraladığı bir minibüsle kaldırımdaki insanları ezerek on kişiyi öldürdü ve on beş kişiyi yaraladı. Minassian, saldırının ardından "Incel İsyanı" başlatmak istediğini ifade etti. Minassian’ın saldırısı, incel hareketinin hangi boyutlara ulaşabileceğini gözler önüne serdi.

Scott Beierle (2018): Scott Beierle adlı bir incel erkek, bir yoga stüdyosunda iki kadını öldürüp ardından intihar etti. Beierle’nin kadın düşmanı görüşleri, çevrimiçi platformlarda yaptığı paylaşımlarda kendini gösteriyordu.

Bu tür saldırılar, dünya genelinde incel ideolojisinin şiddet eylemlerine çok hızlı bir şekilde dönüşebileceğine dair ciddi kaygılara yol açtı. Türkiye’de ise yeteri kadar ciddiye alınmamasının yanı sıra sosyal medyadaki hızlı örgütlenmelerine de göz yumuldu. Semih Çelik isimli erkeğin Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i katletmesinin ardından alevlenen incel tartışmalarıyla bazı sosyal medya ve iletişim platformlarına sınırlamalar getirilse de göstermelik önlemlerden öteye gitmedi. Bu tartışmaların bir diğer tehlikeli yanı da Türkiye’deki erkek şiddetini ve cezasızlık politikasını silikleştirme riski olması. Kapitalizmin yarattığı, kendini mağdur ilan eden bu kadın düşmanı incel erkek topluluğu Türkiye’de kadınları katletme noktasına gelebildiyse bunun sebebi sadece incel ideolojiyle vs. açıklanamaz. Türkiye’de erkekler her gün en az bir kadın katlediyor. Katillerin büyük bir çoğunluğu kendini incel olarak tanımlamıyor. Ama tüm faillerin bir ortak özelliği var ki yaygınlaştırılan kadın düşmanı fikirleri ve cezasızlığı arkalarına alarak gözlerini kırpmadan kadınları öldürebiliyorlar. Kadın nefreti kendine farklı ideolojilerle, fikirlerle ve biçimlerle alan buluyor,  eyleme dönüşüyor.

∗∗

SINIFLAR YARATMIŞLAR

Kadınları aşağılayıp belli sınıflara ayıran inceller erkekleri de sınıflandırıyor. Kadınlar kadar olmasa da “kendileri gibi olmayan” erkeklere de nefret duyuyorlar. Kadınları şöyle sınıflandırıyorlar:

Stacy: "İdeal" veya "çekici" kadınları tanımlamak için kullanılan bir terim. Genellikle güzellik standartlarına uyan, sosyal olarak popüler, erkekler arasında arzu edilen ve ilişkilerde seçici olan kadınları temsil eder.

Becky: Stacy kadar ideal güzellik standartlarına uymayan, ancak yine de ortalama veya kabul edilebilir düzeyde çekici bulunan kadınlar.

Femoid/Foid: Incel topluluklarında kadınlar için kullanılan aşağılayıcı bir terim. Kadınların birey olarak varlıklarını küçümseyen bir ifade olarak kullanılır. Femoid terimi, topluluğun bazı kesimlerinde kadınlara yönelik bir tür “makine” veya “duygusuz varlık” gibi yaklaşımları yansıtır.

Erkekleri ise şöyle sınıflandırıyorlar:

Chad: En üst seviyede çekici, popüler, sosyal becerilere sahip, kadınlar tarafından arzulanan erkekleri tanımlamak için kullanılıyor. Chad’ler, genellikle fiziksel olarak güçlü, kendine güvenen ve sosyal olarak başarılı olarak tanımlanıyor. Inceller, Chad figürünü toplumda üstün ve ayrıcalıklı bir pozisyonda görüyor.

Normie: Ortalama veya sıradan erkekleri tanımlamak için kullanılan bir terim. Incellere göre normie’ler, ne Chad kadar çekici ne de inceller kadar şanssızdır.

Truecel: Truecel fiziksel çekicilikten tamamen yoksun, ilişkilerde hiç şansı olmadığını düşünen erkekler için kullanılan bir terim. Truecel’ler, kendi durumlarının genetik ve değiştirilmesi imkânsız özelliklerden kaynaklandığını savunur. Kendilerini en “gerçek” inceller olarak tanımlarlar.

Gymcel ve Looksmaxxers: Gymcel, fiziksel görünüşlerini geliştirmek için spor ya da estetik gibi yöntemlerle "looksmaxxing" yapmaya çalışan incelleri tanımlar. Looksmaxxers, fiziksel görünümün ilişkilerde her şey olduğunu kabul eden ve daha iyi görünmek için kendini geliştirmeye odaklanan incellerdir.

∗∗

NEDİR BU HİPERGAMİ?

Incel ideolojinin temel taşlarından olduğu düşünülen hipergami kavramı da evrimsel olarak kadınların hep kendilerinden statü olarak daha yüksekte olan erkekleri tercih ettiğini iddia eder. Bu tercihlerin de kendilerinin yalnız olmasının ana sebebi olduğuna inanırlar.

                                                           /././

‘Incel’lerden, kutsal aileye: Anayasa’ya laiklik dememe ısrarı!-Feray Aytekin Aydoğan-

Laiklikten imtina eden kadın düşmanlığının sınıfla bağını kurmayan, söylemler, bu saldırıların, gericiliğin, sağ popülist akımların önünü açıyor.

Erdoğan’ın bu cümlesi çok tartışıldı. Bu cümle Taliban rejimine bir çağrı mıydı? BOP eş bakanıyım diyerek iktidara gelen Erdoğan’ın ABD’ye seslenişi miydi?

Sözlerin tamamını tekrar hatırlayalım. Erdoğan “Afganistan’da 3 ana otorite görülüyor. NATO, Amerika ve Türkiye. (…) Biz buna olumlu bakıyoruz. Türkiye’nin, Taliban inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Ters bir yanı olmadığı için de onlarla bu konuları daha iyi görüşeceğimize, anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum.”

Erdoğan’ın “BOP eş başkanlığı” sözü devam ediyordu.

Emperyalizmin, kapitalizmin bekası gereği din, ataerkillik, devlet üçlüsü vazgeçilmezdi.

2000’lerin başında ilk Taliban yönetiminin yıkılmasından sonra Afganistan’da hem İslam hem de ataerkilliğin merkezi devletin yok denecek kadar zayıf olduğu bir ortamda nasıl şekillendiği, 2011’de başlayan Arap ayaklanmaları, Occupy hareketi, Wall Street’i işgal et eylemleri, Gezi direnişi ile birlikte kadına yönelik şiddetin değişen biçimleri ortaya çıktı. Siyasal İslam’a, baskıcı rejimlere karşı direnişin en önünde yer alan kadınlara karşı şiddet, siyasal sindirmeyi amaçlayan saldırı biçimlerine dönüştü.

                                                             ***

Muktedirler kadına yönelik şiddetin değişen biçimlerini güçlerini kaybetme risklerine karşı yeni ve geçmişten farklı argüman ve yöntemlerle daha şiddetli saldırı biçimlerine dönüştürdü.  Edirnekapı’daki kadın cinayeti ile ortaya çıkan vahşet yıllardır uygulanılan bu saldırı biçimlerinin sonucuydu. Neoliberalizmin sonucu artan yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik kaygısının sorumlusu olarak kadınlar hedef tahtası haline getirildi. Kadınlar artan yoksulluğun sorumlusu ilan edildi. ABD tarafından desteklenen Talibanvari, IŞİD’vari saldırı, şiddet biçimleri tüm dünyayı esir aldı.

Klasik ataerkillik sistemlerinin kendine özgü bir şiddet biçimi vardı. Kadınların tek başlı hanelerin mülkü addedildiği devirlerde namus diyerek kendileri üzerindeki tasarruf hakkı aile, aşiret, mahalle gibi topluluklara aitti. Kadınların kamuda görünürlüğünün artmasıyla ve kadın hareketinin yükselişi ile temel amacı yıldırma ve direnişi kırma olan yeni toplu saldırı biçimleri gördük. Meksika’dan Güney Afrika’nın varoşlarına Yeni Delhi’nin sokaklarına, İran’a, Afganistan’a, ülkemize kadın şiddeti ve cinayeti salgını yaşıyoruz.

İşsizlik, güvencesizlik, mülksüzleşme sonucunda “erkeklik yükümlülüklerini” yerine getiremeyen ellerinde “erkekliklerinden başka” hiçbir şey kalmamış incel gibi isimlerle sosyal medyada da yaygınlaşan erkek kitleleri ortaya çıktı. İddia kadınların haklarının kendilerini mağdur ettiği iddiasıydı. Kendilerini yeni mağdurlar olarak ilan ediyorlar. Sitelerinde kadınlara yönelik her türlü şiddet, biçiminin erkeklerin hakkı olduğunu yaygınlaştırıyorlar. Kendilerini mağdur ilan eden (işsiz, güvencesiz çalışan, evli olmayan) erkek kesimlerinin marjinal toplulukların, erkek olmaktan kaynaklı üstünlüklerini dayatabilme özgürlüğü olarak web sitelerinde kendilerine kadınlara saldırma, taciz, tecavüz etme hakkı tanıyorlar.

İktidarlar eliyle ideolojik olarak ve yasal mekanizmalarla destekleniyorlar. Kadınların haklarını ellerinden alan politikalar ve yasal dayatmalar dünya genelinde yaygınlaşıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle, 6284’ün hedef gösterilmesine, cezasızlığa, kadın katillerine iyi hal indirimlerine, medeni kanunu sil baştan yazacağız açıklamalarından, Anayasa taslağının kadınları hedef almasına ve yıllardır sürdürülen kadın düşmanı söylemlere ülkemizde de kadına yönelik şiddetin artışını, kadın cinayetleri salgınını yaşıyoruz.

Kadınların kazandığı yeni yurttaşlık hakları, artan eğitim ve işgücüne katılım oranları kadınları giderek kamusal alana çekti ve giderek geleneksel iş bölümlerini sarstı. Kültürel hegemonyanın giderek zayıflaması erkek ayrıcalıklarının savunulması rızanın yerini şiddete bırakmasına yol açtı.

Bunun en iyi örneklerinden birini İran’da görüyoruz. Devletin tepeden inme devlet politikalarını reddeden bir toplum karşısında muktedirlerin yalın şiddetini ve vahşetini buluyor. Bir yönetici zümrenin kadın kıyafetlerini rejimin bekası olarak göstermesi ne kadar kırılgan bir rejim olduğunu ve de inanılırlığını ne denli kaybetmiş olduğunun da kanıtı aynı zamanda. Genel seçim öncesi gündeme getirilen ve son tartışmalarla yeniden gündemleşen Anayasa taslağında da kadınların kıyafeti, kadınların nasıl giyineceğinin Anayasa eliyle tarifi ana maddelerden biri.

Anayasa taslağında “Kamuda/özelde dinsel inancı nedeniyle başörtüsü ve tercih ettiği kıyafet nedeniyle hiçbir surette engellenmemek şartıyla devlet kıyafet tedbirleri alır. Dinsel inancı nedeniyle başörtüsü ve tercih ettiği kıyafet hiçbir surette kınanamaz…” maddesinin her vurgusu ile dinsel inanca göre kıyafet kodlarının Anayasa’ya yerleştirilerek tüm din ve inançların değil, bir dinin bir mezhebinin bir yorumunun anayasaya girmesi ile kadınların bedenlerini, haklarını hedef alarak, bir Anayasa’yı kadın kıyafeti üzerine kurarak siyasal İslam rejiminin son raunduna hazırlanıyorlar. Dinsel nikâha anayasal statü kazandırılmasından, çocuk yaşta evliliklerin artışına, şiddetten korunma hakkımızın, çalışma hakkımızın, miras hakkımızın gaspına kadar haklarımız, yaşamlarımız yine siyasal İslam rejiminin hedef tahtasında.

                                                          ***

Kültür savaşları, iç-düşman söylemleri eşliğinde yükselen sağ popülist akımların toplumsal cinsiyet alanlarını Brezilya’dan Rusya’ya, Türkiye’ye kullandığını görüyoruz. Etki ajanlığı da ülkemizde de dünyada da bu söylemler eşliğinde gündeme getiriliyor. Tarihsel ve kültürel olarak suni söylemlerle şiddet pompalanmaya çalışılıyor.

Örneğin Hindistan’da Müslümanların baskıya uğraması ve ezilmesi serbest iken Rusya kendini Hristiyanlığın son kurtarıcısı olarak gösteriyor kadın haklarına savaş açıyor, Batı’yı şeytana tapmakla suçluyor. AB içinde de Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde de benzer dile sahip yönetimler var. ABD’de kürtaja karşı duruş ta hep aynı siyasi tarzın farklı görüntüleri ortaya çıkıyor.

Kadınlara saldırı yalnızca toplumsal cinsiyetle ilgili bir mesele değil bir rejim ve yönetim meselesi. Çeşitli ayakları var. Devletin tepeden inme düzenlemelerle yasal haklarını kadınların elinden alması ile eş zamanlı sokağın da restorasyonu var. Ülkemizde de özellikle tarikat yapıları, ırkçı yapılar devreye sokuluyor. Örneğin Diyarbakır’da “kıyafeti açık kadınların geldiği ve müzik dinletisi yapıldığı” gerekçesiyle bir kafeye bir ay içinde iki kez el yapımı patlayıcı ve silahlı saldırı düzenlendi.

Laiklik demekten imtina eden kadın düşmanlığının sınıfla bağını kurmayan, kimlik politikaları üzerinden söylemler, politikalar da bu saldırıların, gericiliğin, sağ popülist akımların önünü açıyor.

Sistemin diğer bir saldırı ayağı da kutsal aileye çağrı. Narin cinayeti ile kutsal ailenin nasıl korunduğuna hep birlikte tanıklık ettik. Bu akımı 1990’larda toplumsal cinsiyete karşı olduğunu açıklayarak Vatikan başlattı. 2010’dan beri daha geniş bir koalisyona ve yeni bir ideolojik anlatı haline dönüştü. Vatikan’ın başını çektiği koalisyonun bizim ülkemizde de çok aşina olduğumuz genel karakteristik özellikleri var. Toplumsal cinsiyetin batı ve elitler tarafından geleneksel aile düzenini yıkmak için oluşturulduğunu söylüyorlar ve aileyi koruma altına almayı teklif ediyorlar. Aile platformları oluşturuyorlar. Büyük fonlarla destekleniyor, toplantılar, buluşmalar, mitingler düzenliyorlar. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul’da yine bir miting yaptılar. Kutsal aileye çağrı adı altında kadınların haklarını hedef alıyorlar, Hitler’in “din, kilise, mutfak” üçlüsüne çağrı yapıyorlar. AKP illerde kuracağını açıkladığı aile danışmanı /manevi danışmanlarla, medeni kanun değişikliği planıyla aileyi koruma adıyla boşanma, miras, nafaka haklarının hedef alınmasıyla müfredat değişikliği ile her adımda “kutsal aile” diyerek karşımıza çıkıyor.

Eğitim, saldırının diğer bir ayağı. 4+4+4 ile kız çocuklarının eğitim hakkı bir bir ellerinden alındı, alınıyor. Karma eğitimin tamamen kaldırılması da diğer bir amaç. Müfredatın temel omurgası; “Erdem-Değer-Eylem Modeli" dedikleri değerler adıyla “fıtrat, iffet, mahremiyet, edep, ahlak, aile bütünlüğü…” kelimelerinin tüm ders içerikleri ile biçimlendirildiği, “huzurlu insan", "huzurlu aile ve toplum"un genel hedef olarak belirlendiği bir çerçeve olarak açıklanıyor. Medeni kanunu silikleştiren, aile kurmada İslam hukukunu referans gösteren, evlilik yaşının yükseltilmesini aileye tehdit olarak ders içeriklerine yerleştirerek çocuk yaşta evliliklerin önünü açmayı amaçlayan bir müfredat dayatması var önümüzde. Aile reisliği ile devlet reisliği arasındaki ilişki ders içeriklerine yerleştiriliyor. Kadınların çalışma hayatında olmasını aile için sorun olarak gören, kreşlerin, bakımevlerinin olmaması gerektiğini savunan ve bu işleri kadınların kadın olmaktan kaynaklı yerine getirmesini telkin eden müfredatla hayatla geçirilmeye çalışılıyor.

                                                             ***

Öğretmenlik Meslek Kanunu ile yeni rejimin öğretmeni yaratılmaya çalışılıyor ve “öğretmene uygun olamayan fiil ve davranışlar” muğlak ceza maddesi ile tüm öğretmenler ancak özelde kadın öğretmenler hedefte. Kanunun mecliste onaylanmasının hemen sonrasında çoğunluğu AKP ve Maarif Vakfı yöneticilerinden oluşan iktidar yanlısı Enstitü Sosyal Vakfı tarafından yalnızca kadın öğretmenlere “kıyafet dersi” verileceği açıklanıyor.

Bir yandan da düzen muhalefeti 22 yıldır bu ülkede hiç yaşamamış ve genel seçimden sonra siyasal İslam rejim inşası saldırıları kesintisiz sürmüyormuş gibi normalleşme, yumuşama açıklamalarına devam ediyor, Anayasa pazarlıklarına açık kapı bırakıyor.

Kadınlar, sokak ise kadınların, halkın birleşik mücadelesine çağrı yapıyor.

Bu kadar kapsamlı bir saldırı din aracılığıyla hayata geçiriliyor. Ve ısrarla laiklik demeden bir feminist mücadele ısrarı da devam ediyor. O kadar kötüsünü yaşıyoruz ki daha kötüsünü hatırlatarak laiklik mücadelesinden bağımsız bir mücadelenin olamayacağını konuşmak bile zül geliyor artık. İranlı genç kadının eylemi ile birlikte İranlı kadınların seslenişi de son söz olsun. Yasaklanan saçlarımız şimdi kardeşlerimizin boynunda idam ipi.

                                                        /././

Savaşın emperyalist karakterini görmeden Ukrayna anlaşılamaz-İbrahim Varlı-

Ukrayna Savaşı bir dünya savaşına evirilmek üzere. Bunun olup olmayacağı pamuk ipliğine bağlı. Perşembe günü 1000’inci gününü geride bırakan savaşın sadece son dört gününde yaşananların alt alta sıralanması dahi kuzeydeki savaşın dehşetengiz boyutunu gözler önüne sermeye yeter.

18 Kasım: Başkanlık koltuğunu Trump’a devretmeye hazırlanan Biden, Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzeleri ile Rusya'yı vurma izni verdi. Zelenski, onayın ardından yayımladığı video mesajda, "Füzeler konuşacak. Kesinlikle" dedi.

19 Kasım: Uzun menzilli füzelerin kullanımına onay vermekle kalmayan Biden, bir gün sonra ise Ukrayna'ya antipersonel kara mayınlarının verilmesine onay verdi. Biden’ın hamlesine Putin, nükleer silahların kullanım eşiğini düşüren revize edilmiş bir nükleer doktrin imzaladı.

20 Kasım: Gelen onayın hemen ardından Kiev, ABD yapımı uzun menzilli füzelerle sınırdaki Rus kentlerini vurdu. Bir gün sonra çarşamba günü ise Ukrayna, Rusya'nın Kursk bölgesine uzun menzilli İngiliz-Fransız yapımı Storm Shadow füzelerini yolladı.

21 Kasım: Putin, Ukrayna'nın Dinyeper şehrine uzun menzilli nükleer başlık da taşıyabilen "Oreshnik" füzesi attıklarını açıkladı. Rus lider, füzeli saldırılara karşılık Moskova'nın yeni füze sisteminin 'savaş testleri' yaptığını açıkladı.

SAVAŞ KÜRESEL BİR NİTELİK KAZANDI

Tüm bunlar Ukrayna Savaşı’nda yeni bir aşamaya geçildiğinin göstergeleri. Putin füzelerin kullanıldığı akşam canlı yayımlanan konuşmasında Biden’ın Rusya’nın derinliklerine saldırma kararına ilişkin, Ukrayna'daki çatışmanın küresel bir nitelik kazandığını ve gerilimin tırmanması halinde Rusya aynı şekilde karşılık vereceği uyarısında bulundu. Putin, yeni orta menzilli füze Oreşnik füzesinin ABD'nin orta ve kısa menzilli füzeleri üretme ve konuşlandırma planlarına bir yanıt olduğunu vurguladı.

Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov açıklamanın sabahında Putin'in Ukrayna hakkında yaptığı açıklamanın ana mesajının “Batı'nın aldığı pervasız kararların asla yanıtsız kalamayacağı” olduğunu vurguladı. Peskov, “ABD'nin mesajı anladığından eminiz” dedi, "Batı silahları Rusya içlerine doğru ateşlenirse, hedefi belirleyen Ukrayna değil, bu silahların kullanımına izin veren ülkeler olacaktır" ifadelerini kullandı.

MESAJ ADRESİNE ULAŞTI MI?

Kremlin’in mesajının adresine ulaştığı aşikâr, ancak gözünü karartmış bulunan ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi, Kiev’e silah desteğinin daha da artırılacağının restini çekti. Zelenski ve savaş ortakları safları sıklaştırma, yeni hamlelerde bulunma konusunda ısrarcı. “Kırmızıçizgileri” aşılan Moskova’nın vereceği yanıta kulaklarını kapatmış durumdalar.

Israrla müzakere masasına oturmayan, daha fazla silah isteyen Zelenski, Batı’dan aldığı destekle savaşı daha da derinleştirmenin peşinde. Haliyle savaşın kısa sürede durmayacağı ortada. İstedikleri de bu.

TRUMP SAVAŞI BİTİRİR Mİ?

Kremlin, Biden'ı görevini devretmeden önce "ateşe benzin dökmekle, üçüncü dünya savaşına zemin hazırlamakla” suçluyor. Biden da bu tezi doğrularcasına görevi Trump’a devretmeden önce savaşı mümkün olduğunca tırmandırmanın arayışında.

Sık sık "Ukrayna Savaşı’nı 24 saatte bitireceğini" dile getiren Donald Trump’ın görevi devralmasına iki ay var. Trump’ın göreve başlayacağı 20 Ocak tarihine kadar Joe Biden tüm kozları sahaya sürme niyetinde.

Uluslararası kamuoyunda da genel kabul Biden’ın giderayak Trump’ın yoluna mayın döşediği yönünde. Birbiriyle çelişen kararlar almakta mahir olan Trump’ın savaşı bitireceği, tarafları masaya oturtup oturtmayacağı meçhul. Savaşı tamamen Atlantik’teki ortaklarının üzerine de fatura edebilir. Tersine Biden politikalarını daha da ileri de taşıyabilir. Ne yapacağı öngörülemeyen, ülkeyi bir iş insanı gibi yönetmeye hevesli bir liderden bahsediyoruz.

YENİ ROMA İMPARATORLUĞU MU?

Tarihsel bir kırılmanın eşiğinde dünya. Sürecin nereye evirilebileceğini kestirmek güç. Amerikan silah tekellerinin, savaş ve enerji endüstrisinin savaş üzerinden elde ettiği karlara bakıldığında "Trump savaşı durdurur” beklentilerini boşa düşürebilir.

Elon Musk’ın Amerika’yı “Yeni Roma İmparatorluğu” olarak betimlemesi ABD’nin yayılmacı emperyalist karakterinin ve de hegemonya tesisi inşasının özleminin dışa vurumu. "Make America Great Again (Amerika’yı Yeniden Büyük Yap)" sloganıyla yeniden işbaşına gelen Trump’ın bunu nasıl gerçekleştireceği büyük bir muamma.

Savaşın emperyalist karakterini anlamadan Ukrayna’da yaşananları okumak mümkün değil. Yeniden paylaşım kavgası, hegemonya mücadelesinde Ukrayna bir ön cephe. Amerikan emperyalizminin kurgulanan bu savaş üzerinden yaptığı tahkimat meselenin mahiyetini gösteriyor. Ukrayna’da “nükleer savaş” çıkmaz ya da “Üçüncü Dünya Savaşı Ukrayna’da çıkmaz” iyimserliği bir sabah tuzla buz olabilir. Savaşın kontrolden çıkıp daha da büyümesi an meselesi.                                                                                                 /././

Fıtrat dediğiniz katil düzeniniz -İlayda Kaya-

AKP iktidarının kadınları hedef alan açıklamaları ve yıllardır sürdürdüğü aileyi kutsayan ve kazanılmış haklara saldıran politikaları şiddeti ve kadın cinayetlerini artırıyor. Yaşadıkları hikayeleri anlatan kadınlar; hukuk ve kolluk kuvvetleri tarafından korunmadıklarını söyledi.

22 yıllık AKP iktidarının kadınları ve haklarını hedef alan her açıklaması faile cesaret vererek şiddeti körüklüyor. Kadınlar sadece fiziksel değil, ekonomik baskılarla, sözlü saldırılarla hatta eğitimden, iş hayatından koparılarak da şiddet görüyor. Kadınların yardım istediği polis ise faili koruyor. Yargı yoluna başvurulsa failler ya serbest kalıyor ya da ödül gibi cezalarla kurtuluyor.

Hükümet ise kadına yönelik artan şiddetlere ve cinayetlere karşı hem 3 maymunu oynuyor, hem de kadınları koruyan 6284 Sayılı Yasa, İstanbul Sözleşmesi gibi birçok hakkını gasp ederek savunmasız bırakıyor. Kadınlar ise tüm saldırılara karşı bir adım bile geri atmayacaklarını söylüyor. Kadınlar yetkililerden şunları istiyor:

• Yetkili mekanizmalar korumalı.

• Önleyici politikalarla cezasızlık sistemi ortadan kaldırılmalı.

• Kadınlar istihdam edilmeli.

• İsterlerse kimlikleri gizlenmeli.

• Yargılama sisteminde indirim uygulanmamalı.

• 6284 Sayılı Yasa uygulanmalı.

∗∗

KORKUNÇ TABLO

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre, kadın katliamları her geçen yıl artıyor. Tablo şöyle karşımıza çıkıyor:

(*2024 ilk 10 ay)

Şüpheli kadın ölümlerinin artışında yüksekten düşmeye bağlı ölümlerin oranı dikkat çekiyor. Kadın hakları savunucuları, sürecin titizlikle yürütülmesi gerektiğini söyleyerek şu taleplerde bulunuyor:

• Polis direkt ‘intihar’ diyerek rapor hazırlamamalı.

• Ölü bulunan kadının geçmişi dinlenip ifadeler alınmalı.

• Kadının adli başvurusu kontrol edilmeli.

• Şüpheli pozisyonunda biri varsa hemen ifadesi ve DNA örneği alınmalı.

• Tüm deliller büyük bir titizlikle toplanmalı.

∗∗

GECELERİ UYKUNUZ KAÇIYOR MU?

• Ankara’da yaşayan 31 yaşındaki Sema S. yıllardır evli olduğu erkekten şiddet gördü. Son olarak polise başvurdu ve yargı sürecini başlattı. Yaşadıklarını şöyle anlattı:

Tanıştığımızda 21 yaşındaydım. 1 sene sonra da evlendik. Başlarda her şey çok güzeldi. Önce insanların içinde bağırmaya sonra eve gidince vurmaya başladı. Son olarak çocuğuma vurduğunda ‘Artık boşanıyorum, yeter’ dedim. Dayanamadım. Boşanma davasını açtıktan sonra bana tehdit mesajları atmaya devam etti. Dövmek değil öldürmekten bahsetti. Bu mesajları da dosyaya koyduk ancak bir etkisi olacak mı inancım yok. Şu an uzaklaştırma kararım var ancak daha önce kapımın önüne geldi. Hiçbir şey de yapılmadı. Gelebilecekse boşuna kararı çıkarmayın o zaman.

• İstanbul’da yaşayan 39 yaşındaki K.K. ise yaşadığı şiddet dolu ilişkiyi şöyle aktardı:

Bir süredir beni rahat bırakmaya karar verdiği için hedef değilim. Yıllarca kurtulmak için çok çaba verdim ve yıllarca süren ilişkimden mobbingden ekonomik şiddete kadar hepsini yaşadım. Tanıştığımızda bir şirkette üst düzey yönetici olarak çalışıyordum. Önce bana psikolojik baskılar yaptı ardından işten ayrılmam için baskı kurdu. Dediklerini yaptım. Sadece ona göre biri olmam gerektiğini belirtiyordu. Ben bu baskıları ve psikolojik şiddeti fark ettikten sonra karşı çıkmaya başladım ancak bir gün arabada giderken başımı cama vurdu. Saldırısının ardından polise başvurdum ancak polis aramızda halletmemizi istedi. Karşı çıktım ancak hiçbir etkisi olmadı. Çok önemli işleri olduğunu, onları oyaladığımızı söyledi, benim şiddet görmem yeterince önemli değilmiş gibi. Soruyorum: Gerçekten nasıl bıraktınız?

• Antalya’da yaşayan Aslıhan Çelik ise boşandığı erkek tarafından kesici aletle saldırıya uğradı. Çelik failin denetimli serbestlikle salındığını anlattı. Çelik, yaşadıklarını ve bu süreçte başına gelenleri şu sözlerle aktardı:

Boşandıktan sonra bir gün evden işe giderken arkamdan gelip bıçakla saldırdı ve birçok yerimden yara aldım. Hastaneye kaldırıldığımda ölmek üzereydim aylar geçti hâlâ tedavim devam ediyor. Geceleri acılar içinde uyanıyorum. Ben bunları yaşarken ona ne oldu biliyor musunuz? Hiçbir şey. Denetimli serbestlik aldı. İmza atmaya bir kez bile gitmedi. Bana ise sadece korku ve acılar kaldı. Onların vermediği her cezanın bedelini biz canımızla ödüyoruz. Yetkililere soruyorum. Gece nasıl uyuyorsunuz?

∗∗

BUNLARIN HEPSİ BİR ŞİDDET

Kadınlar sadece fiziksel değil psikolojik, ekonomik gibi farklı açılardan da şiddete maruz bırakılıyor. Ev işlerinin neredeyse tamamı kadının görevi olarak karşımıza çıkıyor. İş hayatından koparılan kadın, maddiyatsızlıkla mücadele etmek zorunda kalıyor. Kadınlar bu baskıların altında kimi zaman uğradığı şiddeti ifade edemiyor. Bu şiddetten bazıları şöyle:

Psikolojik şiddet: Duygusal güç veya ihtiyaçlar, kadını kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla şiddet aracı olarak kullanılıyorsa “psikolojik şiddet” söz konusudur. Psikolojik şiddetin olduğu her ilişkide fiziksel şiddet olmayabilir ancak, fiziksel şiddetin olduğu her ilişkide psikolojik şiddetin bazı öğeleri bulunur.

Cinsel şiddet: Cinselliğin, kadını kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla şiddet aracı olarak kullanılmasına “cinsel şiddet” denir. Kadınlar, sıklıkla fiziksel şiddet sonrası cinsel şiddete maruz bırakılıyor.

Ekonomik şiddet: Maddi güç ve üstünlük, bir şiddet aracı olarak kadını kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla kullanılıyorsa “ekonomik şiddet” söz konusudur. En yaygın ekonomik şiddet biçimleri arasında, kadının çalışmasına, meslek edinmesine, okulu ya da kursu bitirmesine veya işinde yükselmesine engel olmak, gelir ve birikimine el koymak, borçlandırmak yer alır.

Dijital şiddet: Teknolojik araçlar, kadını kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek, aşağılamak, cezalandırmak amacıyla kullanılıyorsa dijital şiddet söz konusudur. Son 10 yılda sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla yaygınlaşan, dijital ortamda 7/24 gözetlenmesi ve takip edilmesini içeren şiddet biçimleri, “yeni kuşak şiddet” olarak da adlandırılmaktadır.

∗∗ 

KİRLİ DİLİNİZİ ÜSTÜMÜZDEN ÇEKİN!

                                                         /././
Eşitsizliğin kalıcı gölgesi -Melisa Ay-

Kadınlar, işgücüne katılımda ve eşit ücrette erkeklerin gerisinde bırakılıyor. Sistematik eşitsizlikle mücadelede, kadınların örgütlü dayanışması şart.

Kadınların işgücüne katılımı, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından kritik bir gösterge olsa da, veriler bu alandaki eşitsizliğin derinliğini gözler önüne seriyor. Türkiye’de ve dünyada kadınlar, işgücüne katılımda, üst düzey pozisyonlara erişimde ve ücretlendirme politikalarında erkeklerin gerisinde kalmaya devam ediyor.

Dünyada kadınların işgücüne katılım oranı, erkeklere kıyasla düşük seviyelerde seyrediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, 2023’te işgücüne katılım erkeklerde yüzde 72,3 iken, kadınlarda bu oran yalnızca yüzde 47,4.

2023’te ülkede kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 35,8 olarak gerçekleşti. Bu oran, yüzde 51,5 seviyesindeki OECD ortalamasının oldukça altında kaldı. DİSK-AR’ın 2024 yılı üçüncü çeyrek "İşsizliğin Görünümü" raporuna göre, her 5 kadından yalnızca 1’i kayıtlı ve tam zamanlı istihdamda. Çalışma çağındaki 33,3 milyon kadından yalnızca 6,5 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı çalışıyor.

Kadın emeği, sistematik olarak değersizleştirilirken, toplumsal cinsiyet eşitsizliği de kadınların “kendilerine uygun görülen rollerde” çalışmak zorunda bırakılmasına yol açıyor. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi mesleklerde kadın çalışan oranı yüksek. Ülkede kadınların yüzde 60’ı hizmet sektöründe çalışıyor.

İşgücünde daha yüksek getirili ve daha üst düzey pozisyonlara katılım oranları ise eşitsizliğin ne kadar derin olduğunu gözler önüne seriyor. Resmi verilere göre ülkede kadınlardan 4 kat daha fazla erkek üst düzey pozisyonlarda çalışıyor.

Bu durum, toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak “kadınlara biçilmiş” mesleklerde de değişmiyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kadınlar, sağlık ve bakım işgücünün yüzde 78’ini oluşturmasına rağmen, üst düzey pozisyonlarda yalnızca yüzde 25’lik bir temsil oranına sahip.

Dünya Ekonomik Forumu tarafından, tüm dünyada cinsiyet uçurumunu kapatmak için yapılan çalışmalar mevcut hızla devam ederse tam eşitliğe ulaşmanın 134 yıl alacağı hesaplandı.

Kadınların aynı işi yaptıkları erkeklere kıyasla daha düşük ücret alması, tüm dünyada yaygın bir eşitsizlik olmakla birlikte Türkiye’de daha da öne çıkıyor. OECD’nin 2022 Ücret Eşitsizliği Raporu’na göre örgüte üye ülkelerde kadınlar erkeklerden ortalama yüzde 13,1 daha az ücret alıyor. Türkiye’de ise bu fark yüzde 15’e kadar çıkıyor.

ILO verilerine göre kadınlar istihdam edildiklerinde bile erkeklere kıyasla oldukça düşük işgücü geliri elde ediyor. Yüksek gelirli ülkelerde, çalışan erkeklerin kazandığı her 10 birim ücrete karşılık, çalışan kadınlar 7,3 birim ücret kazanıyor. Düşük gelirli ülkelerde ise kadınlar sadece 4,4 birim ücret karşılığında çalıştırılıyor.

Bu ücret eşitsizliği, kadınların hem ekonomik bağımsızlığını zayıflatıyor hem de cam tavanların pekişmesine yol açıyor. Kadınların daha düşük ücretli pozisyonlarda yoğunlaşması, kadın emeği üzerindeki “ucuz ve esnek” sömürü stratejisinin bir sonucu.

Cam tavanlar, ev içi emeğin yol açtığı çifte yük nedeniyle de kadınların önüne set olarak çekilebiliyor.

GÖRÜNMEZ ŞİDDET

Kadınların, işyerlerinde maruz bırakıldığı görünmez şiddetin adı mobbing. Psikolojik şiddet ve tacizin işyerindeki karşılığı olan mobbing, kadınları bastırıp sindirmeyi ve daha da ileri giderek itibarsızlaştırıp iş hayatından dışlamayı hedefliyor. Kelimenin yaygın olmayan Türkçe karşılığı ‘bezdiri’, bu hedefleri gözler önüne serer nitelikte. Bu durum, zaten eşitsizlik nedeniyle işgücüne katılımı zorlu süreçlerle ancak gerçekleşebilen kadınların, işgücündeki mücadelelerle elde edilmiş varlıklarını zayıflatma hedefi de taşıyor.

Kadınlar, işyerlerinde mobbingin birincil hedeflerinden biri. Ataerki, işyerinde de kadınların ayrımcılığa maruz bırakılmalarına yol açıyor. ILO verileri, kadınların işyerlerinde mobbing ve ayrımcılığa erkeklere oranla daha fazla maruz kaldığını gösteriyor. Özellikle daha üst seviyedeki pozisyonlara ulaşmaya çalışan kadınlar, sıklıkla itibarsızlaştırma, görevlerinden alıkoyma veya dışlanma gibi mobbing türleriyle mücadele etmek zorunda kalıyor. Mobbingin, kadın çalışanların sadece işyerindeki konumlarını değil, aynı zamanda psikolojik sağlıklarını da ciddi şekilde etkilediği biliniyor.

Kadınların mobbing nedeniyle işgücünden çekilmesi, eşitsizliği daha da derinleştiriyor. Bu durum, kadınların ekonomik ve sosyal alandaki güçlenmesini engelleyen bir döngü yaratma tehdidini de içinde barındırıyor. Kadınların cam tavanlarla mücadele edebilmesi için eşit işe eşit ücret politikalarının uygulanması ve mobbing karşıtı etkin politikalar şart.

Cam tavanlar ve mobbing, kadın emeğini doğrudan hedef aldığından, kadınların örgütlülüğü sorunlarla mücadelede en güçlü yol olarak öne çıkıyor. Sorunların sistematik olması, bunların karşısında bir arada durmayı da şart koşuyor. Kadınların, çalışma yaşamında hakları olanları alması için sendikal örgütlenmenin artması, her iş kolunda kadın emeğinin hak ettiği değeri görmesi için verilen mücadelenin temeli olabilir. Bir arada duran kadınların bu mücadelede yalnız olmadığını bilmek, daha adil bir geleceğin inşasında önemli bir adım.

                                                               /././

Kadınlar tüm meydanların sahibidir -Gözde Bedeloğlu-

Sayaç işliyor. Erkekler, kadınları öldürmeye devam ediyor. Bağımsız İletişim Ağı’nın (Bianet) medyaya yansıyan haberlerden derleyerek tuttuğu erkek şiddeti çetelesine göre bu yıl (Kasım ayı verileri hariç) 327 kadın öldürüldü. Şiddetten ölen kadınlar için hazırlanan dijital anıtta (anitsayac.com) yer alan bilgiye göre de, erkeklerin son dört yılda öldürdüğü kadın sayısı 2079! Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2024 Ekim Raporu’nda kayda geçirdikleri 48 kadın ölümünün bir ayda gerçekleşen en yüksek kadın cinayeti sayısı olduğunu belirtti. Çözüm üretmekle görevli bakanlıklar, kadın cinayeti verilerini sistematik şekilde tutup paylaşmıyor. Bu anlamda platform, Bianet ve ilgili sivil toplum örgütlerinin her ay düzenli olarak açıkladığı bilgiler, felaketin boyutunu gözler önüne sermesi bakımından çok önemli.

Raporda yer alan bilgilere göre, ekim ayında öldürülen 48 kadının 19’unun katili evli olduğu erkek, 6’sının katili tanıdığı biri, 5’inin katili birlikte olduğu erkek, 4’ünün katili akrabası, 3’ünün katili babası, 3’ünün katili eskiden evli olduğu erkek, 3’ünün katili eskiden birlikte olduğu erkek, 2’sininki kardeşi, 2’sininki de oğlu. Katillerin hepsi tanıdık, hepsi yakın çevreden. Kadınların %54’ü, herkesin kendini en güvende hissetmesi gereken evlerinde öldürüldü. Yüzde 69’u ateşli silahla katledildi. Bu, Türkiye’deki bireysel silahlanmanın geldiği durumu da gözler önüne seren dehşet verici bir oran. Umut Vakfı’nın hazırladığı Türkiye Şiddet Haritası’na göre 2023 yılında basına yansıyan silahlı şiddet olayı 3 bin 773. Bunun 3 bin 212’sinde, yani %85’inde kalaşnikof, otomatik tüfekler dahil ateşli silahlar, %15’ine denk gelen 561’inde de bıçaktan baltaya çeşitli kesici aletler kullanılmış. Veriler, rakamlar, araştırmalar, raporlar, haberler… Hepsi, Türkiye’de kadınların sistematik şekilde öldürüldüğünün kanıtı.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Kadınlar, yaşam haklarını savunmak için yine ülkenin dört bir yanında sokaklarda olacak. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali gibi kazanılmış haklarını kendilerinden geri alan iktidara karşı yüksek sesle itiraz edecek. Cezasızlık politikalarını eleştirecek, her ay katlanarak artan cinayetlerin hesabını soracak. AKP, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin kadın cinayetleri üzerinde etkili olmadığını iddia ediyor ve bunu sözleşme yürürlükteyken de kadınların öldürülmesiyle temellendiriyor. Kadın cinayetleri verilerinin düşüş gösterdiği tek yılın İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı 2011 yılı olduğu biliniyor. Ancak yasa ve sözleşmeler elbette uygulanmadığı sürece işlevsizdir. İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden iktidar kadına yönelik şiddetin engellenmesinde 6284 sayılı kanunun yeterli olduğunu savunsa da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre bu doğru değil, çünkü yasa etkin şekilde uygulanmıyor, bu da toplumda cezasızlık algısını güçlendiriyor. 2024’ün başından bugüne en az 36 kadın polis veya savcılığa başvurmasına rağmen öldürülmüş.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Genel Temsilcisi Gülsüm Kav, kadın cinayetlerinin önlenebilir olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü pek çoğu eş-sevgili gibi yakından tanıdığı erkekler tarafından öldürülmeden önce tehdit, takip ve taciz ediliyor. Devletin görevi tam da bu noktada kadının güvenliğini sağlamak ve en temel hak olan yaşama hakkının korunması için yasal süreci doğru işletmek. Artık cinskırım boyutunda tartışılan kadın cinayetlerini önlemekle yükümlü iktidar, “gelen adama kapıyı açtıkları için öldürüldüklerini” söyleyerek, üzerine düşen sorumluluktan sıyrılamaz. Fakat ne yazıktır ki, mağduru-kadını suçlayacı bu ve benzeri ifadeler, bize iktidarın meseleye bakışına dair çarpıcı bir çerçeve sunuyor. Tıpkı öncekilerde olduğu gibi, geçen yıl 25 Kasım’da sokağa çıkan kadınlar karşılarında gazıyla, mermisiyle güvenlik güçlerini bulmuştu. Katiline kapı açmakla suçlanan kadınlar, bir ağızdan “yaşamak istiyoruz” diye bağırmasın diye ülkenin meydanlarına kilit vurulmuştu. Takip ettikleri cinayet davalarıyla ilgili ‘yargıda cinsiyetçilik raporu’ yayınlayan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na da kapatma davası açıldı. Kadınların, çocukların ve hatta bebeklerin sağlıklı ve güvenli yaşam hakkını koruyamayan iktidara karşı sessini duyurmak isteyen herkes ülkedeki bütün meydanların sahibidir.

                                                           /././

(Birgün)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder