25 Kasım 2024 Pazartesi

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -25 Kasım 2024-

 

İstanbul'da kiralar fırladı, küçük esnaf kepenk kapattı: Mahallelerde elektrikçi, tamirci, marangoz, terzi bulmak zorlaşıyor.

İstanbul'da kentsel dönüşümle yenilenen binalarda kiralar fırladı, mahallelerin sembolü olan küçük esnaf dükkan bulamaz hale geldi. Yenilenen binalardaki işyerini boşaltan bakkal, manav, ayakkabı tamircisi, terzi aynı semtte 5 katı kirayı görünce kepenk kapatıyor. İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği (İSTESOB) verilerine göre İstanbul'da 270 bin esnaf ve sanatkâr var. Bu işyerlerinin yüzde 80'i sokak aralarında faaliyet gösteriyor. Kentsel dönüşümle yenilenen binalarda kiralar, semtine göre yüzde 100 ila 400 oranında arttı.(https://t24.com.tr/haber/istanbul-da-kiralar-firladi-kucuk-esnaf-kepenk-kapatti-mahallelerde-elektrikci-tamirci-marangoz-terzi-bulmak-zorlasiyor,1198772)

                                ***

Sadece savaşmayı bilenler gezegenin sonunun geldiğini görmüyor -Eray Özer-

İklim Zirvesi zengin ülkelerin fakir ülkelere yılda 300 milyar dolar vereceği taahhüdüyle sona erdi. Beklenti 1 trilyon dolar seviyesiydi. Soğuk Savaş artığı asık suratlı yaşlı amcalar ve teyzeler yönetiyor dünyayı ve sadece savaşmayı biliyorlar. Yarınlar yokmuşçasına…

Geçen hafta İklim Çalışmaları uzmanı Ümit Şahin’le bir sohbet gerçekleştirdik. T24’ün Youtube kanalında yayınladığımız programda iklim meselesini ve küresel ısınmayı konuştuk.

İzleyin isterim. Ümit Hoca küresel ısınma için net konuştu: Böyle giderse yüz yılın sonunda dünya 3 derece daha sıcak olacak.

Peki bu ne demek?

Şöyle anlatmak belki meseleyi daha anlaşılır kılabilir: Malum son birkaç yıldır tuhaf hava olaylarına şahit oluyoruz. Mesela daha birkaç hafta önce Valencia’ya bir yılda yağması gereken yağmur 8 saatte yağdı.

Türkiye’de hiç görmediğimiz kadar orman yangını görür olduk. Daha önce hiç orman yangınına yerinde tanıklık ettiniz mi bilmiyorum ama ben bu yıl Çanakkale’de yaşadım. Öncesi ve sonrasıyla akıl almaz bir vaziyet. Devasa bir arazi bir anda Mad Max filmine dönüyor, doğanın yok olması ne demek bizzat tanıklık ediyorsunuz.

Sadece Türkiye mi? Brezilya’dan ABD’ye kadar her yer yandı geçen yaz.

Hadi bunları da geçelim. İstanbul’da havanın bu haftaki saçma sapan seyri bile nasıl bir anomaliye girdiğimizi gösteriyor: Perşembe sabah sıcak, akşam ani bir soğuma ve gök gürültülü yağış… Sonra Cuma saçma bir sıcak ve cumartesi öğle vakti yükseklerde kar… Eskiden kış geldiğinde kış gelmiş olurdu ve üç ay donardık.

Sizce bunlar normal mi?

İşte tüm bunlar küresel sıcaklık yıllık ortalamada 1,5 derece oynadığı için başımıza geliyor.

Siz bir de 3 dereceyi düşünün!

Ümit Hoca “Bana kalırsa 3 derecede uygarlık bu felaketlerle ekonomik olarak baş edemediği için çöker” diyor.

Yani 70 yıl sonra karnımızı doyuramayacağız çünkü tarlalar sellere teslim olacak. Yaz sıcakları akıl almaz hale gelecek, dolayısıyla ormanlar yanacak. Kuzey Atlantik’teki su akıntısı durma noktasında, durduğunda bazı bölgeler (Ümit Hoca programda Avrupa’nın kuzeyini örnek verdi) kutup soğuklarına maruz kalacak. Kısacası bir kıyamet iklimine gireceğiz.

Yetmiş yıl! Sadece bir insan ömrü kadar bile değil.

Gezegen bize açık açık “Bana bunu yapma, sonu senin için iyi olmayacak” diyor. Peki duyan var mı?

Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin sonuç bildirgesi benim bu yazıya başlamamdan sadece saatler sonra, gecikmeli olarak açıklandı.

Özeti şu: Fakir ülkeler (gelişmekte olan demeyeceğim, daha ne kadar gelişeceksek) iklim kriziyle mücadele için zenginlerden yıllık 1,3 trilyon dolar istedi. Zenginler sadece 300 milyar verebileceklerini kayda geçirdi. Fakirler isyan etti.

Bu arada Çin ve Suudi Arabistan gibi bazı ülkeler de henüz hala “gelişmekte olan” kategorisinde oldukları için elini cebine atmıyor. Bu da ayrı bir garabet.

300 milyar da ödenecek mi, o da belirsiz. Zirvede bir “Trump etkisi” vardı tabii… Onun “Benden zırnık çalışmaz” diyeceğini tahmin eden diğer zenginler kendi ceplerinden büyük paralar çıkmasın diye en azından 550-900 milyar dolar arasında olması beklenen bütçeyi kısıverdiler.

İklim değişikliğinin dünyaya maliyeti geçen yıl 2 trilyon dolar civarında olmuştu. Yani yangındır, seldir derken 2 trilyonu zarar kapatmak için gözden çıkarıyorsun ama bunun üçte birini iklim felaketini düzeltmek için ödemekten imtina ediyorsun. Alın size insanlığın bir özeti.

Seneye Brezilya’da olacak iklim zirvesi. Lula var Brezilya’da. Solcu başkan. Yağmur ormanlarının korunması için çaba harcayacağını da vaat ediyor üstelik. Lula’nın Brezilyası bir yandan ormanları koruyacağını açıklarken bir yandan da 2035’e kadar gaz ve petrol üretimini yüzde 36 artırmayı planlıyor. Bizzat Lula’nın inisiyatifiyle.

Bu yıl zirve Bakü’deydi. Azerbaycan’da yani. Azerbaycan da önümüzdeki on yıl içinde gaz üretimini üçte bir oranında artırmayı planlıyor. Açılış konuşmasında Başkan Aliyev fosil yakıttan çıkılmasını öneren ülkelere yüklendi: “Gazımızın çoğunu Avrupa alıyor. Her yıl daha fazlasını istiyor ama bir yandan da bize fosil yakıttan çıkmamız için ders veriyor.”

Haksız mı?

Sera gazı emisyonlarında geçen yıl 57 gigatonluk rekor artış olmuş ve önümüzdeki on yılda hiç de düşeceğe benzemiyor. Kimse fosil yakıt üretiminden geri durmuyor. Sadece birilerine üretimi azaltın demekle bu iş belli ki çözülmüyor.

İklim zirvesinde bir de karbon ticaretinin kurallara bağlanması için anlaşmaya varıldı. O da bir acayip iş: Zengin ülkeler kendi topraklarında karbon salınımını azaltamayınca dünyanın bir başka yerine bunu yapması için para vererek kredi satın alıyor.

Her bin ton azalma 1 kredi. Hesap şu: Burada tam gaz karbon salmaya devam ederken orada ağaç dikilecek örneğin, böylece küresel ölçekte artış olmamış olacak.

Bu da doğru düzgün kurala bağlanmadığı için bu işte de yolsuzluk ayyuka çıkmış. Yine zirvede yapılan bir sunuma göre verilen paraların sadece yüzde 16’sı gerçekten karbon salınımını azaltacak işlere harcanıyormuş. Geri kalanı doğaya “sıcak hava” salmaktan ibaretmiş.

Yani anlayacağınız bu çevre işinde tel tel dökülüyor insanlık ve medeniyet. Asık suratlı soğuk savaş artığı yaşlı amcalar ve teyzeler yönetiyor dünyamızı. Bir onbeş, bilemedin yirmi yılları var dünyada. Ne olup biteni anlıyorlar, ne çözüm imkanlarından haberdarlar…

Sadece savaşmayı biliyorlar. Yarınlar yokmuşçasına…

Bitirmeden tabloyu daha iyi anlamanız için bir örnek daha vereyim: Diyelim ki, Türkiye’de değil de Tuvalu’da doğdunuz. Ülkeniz 11 bin kişi. Neredeyse tüm ülkeyi bizzat tanıyor olabilirsiniz.

Pasifik’in ortasında cam göbeği resiflerde yüzerek büyüdünüz. Okul çıkışı hindistan cevizi ağaçlarının gölgesinde arkadaşlarla sohbet ederek yetişkinliğe eriştiniz.

Dünyanın başka bir yerinde başka birileri cep telefonu, bilgisayar, ortalığa metan gazı salan milyarlarca inek gibi şeyleri üretmeye devam ettiği için ülkeniz yavaş yavaş sular altında kalıyor.

Ve sadece 25 yıl sonra bu durum Tuvalu’da yaşamayı imkânsız hale getirecek. Gelgitlerde ülkeniz sular altında kalacak.

Haydi teknolojiyle gelgitlere çare buldunuz. Yüz yılın sonunda kesin sular altındasınız. Zira bilim insanlarına göre bu kez sadece gelgitlerde değil, her üç günden birinde ülkeyi seller basacak.

Niye?

Dünyanın başka yerlerinde insanlar gezegeni yaşanmaz hale getirmeye devam ettiği için…

Bir düşünün isterim: Tuvalulu olsaydınız siz ne hissederdiniz?

İyi haftalar.                                       /././

‘Bibi’yi tutuklayanı yakarız’-Akdoğan Özkan-

“Kurallar temelli uluslararası düzen”, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ile Gallant hakkında alacağı tutuklama kararını önce 5 ay geciktirdi, şimdi de “sakın ha, tutuklarsanız yakarım sizi” deme yolunu seçiyor

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında 5 ay gecikmeyle aldığı 21 Kasım tarihli tutuklama kararı Batı'da farklı tepkilere yol açtı.

Birkaç ülke mahkemenin bağımsızlığına saygılarını vurgularken, bazıları da İsrail'e desteklerini dile getirdi. ABD ise bildiğiniz gibi: Jenosit Joe’nun halen başkanlık koltuğunda oturduğu ülkede bazı Cumhuriyetçi senatörler, İsrailli siyasetçilerin tutuklanmasına yardım edecek herhangi bir ülkeye yaptırım uygulama hazırlığı yapıyorlar. Bir ara yeni Trump kabinesinin olası Dış İşleri Bakanlığı makamı için de adı geçen eski CIA Direktörü ve eski Bakan Mike Pompeo, “Yolsuz UCM’nin İsrail'e karşı verdiği tutuklama kararlarını uygulamaya çalışan herhangi bir ulus ağır sonuçlarla karşı karşıya kalmalıdır,” buyurdu. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atayacağı Mike Waltz ise 20 Ocak’ta yemin ederek göreve başlayacak olan “yeni ABD yönetiminden UCM’nin anti-Semitik önyargılarına karşı güçlü bir karşılık” beklenmesi gerektiğini dile getirdi.

İsrail şaşırtmadı ve Mahkeme’yi “anti-semitizm” ile suçladı. Cumhurbaşkanı Yitzhak Herzog, sosyal medya hesabından “UCM’nin Hamas için insan kalkanına dönüştüğünü” bile iddia etti.

Netanyahu’ya 5 ay zaman kazandırdılar

Galiba bu işte en sinsi tarihi rolü İngilizler oynadı. Aslına bakılırsa, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant için tutuklama emrini, buna temel teşkil eden “makul şüphe” kararını aldıkları Mayıs ayından hemen sonra çıkaracaktı. Tabii İngilizler Netanyahu’ya Gazze’deki kıyım uygulamasında zaman kazandıracak bir kurnazlığa kalkışmasaydı.

Şöyle oldu, takip ettiğim kadarıyla: İngilizler 10 Haziran 2024 tarihinde tutuklama kararını geciktirecek bir adım attılar. Mahkeme’nin İsrail’in savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarıyla ilgili soruşturmasında İsrail uyruklular üzerindeki yargı yetkisine “amicus curiae” sıfatıyla hukuki mütalaa sunmak amacıyla bir itiraz dilekçesi sunma talebinde bulundu o gün İngilizler.

Mahkeme’nin 2021 tarihli bir kararına atıfta bulunuyorlardı bunu yaparken. Üç yıl önceki karara istinaden özetle diyorlardı ki; bir UCM savcısı İsrail vatandaşlarına yönelik bir tutuklama kararı çıkartmak isteğinde, önce Filistin Yönetimi'nin UCM’ye katılmaya yönelik talebinin Oslo Anlaşmaları’nın ihlali anlamına geleceğine yönelik İsrail tarafından yapılmış itirazın nihai karara bağlanması gerekiyor. Dolayısıyla, bir İsrailliyi tutuklamak istiyorsanız, önce o mevzuyu karara bağlamanız lazım.

Bununla tutuklamaya gidecek sürece ket vurulmuş oldu. 27 Haziran’da Mahkemenin Ön Yargılama Dairesi, dilekçesini sunması için İngiltere’ye 12 Temmuz'a kadar süre verdi. UCM’nin diğer üye devletlerinin de isterlerse 12 Temmuz’a kadar benzer mütalaalar sunabilecekleri ifade edildi.

Bu, kısaca “Bibi” olarak da anılan Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant için tutuklama kararı çıkarılıp çıkarılmayacağına ilişkin karar alma sürecinin, İngiltere’nin söz konusu itirazını sonuca bağlayana kadar askıya alınması anlamına geliyordu.

Aslına bakılırsa, o tarihlerde İngilizlerin olaya bu şekilde müdahil olmalarının tutuklama kararlarını çok da geciktirmeyeceği düşünülüyordu. 27 Haziran 2024 tarihli The Times of Israel gazetesinde konuyla ilgili yer alan bir haberde adı geçen Kudüs İbrani Üniversitesi hukuk ve teknoloji kürsüsünde öğretim görevlisi ve Tachlith Enstitüsü'nde program direktörü Dr. Tal Mimran’a bakılırsa, karar UCM’nin Netanyahu ve Gallant’ın tutuklanmalarına yönelik emir çıkartma sürecini çok uzun süre geciktirmeyecekti.

Hatırlayalım, UCM Başsavcısı Kerim Han, Netanyahu ve Gallant hakkında “imhaya sebep olma, savaş yöntemi olarak açlığa sebep olma, insani yardım malzemelerinin ulaştırılmasını engelleme, çatışmalarda sivilleri kasten hedef alma” gibi hususlarda suç işlediği şüphesi oluştuğu için tutuklama emri talep ettiğini duyurduğunda Gazze Kıyımı 227. gününe girmiş, tarih 20 Mayıs 2024 olmuştu. Tutuklama kararı ise ancak 21 Kasım tarihinde çıkarılabilmişti. Sonuçta İngilizler mahkemeyi 5 ay oyalamış ve Netanyahu’ya biraz daha savaş suçları işleyebilmesi için 5 ay ek süre satın almışlardı.

Her neyse, 5 ay sonra da olsa tutuklama emirleri çıktı. Şimdi gelelim tepkilere…

‘Hele bir tutuklayın, yakarım!’

İngiltere Başbakanlık Ofisi Sözcüsü, UCM'nin, İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkında çıkardığı tutuklama emirleri hakkında yorum yapmayı reddetti.

Ama tabii şimdi bayrağı İngilizlerden Amerikalılar devralıyor. Amerikalıların görevi, “hele bir tutuklama yoluna gidin, müttefik ülke bile olsanız, gözünüzün yaşına bakmam, yaptırımlarımla boğarım sizi” benzeri tehditkâr bir tavır takınmak. Böyle işlerin oradaki ustası da malum South Caroline Senatörü Lindsey Graham. UCM’nin tutuklama kararına ilişkin Fox News kanalına konuşan Graham, “İsrailli herhangi bir politikacının tutuklanmasına yardım ve yataklık edecek herhangi bir ülkeye yaptırım uygulamak için mümkün olan en kısa sürede yasanın geçmesi için çalışıyorum,” dedi. Cumhuriyetçi senatör, söz konusu tasarının ABD'nin müttefiklerini de kapsayacağını dile getirerek, “Yani Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, eğer herhangi bir müttefik UCM'ye yardım etmeye çalışırsa, yaptırıma tabi tutacağız,” tehdidinde bulundu. Graham’ın böyle işlerdeki bir ortağı da Senatör Tom Cotton. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için tutuklama emri çıkarma kararı nedeniyle UCM’ye yüklenen Cotton, Hollanda merkezli mahkemeye karşı askeri güç kullanımına yeşil ışık yakan “Amerikan Ordu Mensuplarının Korunması Yasası”na atıfta bulunarak, “yakarım sizi” demiş oldu.

Alman hükümetinin ise ilk tepkisi, “tutuklama kararlarını dikkatlice inceleyeceğini,” ancak bu kişiler “Almanya'ya bir ziyaret planlanıncaya kadar daha fazla adım atmayacağını” dile getirmek oldu. Yani Netanyahu’yu 2023 Mart’ında ağırlamış Berlin, ihtiyatlı davranıyordu.

Ofsayta düşenler

Ancak bazı ABD müttefiki ülkeler ABD’nin resmi tepkisini tam öğrenemeden, deyim yerindeyse, “ofsayta düşüverdiler.”

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Bu kararlar, tüm AB üye devletlerini kapsayan Roma Statüsü’ne taraf olan tüm devletler için bağlayıcıdır,” ifadelerini kullandı.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau ise Kanada'nın, UCM'nin “kurucu üyelerinden” biri olduğunu belirterek, “Uluslararası hukuku savunuyoruz ve uluslararası mahkemelerin tüm düzenlemelerine ve kararlarına uyacağız,” dedi ve ülkeye gelirlerse bu kişileri tutuklayacaklarını ifade etti.

İtalya, Hollanda, Belçika, İsviçre, İsveç, İrlanda ve Norveç, UCM'nin talebine uyacaklarını söyleyen ülkeler arasında yer aldı.

UCM, 21 Kasım'da açıkladığı kararında, “Gazze'de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan ötürü” İsrail Başbakanı Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkardığını ilan etmişti,

UCM kararında, Netanyahu ve Gallant'ın açlığa mahkûm etmeyi bir savaş yöntemi olarak kullanma, savaş suçu ile cinayet ve diğer insanlık dışı muameleleri içeren insanlığa karşı suçlar işlediğine dair makul şüphe bulunduğunu belirtilmişti. Kararda ayrıca Netanyahu ve Gallant'ın bilinçli olarak sivil nüfusu hedef alan saldırıların talimatını verdiklerine dair makul şüphenin de bulunduğu ifade edilmişti.

11 Temmuz 2002’den bu yana faaliyette olan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’ne taraf olarak Mahkeme’nin yetkisini tanıyan 124 ülke var. (Bu arada belirtelim, Türkiye bunlardan biri değil.) Netanyahu ve Gallant teorik olarak bu ülkelerin herhangi birine adım attığında tutuklanmak zorunda. Ama işte aktardığım gibi hayat başka türlü akıyor. “Kurallar temelli uluslararası düzen” başka planlar pişiriyor. O planlar yapılırken de birileri deyim yerindeyse “ofsaytta kalıyor.” Ama sonra “doğru yola” getiriliyorlar.

Filistinliler ise katledilmeye devam ediliyor. Kuzeydeki Kemal Advan Hastenesi’nin bir kez daha hava saldırılarında hedef alındığı Gazze’de Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya bakılırsa, İsrail'in 8 Ekim’den sonraki saldırılarında en az 44 bin 176 Filistinli hayatını kaybetti, 104 bin 473 kişi de yaralandı. Ama tabii katili yakalamaya kalkışırsanız karşınızda “yakarım sizi” diyenleri bulacaksınız.

                                                    /././

NetGSM olayı: MVNO konusunda tüketicilerin görüşleri -Füsun Sarp Nebil-

Tüketiciler Birliği Federasyonu (TBF) Başkanı Mehmet Bülent Deniz'e sorularımızı ilettik. TBF Dijital Yaşam Çalışma Grubu Başkanı Rıfat Bayatlıoğlu'ndan cevaplar geldi.

2022 sonu itibariyle dünyada 1986 tane SMŞH (MVNO) olduğu ve 2023 itibariyle de 92 milyar dolarlık bir büyüklüğü olduğu raporlanıyor.

İşte tüketiciler açısından önemi burada yatıyor. Bu hizmetin yani sanal mobil operatörlüğünün dünyada bir karşılığı var. Yani bir ihtiyacı karşılıyor.

MVNO, elindeki müşteriyi rakip operatöre taşıyabilir

92 milyar dolar ile sanal mobil operatörlerin (SMŞH), telekom operatörlerini rahatsız edebilecek büyük bir pazar olduğunu düşünebilirsiniz. Ama dünyada 740+ tane olduğu raporlanan bildiğimiz mobil network operatörlerinin (bizdeki Turkcell, Vodafone ve Türk Telekom Mobil) toplam pazar büyüklüğü 1,7 katrilyon dolar düzeyinde. Yani tüm dünyadaki MVNO'ların pazar büyüklüğü, hizmet aldıkları büyük operatörlerin oluşturduğu pazarın ancak yüzde 5'i. (Bunu derken yanlış anlaşılmasın, MVNO yüzde 5 kazanmakla birlikte, büyük operatöre ödediği servis parası da bu rakamın içinde)

O zaman büyük operatörler neden rahatsız oluyorlar? 

Çünkü bu sanal mobil networkler, ellerinde bir miktar müşteriyi tutuyorlar ve bu müşterileri, rakip büyük telekom firmasına taşıma potansiyelleri var. Bu özellikle MVNO büyüdükçe, müşteri sayısı arttıkça tehdit haline gelir.

Dünyada ülke başına 9-10 tane MVNO var

Daha önce yazdık ama tekrarlayalım, MVNO ya da Türkçe kısaltması ile SMŞH firmaları, büyük operatörlerin şebekesini kullanan ama onlardan bağımsız olan telekom operatörleridir. Büyük operatörlerle ara bağlantı anlaşması yaparlar. Aşağı yukarı her ülkede 10 tane bulunur ama bizim ülkemizde bu kadar yıldır sadece 1 tane Turkcell'den hizmet alarak, operasyona başladı ve 9 ay sonra da sözleşmesi nedense iptal oldu. Oysa en az 5-6 tane olmalıydı.

Üstelik lisanslar 2009 yılından bu yana BTK tarafından “ücreti mukabilinde” veriliyor. Bu da acaip, BTK parasını aldığı hizmetin karşılığını 15 yıldır vermiyor. MVNO olmayı rahatlatmıyor. Dolayısıyla da tüketiciyi rahatlatmıyor.

Haberimizin konusu olan NetGSM firması da lisansını 2009 yılında almış durumda ama ancak 2024'ün şubatında müşteri alabilmeye başladı. Yani tam 15 yıl sonra açıldı ama 9 ay sonra hızla hizmeti kesildi.

Tüketicilere daha uygun fiyatlı operatör seçme şansı

Büyük mobil operatörlerin istemediği, kendilerine tehdit gördükleri ve bu nedenle engelledikleri MVNO’lar, tüketici için önemli bir seçim olanağı taşıyorlar. 

Ülkenin hükümetinin, Ulaştırma Bakanlığının ve de bunların uzantısı ve telekom sektörünün düzenleyicisi olan BTK'nın, mobil telefon servislerinde önceliği tüketicilere vermesi gereklidir. Çünkü BTK'nın varlık sebebi tam da budur. Ama bu MVNO olayında ne görüyoruz. BTK 15 yıldır bunu başaramamış. Neden acaba?

Bunu sorgulamak tüketicilerin işi.

Bu dosyamızın önceki 2 bölümünden birinde NetGSM'in bu açılış ve kapanışını, diğerinde ise MVNO konusunu anlatmıştık. Bugün Tüketiciler bu konuda ne diyor ona bakacağız.

Tüketiciler Birliği Federasyonu (TBF) Başkanı Mehmet Bülent Deniz'e sorularımızı ilettik. TBF Dijital Yaşam Çalışma Grubu Başkanı Rıfat Bayatlıoğlu'ndan cevaplar geldi. Aşağıda sorularımızı ve cevaplarını göreceksiniz.

- Tüketiciler Birliği olarak, Türkiye'deki mobil operatör fiyatlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?  

Son dönemde iletişim hizmeti sunan firmaların ve özellikle mobil operatörlerin hizmet bedeline yüksek oranlı zam yapmaları nedeniyle tüketicide büyük tepki oluşmuştur. Tüketici Birliği Federasyonu olarak son dönemde taahhütlü tarifesi sona erecek ve aynı kapsamdaki tarifeye geçmesi durumunda ödenmesi istenen hizmet bedeli konusunda yapılan araştırmamızda aşağıdaki örnek veriler tespit edilmiştir. (Kırmızı ile işaretlenenler mobil hizmetle alakalıdır. Eylül 2024)”

Tablodan da görüleceği üzere mobil operatörlerce, TÜİK verileri ve Orta Vadeli Program tamamıyla yok sayılmaktadır.

Tüketicinin bu şikâyetleri üzerine 2 önemli ve talihsiz açıklama yapılmıştır. Şöyle ki;

Bakan Uraloğlu tarafından ekim ayında: GSM şirketlerinin uyguladığı fahiş fiyatlara ilişkin Bakanlığın çalışma yapıp yapmadığının sorulması üzerine Uraloğlu, "Tamamen serbest piyasa ve 1-2 yıllık aboneliklerin yenilenmesiyle ortaya çıkan bir durumdur. Burada bizim düzenleyici bir yetkimiz yok" ifadesini kullandı.

Türk Telekom CEO'su Ümit Önal tarafından eylül ayında: Türk Telekom'un yılın ikinci çeyreğinde 1,4 milyar Türk Lirası net kâr elde ettiği, bu rakamın altı aylık dönem için 2,5 milyar Türk Lirası olduğundan bahsettiği basın toplantısında, Türkiye'de internet tarifeleri 'sudan ucuz' demek yanlış olmaz" dedi.

Bu açıklamalardan birincisi ki bu hususta en yetkili makam, tüketiciyi mobil sektördeki serbest piyasa ortamında koruyamayız demekte. Ancak, sırf bu amaçla kurulmuş (tüketicinin korunması için) Bilgi Teknolojileri Kurumu ise suskun kalmayı tercih etmektedir.

Teknolojideki gelişmeler, iletişimi yaşamı sürdürmek için zorunlu ve karşılanması gereken bir tüketim niteliğine dönüştürmüştür.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2024 Eylül dönemi için 12 aylık ortalama enflasyon yüzde 64,91 olarak açıklanmıştır. T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından açıklanan Orta Vadeli Program belgesinde de enflasyonun 2024 yılı için yüzde 41,50, 2025 yılı için yüzde 17,50 olarak öngörülmüştür.

Ülkemizdeki yasal düzenlemeler ve ekonomi yönetiminin öngörüleri birlikte değerlendirildiğinde, iletişim hizmeti sunan firmaların tüketiciden istedikleri rakamlar gerçeklikten uzak, tüketici mecburiyetini kötüye kullanan, fırsatçı bir yaklaşım olup firmaların fahiş nitelikteki zammı kabul edilebilir nitelikte değildir. İletişim hizmeti sunan firmalar her türlü ekonomik veriyi yok sayan tarife ücretlerini gerçeklerle uyumlu hale getirmelidirler.

Ayrıca başta Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu olmak üzere Rekabet Kurumu ve Ticaret Bakanlığı Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulunca tüketicide tepkiye neden olan bu haksız sürece müdahale ediliyor olması zaruridir.

- Mobil sanal operatörlük (MVNO) hizmeti ülkemizde bir türlü başlatılamadı. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha düşük fiyatlı servislere ihtiyacı olanlara yönelik tarifeler bekliyor musunuz?

5369 sayılı Evrensel Hizmet Yasası;

“… herkes tarafından erişilebilir, önceden belirlenmiş kalitede ve herkesin karşılayabileceği makul bir bedel karşılığında asgari standartlarda sunulacak olan, internet erişimi de dahil elektronik haberleşme hizmetleri”

nden yararlanmasını düzenlemektedir. Dolayısıyla makul bedellerle hizmet sunulması ülkemizde de düzenlenmiştir ve tüketicinin beklentisi de bu yöndedir.

Bir örnek verirsek daha yerinde olacaktır. Bilindiği üzere Cumhurbaşkanlığınca 2024 Emekliler Yılı ilan edilmiştir. Üzülerek görüyoruz ki, 2024 yılında Mobil operatörlerce ilan edilen herhangi bir emekli tarifesi veya maktu emekli indirimi bulunmamaktadır.  Sanki mobil operatörlerce fikir birliği yapılmış gibi "emeklilere mobilde indirim yok!" sloganı ile hareket edildiği anlaşılmaktadır. Garip olanı ise söz konusu 2 Mobil operatörün bağlı olduğu Varlık Fonu’nun yönetimi Cumhurbaşkanlığı’mızdadır.         

                                                      /././

Sahte sigortalıların emeklilikleri iptal mi ediliyor?-Murat Batı-

SGK, yapay zekâdan yararlanarak tespitleri yapıyor.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan geçen gün sosyal medya hesabından sahte sigorta denetimine ilişkin bazı veriler paylaştı.

Paylaşımına göre 2024 Ocak/Ekim döneminde yani yılın ilk 10 ayında 100 bin 500 iş yeri denetlenmiş ve neticede 1.713 sahte iş yeri, 17 bin 284 kayıt dışı çalışan, 67 bin 398 sahte sigortalı tespit edilmiş. Ayrıca 1 milyar 609 milyon 466 bin 742 lira da idari para cezası kesilmiş. Şayet denetimler artarsa bu sayının çok daha fazla olacağını tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.

Bu denetimlerde tespit edilen sahte iş yeri ve sahte sigortalı birçok kişinin idari para cezasından ziyade emekliliklerinin iptali gibi çok önemli sonuçlar doğurmaktadır.

O nedenle önce bu kavramları ardından da ne gibi sonuçlar doğuracağını izah etmeye çalışayım.

Sahte sigortalılık nedir?

Sahte sigortalılık, bir kişinin bir iş yerinde fiilen çalışmamasına rağmen SGK’ya sigorta girişinin yapıldığı durumdur. Örneğin bir firma yetkilisi (müdürü, mali müşaviri vs), işsiz, dolayısıyla da sigortası olmayan kişilere gelin sizi bir bedel (TL) karşılığında sigortalı yapayım ama primlerinizi ödemeyeceğim diyerek sigortalı gösterebilmektedir. Ya da eşini, komşusunu yeğenini vs sigortalı yaparak -ki buna hatır sigortası da denilmektedir- gerçekte çalışmadığı halde çalışıyor göstermektedir.

Hatta bazı iş yerleri bu şekilde paravan olarak kurulmakta ve yüzlerce kişi, bu yolla sigortalı gösterilebilmektedir. SGK’nın denetim raporlarına göre 10 m2’lik bir dükkânda yüzlerce sigortalı kişi görülebilmektedir. İşte bu iş yerlerine sahte iş yeri; bu yerlerde çalışanlara (çalışıyor görünenlere) ise sahte sigortalı denilmektedir.

 Sahte iş yeri nedir?

SGK’nın 12.08.2021 tarih ve 2021/27 sayılı Genelgesi uyarınca sahte iş yeritabela iş yeri olarak da adlandırılan gerçekte hiçbir ticari ve mesleki faaliyeti olmadığı ve somut bir varlığı bulunmadığı halde, iş yeri dosyasından sahte sigortalılık bildirimi yapmak amacıyla, çoğu kez gerçekte var olmayan adresler beyan edilerek (boş arazi, boş dükkân vb.) sadece sahte sigortalı bildirmek amacıyla iş yeri dosyası tescil edilen yerlerdir.

Yani gerçekte olmayan bir iş yeri kurulmakta ve burada bazı kişilerin para karşılığında sigorta girişleri yapılmakta ve dolayısıyla da bu kişiler sigortalılığın bazı haklarından yararlanabilmektedir.

Primler yatmadığı halde kamu hizmetlerinden yararlanılmakta

Sahte sigortalı bir kişi Devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Hatta 5510 sayılı Kanun uyarınca işveren, çalışanın sigorta primini yatırmasa bile bu hizmetlerden yararlanmaya devam etmektedir. 

Şöyle ki, sahte iş yeri tescil ettiren kişilerin, sağlık provizyonu alamadıklarını tespit ettikleri kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını sağlamak, yaşlılık aylığına hak kazanma koşulları arasında sayılan eksik prim ödeme gün sayılarını tamamlamak vb. diğer sosyal sigorta haklarından yersiz bir şekilde istifade etmeleri amacıyla talep ettikleri para karşılığında sahte sigortalı bildiriminde bulunmaktalar.

Görüldüğü üzere sahte sigortalı kişi, işverenin kendisi için ödemesi gereken sigorta primini ödemediği halde yani sigortaya borcu olmasına rağmen bu kişi sahte de olsa sağlık hizmetlerinden yararlanabilmekte, ilaç alabilmektedir. Bu, elbette sosyal devlet ilkesinin gereğidir ancak sahte sigortalılık bu iyi niyeti maalesef kötüye kullanmaktadır. SGK bu yolla zarara uğratılmaktadır.

 Örneğin, bir kişi üzerine bir iş yeri açılmakta ve onlarca kişi bu iş yerinde sigortalı görünmektedir. Ödenmeyen sigorta prim borçlarının muhatabı ise iş yeri sahibidir ve SGK, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca iş yeri sahibinden cebri icra yoluyla tahsil etmeye çalışmaktadır. Ancak iş yeri sahibi malı-mülkü olmayan biri ise o zaman işler katmerli bir şekilde çözülemez bir hal almaktadır.

Sahte sigortalılık tespit edilirse emeklilik iptal mı ediliyor?

Sahte sigortalının tespiti SGK denetimleri sonucu ortaya çıkarılabilmektedir. Bu denetimlerde hizmet sözleşmesine bağlı olarak günlük çalışma süresi, alınan ücret gibi kriterlerden yola çıkılarak gerekli tespitler yapılmaktadır. Bu şekilde yapılan denetimler sonucunda sahte sigortalı olduğu tespit edilenlerin SGK’ya yapılan tüm sigorta bildirimleri geriye yönelik olarak iptal edilir.

Hatta bir kişi bu yolla emekli olmuşsa -EYT dâhil- geriye yönelik iptal edilen prim ödemeleri ve bildirimleri sonucunda -kalan süre emekliliğe yetiyorsa sorun yok- emeklilik hakkını kaybediyorsa emekliliği iptal edilecek ve emeklilik için ödenen tüm aylıklar yasal faiziyle geri alınacaktır.

Bakan Işıkhan, tespit edilen 67 bin 398 sahte sigortalının kaçının emekli olduğu yönünde bir açıklama yapmadı. Ancak binlerce emekli olduğu yönünde tahmin bulunmaktadır. Sanıyorum Işıkhan, bu sayıyı gizleyerek siyaseten bir oy kaybına neden olmak istememektedir.

Ayrıca normal koşullarda sigorta alacakları için 10 yıllık bir zamanaşımı bulunmakta ancak uygulamada sahte sigortalılıkta zamanaşımına pek bakılmamakta daha da geriye gidilebilmektedir. Böylece bu yolla emekli olmuşların emeklilikleri iptal dâhi edilebilmektedir.

SGK, yapay zekâdan yararlanarak tespitleri yapıyor

SGK, hazırladığı bir programla çalışanlarla işveren arasında para akışına bakmakta ve çalıştığı (sigortalı) halde işverenle arasında bir para akışı (maaş, ücret) yok ise muhtemelen sahte sigortalılık söz konusudur demektedir. Zaten kimse de ücret almadan çalışmayacağına göre bu yöntem etkili bir şekilde sonuç vermektedir.

Ayrıca SGK, prim ödenme düzenliliğini de kontrol etmekte ve düzensizler ile prim ödenmemişleri radarına alabilmektedir.

Ezcümle

Birçok kişi SGK’lı olmanın nimetlerinden yararlanmak için doğrudan çalışmak yerine bir iş yerine gidip bir menfaat karşılığında (para gibi) kendisinin sigortalı yapılmasını istemekte ancak fiili olarak hiç çalışmayacağını sadece sigorta girişinin yapılmasını isteyebilmektedir. Ya da bazı iş yerleri sahte (paravan) olarak kurulmakta ve sigortalı olmayan kişileri arayıp bulmakta ve belli bir bedel karşılığında bu kişilerin sigorta girişlerini yapmaktadır.

İşte bu kişilere sahte sigortalı; bu işi yapanlara ise sahte iş yeri adı verilmektedir. Bu yöntemle hiç çalışmayan kişiler çalışmış görünmekte ve sigortalı olmanın sağlık hizmetleri, emeklilik vs gibi birçok avantajından yararlanarak SGK’yı zarara uğratabilmektedirler. Sayıları 2.750 olan sosyal güvenlik denetmenleri, bu denetimleri yaparak sahte sigortalıları tespit ediyor.

SGK denetimlerini yapanlar, bu iş yerlerini ve sigortalıları tespit ederek haksız yere sağlanan bu menfaatlerin parasını yasal faiziyle geri almakta hatta bu kişiler hakkında Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmaktadır.

Özetle nereden tutsak elimizde kalıyor.

                                                      /././

Yönetim mi, teknik direktör mü?-Asena Özkan-

Beşiktaş bir Kasım ayında daha lige havlu attı aksini kim iddia edebilir?

Kendi sahan ve seyircin önünde dokuzuncu dakikada iki farkla öne geçip doksan dakikanın sonunda rakibine 4 - 2 yeniliyorsan mevzubahis ‘şanssızlık’ olamaz düpedüz ‘beceriksiz’ ve ‘iş bilmezlik’ olur. 13 haftanın ardından lider ile aranda 13 puan fark oluşmuşsa da günleri ‘yarıştan kopmadık’ aldatmacasıyla geçiştiremezsin…

Hata kimde? Hasan Arat ile yönetiminde mi yoksa Hollandalı teknik direktör Giovanni van Bronckhorst mı? Teknik direktörü taraftar seçmedi, ‘yeti yoksunu’ onca futbolcuyu milyarlar ödeyerek taraftar transfer etmedi ama sahaya çıkacak kadroyu da yönetim belirlemedi. Hollandalı teknik adamla ve mevcut kadroyla sezonun sonunun gelmeyeceği açık ve net. Aslında Beşiktaş’ın başarısızlığından önce yazmamız gereken 2-0 geriye düştüğü maçta İnönü Stadı’nda Beşiktaş’ı 4-2 yenen Göztepe’nin ‘mükemmel’ performansı olmalı. Ama Beşiktaş ile başladık öyle devam edelim…

Sevgili Hasan Arat, henüz anlaşma imzalamamışken Samet Aybaba seçiminin büyük hata olduğunu belirtmiş ama size dinletememiştim. Samet Aybaba’nın olduğu yerde ‘başarı’ olmaz, olamaz hatta ‘ot bile bitmez’ demiştim. Bu oluşuma bir de Mehmet Ekşi’yi eklerseniz işin içinden çıkamazsınız eklentisi de yapmıştım ayrıca. “Birisi futbol koordinatörü diğeri alt yapı sorumlusu ne ilgisi var?’ derseniz yanıtı hemen veririm: Süleyman Seba’nın izinde gittiğinizden söz ediyorsunuz ancak Süleyman Ağabeyin kulüpten içeri sokmadığı Samet Aybaba’yı futbol sorumlusu yapıyorsunuz. Bu ne perhiz ne lahana turşusu! Tekerlek kırılınca yol gösteren çok olur lakin tekerlek kırılmadan önce tüm bunları söyledim fakat dinlemediniz. Beşiktaş bir Kasım ayında daha lige havlu attı aksine kim iddia edebilir? Ekonomik ve idari olarak kulübü çok iyi yönetebilirsiniz, ki bu konuda da tartışmaya açık ancak mevzubahis futbol olduğunda bilenlerden yardım almanız gereklilik. Önerim; Gökhan Keskin’i çağırın dinleyin derim. Güney Amerika’da adları sanları duyulmamış hangi yetenekleri kaç liraya buldu ama Fikret Orman yönetimi istemedi. Sonra o futbolcular kaç milyon dolarlara hangi takımlara gidip yıldız oldu…

Maç mı? Kısa aktarımı şöyle; Meteoroloji 3 gün önce aniden bastıracak kar yağışı için uyardı. Peki yurttaş ne yaptı? Kış lastiği ve zinciri olmadan trafiğe çıkıp yollarda perişanlık yaşadı… Beşiktaş’ın Göztepe karşısındaki durumu da tamamen böyleydi. Teknik direktör ve ekibi ayağa oynayan, hızlı atağa çıkabilen, oyunu rakip alana sorunsuz taşıyan, bulduğu pozisyonları gol çeviren Göztepe karşısında ne önlem almıştı? 12 hafta insan merak edip rakibinin nasıl oynadığına bakmaz mı? Kar da bekleniyordu Göztepe’nin başarılı oyunu da bu kadar basit…

Maçın başında umut vardı Beşiktaş dokuzunca dakikada iki farklı öne geçince de ‘bu kez sitem oturdu’ dedik ama gördük ki, oturan bir şey olmadığı gibi çok şey eksik. Transfer edilen futbolcular birbirlerinden kötü. Kanat yok, savunma yok, orta alan yok, sahada ‘beyin’ olup oyunu yönlendirecek futbolcu yok. Ne var? Beşiktaş’ta bu aralar bol miktarda ‘kaos’ mevcut. Bu kaotik ortamdan nasıl çıkılır? Önce Ümraniye’deki ‘kıraathane’ sohbetleri son verilmeli bir sonraki adımda da transfer edilecek futbolcular için ‘bilenden’ akıl alınmalı. Bu arada da ‘ara transfer döneminde bunu alacağız, şunu alacağız ve farkı kapayacağız’ aldatmacasından özenle kaçınılmalı…

Not: Göztepe’nin net penaltısının verilmediğini belirtmezsek tarafsızlığıma gölge düşer. Ayrıca kendi kalesine gol atan Malcom Bokele'nin Beşiktaş attığı gole de saygı duyulmalı

                                                                /././

Hakan Fidan “Suriye’deki Kürtler Türkiye'ye karşı ev ödevlerini biliyorlar” derken bir temas mı söz konusu?-Candan Yıldız-

Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları Suriye’deki Kürt siyasetinin PKK ile arasına mesafe koyması talebine ilişkin işaretler taşıyor.

Devlet Bahçeli ile görüşen Ufuk Uras T24’e yaptığı açıklamada MHP lideriyle yapılan görüşmede Erdoğan ve Bahçeli’nin bir yol haritası olduğu izlenimi edindiğini söylemişti.

Zira kamuoyu şu soruyu merak ediyor, Bahçeli “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun, örgütü lağvettiğini açıklasın” derken Kürt meselesinin çözümüne dair somut olarak ne öneriyor, ya da Kürt-Türk kardeşliğinin sınırı Suriye’yi de kapsayacak mı?

Bahçeli’nin dediği gibi Erdoğan Kürt meselesi bağlamında “Bu işi biz bize çözelim, başkalarını karıştırmadan” dediyse, vekalet savaşlarının coğrafyasına dönüşen Suriye’deki son 12-13 yıllık denge, Kürt meselesinin çözümünde Suriye’deki Kürtlerin de denklemde olmasını zorunlu kılıyor.

Bu durumun yansıması TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Dışişleri Bakanlığı bütçe görüşmelerinde Bakan Hakan Fidan ile CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun karşılıklı sözlerine de yansıdı.

En sonda söylenecek şeyi başta söyleyeyim; Fidan’ın, Suriye Kürtlerini kastederek “Oradaki insanların iyi niyeti varsa Türkiye'ye karşı ev ödevlerini biliyorlar” cümlesini Ufuk Uras’ın “Yol haritası var izlenimi edindim” cümlesiyle birlikte düşündüğümüzde, acaba Türkiye ile Suriye Kürtleri arasında bir görüşme, temas mı var sorusu akıllara gelmiyor değil. 

Zira Fidan’ın sözlerinden yola çıkarsak Suriye’deki Kürtler, Türkiye’ye karşı hangi ev ödevini biliyor, bu ev ödevi ne zaman ve kim tarafından gündeme geldi?

Ufuk Uras T24’e yaptığı açıklamada yine Bahçeli’nin başlattığı sürece ilişkin Suriye’deki Kürtlerin askeri varlığının dönüşmesi olasılığını dile getirmiş “Düşünsenize Suriye’desiniz. 100 bine yakın insan var, haydi kendimizi lağvettik. Bu nasıl olacak? Bir model gerekli, oradaki yapı Suriye merkezi hükümetine tabii mi olacak? Bütün bunlar, üzerine çalışılması gereken konular” demişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye Kürtlerinin yoğunlukta olduğu bölgelere operasyon seçeneğini diri tutması, Hakan Fidan’ın Komisyon’daki açıklamaları Suriye’deki Kürt siyasetinin PKK ile arasına mesafe koyması talebine ilişkin işaretler taşıyor. Bahçeli’nin açıklamaları da bununla ilişkili diye düşünüyorum.

Hakan Fidan’ın sözünü ettiğim konuşması şöyle:

“Türkiye'den, Irak'tan, İran'dan giden bütün PKK'lı kadroların gönderilip oradaki Suriyelilerin kalması gerekiyor ama bunlar ayrı konular, onlar da olmayacağını biliyorlar, başka bir konu olduğunu biliyorlar yani o başka bir mevzu ama dediğim gibi bizim sınır ötesindeki Kürtlerle ilgili hassasiyetimiz her zaman var.”

CHP’li vekil Tanrıkulu’nun, Hakan Fidan’ın “Irak” başlığı altında Kürtlere değinmemesini eleştirisine verilen yanıtlar da altı çizilmesi gereken içerikte.

Tanrıkulu Komisyon’da şunu ifade etti:

“…Irak'la ilgili bir başlık var- hiç olmazsa şunu diyebilirdiniz: Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle de doğru ilişkilerimiz var, iyi ilişkilerimiz var. Ondan bile imtina edilmiş. Artı, mesela aynı başlık altında şu var: "Türkmen soydaşlarımızın hak ve menfaatlerini koruma yönündeki girişimlerimizi de sürdüreceğiz." Çok doğru, sürdürmek lazım ama peki, sınır ötesi -sınır içindeki Kürtler bir tarafa da- Kürtler bakımından ne düşünüyorsunuz; sadece terör mü, şiddet mi, çatışma mı, güvenlik meselesi mi? Bu meselenin güvenlik, terör dışında bir boyutu yok mu? Ne olacak?”

Hakan Fidan verdiği yanıtta, “Tanrıkulu’nun Irak'taki Kürt Bölgesel Yönetimi'yle ilgili söylediği konulara katıldığını” belirtirken sınır ötesindeki Kürtlerin bölgedeki tek hamisinin Türkiye olduğunu savundu.

“Destek olan, gözeten, kollayan, koruyan, koruyucu” anlamına gelen hamilik kelimesinin Bahçeli’nin başlattığı sürece ilişkin ipuçları taşıdığını söylemek mümkün.

Tarihe geçen kimi cümlelerin siyasetin arşivinden çıkardığınızda, devletin hafızasıyla bağını kurabiliyorsunuz.

Hatırlayacaksınız, Abdullah Öcalan Çözüm Süreci’nin resmi başlangıç tarihi olan 2013 Diyarbakır Nevrozu’nda “Bu toprakların tarihselliğinde önemli bir yer tutan “BİZ” kavramının genişliği ve kapsayıcılığı dar, seçkinci iktidar elitleri eliyle “TEK”e indirgenmiştir. “BİZ” kavramına eski ruhunu ve pratiğini vermenin zamanıdır” demişti.

Bir tesadüf tabii ki, Devlet Bahçeli de 15 Ekim’deki Meclis grup konuşmasında “Mesele BİZ olmanın emsalsiz sırrına erişmek, bunu da yaşayıp bihakkın yaşatmaktır” vurgusu yapmıştı.

Eğer yeni bir süreç varsa ve akamete uğramayacaksa, “BİZ” olabilmenin siyaseti üretilecekse bunun objektif mayasının eşit vatandaşlık talebiyle doğrudan ilişkili olduğunu geçmiş deneyimler gösteriyor.

                                                             /././

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirve maratonu -Hasan Göğüş-

G-20 Zirvesi'nin bildirisinde sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden BM güvenlik konseyi reformuna, iklim değişikliğinden kadın cinayetlerine kadar ne ararsanız var. Ama İsrail ve Rusya’nın saldırılarını sona erdirmeleri çağrısında bulunan tek bir cümle yok. Acaba tüm bu zirveler ne için yapılıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ay başından bu yana iki hafta içerisinde arka arkaya beş zirveye katıldı. Zirve maratonu, 6 Kasım’da Kırgızistan’ın ev sahipliğinde “Türk Dünyasının Güçlendirilmesi: Ekonomik Entegrasyon, Sürdürülebilir Kalkınma, Dijital Gelecek Ve Herkes İçin Güvenlik” temasıyla Bişkek’te yapılan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) 11. zirvesiyle başladı. Zirveye Azerbaycan, Türkiye ve Türkmenistan haricindeki üç Orta Asya Türk cumhuriyeti Kazakistan, Kırgızıstan ve Özbekistan devlet başkanı düzeyinde katıldılar. (Türkmenistan ebedi tarafsızlık politikası nedeniyle Teşkilatın çalışmalarını gözlemci üye olarak takip ediyor.) TDT’nin iki tane daha gözlemci üyesi var. Biri Bişkek Zirvesi’ne ilk kez gözlemci sıfatıyla iştirak eden KKTC, diğeri de akraba kotasından Macaristan.

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) 11. zirvesi

Bişkek’te Macaristan’ın tartışmalı Başbakanı Orban’a Türk dünyasına üstün hizmetlerinden dolayı “Türk Dünyası Ali Nişanı” verilmiş. 60 yaşından sonra Türk olduğunu hatırlayan Orban’ın Türk dünyasına ne gibi üstün hizmetleri oldu bilemiyorum, ama ödül verilecekse, hafta içerisinde birinci ölüm yıldönümünü andığımız, ömrünü Türk dünyasına adamış, bu zirvelerin fikir babası Büyükelçi Bilal Şimşir’in kimsenin aklına gelmemiş olması inanılır gibi değil.

Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Siyasi Topluluğu’nun (AST) beşinci zirvesine katılmak üzere Bişkek’ten doğrudan Budapeşte’ye geçti. AST Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra sözde Avrupa’nın geleceği hakkında siyasi ve stratejik tartışmalar yapılması için Fransa’nın önerisiyle 2022 yılında kuruldu. Ancak aradan geçen üç yıla karşın böyle bir forumun varlığından bile haberi olmayanlar çoğunlukta. Hatta medyada AST’yi Avrupa Birliği ile karıştıranlar bile oldu.

5 Kasım'daki Amerikan başkanlık seçimlerini kazanan Trump’ın etkisi Budapeşte’de görülmeye başlandı. AB ülkeleri Orban’ın demokratik olmayan başına buyruk uygulamaları nedeniyle Macaristan’ın dönem başkanlığı sırasında Budapeşte’de yapılacak üst düzey toplantılara katılmama kararı almıştı. Bu çerçevede mutaden dönem başkanı ülkede yapılması gereken bakanlar düzeyindeki “gymnich” toplantısı, bu kere Brüksel’e alındı. Orban’ın Trump ile yakın dostluğu biliniyor. Herhalde Trump’ın seçimleri kazanmasına Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte en çok sevinen Orban olmuştur. ABD başkanlık seçimlerinin sonuçları belli olduktan sonra AB liderleri tam kadro Budapeşte Zirvesi’ne akın ettiler. Orban da ortalıkta kasıla kasıla dolaşıyordu.

AST Zirvesinden tek akılda kalan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir orta masası etrafında GKRY lideri Christodiles ile kahve içerken görüntülenmesi oldu. Bu birliktelik bir rastlantı sonucu muydu? Yoksa Rum basının iddia ettiği gibi önceden kurgulanmış bir mizansenin parçası mıydı? Anlaşılamadı.

Avrupa Siyasi Topluluğu’nun (AST) beşinci zirvesi

İslam İşbirliği Örgütü ve Arap Ligi ortak zirvesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sonraki durağı, İslam İşbirliği Örgütü ile Arap Ligi’nin 9 Kasım’da Riyad’da düzenlenen olağanüstü ortak toplantısı oldu. İki örgüt Gazze savaşının başlamasından bu yana ikinci kez devlet/hükümet başkanları düzeyinde bir araya geldiler. Ortak zirvenin temel amacı Filistin ve Lübnan’daki saldırılarını sona erdirmesi için İsrail ve uluslararası toplum üzerinde baskı yapmak. İnsan kendi kendini boşuna aldatmamalı. İsrail’in saldırılarını durdurabilecek tek ülke var, o da ABD. 5 Kasım’daki seçimleri Trump’ın kazanması ve 20 Ocak’ta iş başına gelecek yeni Amerikan hükümetinin kompozisyonu dikkate alındığında Allah Filistinlilerin yardımcısı olsun demekten başka elden bir şey gelmiyor.

Riyad’da bazı çevrelerin ümitle beklediği Erdoğan/Esad görüşmesi gerçekleşmedi. Ama ilk kez iki lider aile fotoğrafında aynı kareye girdiler. Esad ısrarla böyle bir görüşme için Türk askerlerinin Suriye’den çekilmesini ön koşul olarak öne sürüyor. Erdoğan’ın son günlerde Suriye’ye yönelik yeni bir askeri harekatı gündeme taşıması yakın zamanda bir erdoğan/Esad görüşmesini pek mümkün kılacak gibi görünmüyor.

İslam İşbirliği Örgütü ve Arap Ligi Ortak Zirvesi

Bakü’deki İklim Değişikliği Zirvesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Zirve maratonu 11 Kasım’da katıldığı Bakü'deki İklim Değişikliği Zirvesi (CORP 29) ile devam etti. İklim değişikliğinin finansmanı teması taşıyan CORP 29’un Azerbaycan'ın ev sahipliğinde Bakü’de yapılması çevrecilerin tepkisine neden oldu. Protestocuların arasında ünlü aktivist Greta Thunberg de yer aldı. Batılı ülkelerin önemli bir bölümü de zirveye katılım düzeylerini düşük tuttular.

Türkiye 2016 yılında imzaladığı Paris iklim Anlaşması’nı onaylamak için uzun süre ayak sürdü. Sivil toplumun ve uluslararası camianın baskılarıyla ancak 2021 yılında onayladı. Aynı yıl bir kabine toplantısından sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin 2053 yılına kadar net karbon emisyonlarını sıfırlamış olacağını taahhüt etti. Bu kararı takdir etmemek mümkün değil. 2053 yılına daha 30 yıl var. Korkarım bu hedefin tutturulup tutturulmadığını görmek bizim nesillerin pek azına nasip olacak.

İklim Değişikliği Zirvesi

Son durak Rio’daki G-20 Zirvesi

Cumhurbaşkanı Erdoğan zirve maratonunu hafta başında Brezilya’nın Rio kentinde düzenlenen G-20 Zirvesi'ne katılarak tamamladı. G-20 Dünya’nın ekonomisi en büyük 19 ülkesi ile Avrupa Birliği’ni bir araya getiren bir oluşum. Geçen sene gruba Afrika Birliği de dahil edildi. G-20 ülkeleri toplamda dünya ekonomilerinin çıktılarının yüzde 85’ine sahipler.

Bu yılki zirvenin teması Brezilya’nın öncelikleri çerçevesinde açlığın ortadan kaldırılması olarak belirlenmiş. Rio’daki Zirve’ye Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkındaki tutuklama emri nedeniyle ülke dışına seyahat etmekte zorlanan Rusya Devlet Başkanı Putin katılamadı. Topal ördek konumundaki ABD Başkanı Biden’ın ise son toplantısı oldu.

G-20 Zirvesi

22 sayfa ve 85 paragraftan oluşan zirve bildirisinde sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden BM güvenlik konseyi reformuna, iklim değişikliğinden kadın cinayetlerine kadar ne ararsanız var. Ama İsrail ve Rusya’nın saldırılarını sona erdirmeleri çağrısında bulunan tek bir cümle yok.

Acaba tüm bu zirveler ne için yapılıyor? Havanda su dövmek haricinde kime, ne faydası oluyor? İnsan sormadan edemiyor…

                                                                   /././

(T-24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder